Güneş ardında bıraktığı muhteşem manzarayla güne veda ederken, aynada kendini izlemekte olan Sima odasını toparlayan yardımcıya gülümseyerek baktı.
"Ufaklık nasıl?" diye sorarak yeniden kendi aksine döndüğünde Sima'nın, Sibel hanımın ısrarı üzere aldığı yeni elbiselerini asmakta olan genç kadın tebessümle konuştu.
"Sizi çok özledi, sürekli gelmek istiyor ama okul yüzünden vaktimiz olmuyor."
"Hafta sonu getirebilirsin." deyişiyle aynı şekilde gülümseyerek başıyla onayladı genç kadın. Sima'yı çoğu zaman bir patron yerine koymaz, arkadaş gibi görürdü.
"Geceliklerinizi yine aynı çekmeceye yerleştiriyorum." diye elinde transparan, ağırlıklı olarak siyah geceliklerle dolaba adımladığında, tek tek yerleştirdiği geceliklere baktı Sima. Bazılarını, belki de tamamını düğün alışveriş sırasında almıştı. Şimdi ise o düğünden geriye kalan yalnızca yırtık, üzeri kan lekeleriyle bezeli bir gelinlik, hiçbir zaman dünyaya getiremeyeceği ölü bir bebek...
"Altısı da burada." diyerek çekmeceyi kapattığı an, çantasını alarak odadan çıkmak üzereydi Sima. Yardımcı kadının sözleriyle durup bir saniyelik düşünmeden sonra kaşlarını çatarken söylendi.
"Yanlış saydın herhalde. Yoksa biri kirli de falan mı?"
"Hayır, eminim, altı tane. Ve tüm kirliler yıkandı."
Bakışları düşünceli bir şekilde aşağı kayarken, çantasını bıraktığı gibi şüpheyle dolaba ilerledi. Çok önemli bir şey değildi ama, yedi tane olduğundan emindi.
"Koyarken de tekrardan saydım, altı tane." dedi genç kadın yeniden. Sima da çekmeceyi açmış, çıkardığı katlı gecelikleri bir de kendisi sayıyordu.
"Yedi tane olması gerekiyordu." dedi yeniden çekmeceye bıraktığı geceliklerden gözlerini ayırmadan.
"Belki Sibel hanım almıştır. Atılacaklar içine falan koymuştur." diyen kadınla, iyi insan lafın üstüne gelir misali Sibel hanımın sesi duyulmuştu.
"Sima!" diye bağırıyordu alt kattan sesi çıktığınca.
"Hadi, geç kalacağız."
"Geliyorum." diye karşılık vererek, aynı şüpheyle çekmeceyi kapatarak aşağı indi Sima.
Çok önem taşımasa da, merak ettiği o kayıp gecelik, şimdi kendi hayaliyle yanıp tutuşan kişinin, pençe misali avuçlarındaydı.
Geceliği bir kez daha burnuna doğru götürdüğünde, gözleri de bir kez daha kendiliğinden kapanmış bulundu.
Aldığı derin soluğu bir süre ciğerlerinde tutup yeniden saldığında, gözleri içindeki sabırsızlığı anlatıyormuş gibi öfkeyle kızarmıştı.
Ne olduğunu biliyordu.
Kim olduğunu...
Beklemesine, sabretmek zorunda kalmasına gerek yoktu.
Süslü yalanlara, aldatıcı, abartılı aşk cümlelerine gerek yoktu.
Bu oyunda, kartlar yeterince açıktı.
Ejder ise, galip olarak, hamlelerini başlatmaya fazlasıyla hazır...
Kapının açılmasıyla elindeki geceliği göğsündeki yaraya bastırarak omzunun üzerinden bakındığında, tek eliyle de cama yaslanmış vaziyetteydi.
"Kalabalık bir akşam yemeği." diye elleri cebinde söylendi Erdi.
Yeniden önüne dönerken, geceliği bir kez daha burnuna götürmüş, derin birkaç soluk alıp vermişti Ejder.
"Elbet bize de yer vardır." derken şehrin karanlığına göz attı.
Yeni yaşında, ilk defa aklıyla değil de, yüreğiyle bir hediye istiyordu.
Ve Sima, 36. yaş gününün, yegâne hediyesi olacaktı.
