"Cidden?" diye mırıldandım sersem bir tavırla parmaklarımı koridorda sallayarak. Bir süredir yürüyorduk. Bir noktadan sonra koridorun sonunun olmadığını düşünmeye başlamıştım. Lanet olsun. Gerçekten yoktu. Işık en fazla birkaç metre önümüzü aydınlatıyordu ve geriye kalan karanlık kısım dar bir tünel şeklinde uzayıp gidiyordu. Tarihi eserlerin ilgi çekici ve güzel olması gerekmez miydi? Görünüşe göre gerekmezdi çünkü burası büyüleyici olmaktan ziyade tiksindirici ve ürkünçtü. Damarlarım buz kesmişti ve kalbimin çanları kulaklarımda çalıyordu. Her bastığım yerden bir bubi tuzağının fırlamasını, gölgelerden ellerin uzanmasını ya da bir mezar kazıcının elinde orağıyla bize doğru koşmaya başlamasını bekliyordum. Düşüncelerimin hepsi nedenini anlayamadığım bir şekilde ani bir biçimde ölmekle ilgiliydi. İşin garip tarafı, öyle bir şey olacak olsa şaşırmayacak olmamdı. Belli ki buralara bir süredir hiçbir keşif birliği ayak basmıyordu.
Ne güven verici ama, diye düşündüm kendi kendime.
Bu düşünceyle telefonumun ekranına bakarken içgüdüsel bir şekilde şarjın kaç olduğunu kontrol ettim. Olmasını istediğim son şey ışıksız ve haritasız bir şekilde bu yerde kapana kısılmaktı. Tam bir kabus olurdu, özellikle de Tony benimleyken. Herhalde kafama kakıp kakıp dururdu. Ama bugün şans benden yanaydı, hiç değilse bir süre daha idare edecek kadar şarjım vardı. Rahatladığımı hissettim. Ah, evet. Bu iyi haberdi, fakat rahatlama uzun sürmedi çünkü birden fark ettim ki, etraf bir mezardan daha sessizdi. Teknik olarak gerçekten bir mezarda olduğumuz için de bu sessizlik sinirlerimi bozuyordu ve bunun mümkün olduğunu bile bilmezdim. Kahretsin. Kendi ayak seslerimizden ve nefeslerimizden başka bir ses duyabilmeyi diliyordum. İşte, tam da bu yüzden Tony ile konuşmaya başladım.
"Biliyor musun, bu yeraltı geçitleri bana daha önce duyduğum bir şeyi hatırlatıyor."
"Duymak için can atıyorum."
Alaycı bir şekilde gözlerimi yuvarladım. Bunu bu kadar duygusuz bir şekilde söylemeseydi belki ona inanabilirdim. Tavrı bana Huysuz Şirin'i hatırlatıyordu. Daha da kötüsü, az önceki kızı. Açık saçık mızmızlığını görmezden gelerek konuşmayı sürdürdüm.
"Eski çağlarda insanların gerçekten ölüp ölmediği anlaşılamıyormuş. Bir düşün, gözlerini açıyorsun ve bir tabutun içindesin. Ses tellerin hasar görene kadar bağırsan da kimse seni duymaz. Toprağın altında olduğun için yeterince oksijenin de yoktur. Belki birkaç saatlik. O da şanslı bir böceksen eğer. Bu yüzden rahipler gömülen kişinin parmağına telden bir ip bağlarlarmış. Böylece ölü yaşıyorsa eğer telin bağlı olduğu çanı çalarak diğer insanlara işaret verirmiş."
Bu hikayeyi nereden bildiğimi bile hatırlamamam, hikayeyi şimdi hatırlamış olmamdan daha rahatsız edici değildi.
