Sinan?
Değildi.
Ne rüya, ne de kabus değildi.
Hayatının aşkının en yakınım dediği adam karşısında kanlar içinde eli yüzü tanınmaz bir halde iki dizinin üzerinde beklerken, tuttuğu soluğunu vererek kendisini tutan adamdan bir adım geriledi.
Sinan...
Para sevdalısı, bencil Sinan...
Para sevdası yüzünden dostuna bile sırt çeviren Sinan...
"Sima..." diye zar zor çıkardığı sesiyle konuştuğunda, acıyan canı yüzünden susarak gözlerini kısmıştı. Genç kadının kendisine attığı nefret dolu bakışların farkındaydı. Lakin o bakışlar, ortaya sunduğu nefretinin ardında, acıma duygusu barındırmaktaydı.
"Sinan?" dedi tekrardan Sima. Buğulanan gözlerinden okunan nefret ağır ağır silinirken, kulağına fısıldayan adamla hızla eski yerini almıştı.
"Gerçekleri duymak ister misin?" diye fısıldıyordu Ejder. Sesi kışın esen rüzgâr kadar üşütüyor, sahra sıcağı kadar yakıyordu. Kollarına sürünen ellerle titreyerek kendine geldiğinde, omzunun üzerinden bakındı.
"Metin'in de, en az benim kadar masum olduğunu..."
Hayır.
Duymak istemiyordu.
Yalan, ya da gerçek...
Hiçbir şey duymak istemiyordu.
Ejder ise her şeyi anlatmak için debelenmekteydi. Eğer ki anlattıkları Sima'ya adımlayacağı yolda zemin oluşturacaksa, bunu seve seve yapardı.
"Belki sarı pi... Sinan, bizi aydınlatmak ister. Ha Sinan?" diye kelimelerini özenle seçmeye çalışarak sandalyelerden birine oturduğunda, hâlâ kendine gelememiş bir vaziyette ayakta bekleyen Sima'nın eline dokundu.
Dokunmasıyla elini çeken Sima ondan yana sinirle bakıp önüne döndüğünde, tutamadığı elin siniriyle gürledi Ejder. Ciddiyeti hızla yerine gelmişti.
"Konuş Sinan. Aydınlat bizi."
Dağılmış yüzünün acısıyla yutkunup kısılmış mor gözüyle bakmaya çalışıyordu Sinan. Gözleri Sima ile Ejder arasında gidip gelirken, Ejder'in başıyla işaret etmesi üzerine konuşmaya başladı.
"Biliyorsun, biz Metin'le ortaktık." diye sözlerine başladığında, dudağının kenarında hissettiği acı bir kez daha yüzünü buruşturmasını sağladı. Eli kanı kurumuş yaraya giderken getirilen sandalyeye kollarından tutan adamların yardımıyla oturup ezildiğini hissettiği ciğerlerine temiz havayı çekti. Küçük bir öksürüğün sonrasında yorgun bedenini dikleştirme çabasıyla, kaşından akmaya devam eden kan hissiyatıyla genç kadına odaklandı.
Güzel Sima'ya...
"Ama yetmiyordu. Paraya ihtiyacımız vardı." diye kurduğu kısa cümleler eşliğinde boğazını temizleyerek devam etti.
"Metin, kumar oynuyordu. Ki sen, bunu da biliyorsun." dedi genç kadından yana bakarak. Zira yüzü öyle bir ifade almıştı ki, ne söylerse söylesin, ne kadar doğruları söylerse söylesin, inanmayacak gibi bakıyordu.
Sanki kendini bu ikiliden gelebilecek her türlü kelimeye karşı Metin'in doğruluğuna konuşlandırmıştı.
"Ama, hatırlarsan, eğlence olsun diye oynadığını söylüyordu sana." deyip yutkundu bu sefer. Solukları cümlelerini sürdürmek için yetmiyordu.
"Yalandı." deyişiyle histerik bir şekilde güldü Sima. Sevdiği adamı yalanlayıp, kendisini, kendi yalanlarına mı inandırmak istiyorlardı?
Yazık!
"Çok fazla oynamaya başladı ve... Az buz değil Sima, çok kaybetti. Belli etmemeye çalışıyordu ama... İflasın eşiğindeydik."
"Yalan söylüyorsun." diye suratındaki tiksinir tavırla tısladı Sima.