...
Geldikleri fazlasıyla şık restoran, toplanmış iki ailenin yüksek gelir düzeyini belli eder cinstendi. Parlak gümüş şamdanlar, bir taht kadar rahat sandalyeler, tabakların yarısını kaplasa da eşsiz lezzetler ve kulaklara bir ziyafet veren, ruhu dinlendiren sakin bir klasik müzik...
O gece tamamiyle buraya aitmiş gibi görünüyordu Sima. Zaten yerini hiç yadırgamamıştı ama, bazı zamanlar olan biten bu şaşaalı gösterinin abartıdan ibaret olduğunu düşünmüyor da değildi. Çok olmasa da, sadelikten yanaydı Sima. Saçlarındaki basit kıvrımdan tut, doğal, tek renge kadar...
"Rümeysa'nın bahsettiği kadar hoş bir genç kadınsın." diye konuşan Gülşen hanımla, bir yudum aldığı kadehini yerine bırakarak gülümsedi.
Gülşen hanım, Rümeysa'nın oldukça genç görünümlü anneannesiydi. Yüksek öğrenimini, tüm zarafetiyle belli eden, eskinin o asil kadınlarındandı. Rümeysa arkadaşında anneannesinin bir yansımasını gördüğü için sık sık anlatmış, Gülşen hanım da telefon görüşmelerini yeterli bulup, yüz yüze tanışma vaktinin geldiğini düşünmüştü.
Gerçekten torununun bahsettiği kadar güzel, alımlı ve hoştu. Kısa İstanbul tatilinde yanında gelen genç torununun ise, bu genç kadına nasıl ilgiyle bakındığını görebiliyordu. Rümeysa aklı adam akıllı başında olan tek kız torunu olurken, beraberinde gelen Egemen de 26. yaşına rağmen hala ne istediğini kavrayamayan, haylazlıktan usanmamış tek erkek torunuydu. Şimdiki haylazlığı da, Rümeysa'nın bu güzel arkadaşı Sima olacak gibiydi. Aslında bu durum, Gülşen hanımın hoşuna gidebilirdi. Sima'nın oturaklı bir genç kadın olduğunu anlamak fazla zamanını almamıştı. Ve bu sakin, genç kadın, haylaz Egemen'i yola getirebilecek kişi olabilirdi. Bu biraz da, Egemen'in:
"Teşekkür ederim." diye tebessüm eden Sima'ya takılış şeklinden belliydi.
"Babaannem çoğu zaman karşıdaki yerini bilsen diye, gerçekleri saklar. Ama görünen o ki, sen başkasın." diye göz kırpıyordu Egemen. Sima aynı tebessümle sessiz kalırken, kolunu dürtükleyen annesine dikkat kesilmişti. Sibel hanım geldiklerinden beri her zamanki gibi tüm alıcılarını açmış, Egemen'i izliyordu. E bu durumda, yakışıklı genç adamın biricik kızına attığı ilgi dolu bakışları fark etmemesi olağan dışıydı, öyle değil mi?
"Konuşsana çocukla, ne sırıtıp duruyorsun?" diye gülümseyişinin ardından sessiz sessiz komut vermesiyle aynı vaziyette annesine yaklaştı Sima. Tam o sırada Egemen'in yeniden sesi duyulmuştu.
"Sıcaklar bastırdı, tatil planı yaptınız mı?" derken sorusu ortayaymış gibi her birine kaçamak bakışlar atıyordu ama, gözlerindeki asıl yoğunluk Sima'dan yanaydı.
"Düğünü ertelediğimiz için, e doğal olarak balayı da ertelendiği için, baş başa bir tatil düşünüyoruz." diye nişanlısının elini tutan Miraç'ın da sesi duyulmuştu. Anında kendini belli etmek için gülümseyişini yüzüne yayarak tüm masaya işveli bakışlar atan Figen, Talat'la göz göze gelmiş, Rümeysa'nın konuşmasıyla süzerek çevirdiği bakışlarını yeniden tabağına indirmişti.
"Biz geçtiğimiz kış kar tatilinde birlikte olduğumuz için, düğün de yakın olduğundan, bu yazı arkadaşlarımızla geçirmeye karar verdik." diye önce nişanlısı Talat'a, ardından arkadaşı Sima'ya bakınıyordu Rümeysa.