Bir an sonra Tony'nin telaşla güldüğünü duydum, güneşin binaların arasından son alevlerini saçtığı zamanki kadar sıcaktı sesi. Şaşırarak ona garip bir bakış attım. Bunu eğlenceli mi buluyordu gerçekten? Belki de sandığım kadar sıkıcı değildi? "Narkozun 1800'lerde bulunduğu ve orta çağda hastaların boğazı sıkılarak bayıltıldığı düşünülünce bu beni hiç şaşırtmıyor." Tembel tembel çenesini kaşıdı ve dudaklarının arasından hikâyeyi düşündüğünü belli eden bir nida çıktı. "Modern tıp harika bir şey. En azından bir ölü ile yaşayan arasındaki farkı bulacak kadar gelişmiş. Bu arada, bu iç açıcı hikayenin bu yeraltı geçitleriyle ne alakası olduğunu sorabilir miyim?"
Başımı sallarken bende onun gibi kıkırdamama engel olmaya çalışıyordum. "Burası bana bir mezarın içindeymişiz gibi hissettiriyor ve teknik olarak öyle olsak bile, dünkü falcı kadın genç yaşta öleceğimi söylediği için bunu oldukça ironik buluyorum."
Bunu söylemem üzerine Tony bir an susup kaldı. Şaşkınlığı geçince rengi attı ve katıksız bir öfkeyle "EVALA!" diye haykırdı. İşte, yine tam ismimi kullanmıştı. Bu hiç iyi değildi. Sesi bana bir dalga gibi toslamıştı. "Ne?" dedim saf saf ona bakarak. Aynı şekilde şiddetle cevap verdim. "Öldüğüm zaman genç ve güzel olacağım."
Sinirli bir sesle "Lanet olsun." diye itiraz etti. Loş karanlıkta bana doğru bir adım attı. "Kapa çeneni. Ölümden bahsetmeyi bırak. Hele ki buradayken."
Israr etmedim. Bilmiyorum. Belki de haklıydı. Koridorun ilerisine bakarken omuzlarımı silktim ve onunla konuşmaktan daha ziyade kendi kendime mırıldandım. "Acaba kast ettiği neydi?"
"Hiçbir şeydi. Büyük olasılıkla pençelerini geçirebileceği birini arayan bir dolandırıcıydı. Kurban olarak seni seçmiş olması da son derece talihsiz bir durum bence."
Tony nedenini asla anlamayacaktı ama o bunu derken sırıttım; Hayır, dolandırıcı değildim belki ama Robin Hood kompleksi olan bir kızdım. Gerçi ben ne zenginlerden ne de fakirlerden çalardım. Sadece kendini herkesten akıllı sanan züppelerden... Gojo'nun hatırasının kafamda yeniden ortaya çıkmasına izin verirken, gözlerimi devirmeden edemedim. Pazardayken beni dolandırmaya çalışması bir yana, o kadar kaba sabaydı ki sinirlerimi tepeme çıkarmıştı. Bu yüzden başta onu soymak gibi bir düşüncem olmamasına rağmen kolyeyi almıştım ondan. Ama o yaşlı, falcı kadın... Onda parmak basamadığım, alışılmadık ve ürkütücü bir şey vardı. Kadına her ne kadar ölümüne gıcık olmuş olsam da, ondan bir şey çalmak istememiştim. Hayır. Bu doğru değildi. İstememekten ziyade istemiş ama cesaret edememiştim. Gerçekten de yüz yaşındaki bir kadından çekindiğimi fark edince öfkeyle dilimi şaklattım. "Bu arada o bunak bana gayet ciddi göründü. Bence söylediği şeylere gerçekten inanıyor. O yüzden oyum bir dolandırıcı değil de kaçığın teki olduğu yönünde."
"O halde yüzündeki ifadeyi görmek için orada olmak isterdim."
"Deliler hakkında ne bilirsin ki sen?"
"Seninle takılıyorum. Yeterince tecrübem vardır." Attığı taşı görmezden gelmeyi tercih ettim. Sonuçta bana deli diyen ilk kişi o olmayacaktı. Tony'nin sesini bir sessizlik anı izledi ve bir an sonra benimle tekrar konuşmaya karar verdi. Eh, uzun zamandır bunu beklediğimi söyleyemeyecektim. "Her neyse. Ne kadar iç açıcı bir hikayeymiş. Ve bunu burada anlatman da ne kadar hoş... Ama Eva... Bence geri dönmeliyiz. Gerçekten burada olmamamız gerekiyor."
