Sinsi bir yılandan farkı yoktur kimi zaman aşkın! Hiç hissettirmeden akıtır tüm zehrini…
Oğuz genç kadının eline sarıldı telaşla. Avuçları arasındaki eli hafifçe sıkarak Afra’nın kendisine dönmesini sağladı. “Beni yanlış anladın,” dedi fısıltıyla. Onu üzmeyi hiç istememişti. Afra kafası karmakarışık bir halde Oğuz’a baktı. Devrim’in sesi hâlâ kulaklarında nefretle çınlıyordu. Hiçbir şey düşünemeyecek haldeydi. Yaşadıklarından sonra üstüne bir de Oğuz’un itirafına şahit olmuş hatta Devrim’in kendini bir hediye paketi gibi Oğuz’a sunduğunu öğrenmişti. Aslında şaşırmaması gerekiyordu. Adamın kendisiyle zerrece ilgilenmediğini acı olsa da anlamıştı. Bu kadar olayın üstüne yalnız kalmayı istemesi imkânsız bir şey miydi? Oğuz neden çıkıp gitmiyordu ki odadan? Neden kendisini acılarıyla baş başa bırakmıyordu?
“Oğuz, lütfen!” dedi cılız çıkan sesiyle. “Ne konuşmak ne de bir şey duymak istiyorum. Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Sen benim arkadaşımsın.” Dudakları ince bir çizgi halini aldı. “Hatta tek arkadaşımsın. Bu konuşmayı unutalım, olur mu?”
Oğuz pes ederek ayağa kalktı. “Peki, ama sadece şimdilik kapatıyorum.” Afra’nın yüzüne düşen saçları eliyle arkaya itti. Kadının alnına bir buse kondurdu ve tebessüm etmeye çalıştı. “Bu itirafı yaptıktan sonra unutmaya niyetim yok, bunu bil. Şimdi güzelce dinlen,” diyerek omuzları çökmüş bir halde odadan çıktı.
♣♣♣♣
Oğuz’un çıkmasıyla derin bir nefes alan Afra gürültüyle iç çekmişti. Yapılan ağrı kesici fiziksel acılarını dindirse de, yüreğinin acılarına bir çözüm olmamıştı. Gözyaşları akmak için çabalıyor, Afra ise o yaşları akıtmamak için çabalıyordu. Devrim’in sesi yeniden kulaklarında yankılandığında acıyla gözlerini yumdu.
“Afra Acar hayal gücüne işte şimdi hayran kaldım. Sen kimsin ki canını yakmak isteyeyim? Kendini nerede görüyorsun bilmiyorum ama benim için herhangi bir kadından farkın yok. Hatta şu an onlardan bile değersizsin gözümde. Âşık olduğunu söylüyorsun ama aşka saygı duymuyorsun. Sırf kendi sevgin için benim sevgimi görmezden geliyorsun. Selin’i mi küçük görüyorsun? O en azından aşka saygı duyuyordu. Senin platonik aşkına kıyasla bizimki karşılıklıydı.”
Canının acısına aldırmadan elleriyle kulaklarını kapattı. Sanki böyle yaparsa Devrim’in sesini duymayacaktı. Onu kalbinden çıkarmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı ama biliyordu ki, yıllardır olduğu gibi bunu yine başaramayacaktı. Birçok defa sevgisinden vazgeçmeyi denemiş, fakat başaramamıştı. Ne zaman Devrim’i unutmayı düşünse, onun Selin’in mezarı başındaki acı dolu hali gözlerinin önüne geliyordu. İtalya’da sevecenlikle gülen adam o değildi sanki. Devrim acı bir değişim geçirmişti. Eskiden gözlerinin içi gülen, çalışan patron ayırmadan herkese espriyle yaklaşan o adamı özlüyordu. Selin’e bir kez daha lanet etti. Selin akıl hastanesinde yatarken ona yaptığı ufak ziyareti hatırladı acıyla. Kadın aklını yitirmesine rağmen doğruları haykırmıştı. Tıpkı Selin’in dediği gibi Devrim o aptal kadından başkasını sevmeyecekti. Oysa o gün ne kadar da emindi kendisinden. Söylediklerinden sonra Selin nasıl bir bunalıma girmişse intihar ettiğinin haberini almıştı. Zerre üzüntü duymamıştı ölümünden. Aklı aylar önce yaptığı ziyarete gitti. O günden bu yana ne çok değişmişti.
