-7-

3493 Words
İri adamın ellerinden biri belini sarmalamış, diğeri ensesiyle birlikte saçlarını kavramışken, olabildiğince güçlü bir şekilde itelemeye başladı Sima. Gücünü yetirebileceğini sanmazken, hırsla itelediği koca bedenin sahibi yarım adım kadar olsa da uzaklaşmış, alt dudağını ısırarak kendisini izliyordu. Nefes nefes ani bir tokat yediğinde öfkeli bakışlarıyla burnundan soluyup yumruğunu genç kadının tam başının üzerinde yer alan mutfak dolabına geçirdi. Yerinde sıçrasa da gözlerini kırpmamaya, korkusunu göstermemeye kararlıydı Sima. "Bir daha, sakın bana dokunma." dedi işaret parmağını adamdan yana sallayarak. "Sakın!" Komik değildi ama dudağının bir yanı yukarı kıvrıldı Ejder'in. Yumruklarını sıkıyor, belli ki o da sinirlenmemek için kendisini tutuyordu. Dolap kapağına yumruk attığı eli hala oradayken diğeri Sima'nın saçlarına uzandı. "Beni sinirlendirmek istemezsin, değil mi?" diye sorarken saçlarını okşayan eli göğsüne inerek tekrar yarası üzerinde gezindi. "Dokunma dedim!" diye kelimelerine bastırarak göğsüne sürtünen eli iteledi Sima. Buradan gitmekten başka hiçbir şey düşünemiyordu. Dolan gözleriyle önünü kapatan iri bedenin yanından geçip giderken attığı birkaç adım sonra durdurulmuş, tutulan koluyla geri çekilmişti. Kolunu kavradığı kadının dudaklarına baktı Ejder. O dudaklar, birkaç saniye öncesine kadar dudaklarındaydı. Tadı damağındayken, hırçın hareketleri ya da öfkeli sözleri ne kadar umurunda olabilirdi ki? "Bundan herkese bahsetsen iyi olur." diye kelimelerine bastıra bastıra, gözleri genç kadının dudakları ile güzel gözleri arasında gidip gelirken söylendi. Bundan kimsenin haberi olmasın demesi gerekmiyor muydu? Neden herkes duysun, herkes bilsin istiyordu? "Ne diyorsun be sen?" diye boşa gitse de kolunu kurtarma çabasıyla söylenen Sima'nın bu kez tamamıyla gözlerine odaklanarak devam etti. Kuyu gibiydi gözleri. Dipsiz bir kuyu... "Diyorum ki, herkese bahset. Ailene, arkadaşlarına, eşine dostuna, gerekirse tüm İstanbul'a bahset. Bahset ki, sana yaklaşanlar, kiminle karşı karşıya geleceklerini bilsinler." Duydukları, çırpınmasıyla nefesini de kesmiş gibiydi. Öyle cansız, öyle sessiz bakıyordu şimdi Sima. Ruhsal ölümünün azraili elini kolunu bağlamak, onu kendisine ayırmak, kalbinin soğuk, taştan duvarlarıyla kaplı mahzenine hapsetmek üzere, aşka açacağı savaşta aşık taraf olarak karşısına dikilmişken, konuşamıyordu. Nasıl konuşsundu? O, hayatında görüp görebileceği en kötü, en acımasız, en duygusuz, en merhametsiz ve en yolundan sapmaz aşık olmak üzereydi. Ona karşı nasıl duracak, yüreğiyle birlikte bedenini nasıl koruyacaktı? ... Birbirini kovalayan günlerde kafasındaki sorulara rağmen hayatın standart düzenine dönmeye çalışan Sima, evden çıkmak üzere hazır bir şekilde aşağı indiğinde mutfaktan çıkan annesiyle karşılaştı. Elinde tuttuğu bir fincan papatya çayıyla kapıya yaslanan Sibel hanım, dış kapının yanında bulunan aynada kendisine bakınan kızını baştan aşağı süzdü. Ardından güya sakinleşmek adına içtiği çayından bir yudum daha alıp söylendi. "Böyle mi çıkacaksın?" Nereye gidiyorsun gibi bir soruyu bile daha mantığa uygun düşünen Sima gözlerini yukarı dikip derin bir soluk alarak ardına döndü. "Böyle mi çıkacaksın derken, anne?" diye sorarken ikisi de günler evvel yaptıkları kavgayı unutmuş, ya da o kavga hiç olmamış gibi davranıyorlardı. Sibel