Yol boyunca bunu her söylediğinde beş dolar almış olsaydım Patrick için o taşı almam gerekmeyecekti. Sadece söylenmeyi ve 'Geri dönmeliyiz' demeyi bırakmasını istiyordum. "Mızmızlık etmeyi keser misin?" diyerek neredeyse fiziksel bir acı içinde inledim. "Sen tarih okuyorsun, değil mi? Burası da lanet olasıca, asırlık bir piramit. Maceracı ruhun nerede senin?"
"Kesinlikle burada değil. Burada hiçbir şey olduğunu sanmıyorum. Sonu gelmeyen geçitler, tozlar ve örümcek ağları dışında."
Kabul etmem gerekirdi ki, sonu gelmeyen geçitler, tozlar ve örümcek ağları konusunda haklıydı. Dişlerimi sıkarak inatçı yol arkadaşıma doğru homurdandım. "Ciddi misin?" diye meydan okudum. Sanki ben bunu göremiyordum.
"Ben yalnızca gerçeği dile getiriyordum. Hâlâ vazgeçmek için geç değil. Biliyorsun, birileri yokluğumuzu fark etmeden önce geri dönebiliriz."
Ah, ne tatlıydı.
Buna gerçekten de inanıyordu, değil mi?
"Yerinde olsaydım, boşu boşuna umutlanmazdım. Uzun zamandır buradayız Tony. Birileri çoktan senin yokluğunu fark etmiştir." diyerek daldığı o hayal dünyasından çekip çıkardım onu. Daha sonra hayal kırıklığına uğrayacağına şimdiden gerçeği bilse daha iyiydi.
"Senin de." diye ekledi neredeyse söylediklerimden hiç etkilenmeden. "O yüzden hemen, şimdi geri dönmeliyiz."
"Ah, hayır. Yanlış anladın. Benim için geçerli değildi bu."
Kaşları çatıldı. Canı oldukça sıkılmıştı. "Ne demek istiyorsun?"
"Merhaba? Ben katılımcı listesinde bile değilim, unuttun mu? Ve Emma'da kız kardeşi olduğum için beni asla satmaz. Sana benimle gelmemeni söylemeye çalıştım ama konuşmama bile izin vermedin."
"Pardon?" Tony'nin güzel, mavi gözleri irice açıldı ve bende anında pişman olduğumu hissettim. Neden bu çocuğun benimle gelmesine izin vermiştim ki? O bir yetişkin bile olsa bu yaptığım biraz pervasızcaydı. Hatta baştan aşağı öyleydi çünkü sırf bana göz kulak olmak istediği için başı belaya girecekti. Keşke kafasına vura vura benimle gelmemesi gerektiğini söyleseydim. Fakat şimdi çok geçti. "Beni duydun." dedim öfkem yavaş yavaş çözülürken. Sesim özür diler gibiydi ama Tony sorun yakalanmasından ziyade benmişim gibi ellerini kaldırdı ve gerileyerek cüzamlıymışım gibi benden uzaklaştı.
"Bekle! Bekle, bir dakika... Bana başından beri bunu planladığını mı söylemeye çalışıyorsun?" Sesi tam ortadan çatladı. Bana inanamıyordu ve iyi anlamda değildi bu dediğim. "Bu yüzden mi bizimle geleceğini söylemek için son anı bekledin? Katılımcı listesinde gözükmemek için?" dedi ani bir kavrayışla.
Hafif bir sesle "Sen ne sandın?" diye sordum.
"Etrafı merak ettiğin için geldiğini sanmıştım."