Yalan!
Başını iki yana salladı Sinan. Dermanı yoktu. Tekrar konuşabilmek için, birkaç saniye bekleyip nefesini düzene sokması gerekiyordu.
"Ejder'i bulduk." deyişiyle, eğlenen bir çocuk edasıyla kendini göstererek ayaklandı Ejder. Sima iri adamdan yana öfkeli bakışlar atarken, o kendisine ihtirasla bakmaktaydı.
Genç kadın Sinan'ı dinlerken tam ardına geçip saçları yüzüne değecek şekilde yakınlaştı. Bir an için gözlerini kapatıp kokusunu derin derin içine çekti. Açılan gözlerindeki ifade...
Kelimelerle tarif etmek zordu.
Yalnızca onu istediğini söyleyebilirdi.
Ötesi çok zor...
"İstediğimiz para çok fazlaydı ama, birkaç senetle kabul etti. Zamanla işler açıldı, senetler ortadan kalktı. Tam yolları ayıracakken, Metin, ortaklık teklif etti. Yani artık, üçüncü bir ortağımız vardı."
Saçları arasında hissettiği dokunuşla geriye dönen Sima, boyun hizasında durmuş, kendisine gülümseyerek arsız bakışlar atan Ejder'i görmesiyle kaşlarını çattı. Elinde değildi, bu adamı ne zaman görse yüzü aynı ifadeyi alıyordu. Diğer yana doğru bir adım atarak uzaklaştığında, dudağının tek yanı kalktı Ejder'in.
Şimdilik kaçmasını, uzak kalmaya çalışmasını mazur görüyordu. Yakın gelecekte ise, kesinlikle müsaade etmeyecekti.
"Bir süre sonra..." diye zoraki aldığı nefesle konuşmasını sürdürdü Sinan. Ejder'in kulağı ondaydı ama, gözü de gönlü de kendisinden kaçmaya çalışana meftundu artık.
"Kazanç ne kadar çok olursa olsun, Metin'e yetmedi. Hep daha fazlasını istedi, hep daha..." diye anlatırken, öksürüğü konuşmasını yarıda bölmüştü. Sima ise küçük adımlar eşliğinde kendisine yaklaşmaya çalışan Ejder'den yana bakıp dinlemeye devam ediyordu.
"Yalan söylüyorsun!" dedi Sinan'a hiddetle.
"Metin hiçbir zaman aç gözlü bir insan olmadı."
"Sen onun, güler yüzünü tanıyorsun Sima."
"Keşke senin de öyle olsaydım." dedi tiksinircesine bakarak. Keşke diye düşünüyordu.
Keşke iki yüzlü bir adi olmasaydın da, ikimizde burada olmasaydık.
"Bitti mi Sinan?" diye seslendi Ejder. Sima'nın tam anlamıyla, ensesindeydi. Gözlerini genç kadının üzerinden kesinlikle çekmiyordu. Diğer her şeye kör olmuş gibi ona bakıyor, başka bir şey düşünemezmiş gibi kokusunun ardı sıra ilerliyordu.
Kerhen de olsa sakin kalmaya çalıştı Sima. Ardında durmuş, saçlarına dokunarak hırıltılı nefesler alıp veren adama karşı, sakin kalmaya çalıştı.
Sinan ise sözleri kadar, bakışları da öfkelenmesine sebepti. Nasıl olur da Metin'in olduğundan tam aksiymiş gibi konuşurdu.
Evet, Metin çok para harcardı. Ama her zaman kendini bilerek harcar, aç gözlülük yapmazdı.
Kabul ediyordu, bir ara pokere merak sarmışlığı da vardı. Lakin bu, önü alınmaz bir kumarbaz olduğunu göstermezdi.
"Üç kez, Ejder'e borç takıp, karşı karşıya geldi." demesiyle biraz daha yüzünü ekşitti Sima. Bu yalanları daha fazla dinlemek istemiyordu.
"Yeter!" diye söylendi. Ama Sinan'ın susmaya niyeti yoktu.
Anlatmak zorundaydı.
"İlk zamanlar konuşup anlaştılar. Birkaç defa, bende araya girdim. Ama sonuncu da..."
"Yeter dedim!"
"Kendini kaybetti Metin. Ejder'i tehdit ediyor, borcunu ödemeyip müşterilerle münasebeti bozuyordu."