7 Ay Önce
Afra, Selin’in yakalandığını ve akıl hastanesine kapatıldığını gazetelerden öğrenmişti. O kadına olan nefretini bir türlü yenemiyordu. O kadın yüzünden üç yılını Devrim’in öldüğünü düşünerek geçirmişti. Babasının ölümünün ardından sevdiği adamın da öldüğünü düşünmek hiç kolay olmamıştı. O günden beri polisler ve Demir ailesinin arayışlarının yanı sıra, o da Selin’i aramaya koyulmuştu. Selin’i bulmak ve intikam almak tek amacı olmuştu. Selin’in piyasaya çıktığı sıralarda Devrim’in de ölmediğini, kahrolasıca üç yılını o kadınla geçirdiğini öğrenmişti. Yüreğinin acısını Devrim’in o kadından şikâyetçi olmasıyla bastırmıştı. Demek ki, Devrim artık Selin denen cadının gerçek yüzünü görmüş, ondan kurtulmuştu. Selin’i bulmak için uğraşırken bir sabah gazetede o kadının yakalandığını okumuş, ardından akıl hastanesine kapatıldığını öğrenmişti.
Kaldığı yeri öğrendikten sonra yanına girmek hiç kolay olmamıştı. Önceleri onunla yüzleşmeye, o kadının şeytan yüzünü görmeye cesaret edememişti. Sonunda beş buçuk ay sonra o kadını görmek için ilk adımı atmıştı. Hastanede çalışan bir hemşireyle anlaşmış, onun kendisine temin ettiği hemşire kıyafetlerini heyecanla giymişti. İçinde bir türlü soğumayan öfkesini nihayet bugün soğutacaktı. Hemşirenin talimatlarını dinleyerek adımlarını Selin’in kaldığı tek kişilik odaya yönlendirdi. Odadan çıkan Devrim ile bir an neye uğradığını şaşırsa da hızla yönünü değiştirdi ve diğer koridora geçti. Kendisini tanıyacağını bir an olsun bile düşünmemişti ama yine de tedbirini almıştı. Ve onu Selin’in etrafında görmekten hiç ama hiç hoşlanmamıştı. Artan kızgınlığıyla Devrim gözden kaybolur kaybolmaz Selin’in odasına doğru yürüdü.
Derin bir nefes alarak ağır kapıyı açtı ve odaya girdi. Selin’in perişan hali bir anlığına keyfinin yerine gelmesini sağlamıştı. Kendisine dikkatle bakan kadını umursamadan elindeki ilaçları sehpanın üstüne bıraktı ve kapıyı arkalarından kapattı.
“Sen kimsin? Seni ilk defa görüyorum,” diyerek şüpheyle kendisini süzen kadının karşısına geçti.
“Buraya seni uyarmak için geldim,” dedi umursamazca. Kadını alıcı gözlerle süzdükten sonra alayla mırıldandı. “Bir de Devrim’in hayatını mahveden kadını yakından görmek istedim.”
Selin oturduğu yatakta sırtını dikleştirerek öfkeli gözlerini Afra’nın gözlerine dikti. “Sen kimsin?”
“Devrim biraz önce yanından çıktı. Kim olduğumu söylemedi mi yoksa?” Afra bir kumar oynadığının farkındaydı ama zarları atmaktan başka şansı yoktu. Devrim’in odadan çıktığını görmenin avantajını kendine çevirmeye kararlıydı. Tabi birazcık da olsa şansı varsa!
“Benimle oyun oynama!” Selin sinirlenmeye başlanmıştı. Yoksa Devrim’in biraz önce keyifle anlattığı hayatındaki kadın bu muydu? “Sen o musun?” diye asabice ekledi.
Afra gelen soruya dikkat kesildi. Şans bugün kendisinden yanaydı. Dudakları alayla yukarı kıvrıldı. “Devrim’i hayata döndürmek için çok uğraştım. Onu bir daha senin çevrende görmek istemiyorum. Devrim’i buraya çağırmaktan vazgeç. O artık benimle birlikte ve seninle olduğundan çok daha mutlu! Selin kâbusunu unutmak istiyor ama sen onu bu lanet deliğe çağırdığın sürece unutamayacak.”