"Vay. Muhakeme yeteneğin hayranlık uyandırıyor." diye homurdandım huysuzca. Bunu yeraltı tünellerinin duvarlarına gömülmüş çift sütunlara bakarken söylemiştim. Demek istediğim, hayatımda hiç bu kadar saçma bir şey daha duymamıştım. Antik bir mezar; sırf merak ettiğim için orada olacağım son yer olurdu. Milyonlarca turisti kendine çekse bile ben buranın benim ruhuma hitap eden bir yer olmadığından çok emindim.
"Ama... Neden?"
"Buraya kadar geldikten sonra, bunu bana şimdi mi soruyorsun?"
"Garip davranıyorsun. Her zamankinden daha garip yani. Gergin gibisin." Birdenbire aklına gelmiş gibi, yüzünü buruşturdu. "Bütün bunların geçen akşam olanlarla bir ilgisi var mı?"
Ne dediğini duyunca gözlerim hafifçe irileşti, bir şeye takılmamıştım ama yine de tökezledim. Şaşkınlıktan olsa gerekti. Ding dong! Sorulmaması gereken, o doğru soru gelmişti işte.
Hemen cevap vermedim.
"Boş ver. Öncelikli sorunumuz bu değil nasıl olsa. Bu taraftan, sanırım?" diye karşılık verirken ve ilerideki bir noktayı işaret ederken belli belirsiz omuzlarımı silktim. Sesim kulağa tahmin ettiğimden çok daha alaycı geliyordu. Ona Patrick'i söylemeyecektim çünkü belli ki adam sağlam pabuç değildi ve bende Tony'yi bu pisliğe bulaştırmak istemiyordum. Daha sonra çocuğun yüzündeki o ifadeyi gördüm. Onaylamayan, yargılayan bir tavırla başını iki yana salladı. Daha konuşmadan ne söyleyeceğini biliyordum.
"Tanrı aşkına Eva," Önüme geçip kollarımdan yakaladı. Dank diye durdum. Daha sonra canımı yakmaktan kaçınmaya çalışarak kollarımı hafifçe sıktı. "Lütfen, lütfen beni bir dakika için dinle. O adamlarla bir ilgisi var, değil mi? Olduğunu anlayabiliyorum. Bana söylemek zorunda değilsin ama bu yaptığın gerçekten-"
"Yasalara aykırı? Doğru değil? Bunları mı diyecektin? Zaten buraya kadar geldik. O yüzden sakın nasihat vermeye başlama." Sesim hırıltı şeklindeydi ve pek yaşımdan olgun davranmadığımın farkında olarak iç çektim. "Buna gerçekten tahammül edemiyorum, tamam mı?"
"Komik oluyorsun." Böyle diyordu ama yine de gülmüyordu. "Ahlaki kuralları dayanılmaz mı buluyorsun? Yoksa dayanılmaz bulduğun şey insanların yaptığın şeylerin yanlış olduğunu yüzüne vurması mı?"
"Sanırım her ikisi de." diye itiraf ettim.
"Bu delilik Eva!"
Eh, ben buna delilik demezdim. Tony bir şeyler söylemeye devam ediyordu ama onu dinlemiyordum. Sesi kulaklarımda sinir bozan bir uğultu şeklindeydi ve ben... Birden daha önce gözden kaçırdığım bir şeyin farkına vararak irkildim. Kaşlarımın arasında bir çizgi belirirken başımı yana eğerek, -çok daha dikkatli bir şekilde- etrafa kulak kesildim. "Şşşş... Sus bir dakika." dedim Tony'e.
"Ne?"
"Konuşmayı bırakmalısın." diye yineledim. "Sanırım az önce bir şey duydum."