"Yeter dedim, dinlemek istemiyorum!"
"Ejder'i yaraladığı gün..." diye durup nefesini toparladığında çığlık atarcasına bağırdı Sima.
"Yeter!"
Sesi genç adamı sustururken Ejder'in de dikkatini çekmişti. Genç kadının ardında durarak onu baştan aşağı süzdüğünde, çıplak bedeninin yatağında, kolları arasında nasıl duracağını düşündü. Merak ettiği bir diğer konu ise, aklındakilerdi.
Hayır, kimse bilemezdi.
Belki de bilebilirlerdi?
Tahmin etmek pek de zor değildi.
İkisi de aynı şeyi denemişti.
İkisi de, koca devi yıkmaya çalışmış, ikisi de başarısız olmuştu.
İki mağlup, tek galip!
Oysa yanıldığını bilmekten çok uzaktı Sima.
Yanılıyordu!
Çünkü kendisi de, en az korkunç dev kadar galip sayılırdı.
Bedeni değildi belki yerle bir ettiği..
Lakin yüreğinin tahtı şimdi, son nefesi kendi elinden olan adamın kadınının, yanında küçücük kalan, hiçbir zaman onun cinsine yenilmeyeceğini düşündüğü dişi bir varlığın, ayakları altındaydı.
Ve taş duvarlarla kaplı yüreğinin sarayını teslim etmeye, dünden razıydı hükümdar...
"Hükmünü biliyordu." diye sesini duyurdu Sinan. Sanki Sima'ya inat konuşuyordu.
"Ölümü görmemezlikten geldi."
"Yeter dedim, kes sesinini!" diye bağırıp üzerine yürüyen genç kadınla arasına giren Erdi, adamlar Sinan'ı dışarı çıkarırken Ejder'i işaret etti.
Birkaç saniye sonra bulundukları alanda kimse kalmamıştı.
Göğsü hırsından aldığı telaşlı soluklar eşliğinde inip kalkarken ardında duran adamı fark etmedi. Gayri ihtiyari omzunun üzerinden baktığında görebilmişti.
Fazla yakındı, ve Sima bu yakınlıktan kesinlikle hoşlanmıyordu.
"Ne olursa olsun, sen eli kanlı, adi bir katilsin." diye söylenerek koca adamdan yana dönüp, geriye doğru adımladığında, o da kendisinden yana adımlamaya başlamıştı. Adımları küçük olmasına rağmen ona çabuk yetişiyor, her an tutup içine hapsedecekmiş gibi bakıyordu.
"Katili olduğum da, aç gözlü bir hırsız."
"Yalan!"
"Sandığın kadar masum değilmiş, hı?"
"Yalan söylüyorsunuz. İkiniz de!"
"Paranın yanında, senin lafını bile etmeyen bir adam için..." diye üzerine gelmeye devam ederek söylenirken, cümlesini tamamlayıp bileğini yakalamıştı.
"Yetmez mi bu kadar inat?"
"Bırak!" diye tutulan bileğini kurtarma çabasındayken, Ejder'in hiç zorlanmadan bedenine söz geçiriyor oluşu canını sıkıyordu. Ayaklarını yere bastırıp hareket etmemeye çalıştığında, sürüye sürüye de olsa kolayca yamacına çekti Ejder. Diğer eli hemen belini kavrarken, topuklu ayakkabılarına rağmen artık parmak uçlarına basıyordu Sima.
"Bırak!" diye ağlamaklı söylenirken, boştaki eliyle göğsüne vurarak iteledi.
"Onun yapamadığını yapmaya hazırım." derken nefessiz kalmasını istercesine sıkı sarılıyordu Ejder. Göğsüne vuran, omuzlarından iteleyen elleri önemsemeden, sıcak nefesini yüzünde hissettirerek:
"Her şeyi, herkesi uğruna yok saymaya hazırım." deyişiyle yaklaşan dudaklarını da elleriyle iteledi Sima.
"Uzak dur benden!"
"Denemediğimi söyleyemezsin."
"Bırak!"
"Gözlerin, dudakların... Her şeyinle benim için yaratılmışsın." derken dudaklarına indirdiği bakışlarıyla bir iç çekmiş, yasak, parlak bir mücevhere yaklaşıyormuş gibi uzanmıştı. Sima ise:
"Dokunma bana!" diye kolları arasından kurtulma çabasındaydı.