"Tabii hala hiçbir şey kesinleşmiş değil."
"Sen Sima?" diye topu en can alıcı yere atmıştı Egemen.
"Konuşsanaa." diye annesinin koluna attığı çimdikle yerinde kıpırdandı Sima.
"Rümeysa haklı, henüz hiçbir şey kesinleşmiş değil. Planlar aksamazsa, kız kıza bir tatil düşünüyoruz." demesiyle Egemen'in şikayetleri başlamıştı.
"Kız kıza mı? Burada olursam ekildim yani?"
"Ay yok canım, daha neler. Gelirsin bizimle, getir götür yaparsın işte." diyen Rümeysa ile gülüşmeler de başlamıştı.
"Tabii canım, denizden çıkarken havlu tutarım, güneşlenme sırasında krem sürerim." derken kendini duyurmak için sesini yükseltti Egemen. Yanlış yapıyordu. Bu sözlerinin hayali kafasında yer alan Ejder, sıktığı yumruklarıyla bulundukları mekanın üst katından aşağıyı, çok neşeli aile üyelerini izlemekteydi.
"Gülme bak." diye sesleniyordu Sima'ya.
"Çok nizami sürerim." diye eliyle işaret ederken Miraç'a göz kırpıyor, Rümeysa'da elini havaya doğru sallıyordu.
"Tabii tabii, arkasından bir yoğurt iyi gelir." diye arkadaşına göz kırparken, çalan müzikle ayaklandı kuzeni.
"Siz çok güldünüz, cezalısınız kalkın bakalım." diye kendisi Sima'ya elini uzatmış, başıyla da Talat'a işaret etmişti. Masadaki gençler hep birlikte dans pistindeki yerlerini alırken, kısa tırnakları sıktığı yumrukları yüzünden avuçlarına batan Ejder'in elleri üzerindeki eklem yerleri de beyazlamış, yüzü olabildiğince asılmıştı.
Bulunduğu konumdan fazlasıyla özgüvenli genç adamın Sima'nın belini sarışını izlerken, ona dokunduğu parmaklarını tek tek kırmayı düşünüyordu. O da yeterli gelmezse, bileklerinden kesebilirdi.
"Sakin ol, yeri değil." diye sessizce varlığını belli eden Erdi'ye omzunun üzerinden bakıp gerisin geri öfke ateşini harlayan manzaraya döndü. Orada, onunla o dans pistinde olması gereken kişi kendisiydi. Beline sarılması gereken, onu sıkıca kavrayıp kolları arasında sarmalaması gereken kişi kendisiydi. İçinde hissettiği hasret öfkeyle karışıp aklını bulandırırken, silahına attığı elini Erdi'nin omzuna dokunmasıyla çekti.
"Önce konuş." diye söylendi eski dostu. Zaten dans da sona ermişti. Gözler önündeki ikili gayri ihtiyari el ele tutuşmuş bir vaziyette masaya geldiklerinde, tuttuğu eli bırakmadan önce bir öpücük kondurdu Egemen. Dudakları narin elin üzerinden ayrılırken genç kadın üzerindeki bakışları donuklaşmıştı. Başka bir müzik kulaklara dolarken, bu manzaraya şahit olan herkes gördüklerinden memnun bakışlar atmaktaydı. Kızının göz kamaştıran zarafetiyle gurur duyarak göğsünü gere gere sandalyesine yaslandı Sibel hanım. Onu, her ne kadar inatçılığı karabasan gibi üzerlerinden olsa da, zarif ve asil bir şekilde yetiştirdiği için kendisiyle de gurur duyuyordu.
Genç kadın tam yerine oturacağı sırada sandalyesine elini atıp durdurarak:
"Makyajını tazele." diye sessizce söylendi. Annesinin tebessümü ardından söyledikleriyle çantasına uzanan Sima herkese kısa bir bakış atıp:
"İzninizle." diyerek ardına döner dönmez göz devirerek uzaklaştı. Her saniye bakımlı kalmak zorunda mıydı?
