Sultan Hanım gelinini destekleyerek başını salladı. “Bunu bizden saklamanı anlamıyorum oğlum. Seni ben doğurdum. Bir bacağın olmasa ya da üç kolun olsaydı bile sana bakan gözlerimdeki duygu değişmezdi. Sen benim canımdan bir parçasın.” Oğlunun yanağını okşadı. “Sen benim hâlâ yakışıklı oğlumsun.”
“Bırak Hanım!” diyerek araya giren Kenan Beyin sesi her zamanki gibi otoriter ve sertti. “Anasını babasını tanımayan bu haytaya laf anlatmanın âlemi yok.”
“Estağfurullah baba. Niyetimin bu olmadığını biliyorsun. Sadece yüzüme bakmaya dayanamıyordum,” diye itiraf etti sonunda. Ailesinin yaptığı çıkarımlar huzursuzlaşmasına sebep olmuştu. Devrim asla ailesinin kendisinden tiksineceğini düşünmemişti.
Yüzündeki yarayı saklamasının sebebi aslında hiçbir zaman başkaları olmamıştı. Kendi yüzüne bakmaya dayanamıyordu. Afra’yı hayatından tamamen uzaklaştırana kadar yarasına bakmaya alışsa iyi olacaktı. Afra’nın o yarayı gördüğünde vereceği tepkiyi içten içe merak etmiyor değildi. İğrenme, tiksinti, korku? Acaba yüzünde hangi duygu ortaya çıkacaktı? Belki de üç duyguyu bir anda yaşar, Devrim’e olan aşkı hissedeceği iğrenmenin gölgesinde kalırdı. Allah biliyor ya bunu deli gibi istiyordu. O kadını çevresinde görmek kendisine hiç iyi gelmiyordu. Afra hayatına girdiğinden beri Selin kâbuslarından çıkmaz olmuştu. Afra ona tamamen Selin’i hatırlatıyordu.
İşin aslı, iki kadın yüz ve karakteristik olarak birbirinden tamamen zıttı. Göz renklerinden tutun da saç renkleri bile birbirlerinden tamamen farklıydı. Selin bir manken edasında zayıf ve uzun boyluydu. Afra ise Selin’e nazaran daha kısa ve balıketliydi. Afra’nın insanı içine çeken, okyanusun dibinde bambaşka hayatların varlığını hatırlatan mavi gözleri vardı, Selin’in ise gözleri tatlı çikolata gibi kahverengiydi. İki kadın sima olarak birbirinin tam zıttı olsa da, Devrim’e göre kişilik olarak aynılardı. Bir kere ikisi de çok inatçı, aynı zamanda pratik zekâlıydı. Kafaya koydukları şeyi gerçekleştirmeden asla rahat durmazlardı. Hem Selin, hem Afra ikisi de sinsinin tekiydi. İki kadın da arkasından iş çevirmiş, karşısına geçip adam gibi seviyorum demeden Devrim’i alt etmenin yollarını bulmuşlardı. Selin kendisine yaklaşmak için mağduru oynamış, Afra ise şirketi ve aldığı ihale sayesinde ortalıkla Devrim’e yanaşmayı başarmıştı. Fakat bu kez tarih tekerrür etmeyecek, aynı oltaya ikinci kez gelmeyecekti.
Bu kez kesinlikle kendisi için dönecek planları baştan bozacaktı. Aptal değildi. Selin onun için tecrübe olmuş, çıkarması gereken tüm dersleri beynine ve yüreğine not etmişti. Aptal tecrübeyi kazanırken yılları heba olmuştu. Ve şimdi ikinci kez karşısındaki kişi yüreğinin içine bakmadan, sırf kendi saplantılı aşkı için Devrim’in varlığını görmezden geliyordu.