"Seni sevmek de, sana dokunmak da benim hakkım. Hakkım olanı alacağım Sima! Sen bana bağışlandın. Benim için varsın. Sadece benimsin!" diyen dudakları aralanmış, önündeki dudaklara kapanmak için an kolluyordu. Sima'nın da korktuğu buyken, o dudaklar korktuğu yere değil, gerdanına dokunmuştu. Boynunda hissettiği ıslak öpücüklerin sahibinin güçlü kolları arasında çırpınışları sürerken, artık sinirinden ağlamaya başlamış durumdaydı.
Beline dolanmış taş gibi omuzlara yumruk atarak tüm gücüyle baskı yapıyor, yine de kaçamıyor, uzaklaşamıyordu.
İri adamın ıslak öpücükleri çenesine tırmanmaya başladığında, çoktan duvar ile bu iri beden arasında kalmıştı.
Bağırışı çığlıklara dönüştü.
Çığlıkları hıçkırıklara...
"Benim için sağ kalan bu hediyeden vazgeçmeyeceğim." diye konuşmaya başladığında nihayet belindeki eller yüzüne çıkmış, dağılan saçlarını düzeltir bir şekilde başını tutmuştu.
Saniyeler içerisinde kızarmış gözleriyle bakıyordu şimdi Sima.
Ruhsal ölümünün mimarına...
"Senden asla vazgeçmeyeceğim!"
"Senden nefret ediyorum!" diye karşılık verdi sözlerine.
Sesi içinde yok olup gitmiş gibiydi.
"Seveceksin!" diye kesin bir dille, kelimesinin her bir harfine bastıra bastıra söylenen koca adam bu kez korktuğunu yaparak dudaklarına yol aldığında:
"Asla!" diye bağırdı.
Asla!
...
Güneş çoktan batmış, tan yerinin kızıllığından eser kalmamıştı.
Elinin altındaki direksiyona vuruyordu şimdi Sima.
Var gücüyle vuruyor, arabanın içinde ayağını gazdan çekmeden bağıra bağıra ağlıyordu. Gözünün önüne gelen dağılmış saçlarını alnına koyduğu elinin altına alırken, tam ardından selektör yapmakta olan aracı fark etti. Çattığı kaşlarıyla dikiz aynasından görünen araca bakarken, direksiyondaki adamı tanıması zamanını almamıştı.
"Allahın belası!" diye bağırdı ağlamaklı.
Ve devam etti ağlamaya.
Gözyaşları yanaklarından çenesine doğru süzülürken, ardındaki araç yanında seyreder olmuştu. Direksiyonu sinirle biraz daha sıkı kavrayarak gaza yüklendiğinde, aynı şekilde peşindeydi Ejder.
Gitmesine izin vermeyecekti.
Zaten Sima da kasıklarında hissettiği sancıyla yavaşlamaya başlamıştı.
Tekrardan yanındaki yerini aldı Ejder.
Tüylerini şaha kaldıran o bakışlarını üzerinden çekmeden hızını ayarladığında, yapabildiğince mesafe koymaya çalıştı Sima.
Ayağını gazdan esirgememeye çalışıyordu kendince ama, çektiği acı buna daha bir arpa boyu yol alamadan engel oluyordu.
Hissettiği yoğun krampla eli karnını buldu. Acıyla buruşan yüzü, kısılan gözleriyle dikiz aynasına odaklandığında Ejder'i yanlış yerde arıyordu.
Tam yanındaydı.
Geri kalmamacasına...
Başka bir kramp daha girdi.
Sonra bir başkası daha...
Sancının yanı sıra oluşan kramplar onu iyice iki büklüm ederken, şansından kalabalık olmayan yolda hız kesmeme yolundaydı.
Fakat kasıklarına bir bıçak saplanmış gibi hissettiği sancı, işleri bozmuştu.
Son anda direksiyonun hakimiyetini kaybettiğini sanırken, yaptığı ani fren, arabayı lastiklerini yanarcasına sesler çıkararak durdurdu. Asfalt zeminde çıkan duman görüş alanını kapatırken kontağı tekrar çalıştıramadı. Kafasını geriye yatırıp gözlerini kapatarak çektiği acıdan kıpırdayamaz olmuştu.