O da sustu. Sesin başlangıçta sağ taraftaki duvardan geldiğini sanmıştım ama aslında tavandan geliyordu. Gözlerim şüpheyle kısıldı. Orada bir şey... Sürünüyor muydu? Merakıma yenik düşerek telefonun farını tavana kaldırdım. Işık taşların arasında uzun ve derin gölgeler oluşturdu. Tavan boyunca ilerleyen ve aralarında hiçbir boşluk olmayacak şekilde döşenmiş blok şeklindeki kalkerlerin üzerinde çatlayan ve dökülen noktalar vardı; Ve bu blok taşlar tonlarca ağırlıktaydı... Aradaki harç tabakasının eskiliğinden bir haberdim. O yüzden her an tavan üzerimize yıkılıverecekmiş gibi hissediyordum ama elbette bu mümkün değildi. Ama orada bir şey vardı. Bir yılan ya da kertenkele olduğunu düşündüm. Bir an sonra bir tür akrep çıktığını görünce dilimin ucunu sertçe ısırdım. Akrebin zehirli olup olmadığından emin değildim ama bu test etmek istediğim bir şey değildi. Tony için de test etmek istediğim bir şey değildi. Tony'yi kolundan tutup kenara çektim ve sarının garip bir tonuna sahip olan akrebin olduğu duvardan ayrıldım. Kendini artık tehlikede hissetmeyen hayvan, ona zarar vermek yerine ondan uzaklaştığımızı gördüğünde kuyruğunu ve kıskaçlarını indirdi.
Sızlanarak ve tiksinerek, "Akreplere dikkat et, olur mu?" diye uyardım onu. "Bir tane varsa, başka bir tane daha vardır. İnan bana, öyle bir hayvanın seni sokmasını istemezsin. Her yerin karıncalanır, ateşin çıkar ve kısa bir süre ölmek istersin."
"Ah," dedi.
"Evet." dedim.
Tony bana bakmadan önce kafası karışmış gibi akrebe baktı. "Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordu.
Unutulmaya yüz tutmuş bir anı parçası su yüzüne çıkıp beni huzursuz ettiğinde, daha önce bunu pek düşünmediğimi fark ettim. Güzel bir hatıra olmadığından olsa gerekti. Ne de olsa kötü şeyleri unutmakta iyi sayılırdım. Ve hâlâ akrebe bakıyordum. Akrep zemindeki oyuklardan birine kaçarak gözden kaybolduğunda tekrardan Tony'ye baktım. Ayaklarını yere sürttüğünü ve parmaklarını kot pantolonunun kenarına vurduğunu duyabiliyordum. Bir an peşimden geldiği için pişman olup olmadığını düşündüm ama muhtemelen çoktan olmuştu. "Bir keresinde tecrübe etmek zorunda kalmıştım. On dört yaşındaydım." Emin olamayarak "Belki on beş." diye ekledim. "Ortaokulda, okul gezisindeydik."
"Neresiydi?"
"Meksika... Morelos."
"Bekle. Orayı biliyorum. Akrep sokmalarının en çok olduğu yerlerden biri değil miydi? Berbat bir şey olmalı."
Başımla onayladım. "Cidden berbat bir şeydi."
Ondan sonra Tony gözlerini gözlerimden ayırmadan, muhtemelen kendini koruma içgüdüsüne sahip her insanın soracağı soruyu sordu. "Sence zehirliler mi?"
"Az önce gördüğümüz türü mü soruyorsun? Büyük olasılıkla öyleler." Ama zehirli olmaları umurumda değildi çünkü ondan daha kötü şeyler vardı. Kafamı kaldırdım ve tavan boyunca uzanan çatlaklara bakarken bu gececi yaratıkların tüm tavan boyunca yuva yapmamış olduklarını umdum. Bunu Tony'ye söylemedim. Bilmek istemezdi. Ben bilmiyor olsam bende kimsenin bana söylemesini istemezdim fakat yine de "Fazla hareket etmemeye çalış. Akrepler harekete karşı çok duyarlıdırlar." diye uyarmadan edemedim.
Ne çare ki, Tony sandığım kadar kör değildi. Tavana baktı ve neden öyle dediğimi anladı. Yüzünün rengi birkaç ton soldu. "Şaka yapıyor olmalısın!" dedi ve durdu. Ağzı hâlâ açıktı. "Tüm... Tüm tavan boyuncalar mı?"