Sibel hanıma göre, kesinlikle evet! Özellikle şuan Gülşen hanımın bakışlarını düşünecek olursa, daha bir dikkat etmeliydi. Çünkü bu yaşlı, asil kadın, torununun genç kadın ardından attığı bakışların fazlasıyla farkındaydı, ve bu yakınlıktan zerre rahatsız değildi. Gülşen hanım gözleri Egemen'in Sima'ya attığı bakışlarındayken, Rümeysa'nın gözleri de, anneannesindeydi.
"Sana demiştim." diye yaşlı kadının kulağına doğru fısıldadı Rümeysa.
"Haklıymışsın." diye başını da sallayarak kadehine uzandı Gülşen hanım. Egemen'in genç kadının ardından attığı bakışlara bakılacak olursa, gerçekten de haklıydı. Bardağı dudaklarına götürmeden evvel, genç güzelliğin gözden kayboluşunu izledi.
"Sima onun için harika bir tercih."
...
Zorunlu makyaj tazeleme işi için geldiği lavabodaki son kadın da çıktığında, dudak kalemini çantasına yerleştirip suyu açtı. Islattığı parmak uçlarını ensesine değdirdikten sonra saçlarını geriye atarken açılan kapıda gördüğü silüetle hızla ardına döndü.
"Ne işin var senin burada?" diye tiz çıkan sesiyle bağırır gibi sorduğunda, bir iki adımla yanına varan koca bedenin sahibi, kendisini hiç zorlanmadan çenesinden kavrayarak duvara yaslamadan evvel tekrar bağırmıştı:
"Çık dışarı!"
Bu büyük sert elin, fazlasıyla sert tutuşuna maruz kalan Sima, kendi eli çenesindeki ele giderken, diğer eliyle de koca adamın omzuna baskı yapma çabasındaydı.
"Bırak!" diye söylendi büzüşmüş dudaklarından çıkan kısık sesiyle. Kendisini tutan dev adam ise avuçları arasındaki dudaklara takılı kalmıştı. İnce olmayan dudaklar sürülen ruj yüzünden ister istemez biraz daha kalınlaşmış, Ejder'in hiç tasvip etmeyeceği şekilde biraz daha dikkat çeker olmuştu. Bu güzel kadını öperek nefessiz bırakıp, kollarına yığılmasını öyle içtenlikle, öyle canı gönülden istiyordu ki...
"Bırak dedim!" diye çıkışmasıyla kendine geldiği an, tuttuğu çeneyi biraz daha sıkarak konuştu.
"Bir kere anlatacağım, bir kere de anla. O herif sana bir daha öyle sarılırsa, bir daha dokunacak olursa..." dediği an gardını indirmediğini belli edercesine üzerine eğilişini engelleme çabasıyla itekleyerek çıkıştı Sima.
"Naparsın?"
Sorun değildi. Ejder bu çıkışmalarını, en az onun kadar seviyordu. Gözleri gözlerine tırmanıp yeniden dudağına inerek göğüs dekoltesine kaydığında, onu her anlamda istediğini bir kez daha idrak etti. Cüssesi altında ezilecek kadar narin görünen bu genç kadın, uzun bir gecede terden sırılsıklam olsa da bıkıp usanmadan üstte kalması için güç bulmasını sağlayabilirdi. Ve Ejder, o yatağındayken kelimenin tam anlamıyla, kesinlikle altta kalmayacaktı.
"Naparım?" diye sorusuna soruyla karşılık verdi. Çattığı kaşları saniyelik bir kalkıştan sonra, mümkünmüş gibi az öncekinden çok daha fazla çatılırken, dudaklarını genç kadının kulağına sürterek söylendi.
"Koluna takabileceğin tek şey, derisinden yaptığım çanta olur." derken, elinin altındaki genç kadın almaya başladığı telaşlı nefeslerle bakınıyordu. Sözlerinin gerçeklik taşımadığını düşünerek hissettiği gerginliği arka plana atmaya çalışırken, başı yaslandığı duvara hafiften vurulup:
"Bilmem anlatabildim mi?" denmesiyle iteklemek üzere uyguladığı baskıyı yeniden canlandırdı.
"Hiçbir şey yapamazsın." dedi çenesini sıkan elin altında.
"Öyle mi dersin?" diyen Ejder boştaki eliyle açık göğüs dekoltesini okşadığında, topuklarının kaymasını umursamadan çırpınmaya başladı Sima.