Öyle ki, tam o an kapısının öfkeyle açıldığını bile fark edememişti.
Dişlerini sıkan koca adam ise saniyeler içinde öfkesini arka plana attı.
"Sima?" diye sorarcasına korkuyla seslendi acıdan yüz ifadesi değişen genç kadına.
Hemen ardından beklemeden iki büklüm olmuş bedenini kucaklamak için atıldı.
"Bırak!" diye kendine doğru uzanan kolları iteledi Sima.
Çektiği sancı yüzünden yumduğu gözlerini bile açamayacak durumdaydı.
"Gel buraya!" diye emir verircesine söylenip kucakladığı gibi kendi aracına koşturdu Ejder. Erdi başka bir araçtan inip kendilerine bakındığında:
"Yolu aç!" diye komut verdi.
Arabalar peş peşe hastanenin acil servisine giriş yaptığında, ikisinin de korkusu farklıydı.
Zira Ejder Sima'nın sağlığından başka bir şey düşünemezken, onun tek düşündüğü bebeğiydi.
"Şimdi ne olacak?" diye sordu Erdi. Pencere önünde durmuş, tek elini duvara dayayarak beklemekte olan Ejder, bu soruyu duymamış gibiydi.
Aslında duymuş, pekala algılamıştı.
Peki, gerçekten şimdi ne olacaktı?
"O şey..." dedi Ejder. Dişlerini sıkıyor, delicesine bir öfkeyle bakıyordu.
Ve belki de son nefeslerine kadar sır olacak vakanın kararını verdi.
"İçinden çıkacak!"
...
"Üzgünüm." diye gerçekten üzgün olduğu anlaşılan bir ses tonuyla konuştu doktor. Gerçekten üzgündü.
Gerçekten!
Yeminine rağmen yaptığı şeyle başı önünde odadan çıktığında, bağırarak ağlamaya başlayan Sima'nın çığlığı koridorda duyuluyordu. Apar topar hastaneye gelen çekirdek ailesi şimdi onu susturmaya çalışırken, kendileri de gözyaşı dökmekteydiler.
"Ağlama nolur." diye kızına telkin verme çabasıyla sarılıyordu Sibel hanım. Oysa kendisi de ağlamaktaydı. Dışarı çıkan oğlu ile gelini onları yalnız bırakırken, anne kız her şeye rağmen, birbirlerine söyledikleri onca lafa rağmen sarılıp ağlaştılar.
"Anne nasıl dayanacağım?" diye bağıran kızına sıkı sıkı sarılıyordu.
Bu çaresizlikleri ise, her şeyin başlangıcıydı.
Miraç ile Figen'in önü sıra içeriden çıkan orta yaştaki doktor ise kendisine bakmakta olan adamla göz göze gelmişti. O korkunç bakışların sahibinden duyduğu akıl almaz tehditler sonrasında kelimenin tam anlamıyla yeminini bozan doktor, hissettiği utanç ve vicdan azabıyla uzaklaştı.
Korkularının sahibi de hastaneden çıkarken, kenarda gözyaşı döken biri daha vardı.
"Tamam artık Rümesya, ağlama bu kadar. Gören de sen düşük yaptın sanacak." diyen nişanlısıyla susup derin nefesler aldı Rümeysa.
"Anlamıyorsun." diye ağlamaklı söylendi.
"Sima sırf onun için ayakta duruyor gibiydi. Sanki o çocuk, son bir şansıymış gibi düşündü." derken hıçkırıklarına engel olamayarak ağlamaya devam etti. Talat genç kadını kendisine çekip sarılırken saçlarını okşadı. Rümeysa'nın arkadaşının acısını bu kadar sahipleneceğini düşünmezdi. Öyle görünüyordu ki, bu iki arkadaş sandıklarından çok daha yakınlardı. Öte yandan hüzünle konuşan Miraç:
"Bu aralar, biraz idare edelim onu." diye kendi nişanlısına telkin veriyordu.
"Kısa zamanda yaşadıkları hiç kolay şeyler değil." dediğinde başıyla onayladı Figen.
"Haklısın aşkım, merak etme sen."
"Bir sorun olursa, alttan almaya gayret et olur mu?" deyişiyle bir kez daha onayladı.
"Benim de ablam sayılır o, aklın kalmasın." diye gülümseyen genç kadınla kendi tebessümü de yüzüne yayıldı Miraç'ın.