hanım usta bir oyuncuydu. Ona karşın Sima ise her kavganın şeceresini tutamayacak kadar bıkkın... "Biraz daha canlı şeyler giyseydin ya." derken siyah renk İspanyol paça pantolonunu işaret ediyordu. Sima'ya göre ise göbeğini az biraz açık bırakan beyaz gömleğine gayet güzel yakışıyordu. "Hem kaç kere söylemem gerekiyor, saçlarını toplama diye." diye devam eden annesiyle koca bir soluk daha aldığında, Sibel hanım büyük beyaz fincanı bir kenara bırakıp çoktan yanına varmıştı. "Bekle burada." diyerek yanından geçip merdivenleri çıktığında burnundan soluyarak bekledi Sima. Başka türlüsü söz konusu muydu? Annesini beklerken bağladığı saçlarını düzeltmeye koyulmuş, gelen mesajla çantasına davranmıştı. Rümeysa: Anneannem geldi, onun için ilaç yazdırmam gerek. Küçük bebişi de kontrol edelim mi? Okuduğu kısa mesajla yüzü aydınlanan Sima, eli usulca karnına giderken annesinin sesiyle cevap yazmaya başladı. Randevum yok, ama yine de harika olur, bir saate hastanedeyim. "Şunu tak da değişiklik olsun bari." diyerek elinde siyah renk fötr bir şapkayla yanına gelen Sibel hanım, kızının arkadan topladığı saçlarına ve basit kıyafetlerine renk katmak için şapkayı kendisi takmış, sanki beş yaşında bir kız çocuğunu süslüyormuş gibi aynadaki aksine bakarak orasını burasını düzeltmeye başlamıştı. Annesi hiç değişmeyecekti, biliyordu. Ne kadar kavga etseler de, birbirlerine bağırıp çağırsalar da, Sima bizzat ayak sürüyüp inat etse de, değişmeyecekti. Bazı zamanlar iç sesi bu evden gitmesini söylese de, boşuna olacağının da farkındaydı. Daha evvel gitmişti de ne olmuştu? Benim kızım öğrenci evine benzeyen kıytırık dairelerde kalamaz! "Zaten bir alışverişe çıkmak şart." "Kıyafetlerimden memnunum anne." "Ben, değilim küçük hanım." "Sen zaten neyden memnunsun ki?" diye sorsa da, bir soru olmadığı için annesinin kendisini duymamazlıktan gelerek konuşmasını sürdürmesini önemsemiyordu. "Nerede koyu renk var oraya el atıyorsun. Ayda yılda bir kırmızı giydin, onda da Figen hanım seni solladı. Hem sen dururken ne haddine o kadar dikkat çekmeye çalışmak." "Dikkat çekmek istemiyorum anne." diye bu sefer kelimelerine bastırarak söylediklerinden memnun olmadığını belirtmeye çalıştı Sima. Annesinin: "Dikkat çekmeyip ne yapacaksın, güzelliğinle turşu mu kuracaksın?" deyişiyle göz devirdi. Hani bu papatya çayı sakinleştiriciydi? Bu zamana kadar hiç işe yaradığına şahit olmamıştı. "Bak Figen'e, sürüp sürüştürüyor, takıp takıştırıyor. Hoş, bakan yine sana bakıyor ama, sen gören körü oynuyorsun." "Üff anne." diye pes ederek çantası ile anahtarlarını alıp kapıyı açtı Sima. Takıp takıştıran Figen'i de, dönüp bakanları da zerre umursadığı söylenmezdi. Zaten başında yeterince büyük bir bela vardı. Bir de ona inat dikkat çekmekle mi uğraşacaktı? Hem nereden çıkmıştı Figen'le kıyaslama? Figen giyinip kuşanmayı, süslenmeyi seven, her zaman insanlara yukarıdan bakıp sadece oturarak her şeyin, herkesin ayağına geleceğini düşünen, insanların duygularını göz ardı eden, Sima'nın boş diye tabir edebileceği biriydi. Ve o herkesi ayağına bekleyen güzel kadın, şimdi kapısına dikilmiş adamı kapı dışarı etmeye gayret ediyor, ne yazık ki başaramıyordu. "Çıkar mısın dışarı, hiç sırası değil." "Sadece yarım saat." "Çık dedim, Miraç gelecek." "O gelmeden gitmiş olurum." Hemen hemen kendisiyle aynı boyda olan genç adam arkadan beline