Artık hayatında aşka yer yoktu. Afra neden bunu anlamak istemiyordu? Kadınlar neden âşık olduklarında bencilleşiyorlardı? Bencilce, sadece kendi duygularını düşünerek hareket ediyorlardı. Afra bir kez olsun Devrim’in yüreğini düşünmüş olsaydı, o yürekte kendisine ya da herhangi birine yer olmadığını görürdü ama o kadın inatla sahip olamayacağı yüreği istiyordu. Başını sallayarak düşüncelerinden uzaklaştı. Evin emektarının doldurduğu çayını yudumlarken annesinin sorusuyla bakışları yaşlı kadına döndü.
“Hastanede olan kim oğlum? Yüzüne dalınca onu sormayı unuttuk.” Elindeki çay bardağını düşünceler eşliğinde usulca masaya bıraktı. Bu soruya nasıl cevap vermesi gerektiğinden emin değildi.
“Afra Hanım dün merdivenlerden düştü. Tesadüf eseri dışarı çıktığımda ambulansta onu gördüm. Benim binanın yanında oturan arkadaşını ziyarete gelmiş, ben de yalnız bırakmak istemedim, sonuçta iş ortağıyız,” diyerek mantıklı ve yeni sorular doğurmaya gebe olmayacak şekilde yalan söyledi. Kendisine her defasında evlenmesini söyleyen annesinin aklına Afra’yı sokmak istemiyordu. Yalan söylemek huyu olmasa da, bazen kaçınılmaz oluyordu.
Afra’nın ismi masadakilerin dikkatini çekince, Hüzün endişeyle “Durumu nasıl peki?” diye sordu. Devrim masadakilerin tavrından rahatsız olmuştu. Daha sadece bir kez gördükleri kadını böyle endişeyle merak etmeleri hayra alâmet değildi. Afra’yı kendisiyle birlikte ailesinden de uzak tutması yararına olacaktı.
“Ben çıktığımda gözlem odasına alınmıştı. Doktor korkulacak bir şey yok dedi,” diyerek konunun kapanmasını sağladı.
Uzun zamandan sonra her şeyi aklının bir kenarına atarak ailesiyle bir arada olmanın tadını çıkardı. Bazı zamanlar onlardan ayrı kalmak, kendini uzak tutmak canını yakıyordu. Selin hayatına girene kadar daima ailesiyle birlikteydi. Selin’in, hayatına girmesiyle birlikte kaybettiği tek şey kalbi değildi. Ailesini de kaybetmişti. İnsanlara karşı duyduğu sadakat ve güven duyguları yok olmuştu. Selin tamamen yeni bir Devrim yaratarak yok olup gitmişti. Sevmeyi bilen o neşeli adamın nereye kaybolduğunu en çok kendisi merak ediyordu esasında.
♣♣♣♣
Afra hissettiği ağrıyla gözlerini açamadan geri kapattı. Üstünden sanki kamyon geçmişti de, bedeni o kamyonun altında kalmıştı. Canı öylesine yanıyordu ki yüzünü buruşturdu. En son Devrim’le tartışmışlar, yüreğine dertop ettiği hayal kırıklıklarıyla onun evinden ayrılmıştı. Ya sonrası? Neler olduğunu bir türlü hatırlamıyor, beynini hatırlamaya zorlaması ağrılarının artmasına sebep oluyordu. Devrim’in söyledikleri tek tek kulaklarında çınlıyor, hatırladığı her söz yüreğini ateşten bir demir parçası gibi dağlıyordu. Bunu hak etmemişti. Sevgisinin layık görüldüğü konuşma bu şekilde kırıcı olmamalıydı. Geleceği her düşlediğinde karşılaşacağı sorunları da düşünmüş lâkin buna rağmen bu kadar ağır sözler duyabileceğini hiç hayal etmemişti. Devrim, bile isteye canını yakacak sözler sarf etmişti. Onun gözünde Selin’den bile daha lanet biri olmak ruhunu yaralıyordu.