Bu kez dudakları kıvrılan Selin olmuştu. İçi öfkenden kaynıyor olmasına rağmen sakin olmak için kendisini zorladığı her halinden belliydi. Karşısındaki kendinden emin kişi Devrim’in ballandıra ballandıra anlattığı kadın olmalıydı. İkisi de sanki anlaşıp buraya gelmişler gibi aynı şeyleri söylüyorlardı. Onların canını acıtmasına izin vermeyecekti. Can yakan her zaman kendisi olurdu. İnsanların canını acıtmasına asla izin vermemiş ama yine de kaybeden hep kendisi olmuştu. Bu kez öyle olmayacaktı. Eğer onların hayatlarından çıkacaksa bunu yine kendisine layık gördüğü şekilde yapacaktı. Onlara canının yandığını belli etmeyecek, sırf merakla buralara gelen kadını canını yakarak geri gönderecekti.
“Devrim’in sana gerçekten âşık olduğunu mu sanıyorsun?” dedi hırsla. Kadının canını acıtmak için laflarını özenle seçiyordu.
“O hayatında bir kez âşık olacak adamlardan ve o yalnızca beni sevdi. Beni hayatından çıkarmak için uğraşıyor olsa da asla başaramayacak. Sen de ancak kendini avutursun. Beni unutmak için hayatına soktuğu kukladan başka bir şey olamayacaksın.”
Afra Selin’in laflarını öfkeyle kesti. “Ama sen hayatından çıktın ve hayatının bundan sonraki kısmını benimle geçirecek. Senin de dediğin gibi o bir kez âşık olacak adamlardan. Hayatına türlü türlü kadınlar sokmak yerine tek biriyle olacak ve o tek kişi de ben olacağım. Hayatında ben olduğum sürece de kalbi seni değil beni görmeye başlayacak. Onu bir daha arama! Buraya gelmesi için de zorlama. Bugün izin verdim ama bir daha seni görmesine izin vermeyeceğim. Onun hayatından tamamen çıkman için elimden geleni yapacağım.” Selin’in beyaza kesilen yüzüne yaklaştı ve nefretle ekledi.
“İnan bana bu delikten cesedinin çıkması için ikimiz de dua ediyoruz. Hatta tüm Demir ailesi!” Kapıya dönerek odadan çıkmak için adım attığında Selin’in nefret dolu sesi kulaklarına doldu. “Seni asla sevmeyecek. Kalbine benden başkası sahip olamayacak. Ve sana yemin ederim, bunun için ne gerekiyorsa yapacağım.”
Selin çıkıp giden kadının ardından yeni bir kriz geçirmişti. Yapılan sakinleştiricinin ardından saatler sonra kendine gelebilmişti. Lanet olası hastaneden kaçamayacağını anlamıştı. İki kez kaçmayı denemiş ama başarısız olmuştu. Öyle bir şey yapmalıydı ki Devrim hayatına kaldığı yerden devam edemesin. Devrim’i iyi tanıyordu. Bugün söylediği tüm nefret dolu söylemlerine rağmen gözlerindeki acıyı görmüştü. Devrim ne kadar unuttuğunu haykırsa da unutmamıştı. Bundan emindi.
Hemşire yanına geldiğinde ondan kâğıt ve kalem istedi. Devrim nasıl ölen bebeklerinin acısını unutmadıysa Selin’i de unutamayacaktı. Bu delikte çürümektense bir an önce bebeğinin yanına gidebilirdi. Kalemi eline alıp yazacaklarını düşünürken dudakları kıvrıldı. Devrim’e son bir hediyesi daha vardı.
İki haftanın sonunda Selin’in cansız bedeni toprağa teslim edilirken, yazdığı mektup da sahibine ulaşmıştı.
♣♣♣♣
Devrim kafeteryada çayını içtikten sonra Afra’nın odasına doğru yöneldi. Oğuz’la tekrar yüz yüze gelmemek için o odadan çıkmadan aşağı inmişti. Eğer o herifle yüz yüze gelseydi söylediği laflarının acısını çıkartacağından emindi. Neyse ki Afra, adama gerekli cevabı vermiş, kendini onlara göstermeden oradan uzaklaşmıştı. Ne olursa olsun, kadının Oğuz’u reddetmesi planlarına uymuyordu. Afra’yı kendinden uzak tutmak için bildiği tüm yollara başvuracaktı. Selin’i sevdiğini haykırması ve yüzündeki yara bakalım ne derece etkili olacaktı? Bunu birazdan öğrenecekti.