"Çok iyisin." diye söylendi Miraç.
"Sen olmasan ne yapardım, bilmiyorum." diyerek devam ettiği sözleri son bulduğunda, ikilinin dudakları birbirini bulmuştu. Bekledikleri köşede öpüşmeye başladıklarında, bu manzaranın şahidi Talat kollarındaki Rümeysa'nın başını okşamaya devam ederek bir iç çekişle yetindi. Sakin sakin sevdiği adamın omzunda yatan Rümeysa ise birden yerinden fırlayıverdi. Koşturarak hastane girişine çıktığında gördüğü kişi, her zamanki öfkeli ifadesiyle harekete geçen araç içinde hastaneye son bir kez bakarak önüne dönmüştü.
"Rümeysa." diye koşup kendisine yetişen Talat'ın:
"Ne oldu?" sorusuna karşı düşünceli bakışlarla başını iki yana salladı.
"Hiç. Bir, arkadaşı gördüm, sandım da." diye söylenirken genç adamın kolları arasında ardına baka baka gerisin geri içeri girmişti.
Onun burada ne iş vardı?
Yine!?
...
Gecenin ilerleyen saatlerinde eve geçen aile üyeleri salonda sessizliği bozmadan otururken kızlarda yukarı da aynı sükunetteydiler. Geldiklerinden beri kimse konu hakkında tek bir kelam etmiyordu ve yeterince sıkılarak ayaklanan ilk kişi Figen olmuştu.
"Ben şu suyu bir tazeleyeyim." diyerek Sima'nın başucunda duran koca su bardağını alarak tebessümle odadan çıktı. Kapıyı ardından kapatır kapatmaz gözlerini devirip gülümsemesini silerek:
"Ayy, içim şişti." diye kendi duyabileceği şekilde söylenerek aşağı indiğinde yalnız kalan arkadaşlar sessizliklerini sürdürüyorlardı.
Konuşmaya dermanı yoktu Sima'nın. Yaşadıkları, duydukları...
Hepsinin kötü birer kabus olmasını diliyordu.
Sevdiğinin ölümünü de, çocuğunu kaybedişini de, sevdiğinin kanı ellerinde olan adamın kendisine olan ürkütücü ilgisini de...
Herhalde bir hayat, bu kadar kısa bir süre de anca bu kadar mahvolabilirdi. Zaten daha kötü ne olabilirdi ki? Daha ne kadar üzülebilir, ne kadar gözyaşı dökebilirdi? Daha kötü ne yaşayabilir de, sindirilebilirdi?
"Sima." diye seslendi tam yamacında oturan arkadaşı. Onun da gözleri üzüntüsünü ele verircesine kızarıktı. Bunca yıl Sima'nın ilk kez böylesine bir çöküşte olduğunu görüyordu. Sima aslında güçlü bir kadındı. öyle kalmaya da devam edecekti, hiç şüphesi yoktu.
Sadece...
"Ben, onu gördüm." deyiverdi usulca. İki genç kadının gözleri birbirine kenetlenmişti. İkisi de sözün dönüp dolaşıp kime geleceğini, geldiğini pekala biliyorlardı. Derin bir iç çekişle gözlerini kaçırdı Sima. Onun hakkında konuşmak, adını bile zikretmek istemiyordu.
"Ne işi vardı orada Sima?" diye sordu arkadaşı. Onun bu konuya olan isteksizliğinin farkındaydı ama sormadan edemedi.
"Sana bir şey mi yaptı?" diye endişeyle telaşlıca sorduğunda tutulan elinden aldığı bakışlarını arkadaşına dikti Sima. Başını korkmaması için hızlı hızlı iki yana salladığında rahat bir soluk alan Rümeysa devam etti:
"Ne işi vardı o zaman?"
"Beni... Beni o getirdi."
"Sen... Onunla..." diye yeni bir telaşla konuşan arkadaşının sözlerini kestiğinde, garip korkusunun ön plana çıkmaması için direniyordu.
"Vazgeçmeyecekmiş." dedi mekanik bir sesle. Duygu duvarlarının ardından konuşuyordu.
"Ne?" diye ani bir tepkiyle sordu Rümeysa.
"Neyden?"
"Benden!"
...