Akmaya hazırlanan gözyaşlarına zorlukla direnerek gözlerini açtı. Belki ağlasa, içini kasıp kavuran zehri akıtsa canı bu kadar yanmayacaktı ama ağlayamıyordu. Gözyaşları içinde kurumuştu sanki bir türlü akmayı beceremiyorlardı. Babasına verdiği söz çocuk yüreğinde yer etmiş, adeta ruhuna kazınmıştı. Afra artık güçlü olmak istemiyordu. Yüreği böylesine ağır darbelerle yerinden oynarken, dışarıdan güçlü gözükmenin kime yararı vardı ki? İçi, ruhu ölüyordu; bedeninin yaşamasının ne anlamı vardı? Beyaz tavanı karşılayan gözleri usulca odada gezindiği esnada annesinin endişeli gözleriyle karşılaştı. Güçlü olması annesi için önemliydi. Onun için ruhu ölmesine rağmen bedeni dimdik ayakta durmalıydı.
Koluna uzanan hortumu gördüğünde neler olduğunu hatırlamıştı. Lanet topuklu ayakkabılar! Vücudunun ağrılarının sebebi buydu demek. Özür dileyen bir ifadeyle annesine tebessüm etmeye çalıştı. Onu bu şekilde endişelendirdiği için o anda kendisinden nefret etmişti.
“İyi misin kızım?” diyen Ayla Hanım hızla odaya girince bakışlarını annesinden koparıp yaşlı kadına döndü. Sesinin çıkmasından şüphe ederek yavaşça başını sallamaya çalıştı. Boynunun hareket etmesini engelleyen boyunlukla bu pek de mümkün olmamıştı.
Kendisini konuşmaya zorladı. “İyiyim!” dedi bir süre sonra. Fiziksel yaralarının ne derecede olduğunu bilmiyor, daha doğrusu ne kadar ciddi olduğunu kestiremiyordu. Ağrılarına rağmen fiziksel olarak iyi olduğunu hissediyordu. Kalp ağrısının yanında fiziksel acıları o kadar hafif kalıyordu ki konuşmaya bile değmezdi. Ayla Hanımın fiziksel durumunu sorduğundan emindi. Zaten şu an duygusal buhranlarından konuşmak bile istemiyordu. Hele ki Devrim’i düşünmek, şu an için istediği en son şeydi.
Gelen doktorun ardından fiziksel durumunun ne kadar vahim olduğunu daha net anlamıştı. Doktorun çıkmasıyla kazayı çarpıtarak, bazı gerçekleri kendine saklayarak anlatmayı tercih etti. Ayla teyzesinin söyledikleri şaşırmasına sebep olmuştu. Kendisini hastaneye getirenin Devrim olması iyi mi yoksa kötü müydü kestiremiyordu. Adama karşı duyduğu kızgınlık kalbinin orta yerine yumruk gibi oturmuştu. Kızgınlığını unutmak da istemiyordu işin doğrusu. Devrim’i unutmak ona duyduğu kızgınlıktan doğacaksa buna razıydı. Bugüne kadar yeşerttiği tüm umutları teker teker solmuştu. İçten içe umudunu korumakta dirense de, bir yanı bunu istemiyordu. Devrim kalbinde yara olarak kalmaya devam edecek ve hiç geçmeyecekti. Acı olsa da gerçek buydu.
Aradan geçen iki saatin ardından Ayla Hanımı ikna edip, annesiyle eve dönmelerini sağladı. Annesi tekerlekli sandalyenin tepesinde sabaha kadar hastanede bekleyemezdi. Oğuz; Ayla Hanımı ve annesini eve bırakmış, ardından tekrar hastaneye gelmişti. Yanında oturan adama bıkkınlıkla baktı. Şu an yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
“Oğuz gerçekten kalmana gerek yok. Burası özel hastane bir şey olursa hemşirelerden yardım isterim,” diyerek Oğuz’u gitmeye ikna etmeye çalıştı tekrar. Genç adam başını olumsuz anlamda sallayarak genç kadının elini sıktı.
“Hiçbir yere gittiğim yok benim!”