"Aslında o kadar da önemli değil."
"Ah, eminim değildir."
"Hayır, ciddiyim." diye lafa girdim. "Onları rahatsız etmezsek onlar da bizi rahatsız etmezler. Akrepler... Temelde zararsız eklembacaklılardır." Karınları boş olmadığı ve kendilerini tehlikede hissetmedikleri sürece tabii.
İlerlemeye devam ettik. Bir süre sonra zemin tehlikeli bir şekilde eğimli bir hâl almaya başladı. Bu piramidin iç tasarımcısı her kimse, söylemeliyim ki, berbat bir mimardı çünkü bahsettiğim bu eğim bir anda verilmişti. Tökezledim ama neyse ki duvara tutunarak düşmeme engel olabildim. Fakat Tony bunu fark edemeyecek kadar etrafa bakmakla meşguldü. "Tony! Önüne bak!" desem de çok geçti. Dengesini kaybetti ve aşağı düştü. Aslında yuvarlandı... Beş metre kadar yuvarlandıktan sonra eğimin son bulduğu zemine o kadar kuvvetli bir şekilde sırt üstü çakıldı ki, zeminden korkunç bir çatlama sesi çıktı. Yerden bir sürü toz ve kir havalanmıştı. Bir an Tony'yi göremez oldum. Sadece öksürüklerini ve inleyişlerini duyabiliyordum. Eğime doğru atıldım, kaydım ve durduğumda çocuğun iyi olup olmadığını kontrol etmek için dizlerimin üzerine çöktüm. Kaşının kenarı kızarmıştı ve sol yanağında hafifçe kanayan kesikler vardı. Bunun haricinde herhangi bir kırık ya da çıkık yok gibiydi ama Tanrım, şimdi de çok pejmürde görünüyordu. "Tony... Sen iyi misin?" diye sordum gülmemek için elimden geleni yaparak.
"Oof. Bu çok acıttı. Yine de iyiyim. Sanırım." İnleyip doğrularak tiksinmiş bir ifadeyle üzerine yapışan tozları dağıtmaya çalışırken cidden komik görünüyordu. Gören de tozla değil çıpanla kaplı sanırdı.
"Nereye gittiğine dikkat etmelisin." diyerek yerden kalktım. "Öyle bir düşüşten sonra ciddi bir şekilde yaralanabilirdin."
Tony temkinli davranarak yavaşça alnını ovuşturdu ve hemen sonra acıyla yüzünü buruşturdu. "Evet, belki de yapmalıydım." Parmak uçlarına bulaşan kırmızı sıvıyı inceledi. "Ahh... Hayır. Bana bunun kan olmadığını söyle.
"Merak etme. Yaşayacaksın." diyerek cesaret veren bir tavırla parmaklarımı ona uzatırken gülümsedim. "Haydi. İzin ver de kalkmana yardım edeyim."
Uzun, biçimli parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Bir erkeğe göre son derece zarif elleri vardı. Teni ise benimkinden daha sıcaktı. Onu yukarı çekerek yerden kalkmasına yardım ettim. Az önce başını çarpmıştı. Bu yüzden dengesini sağlamasına yardım etmek için, onu bırakmadan önce parmaklarımı kollarında kaydırdım. Bunu yaparken gözlerini yüzümde hissettim ama fark ettiğimi belli etmemek için ona bakmadım; Sadece yine düşmeyeceğinden emin oluyorum mankafa. Seni ellemek istediğimden falan değil. Akrepler aklıma bir anda geldi. Hızla başımı kaldırarak tavana baktım. Ne de olsa Tony'nin düşüşü pek yavaş değildi. Bir yığın patırtı çıkarmıştı. Tavandan birkaç tane akrep çıkmıştı ve şimdi daha fazlası geliyor gibiydi. Tony'yi kolundan tutup çekiştirdim ve her yer akreplerle dolmadan önce onu o koridordan hızla uzaklaştırdım.