sarılıyor, saçlarının arasından ensesine öpücükler konduruyordu. "Yeter." diye belindeki ellerden kurtulmaya çalışsa da zorlamıyordu Figen. Aslında halinden fazlasıyla memnundu ama, işi yokuşa sürmek hoşuna gidiyordu. Zaten naz yapmak oldu olası sevdiği bir adetiydi. "Talat!" diye en nihayetinde genç adamı üzerinden attığında, burnundan soluyarak kravatını gevşetti Talat. "Yeter dedim." diyerek dağılan saçlarını düzeltti Figen. Birkaç saat içinde Miraç gelecek, mutlu aşık rolüne dönecekti. Gerçi, onu sevmediğini söyleyemezdi. Miraç anlayışlı, uysal, sakin bir adamdı. Talat bir o kadar ne yaptığı kestirilemeyen biriyken, hislerinin ondan yana kayması kendi suçu olamazdı. "Naz faslın bittiyse hasret giderelim." "Bitmedi." diyerek omuz silkip göğsünde birleştirdiği kollarıyla salona geçti Figen. Gülerek peşine takılan Talat çoktan üzerindeki fazlalıklardan kurtulma derdine düşmüştü. "Hem Rümeysa hanımın haberi var mı burada olduğundan?" diye geniş, turkuaz renkteki köşeme kurulduğunda karşısına dikilen Talat gülümseyerek baktı. Neden böyle söylediğini biliyordu. Rümeysa biraz fazla dikkatli, nerede, kiminle ne yaptığını bilmek isteyen biriydi. Fakat yine de Talat için onu atlatmak zor değildi. Üç yıllık birlikteliğin sonrasında ne ister, neyi ne kadar bilmek ister, çözmüştü. Patavatsızlık olmadıkça sinirlenmeyen Rümeysa, aslında sanıldığı kadar zor bir kadın değildi. "Anneannesi burada. Yani bu gün seninim." deyip düğmelerini açtığı gömleği hala üzerindeyken genç kadının ayak bileklerinden tutarak kendisine doğru çekmişti. Çekilerek koltuğa yatırılan Rümeysa genç adam üzerindeki yerini aldığında halinden memnun olsa da, fermuarlı eteği açılırken bacaklarını beline doladığı sırada gözlerini duvardaki saatten ayırmıyordu. "Yarım saat." dedi kollarını da üzerindeki adamın boynuna dolarken. "Bir." "Yarım dedim." "Kırk beş dakika." diyerek yüzünü boynuna gömdü Talat. Kıkırdamaya başlayan Figen: "Yarım." diye söylenmeye devam ederken bluzu da çoktan üzerinden çıkmış, yeniden üstündeki yerini alan adam gibi yarı çıplak kalmıştı. Uzun parmaklı eller sırtına uzanıp zorlanmadan sütyeninin kopçasını açarken, iri sayılabilecek göğüsleriyle genç adama bir göz ziyafeti sunuyordu şuan. Talat'ın yeni tıraş olmuş sakalsız yüzü boynunda, göğüslerinde dolaşırken, göbeğine doğru, ve hatta daha aşağılara inmişti. Parmakları göğüslerini ovarken zamanın nasıl geçtiği artık ikisinin de umurunda değildi. Figen'in kendinden geçmeden önce son kıkırdadığı şey ise, yüz üstü yatırılmasıydı. ... İki genç kadının peşine takılma görevini kendi kendine veren Erdi, bir elinde sandviçiyle arabasını park ederken çalan telefonunu meşgule atıp aracından indi. Hızlı ama temkinli adımlarla ikilinin peşine takıldığında yeniden çalan telefonunu kollarını kıvırdığı bordo ceketinin iç cebinden çıkarıp ekrana bakındı. İkinci çalışında açılan telefonun diğer tarafındaki kişi çoktan gürlemeye başlamıştı. "Ekrana bakmadım, ondan meşgule attım. Tamam, gözümün önünde merak etme. Hastaneye geldi şimdi diğer kızla, arayacağım seni. Tamam. Tamam Ejder. Tamam." diye diye kapatmayı başardığı telefonu geri cebine iliştirirken, sandviçinin son kırıntılarını tüketmekteydi. Koridora girdiği an gördüğü kadınlarla koşarak saklandığı duvar dibinde, elinde tuttuğu ekmeğin kalan parçasını ağzına tıkıştırdı. Bu takip işini yapmayalı uzun zaman