"Ona, sana attığı her bakış için, dokunduğu her noktan için öyle şeyler yaparım ki..." diye sözlerini sürdürürken, Sima'nın çırpınışları artmaya başlamıştı. Hiç değilse bu akşamın güzel biteceğini düşünmüş, lakin görünen o ki, yanılmıştı. Hayatına bodoslama giren bu adamdan kurtuluşu muhakkak geçirecekleri ıslak bir gece, ya da hevesi uğruna birkaç hafta sonrasında olacaktı. Hiç yoktan, o böyle düşünüyordu. Fakat ne yazık ki, Ejder'in aklındakiler aynı şeyler değildi. Sıcak, ihtiraslı geceleri için sayamayacağı kadar çok kadına ulaşabilirdi. Sima'dan hevesini alması ise, bir kaç dakikalık hayal ve sonrasında gelen orgazm ile mümkündü. Lakin onu isteyişi, hevesten çok daha öteydi. O, Ejder'in hayallerinde, yalnızca geceleri yatağını ısıtmak için değil, yıllar yılı ilk kez kalbini de ısıtmak için istediği yegane kadındı.
"Beni zorlamaya devam et, et ki senin için neler yapabileceğimi gör." derken baş parmağı Sima'nın alt dudağında geziniyor, kendi dudakları ise kulak memesine değiyordu. Birazdan kulak memesini dişleri arasına alıp çekiştirmeye başladığında, içindeki ürpertiyle iki elini önündeki iri göğüse dayayarak var gücüyle itelemeye başladı Sima. Aynı baskıyla üzerine eğilen Ejder yüz yüze geldiklerinde, elinden kurtulan çeneyi yeniden kavrayıp dudaklarının yeniden büzüşmesine neden olmuştu.
Baş parmağı dudağında gezinirken, bu gezintiyi sertleştirdi Ejder.
Durup parmağına bakındığında ise, herhangi bir iz olmadığını gördü. O boşluktan yararlanan Sima ise hızlıca üzerine baskı yapan bedeni iteleyip bulundukları yerde gerilemeye başladı.
"Yaklaşma!" dedi, Ejder yeniden üzerine doğru adımlamaya başladığında.
"Uzak dur benden!" diye söylenirken kolundan çekilmesiyle son kelimeleri ağzından çığlıkla karışık çıkmıştı.
Hızlıca ince belini kıracakmış gibi kavrayarak sarılıp dudaklarına kapandığında, artık o zoraki kurtulduğu kollar arasından kaçamıyordu Sima. Dudakları mahsur kaldığı hırçın dudakların altında acıyla açılıp kapanırken, elleri dev adamın omuzlarına baskı uyguluyor, çekmeye çalıştığı başı Ejder'in baskısıyla kıpırdamıyordu.
Hissettiği acı ve aldığı kan tadı eşliğinde nefessiz kalarak kurtulabildiğinde, tıpkı kendisi gibi nefes nefese geri çekilen Ejder'e şaşkın bakışlar atıyordu. Elinin tersini dudağına bastırıp baktığında, küçük bir kan damlası gördü. Gözleri fal taşı misali açılıp telaşla aynadan yana dönerken, Ejder bu sefer de ardından sarılmıştı.
"Yanıyorum sana." derken tek koluyla göğsünün altından kavradığı Sima'yı hafifçe havaya kaldırıyordu. Eli dolgun göğüsü bulup da sıktığında kulağına fısıldamaya devam etti.
"Bitiriyorsun beni, deli ediyorsun. Nefesimi titretiyorsun."
"Bırak!" diye göğsündeki eli iteledi Sima. Bu sözüyle uysallaşmış bir canavar gibi elini çekerek kendinden yana dönmesini izledi Ejder. Fakat elleri yine uslu durmuyordu.
Yüzüne dokunan ellerle çekilecek yeri varmış gibi geriye çekilen Sima, koca adamın iri parmakları dudağının çevresinde gezerken hâlâ başını çevirme çabasındaydı.
"Böyle daha iyi." dedi dudağındaki azalmış ruja bakarak. Dudaklarına son bir öpücük kondurarak gitmeden önce, ensesinden tutup alnını alnına yaslamıştı.