Afra, Oğuz’u gitmeye ikna etmeye çalışırken, Devrim de işlerini halledip sonunda hastaneye dönmeyi başarmıştı. Şirkete uğraması gerekmiş, çıkan birkaç küçük sorun yüzünden neredeyse akşamı etmişti. Afra’nın normal odaya alındığını öğrendikten sonra adımlarını bir üst kata yönlendirdi. Bütün gün oradan oraya koşturmasına, önemli görüşmeler yapmasına rağmen bir türlü çıkmamıştı genç kadın aklından. Bu durum giderek canını daha çok sıkmaya başlamıştı. Başına gelenlerde kendi payı olduğu için istemeye istemeye gelmişti yine hastaneye. Afra ile yakın temas kurmak istemiyor, mümkün olduğunca ondan uzak kalmaya çalışıyordu. Genç kadının odasına yaklaştıkça yüreğini adeta bir el sıkıyordu. Birkaç gün içinde resmen hayatı değişmişti. Yaptığı anlaşmaya binlerce küfür savurup derince bir of çekti. Hayatını iyi kötü bir rayına oturtmuşken, her şey yine tepetaklak oluyor ve Devrim hiçbir şey yapamıyordu. Hayatının dizginleri tıpkı yıllar önce olduğu gibi yine bambaşka bir el tarafından yönetiliyordu. Buna bir an önce son vermesi herkes için en iyisi olacaktı.
Odanın aralık kapısından duyulan seslerle adımları bir anda durdu. Gözleri önce yataktaki Afra’yı, ardından onun ellerini tutan Oğuz’u gördü. ‘Güzel!’ diye onayladı içinden. Afra’dan kurtulması böyle giderse çok da uzun sürmeyecek gibiydi. Oğuz’un söyledikleriyle dudakları kıvrıldı.
“Hayır!” diye itiraz ediyordu Oğuz. “Gitmeyeceğim. Seni tek bırakmak istemiyorum. Bundan sonra seni asla tek bırakmak istemiyorum.”
Devrim kadının söyleyeceklerini duymak için kulaklarını kabarttı.
“Sen ne saçmalıyorsun Oğuz?” diyen Afra ile gülümsemesi yavaşça söndü. Kendi duygularına gelince zeki kesilen Afra’nın aptallığı tutmuştu anlaşılan. Devrim gibi bir adam bile bu sözlerin altında yatan gerçek manayı anlamıştı.
“Kalbindeki adam seni mutlu edemez Afra. O adam seni bana sunmaktan çekinmedi.” Oğuz’un ağzından çıkan sözlerle Devrim dişlerini sıktı, çene kasları anında gerilmişti. Oğuz’un sözlerini çarpıtması, tamamen farklı bir yere çekmesi olaya müdahale etme isteğini uyandırmıştı. Afra hediye paketi değildi ki Oğuz’a sunsun. Nasıl bir anlayış tarzıydı bu?
Afra’nın giderek çatılan kaşları daha fazla derinleşti. Gözleri ateş korları gibi öfkeyle yanıyordu. Çocukluk arkadaşından ilk kez rahatsız olduğunu hissetti. Tüm kasları sıkıntıyla gerilmişti. Oğuz’un Devrim’i bildiğini anlaması çok uzun sürmedi. Aralarında bir konuşma geçtiği ayan beyan ortadaydı. Devrim’e olan kızgınlığı, Oğuz’un söyledikleriyle oluşan şaşkınlığı arasında gidip geldi bir süre.
“Ben sizin birbirinize sunabileceğiniz bir eşya değilim Oğuz. İkinizin de üstümde söz hakkı olduğunu sanmıyorum. Ayrıca bu odadaki konuşmaları yapmamış varsayıyorum. Şimdi beni yalnız bırakır mısın lütfen?”
Devrim’in müdahale etmesine gerek kalmadan Afra gerekli cevabı vermişti. Dudakları hafifçe kıvrıldı. Afra’yı kendisinden, kendini Afra’dan uzak tutmak düşündüğü gibi hiç de kolay olmayacaktı.