olmuştu. Saniyelerce çiğnediği parçayı yuttuğunda duvarın dibinden çıkıp koridora göz attı. Bomboş koridorda kimse görünmüyordu. Şimdi buradalardı, nereye gitmiş olabilirlerdi ki? "Bittim ben." diye telaşla arşınladığı koridoru geçerken kısa süreliğine açılıp kapanan kapıyla Rümeysa'yı görmüş, hızlıca bir köşeye geçmişti. Odaya girmesi mümkün değildi ama bir şekilde içeri girip neler olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Yeniden çalan telefonunu aceleyle susturmaya çalışarak açtığında gözleri yanında durduğu kapının üzerindeki yazıyı buldu. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Melek Çakmak "Ejder." deyip kaldı telefonu açar açmaz. Sesi kendiliğinden kesilirken emin olmadığı bir şeyi nasıl söyleyebileceğini bilmiyordu. Sonuçta dünya kadar kadın hastalığı vardı. Hem, muayene için gelen arkadaşı da olabilirdi. Kulağında telefonla beklerken kapının açılmasıyla hızla ardını dönüp köşedeki masa üzerinde duran broşürleri incelemeye başladı. "Aşkım neredesin? Şey, ben öğle yemeğini Sima ile yesem sorun olmaz dimi? Süper, akşamım senin ama söz... Tamam... Ha yok yok, bir sorun yok, rutin bir kontrol sadece... Ya, bilmiyorum ama, içinden bir ses kız olacak diyor... Ya Talat, düşünsene Sima'nınki kız oluyormuş, sonra bizim de bir oğlumuz oluyormuş, hiç ayrılmazlar. Hem bakarsın akraba bile oluruz ha? Tamam tamam, abartmak yok... Tamam aşkım, öpüyorum." Erdi'ye göre fazla cıvık bu telefon konuşması bittiğinde yeniden içeri girmişti Rümeysa. Kapanan kapıdan yana geri dönen Erdi ise sesini kıstığı telefonu kulağına dayadığında duyduklarıyla birlikte bu sefer şüphelerinde sonuna kadar haklıydı. İş, bunu Ejder'e söylemekti. "Sen, çocuk, severdin dimi?" deyişiyle avucundaki telefonu sıkmaya başladı Ejder. Kıracak kadar kuvvetle sıkıyordu ama elbette bu mümkün değildi. Fırlattı o da. Öyle bir fırlattı ki parçalara ayrılan camdan aşağı, bahçeye düşmüştü telefon. Aldığı derin olmasına rağmen yetmeyeceğini düşündüğü soluklarda, kırdığı camı tekmeleyerek iyice kırıp terasa çıktığında bağırmaya başladı. Bağırmaktan çok bir aslanın feryat dolu kükreyişini andırıyordu sesi. Vücuduna yapışan gömleğinin düğmelerini tek tek koparırken bağırmaya devam etti. Hangisine öfkelenseydi? Kendisinden evvel bir başkasının ona dokunmuş olmasına mı? Yoksa katili olacağı küçük canlının hayat bulduğu kadına hayat verişine mi? ... Günler geçiyordu. Cenazeden sonraki ikinci aydı ve Sima artık üzülmekten çok geçmişteki güzel anıları anıp hüzünlenmekteydi. Zaten annesinin hem kendisine hem de karnına doğru attığı ölümcül bakışlar altında bir de ağlaması hiç iyi olmazdı. "İyi akşamlar." diyerek içeri giren genç adamla iki inat kadının birbirlerine attıkları tehlikeli bakışlar durulduğunda, ikisi de bir ağızdan cevap vermişti. "İyi akşamlar." "Nasılsınız bakalım?" diye sorarken iş yoğunluğunun verdiği yorgunluğunu belli ederek önce annesinin, ardından ablasının yanaklarından öptü Miraç. "İyiyiz." diye önden atılıp cevap verdi Sibel hanım. Elbette bunu yapmasının bir sebebi vardı. "Sağlıklı besleniyoruz." diyerek kucağındaki soyulmuş elma dolu kaseyi gösterdi. "Çünkü neden, yirmi yıldır anne sözünün yapamadığı şeyi, gereksiz bir üreme yaptı da..." Alayla kalkan kaşlarının altında kırpıştırdığı gözleriyle bakınan Sima: "Bitti mi?" diye sorduğunda: "Bitti hanımefendi." diyerek kaseyi ortadaki