"Seni benden, sen bile alamazsın."
...
Geçen gecenin telafisi olan gece bitip de eve geldiklerinde, saatler on biri geçiyordu. Caddeye açılan sokakta arabaların farlarının ışığında, evin bahçesinde ilerledilediklerinde, peşlerinden gelen Egemen ile Sibel hanım durup, kızını da durdurdu.
Bir şey söyleme gereği duymadan başıyla ardını işaret ettiğinde, bahçenin girişindeki genç adama baktı Sima. Sakin adımlarla geri dönüp tebessümle:
"Gelmene gerek yok, yine de teşekkürler." dediğinde, genç adam da ilgi dolu bakışlarıyla gülümsüyordu.
"Geç oldu, içeri girdiğinizden emin olmak istiyorum."
Sima'yla henüz tanışmasına rağmen, ona olan ilgisi güzel bir kadına verilecek ilgi kadardı belki. Yine de babaannesi Gülşen hanımın rahatsız olmayan, onay verici bakışlarıyla karşılaştığı dakikalardan beri, genç kadının üzerine düşmeyi sorun olarak görmüyordu. Ki zaten, Sima'nın dikkatini çekmesinde, biricik kuzeni Rümeysa'nın katkısı oldukça fazlaydı. Onu bu kadar övüp, bu kadar ilgi çekici kılmasaydı, belki de bu genç kadın Egemen'in dikkatini böylesine çekmezdi.
"Teşekkürler." diye aynı tebessümle ardına döndüğü an, ortamdaki sessizliği fırsat bilip kolunu tutmuştu Egemen.
Sima yeniden kendisinden yana bakındığında, kimsenin görmediğinden emin olmasa da kolunu tutmaya devam ederek sordu:
"Yarın, görüşür müyüz?"
"Bilmiyorum." diye söylendi birkaç saniye düşünmek zorunda kalan Sima. Rümeysa'nın kuzeni olmasaydı, olumlu ya da olumsuz...
Net konuşması daha kolay olurdu.
"Öğle yemeğinde bana eşlik edersen..." diyen genç adamın sözünü:
"İşlerim va..." diye keserken, genç adam da kendi sözünü kesmişti.
"Lütfen."
"Bilmiyorum. Ben..."
"Sima." dedi elini sanki kırılgan bir eşyayı tutuyormuşçasına tutarken.
"Hem, eğlenceli anılarım var."
Yüzünden silinen tebessümü yeniden gözler önüne sundu Sima.
"Tabii ısrar edip, sıkıntı yaratmak istemem. İstersen, Rümeysa ile seni alırım." dediğinde, göz korkutmamak adına kuzenini ortaya sunuşunu fark etmeden başıyla onayladı Sima.
"Peki."
"O halde, yarın görüşürüz."
"Görüşürüz." deyip gitmeden evvel eline küçük, fakat etkili bir öpücük bırakmıştı Egemen.
Kimsenin görmediğini düşünerek...
Biten konuşmanın sonrasında eve girdiğinde, kapıyı kapattığını gören Egemen de araba içinde bekleyen kuzenine göz kırparak direksiyona geçmiş, sokakta yalnızca tek bir araç kalmıştı.
"Ne dedi?" diye merakla soruyordu şimdi Sibel hanım. Merdivenleri çıkmakta olan Sima durup geri dönerek bezmiş bakışlar atarken, konuşacağı sırada sözünü kesmişti.
"Dudağına ne oldu senin?" diyerek kızından yana telaşlı bir adım atıp, çenesine dokundu.
Çattığı kaşlarının altındaki meraklı bakışları kızının hafifçe morarmış alt dudağını süzerken, yüzü birazdan eğlenir bir ifadeye bürünmüştü.
"Yoksa?" diye gülerek sorduğunda çıktığı basamakları telaşla inerken sinirle söylendi Sima.
"Saçmalama istersen anne!"
"Aman ne var canım, gençsiniz, olur öyle yanlışlıklar." diye kıkırdayan annesini duymamazlıktan gelerek göz devirip aynadaki aksine baktığında, alt dudağının belli belirsiz şişip morardığını görmüştü.