Afra titreyerek kendine geldi. Selin dediğini gerçekten de yapmıştı. Hem de en can alıcı şekilde… Selin bir daha Devrim’e sahip olamayacak olsa da, kalbindeki yerini sağlama almayı başarmıştı. Herkes Selin’in bir buhran anında canına kıydığını düşünüyordu. Afra ise o cadının bu ölümü bile planlı yaptığına emindi. Selin ziyaretinden iki hafta sonra kendini öldürmüştü. O delikten cesedi çıkmıştı çıkmasına ama Devrim’in kalbindeki Selin hâlâ yaşamaya devam ediyordu. Geçen güne kadar onun Selin’den nefret ettiğini düşünüyordu. Ne kadar da aptaldı. Tıpkı Selin’in dediği gibi, Devrim bir kez âşık olmuştu ve kadının tüm yaptıklarına rağmen inatla ona olan sevgisi devam ediyordu. Selin’in alay dolu gülümsemesini görür gibi oldu.
“Allah’ın cezası!” diye fısıldadı nefretle. Değil o kadının yüzünü hayalinde görmek, adını bile duymaya katlanamıyordu. Hele ki Devrim’in ağzından onun adını duymak… Kahretsin, işte buna dayanamıyordu. Canını yakan gerçekler, duyduğu bedensel acının çok üstündeydi. Devrim’in kalbini kazanmak için ne yapabilirdi? Onu unutmak gibi bir seçenek gözüne oldukça imkânsız geliyordu. Unutamazdı ki! Devrim’in öldüğünü düşündüğü zamanlar hâlâ dün gibi aklındaydı. O dönem kendisi için çok sancılı geçmişti. Aynı acıya bir kez daha dayanamazdı.
Gözlerini karanlık geceye dikti. Devrim’in kalbi de tıpkı bu gece gibi kapkaranlıktı ve her ne pahasına olursa olsun o kalbi karanlıklardan arındıracaktı. Mutlaka bir yolunu bulacaktı. Küçücük bir ışık sızıntısı yeterdi içeriye süzülmeye… O ışığı bulmalıydı. Başka türlüsünü düşünmek bile istemiyordu.
Tıklanan kapıyla düşüncelerinden sıyrılarak başını koridora çevirdi. Kimseyi görmek istemeyişi kapıdan giren Devrim’le yok olmuştu. Hafif bir tebessüm dudaklarını yaladığı anda adamın söyledikleri aklına geldi ve yüzünü buruşturdu. Onu kazanmak için ne kadar kararlı olsa da, söyledikleri canını yakmıştı. Gözlerini adamın gözlerinden ayırmak istese de yapamadı. Buğulanan mavileri Devrim’in yanağındaki yara izine kilitlenmiş, adama olan tüm kızgınlığı buhar olup uçmuştu. Eli istemsizce sızlayan sağ yanağına gitti. Kendi can acısını unutmuş, Devrim’in geçmişte çektiği acıyı hayal etmeye başlamıştı. Beş yıl önce, Devrim İtalya’dan ayrılmadan son gördüğünde pürüzsüz olan teni düşündü. ‘Selin!’ diye hatırladı nefretle. Bu kadın daha ne kadar canını yakabilir, daha ne kadar kendinden nefret ettirebilirdi? İliklerine kadar nefret ediyordu Selin denen kadından.
Devrim usul adımlarla yatağa yaklaşırken Afra’nın her mimiğini incelemiş, ulaştığı sonuç yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu. Kadının sanki kendi yanağı acıyormuş gibi elini yanağına götürmesi bir an yüreğini sızlatsa da kendisini çabuk toparladı. Boğazını temizleyerek odadaki rahatsız edici sessizliği bozdu.
“Geçmiş olsun,” diyen dudakları yüreğinden geçenlerden çok ama çok farklıydı. Yeni bir tartışmayı alevlendirmek, hele ki Afra hastane yatağında yatarken hiç istemiyordu.
“Şimdi daha iyi misin?” diye sordu, yatağın kenarındaki sandalyeye çökerken. Gözleri durum tespiti yapmak istercesine ince örtünün altındaki bedeni taradı.
Afra tüm seslerden soyutlanmış bir halde Devrim’i süzmeye devam ediyordu. Aklı çılgınca fikirler üretiyor, yanağındaki yaranın bir benzerini başka uzuvlarında bulmak için adamın heybetli vücudunu tarıyordu. Selin, Devrim’in kalbine tamiri zor yaralar bırakmakla yetinmemiş, bedenini de hunharca katletmişti. Bir insan, sevdiği olarak gördüğü birine nasıl zarar verebilirdi aklı mantığı bir türlü almıyordu. Nasıl bir sadistçe sevgi türüydü bu? Sevgi, iyilik ve güzellik üzerine inşa edilmesi gereken bir duyguyken hangi şartlarda kötülüğe hizmet etmeye başlıyordu? Ne tür bir evrimden geçiyordu insan âşık olurken? İyilik temsili bir duygu bu kadar kötülüğü nasıl barındırabilirdi içinde? Aşk, bu kadar tehlikeli miydi gerçekten?