cam sehpaya vurarak bıraktı Sibel hanım. "Suratıma fırlatsaydın." diye bağıran Sima'ydı bu defa. Katlanamıyordu bu kadının hareketlerine. "Onu da yaparım da, dikine gittiğin burnuna bir şey olur diye korkuyorum. Malum, başka bir yol bildiğin yok." diye bağırarak karşılık verdi Sibel hanım. "Hadi ya." diyerek kendi kucağındaki kaseyi aynı sertlikle, aynı masaya bıraktı Sima. "Yol gösterseydin o zaman. O olmaz, bu olmaz diye, sanki benim hayatımı sen yaşıyormuşsun gibi davranacağına arkamda dursaydın, yol gösterseydin." "Yeter!" diye bağırarak olaya el atmak zorunda kaldı Miraç. "Akşam akşam ne oluyor size? Derdiniz ne?" "Daha ne olsun?" diye gülümseyerek ellerini göğsünün altında birleştirip geriye yaslandı Sibel hanım. Kavga sırasında bile oyunculuğunu konuşturuyordu. Pes! "Dayı oluyorsun." "Anne!" diye susmasını işaret eden oğluna omuz silkerken, kızı asık suratıyla yerinden kalkmıştı bile. "Yeter ya, gerçekten akşam akşam seni hiç çekemeyeceğim." diye üzerindeki şalı annesinin kucağına doğru atarak odasına çıktı. "Anne şu dilini biraz tutsan." "O çocuğu doğurmaktan vazgeçene kadar tutmayacağım." diyen annesiyle, bir iç çekişle ofladı Miraç. Anlamıyordu. İnat konusunda kızının nasıl da kendisine benzediğini bilmiyor muydu? Aldırmayacak. Annesi ne kadar söylenirse söylensin, ne kadar olay çıkarırsa çıkarsın bu çocuğu aldırmayacaktı. "Birlikte üstesinden geleceğiz bebeğim." diye gülümseyerek göbeğini severken üstündekileri çıkarmıştı. Dar gelmesini umursamadığı bebek mavisi geceliğini giyerek ışığı kapatıp yatağına girdiğinde, sokağın köşesindeki arabanın içinde bekleyen adam da, tam da bu anı bekliyordu. Sabretmek ne kadar alışkanlıkları arasında olmasa da sıktığı yumruklarını kucağında tutarak beklemeye devam etti. Zamanın geçmesini beklemek ölüm gibiydi. Bacakları eve adımlamak, ona adımlamak için titrerken geçen iki saate yakın zaman sonrasında ağır hareketlerle araçtan inip koca cüssesiyle sokakta ilerlemeye başladı. Karşı yola geçip evin bahçesine girerken açtığı demir kapıyı sessiz olmaya gayret göstererek kapattı. Saatler gece yarısını ardında bırakırken camından gözünü ayırmadığı odanın altına gelip durdu. Gözleri bu sefer tutunacak bir yer arıyordu. Gölgesi sokak lambasının altında heybetlice duvara yansırken, kendisini taşıyacağından şüphelendiği borulara yöneldi. Zor değildi, kolay, hiç değildi. Buna rağmen pes etmeden tırmandı. Öldürdüğü adamın kadını için... Onu görmek, koklamak için... Gecenin karanlığını umursamadan, parıltısını hissetmek için... Dokunmak için... Yatağının tam karşısındaydı şimdi. Üzeri hafifçe açılmış, geceliğinin bir omzu düşmüş, dolgun göğüsleri taşacak gibi görünüyor, beline doğru toplanmış geceliği kalçasını ortaya sunuyordu. Yalnızca seyretmek için gelmişti. Yaklaşmak yoktu. Henüz... Uyuyan güzelin kıpırdanışı başka bir manzaraya dönüştüğünde, biraz daha açılan bacaklarının yanı sıra göğsünün de teki neredeyse açılmak üzereydi. Yutkunarak yumruklarını sıktı Ejder. Buraya onu sakince izlemek için gelmişti ama, sakin kalamayacak gibiydi. Adımlarını yatağın yanına doğru götürdüğünde başucuna varıp eğildi. Pençe misali koca elini genç kadının yanağına sürttüğünde aldığı nefesle kendisi de bir iç çekti. Sakallı yüzü yüzüne yaklaştığında durup gözlerini kapatmadan önce söylendi. "Kimseyle paylaşamam." Sözlerinin ardından kapattığı gözleriyle