"Allah'ın belası..." diye kendi kendine söylenirken:
"Yok öyle bir şey anne." diye de annesine çıkışmış, odasının yolunu tutmuştu.
"Allah'ın belası, pislik herif." diye hırsla girdiği odanın kapısını çarparken, telefonuna gelen mesajla dikkati dağılmıştı. Ceketini çıkarıp yatağa fırlatarak gözünün önüne gelen saçlarını hırsla iteledi.
Yabancı numaradan gelen mesajı açarken, aynanın önünde durmuş dudağına bakıyordu. Sanki soğuktan çıkmış gibi mora çalan alt dudağı, yaşayacağı zorlukların ilk görseli olabilirdi.
"İğrenç mahluk..." diye söylenip bakışlarını telefona indirerek mesajı okudu.
054...
Seni uyardım.
Ne demekti bu şimdi?
Zaten siniri tepesindeyken, bir de bu anlamsız mesaja kafa yoramayacağına kanaat getirerek mesajı silip telefonu yatağın üzerine fırlattı. Elinin tersini dudağına sürterek oda içinde oradan oraya volta atmaya başlarken, sinirlerine hakim olamayarak:
"Lanet herif." diye bağırmaya başlamış, o da yetmemiş çalışma masasındaki defterlerini oraya buraya fırlatmaya başlamıştı. Çığlık atma işini kucağına aldığı yastığa kafasını gömerek gerçekleştirdiğinde, aklına aniden Ejder'in gönderdiği kutu içindeki montajlı fotoğraflar geldi.
Yerinden fırladığı gibi dolabın en arkasına sakladığı kutuyu kaptığında içinden çıkan fotoğraflara bakmaya başladı. Yere çöken bedeni, artık bacakları onu taşıyamadığı için isyan edercesine kendini bırakışındandı.
Lakin bilmediği bir şey vardı ki, yolun çok başındaydı.
Gözlerinde biriken yaşlar ardı arkası kesilmeden dökülmeye başlarken, boğazından bir hıçkırık kopuverdi.
İstemediği bir aşkın zehir yayan ölümcül dokunuşlarına, kıracakmışçasına kendine sarılan kollarına, kendisininkini yerle yeksan eden inadına ve söz dinlemeyen toy lakin sonu gelmez sevdasına karşı, nasıl duracaktı?
Fotoğrafların orijinalleri aklına gelirken ağlayışı biraz daha artmış, o da elindeki fotoğrafları sıkı sıkıya göğsüne bastırmıştı.
Kendi yanındaki yüzün kime ait olduğunu unutarak...
Sanki ileriye yönelik bir farkındalık yaşıyormuş da, olacaklara ağlıyormuş gibi...
Ardından susup bakındığı fotoğrafları dişlerini sıka sıka yırtmaya başladığında, bu kez çalan telefonuyla durmak zorunda kalmıştı.
Gözyaşlarını elinin tersiyle silip ıslak yüzüne yapışan saç tellerini parmaklarıyla çekerek arkadaşının aramasını cevapladı.
"Efendim?" dedi fırtınanın sesi kulaklarında uğuldarken.
"Sima..." derken kendi gibi ağlıyordu Rümeysa. Hıçkırıkları kendisininkini ikiye katlayarak konuşmasını engellerken, oturduğu yerden yüreğindeki telaşla ayaklandı Sima.
"Rümeysa?" diye seslendiğinde, sevdiği, saydığı her insanla sınanacağı bir hayatın kapısında beklediğinden habersizdi.
"Sima, Egemen..." diye konuşan arkadaşını dinlerken:
"Sima!" diye aynı telaşla odasına giren annesiyle buluşan buğulu gözleri, hemen ardından duyduklarıyla yeni yaşlarını akıtmaya başlamıştı.
Fırtına kapıdaydı.
Ve hatta, içeri girmiş, kendisini de girdabına hapsetmek üzereydi.
Göğsündeki yara sızlamaya başlarken, bacakları yeniden yere oturmasına sebebiyet verircesine kanını çekmişti.
Tek bir cümle geldi aklına.
Gecenin kabusunu başlatan, tek cümle...
Seni uyardım!
Haklıydı, uyarmıştı.
Ve haklı olduğu bir şey daha vardı.
Kimse, yoluma taş koyamaz!