Titreyen dudaklarına zorlukla hâkim oluyordu genç kadın. Ayağındaki alçıyı unutarak yatakta kendini geri çekmeye çabaladı. Afra’nın çabasını fark eden Devrim oturduğu yerden hızla ayaklandı ve kollarından tutarak sırtını yastıklara dayadı. Devrim’in beklenmeyen yakınlığıyla şaşkınlığa uğrayan Afra gözlerini adamın gözlerine dikti. Devrim yaptığı hatayı yeni anlamış gibi bir an o gözlere bakakaldı. Aklı kendini toparlaması gerektiğini fısıldıyor olmasına rağmen gözlerini bir türlü ayıramıyordu. Beklentiyle bakan mavi gözlere ilk kez bu kadar yakından bakıyordu. Bir şeyler yanlıştı. Aklının uyarıları, kalbinin çığlıkları bir anlığına susmuş, ruhunu Afra’ya bırakmayı dilemişti. İkinci kez aynı hataya düşüyordu.
Afra hiç çekinmeden sağ elini Devrim’in yanağına götürdü. Kalbi göğüs kafesini zorluyor, atışlarını karşısındakine duyurmak için can atıyordu. Yıllardır beklediği anı bulmuş gibi çılgınlar gibiydi. Beklenmeyen bu yakınlık ikisini de gafil avlamıştı. Bir an sonra kadının sesiyle tüm büyülü hava bozuldu.
“Çok canın yandı mı?” Afra’nın sorusu Devrim’i gerçek hayata döndürmeyi başardı. Bir anlığına afallayan yüz ifadesini toparlamaya çalıştı.
Devrim sonunda kendini toparlayarak yanağındaki eli hışımla itti ve Afra’dan uzaklaşıp, biraz önce kalktığı sandalyeye geri oturdu. Düşünceleri allak bullak olmuştu. Biraz önce ne olduğuna dair fikir yürütmek bile istemiyordu. Anlık bir çekimdi. Bir an o mavi gözlere dalmıştı hepsi o kadar. Üstünde durmaya, düşünmeye bile gerek yoktu.
“Seni ilgilendirmez,” dedi kabaca. Bütün keyfi altüst olmuştu. Görmeyi istediği hiçbir duyguya şahit olamamak, üstüne gerçekleşen yakınlık… Kahrolası hastane odasında bir şeyler yanlış gidiyordu. Buradan hemen çıkmalıydı. Düşüncesini hayata geçirme isteğiyle oturduğu yerden hızla ayağa kalktı.
“Kaza benim oturduğum binada gerçekleşti diye haber almak istedim. Bunun altında sakın başka şeyler arama,” diye ekledi asabi sesiyle.
Yüzü düşen Afra, “Kendini sorumlu hissetmene gerek yoktu,” dedi aksice. Biraz önce aralarında oluşan yakınlığı sadece kendisi mi hissetmişti?
“Kendimi sorumlu hissetmedim genç bayan buna emin olabilirsin. Ortaklığı ne kadar bozmak istesem de sonuçta ortağız. Duyarlı olmam gerekiyordu.” Sesini kibar tutmaya çalışarak Afra’nın gözlerinin içine baktı. “Bak Afra, yaptığım işlerde huzursuz olmayı sevmem. Benim kendi içimde gram huzur yok zaten. Lütfen bunun üstüne sende tuz biber ekme! Seninle ben diye bir şey olamaz. Bunu anla ve bana karşı gerçekçiliği olmayacak beklentilere girme. Seninle iki iyi dost olabilir, saygı çerçevesi altında ortaklığımızı yürütebiliriz. Fakat daha fazlasını istersen, bu ortaklığı bozmak hayrımıza olacak…” Afra, Devrim’in konuşmasını orta yerinde gürültüyle kesti.
“Kimin hayrına olacakmış bu?” Devrim derin bir nefes alarak bir an pencereden karanlık geceye baktı. Dudakları “İkimizin!” derken, yüreği ‘Benim ve kalbimin!’ diye fısıldıyordu.
“Asıl sen bana bak!” dedi Afra aldığı cevapla birlikte. Sabrı tükenmiş gibiydi.
“Seninle ben olmayacak Devrim biz olacağız. Bir bütün olacağız. Hem de öyle güzel olacağız ki, bakan hayran, duyan âşık olacak.”