yaklaştığı dudaklara, dudaklarını kapadı. Onu uyandırmayacak sıcak bir öpücükten sonra geri çekildiğinde, bu kadını izlemekten sıkılmayacağını düşünüyordu. Haksız sayılmazdı. Nefret dolu bakışlarına bile doyamayacak duruma gelmişken, sevgiyle bakışına olan düşkünlüğünü, hayal dahi edemiyordu. Artık vazgeçmesi mümkün değildi. Düşmanının koynundakine köle olmakla lanetlenmiş olması... Umrunda bile değildi. Lanet, ya da ilahi bir takdir... Ötesi yoktu artık. Dönüşü yoktu. Saplanmıştı, ve kurtulamayacaktı. Kader ise hayret etti. Hangisiydi kurtulamayacak olan? Hangisiydi ölümü aşktan olan? ... Aynı gecenin ilerleyen saatleriydi. Yatak gürültüyle sallanırken, çarşaf sadece birbirini kavrayan bedenlerin teriyle ıslanmamıştı. Altındaki kadının saçlarını kavrayarak başını geriye çekti Ejder. İnce, çıplak bedeni de ayaklandığında göğüslerini okşayarak beline sarıldı. Tuttuğu saçları biraz daha çekip, saçların sahibi acıyla inlerken dudaklarını ısırarak öpmekteydi. Saçları bırakan eli yeniden kadının ensesini kavrayarak bedenini öne itelediğinde hiddetle kendisini ona doğru itelemeye devam etti. Bir süre sonra yeni bir sarsıntıyla kadının üzerine düşmemek için yatağa tutunduğunda, genç, esmer kadın nefes nefese yüz üstü yatmaktaydı. Yatağın boş tarafına sırt üstü devrilen Ejder, gözleri beyaz tavanı izlerken tepkisizdi. Hissetmiyor gibiydi ama, az önce seviştiği kadın yerine çok başka birini hayal ederek yaşadığı orgazmı da reddetmiyordu. Ve onu böylesine heyecanlandıran, böylesine terlemesine neden olan hayallerindeki o kadın, en kısa sürede yatağın diğer yanındaki yerini alacaktı. Yerinden kalkıp banyoya ilerlerken yerdeki siyah, dantelli transparan geceliği aldı. "Hediye sanıyordum." diye seslendi yataktaki kadın. "İlle bunu giy deyince..." diye konuşmasına devam ederek üzerine doladığı çarşafla ayaklanıp, söylediklerini dinleyen adamın beline sarılarak çıplak sırtına ıslak öpücükler kondurmaya başladı. "Değil!" diye kesin bir dille sözünü kesti Ejder. Beline sarılan elleri iteleyip omzunun üzerinden bakarak, banyoya girmeden önce son sözlerini söyledi. "Çıktığımda seni görmeyeceğim." ... Takvimler iki gün sonrasını gösterirken, verdiği karar öncesinde yeni bir karşılaşmaya ihtiyacı vardı Ejder'in. Dökeceği göz yaşları evvelinde görmeliydi onu. Hissetmeliydi. Ve o bunları düşünürken, sanki aile üyeleri kendilerine yaklaşan kavurucu sıcağa kucak açar gibi akşam için sözleşiyorlardı. Nasıl da bilmeden, duymadan, hissetmeden hayallerinin gerçekleşmesi için aradığı yolun taşlarını diziyorlardı. "O zaman akşam hep birlikteyiz." diye evden çıktı Rümeysa. "Miraç'a da haber verirsiniz." diye kapıdan yana dönerek neşeyle konuştuğunda ardından duyduğu sesle, yeniden bahçeden yana döndü. "Ne için anneciğim." diye salına salına geliyordu Figen. Kısa bir baş selamıyla yetindi iki taraf da. Sibel hanım yanında yer alarak karşılarındaki güzel genç kadına küçümser bakışlar atan müstakbel gelinine karşı söylendi. "Rümeysa bizi akşam yemeğine boğaza davet ediyor Figencim. Anneannesi Gülşen hanım burada da." "Öyle mi, tanışmayı çok isterim." "Ya, o da çok ister." diye en sahte gülümsemesini sundu Rümeysa. "Gülşen hanım özellikle Sima'yı beklediğini söylemiş." diye konuştu gururla Sibel hanım. Kızının sevilip sayılmasına en çok kendisi seviniyordu. "Telefonda görüşmüşlükleri var ama, ilk kez yüz yüze