Tan yeri bu defa güneşin doğuşu için kızıla boyanırken, kısık tuttuğu yorgun bakışlarına rağmen uyanıktı Ejder. Geçen günler boyunca elinden geldiğince uzak kalmanın yüreğinde yaktığı hasret ateşiyle, tam karşısında duran büyük fotoğrafa bakınıyordu. Elinde tuttuğu cam bardağın dibindeki sıvıyla bir kez daha boğazını yakarken, oturduğu yerde öne doğru eğildi.
Sarhoş değildi, yalnızca biraz çakırkeyif...
Günlerdir uykusuzluktan kan çanağı olmuş çekik gözleriyle, karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan fotoğrafaydı tüm dikkati. O güzel yüzün sahibinin şuan burada olması gerekiyordu. Tam önünde oturmakta olduğu, yatağın içinde...
Dokunuşlarını esirgeyip uyusa da olurdu. Şimdilik bu uzaklıkla baş edebilir gibi hissediyordu. Ama hayır, yetmeyecekti. Daha fazlasını isteyeceği için de bir utanç duymuyordu Ejder. Sevdası ne kadar içinden çıkılmazcasına tehlikeli olursa olsun, ne kadar doyumsuz olursa olsun, sonuna kadar gitmeye kararlıydı.
Ve ölüm bile, onu durduramayacaktı.
...
Geçen günler haftaya dönüşürken, daha iyi hissettiğini saklama gereği duymadan yaşıyordu Sima.
"Sima!" diye sesinin çıktığınca bağırırken Sibel hanım, o sıcak bir duşun keyfini çıkarıyordu.
"Sima! Çıkıyorum ben."
"Tamam." diye seslendi suyu kapatıp beyaz havluyu vücuduna sararak. Yere attığı başka bir havlunun üzerine basıp ıslak ayaklarını kurulayarak saçlarından damlalar düşerken, aynanın önündeki yerini aldı.
Vücuduna doladığı havluyu açıp biraz daha sıktırdıktan sonra başını kaldırmış, ayna üzerindeki buharı silmek üzere elini uzatmıştı ki durdu. Kalbi boğazında atmaya başladığında kesik kesik, sık soluklar alır olmuştu. Havada kalan eli ağır ağır inip de bedenini saran havluyu sıkmaya başladığında, diğer eli de hızla göğsünün üzerindeki yara izini bulmuştu. Tırnaklarının bedenine batışını önemsemeden bekliyordu. Kurumuş boğazını bir yutkunmayla rahatlatabileceğini zannederken, gelen hafif bir esintiyle bakışlarını odasının kapısına çevirdi. Ayna üzerinde oluşmuş buharın üzerine yazılan yazıya tekrardan baktığında, içinden tekrar tekrar okuyordu.
Sesin çok güzel..
Adımları küçük banyosunda gerilemeye başlarken, yeni bir yutkunmayla odaya koşturdu. Banyo kapısını açtığı an ise, serinliğin nereden geldiğini anlamıştı. Islak saçlarından omuzlarına düşen yeni damlalarla açık balkon kapısına doğru koşup kapattığında, kapı önünde gördüğü araç ve içindeki kişiyle adımlarını burada da geriye çekmeye başlamıştı. Göğsü telaşla inip kalkarken geriye doğru attığı adımları önemsemiyordu.
Yatağın önüne kadar geri geriye geldiğinde, parke zeminde kayan ayağıyla geriye doğru otururcasına düştü. Islak saçları yüzüne yapışırken, bu defa dikkatini çeken şey yatağın üzerine bırakılmış beyaz bir kutuydu. Korkudan titreyen elleri kutuyu bulduğunda, bu yaşadığı şok az evvelkine rakip olacak cinstendi.
Kutunun içindeki montajlanmış fotoğraf karelerine eğilmiş kaşlarının altından, gözlerindeki korkuyla bakıyordu Sima.
Ne anlama geliyor diye düşünmesine pek gerek yok gibiydi.
Montajla düğün öncesi çekilmiş birkaç fotoğrafa Metin yerine yerleştirilmiş Ejder'in yüzü de, diğer birkaç karede Metin'in karalanmaktan yırtılmış yüzü de, her şeyi açıkça anlatmaktaydı.
Telaşla atmaktan göğüs kafesini parçalayacak hissiyatı veren kalbindeydi eli.
Şimdi o kalp, istemeden, razı değilken, bir başkasının mı olacaktı?