tanışacaklar." diye heyecanını sürdürdü. Kaşlarını kaldırıp indirerek kıskançlığını belli etmemek üzere yerinde kıpırdandı Figen. "O zaman ben Miraç'ı arayayım da, erken çıkmaya çalışsın." "Hıhı." diye arkasından gülümserken evin içinde gözden kaybolmasıyla suratını donuklaştırdı. "O zaman ben de Sima'yı arayayım." "Sen zahmet etme, ben ararım onu. Vakti zamanında gelir." diye kendisinden yana sevecenlikle bakan genç kıza aynı ifadeyle karşılık verdi Sibel hanım. Rümeysa'nın ayrılmasıyla Figen gibi telefonuna sarılırken, onun aksine şikayetlerini dizmek yerine kızına gülerek yapması gerekenleri anlatıyordu. "Biliyorsun, Gülşen hanım seni çok merak ediyor. Hem kendisi oldukça sayılıp sevilen biri." "Biliyorum anne, bende çok seviyorum Gülşen anneanneyi." "İyi, o zaman vaktinde gel, buradan hep birlikte gidekim." "İşlerimi bitirir bitirmez gelirim anneciğim." diyerek büronun arka mahalleye açılan küçük bahçesinde küçük turlar atıyordu Sima. "Ne işin varsa yarın halledersin. Fatih bey burnu büyük herifin teki olsa da, karısı da kayınvalidesi de tam bize layık insanlar." Annesinin sözleriyle durup, hayretle kaşlarını kaldırarak dinlemeye devam etti Sima. Fatih beyin mi burnu büyüktü? Gerçi haklıydı haklı olmasına ama, Sibel hanım burnu da onunkiyle yarışırdı. "Dediğim gibi anne, ne zaman işim biter, o zaman gelirim. Zaten çok boşluyorum bu aralar..." "Aman bırak şimdi işi gücü. Ben sana ne diyorum sen ne diyorsun?" "Anne..." "Yediden önce evde olacaksın, o kadar." Suratına kapanan telefonla kalakalan Sima: "Bir buraya el atmadığın kalmıştı." diye söylenerek içeri girdiğinde, batan güneşin de annesi kadar arkasından işler çeviren bir karanlığa yer verişini ruhu duymuyordu. Yazın sıcağı, karanlığın ürkütücü, iç gıcıklayıcı rüzgârıyla bir olduğunda annesinin defalarca kez aramasıyla, saat yediyi henüz geçerken arabasına bindi. Akşamın trafiğine kalmasına iyice huysuzlanacak olan annesinin arka arkaya olan aramalarını duymamazlıktan gelerek makyajını tazelemiş bir vaziyette yola çıktı. Akşam yemeğinin yenileceği boğaz manzaralı restorana doğru giderken, yanında seyreden siyah minibüsü diğer arabalar gibi sıradan sanıyordu. Radyoda çalan şarkılara eşlik ederek beklenen yere geldiğinde, aynı araç tam ardına park etmiş, o da yetmemiş şoförü kapısını açmıştı. Kapıyı açan adama bakan Sima, genç adamı önce vale sanmıştı ama bakışlarına bakılırsa, sadece sanmıştı. "Geç kalmış gibisin?" diye salına salına geldi Erdi. "Resmiyette tanışamadık." diye devam ederek sırıtırken ağır ağır aracından indi Sima. Kapıyı tutan adamdan yana sert bir bakış atarak arabasını kilitlerken, attığı ilk adımıyla Erdi yeniden önünü kesmişti. "Yanlış tarafa gittiğini söylememe gerek var mı?" dedi işaret edercesine başka bir yöne bakarak. Genç adamın baktığı yere bakan Sima kapısı açık bekleyen uzun minibüse bakınırken yeniden konuşmasını duydu. "Bekletilmekten hoşlanmaz." "Hiçbir yere gelmiyorum." dedi kimi kastettiğinin farkında bir şekilde. "Öyleyse biz çıkıyoruz." diye sokağın karşısında çalışır halde bekleyen iki araca doğru ıslık çaldı. Bu kez baktığı araçlardan inen kalabalık, tekin olmayan bir görünüşe sahip adamlarla kaşlarını çattı Sima. Ne oluyordu? "Ne? Ne diyorsun be sen?" "Ailenizin yanında bize de yer vardır umarım." diyerek ellerini yüzündeki aynı sırıtışla ceplerine yerleştirdi Erdi. Gün yüzüne çıkan silahı Sima'nın gözlerini kamaştırırken kalbi ağzında atıyordu. Hayır, yarasını bile sızlatıyordu. Sanki yara da, yaranın altında atan da, kim tarafından çağırıldığının farkındaydı. "Siz beni, tehdit mi ediyorsunuz?" "Sadece birkaç saat." "A bir de birkaç saat." diyerek etrafına attığı dolu bakışlarıyla gülerken, bu gülüş tamamiyle sinirdendi. "Çok uzun sürmeyecek." "Birkaç saat, ama çok uzun sürmeyecek." diye alay eden bir ifadeyle Erdi'den yana attığı adımla sinirinden gülmeye devam etti. "Gidelim mi?" diye yeniden işaret edilen araca doğru öfkeyle topuklarına vura vura yürüdüğünde, aslında bu tehditin hesabını sormaya gidiyordu. Ya da o öyle sanıyordu. Zira bu basit tehdit, her şeyin başlangıcı olacaktı. "Sen kim oluyorsun da beni tehdit ederek ayağına çağırıyorsun?" diye bağırarak girdiği teras katta seslendiği adam, denize doğru bakınmaktaydı. Duyduğu öfkeli, hesap soran sesle gözleri kapanırken dudağının tek yanı yukarı doğru kıvrıldı. Ağır hareketlerle ardına döndüğünde gördüğünün gerçekliğiyle birkaç saniye tepkisiz kalmıştı. "Sen, beni tehdit edemezsin." diye işaret parmağını sallaya sallaya kendinden yana yaklaşan genç kadına gülümsemekle yetiniyorken, artık bir şeyler söylemesinin zamanı geldiğini biliyordu. "Bunun bir tehdit olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi sert çıkan sesiyle. İç ürperten bu sesi çıkarmak için kendisini kesinlikle kasmasına lüzum yoktu. "Tehdit nedir bilmiyorsun." diye kendi sorusunu kendisi cevaplarken, eli genç kadının yanağını bulmuştu. Tenine dokunan eli hızlıca iteledi Sima. Kendisine her dokunuşunda yanıyordu. "Buraya sana benden uzak durmanı söylemeye geldim. Senden korktuğumu sakın düşünme. Bu içi boş tehditlerle beni asla..." "İçi boş tehditler?" diye tekrarladı sorarcasına Ejder. Tehditlerinin... Henüz hayata geçirmediği tehditlerinin içi boş olduğunu mu düşünüyordu? Öyleyse hayatının en büyük hatasını yapmaktaydı. "Öfkemin sana neler yaptırabileceğinden, seni nasıl uysallaştırabileceğinden hiç haberin yok." "Öfken beni uysallaştırmaz, senden daha çok nefret ettirir." diye karşısındaki adam gibi bir adım daha yaklaştığında, bakışlarındaki gizli hayranlığı göremiyordu. "Nefret elbet sevgiye döner. Sende sevmeyi öğreneceksin." diyen sesle zaman durdu Sima için. Alnından boncuk boncuk ter damlaları akıtırken, başka bir tanesi de sırtından akarak belini gıdıklıyordu. Yutkunamasa da vermeyi akıl ettiği nefesiyle gözlerini kırpıştırırken gürledi. "Ne diyorsun be sen? Senin gibi bir katili seveceğimi nasıl düşünürsün?" diye bağırarak yumruklarını karşısındaki iri adamın taştan göğsüne doğru indirmeye başladı. İşte, olmayan sabrı da, sakinliği de buraya kadardı. Zor bile dayandığını düşünüyordu şimdi. Onu her görüşünde öfkesi avuçlarını kaşındırsa da, bacaklarını titretse de bu sefer ki başkaydı. İkisi için de... "Ölürüm, daha iyi." dedi ağlamaklı. Aslında basbayağı ağlamaktaydı. Rüya olmalıydı hepsi. Kabus... "Öl o zaman." diye kollarını kavrayarak söylendi Ejder. Burun buruna gelmiş birbirlerine bakarlarken, birbirlerine karışan solukları arasında başka bir şeyler söyledi. "Ya da bırak, bu kez senin için öldüreyim." deyişiyle getirilen kişiye baktı ikiside. Bu defa nefesini tutuyordu Sima. Ondan nefret etmeye başlaması, ölmesini istediği anlamına gelmezdi ki! "Sinan?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD