?5.BÖLÜM (PART 2): YASAK DEHLİZE GİRİŞ

3542 Words
Perşembe günü beklediğimden çok daha hızlı gelip çattı. Banyoda, aynada, yansımama bakarken eski bir mezarı ziyaret etmeye giderken giyilecek en uygun kıyafeti giymediğimin farkındaydım. V yaka, koyu turkuaz renginde, uçuş uçuş, yazlık bir elbise giymiştim. Böyle bir elbiseyle koşmam zor olurdu ama zaten koşmayı planlamıyordum. Eğildim ve aynada kaküllerimi düzeltirken gözlerimin içine baktım. Gür, koyu kirpiklerin çevrelediği gözler parlak ve güzeldi. Bana göre bu gözler yüzüme fazla iri geliyordu. Düzgün bir burnum ve küçük, toplu dudaklarım vardı. Mizacımın yumuşak olması bana her zaman fayda olarak geri dönmüştü çünkü böyle bir yüzün hırsızlık yapabileceğini kim söylerdi? Bu avantajın bugün de işe yaramasını ümit ediyordum. Tek ihtiyacım olan kimsenin bana dikkat etmediği bir andı. Tek bir an. Bunu cidden yapacak mısın, diye sordu içimden bir ses; Muhtemelen vicdanımdan ve güvenliğe yakalanma korkumdan geriye kalanlardı ama sesi duymazdan gelerek en derinlere bastırdım. Parmaklarım saçlarımdan yanağıma ve boynumun altına kaydı. Kürek kemiklerime değen serin, beyaz zinciri ve oval taşı okşadım. Daha önce fark ettiysem bile bu kadar dikkat etmemiştim, taşın rengi gözlerimin rengine bire bir uyuyordu. Yansımadaki yüzümde keyifli bir ifade vardı. Ah, bu kolyeyi nasıl da seviyordum. Özellikle de Gojo'dan bir armağan olduğu için. "Eva!" diye seslendi Emma, içeriden. Başımı uzatıp "Bir dakika bekle!" diye bağırdım. Sesim uykudan yeni uyandığım için pürüzlü ve gergindi. "Dişlerimi fırçalamam lazım!" "Acele etsen iyi olur!" İç çektim ve elimden geldiğince hızlı bir şekilde dişlerimi fırçaladım. Macun ilk başta acıydı ama sonra ağzımda mentollü bir tat bıraktı. Ben işimi bitirip içeri geçerken, Emma'da saçlarını ensesinde topuz yapmaya çalışıyordu. Gözleri bana kaydı ve yüzündeki sıkılmış ifade kaybolurken dudakları tatlı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. "Vay canına. Elbiseni çok beğendim. Çok güzel görünüyorsun." "Teşekkür ederim." dedim otomatik bir şekilde. "Ama o ayakkabılar toz içinde kalacaklar." O bunu deyince beyaz, spor ayakkabılarıma baktım. Burnum kırıştı. Sanırım bunu akıl etmem gerekirdi ama zaten fark etmezdi çünkü diğer üç ayakkabım kuru temizlemedeydi. Omuzlarımı silkerek tekrar Emma'ya baktım ve "Güzel gömlek." dedim. Emma​ bakışlarını kahverengi gömleğine kaydırdı. Gömleğinin düğmeleri açıktı ve krem renk bluzunu ortaya çıkarıyordu. "Teşekkür ederim." Yavaşça sırıttım. "Büyükannemizde de ondan bir tane yok muydu?" "Ah?" diye mırıldandı ve gözleri kısıldı. İfademi bozmadan kaşlarımı kaldırdım. İçimden gülmek geliyordu. Kıyafeti hakkında yorum yapmam kabaydı, biliyordum ama biz kardeştik. Birbirimizden lafımızı esirgemeyi uzun süre önce bırakmıştık. Emma bana boş boş baktı ve buna karşı söyleyecek bir şey bulamayınca gözlerini devirdi. Oflayarak saçlarını toplamaya devam etti ama nasıl oluyorsa, bunu yapmayı başaramadı. Saçları iyice birbirine girince ve birkaç tel bilekliğinin zincirine takılıp canını yakınca alçak sesle inledi. Bir anda ona doğru bir adım attım. Bunu farkında bile olmadan yapmıştım. Sonra kendim bile şaşırdım. Derdin neydi benim? Bu kadar koruyucu olmak zorunda mıydım? Emma oy kullanabilen yetişkin bir kadındı ve eminim kendi başının çaresine bakabilirdi. Böyle düşünmeme rağmen Emma saçlarını bilekliğinden kurtaramadı. Hatta nasıl becerdiyse daha da kötüleştirdi. Acıyla "Aah!" diye soluduğunda kendime engel olamadım ve "Kıpırdama, canını daha fazla yakacaksın." diyerek ona doğru yürüdüm. Neyse ki Emma beni dinledi de kıvranmayı bıraktı. Öte yandan, onun aksine gayet becerikli olan parmaklarımla saçlarını bilekliğinden kurtardım ve birbirine giren bukleleri elimden geldiği kadar nazik bir biçimde geri düzelttim. "İşte, böylesi çok daha iyi." Emma tüm bu olanlar yüzünden biraz utanmış gibiydi. Mırıldanarak teşekkür etti ve bu bana kısa bir an için çocuk olduğumuz zamanları hatırlattı. Çocukken de saçlarını yapmayı beceremezdi. "Önemli değil. Bırak da ben halledeyim." diyerek onu omuzlarından tutup geri döndürdüm. Saçlarını avucumda biriktirdim ve kıvırarak toplamaya, tam istediği gibi topuz yapmaya başladım. "Hey," dedi bir süre sonra. Tamamen saçını yapmaya odaklanmıştım. Bir tutamı çekip topuzunun içine katarken "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye mırıldandım. "E-evet." Ah, neden bu kadar gergindi? Merakla, "Söyle." dedim. "Şey... Merak ediyordum da... Tony'le çıkmayı hiç düşündün mü?" Dondum kaldım birden. Bunu demesini hiç beklemiyordum işte. Tüm soruların içinden, neden bu? Finansal durumlar, küresel ısınma, borsanın fiyat marjı hakkında da bir şeyler sorabilirdi. "Ne?" diye haykırdım ve sonra adeta tısladım. "Bu da nereden çıktı şimdi?" Kızdığımı anladı ve hemen, panikle, utana sıkıla "Dedim ya. Merak ettim." diye homurdandı. "Yani? Ne? Ne zamandan beri ilişkilerimin kiminle olduğuyla ilgileniyorsun?" Sesi kısıldı. "O iyi biridir, Eva." Emma'nın ne yapmaya çalıştığını anladığımda, şiddetli bir öfke damarlarımda dolaşmaya başladı. Nasıl cürret ederdi? Saçından bir tutamı tuttum ve geri çekiştirdim. Başı düşerken Emma kısık sesle haykırdı ama canı yandığı için değildi bu. Canını yakmıyordum. Haykırmasının tek sebebi saçını bu şekilde çekiştirmemi beklememesiydi. Kulağına doğru, "O kadar iyi biriyse o zaman onunla sen çık!" dediğimde sanki bu duyduğu en komik şeymiş gibi kıkırdayarak saç tokasını omzunun üzerinden bana uzattı. "Çıkardım ama ondan o şekilde hoşlanmıyorum. Bir dost o, hepsi bu. Ama senden gerçekten hoşlandığını biliyorum. Ne zaman senden bahsetsem konuyu değiştiriyor." "Anlamıyorum. Ne dememi bekliyorsun? Benden onunla çıkmamı mı istiyorsun?" Hayır, hayır, hayır. Öyle bir şey asla olmayacaktı. Onu ne kadar sevsem de, sırf o istiyor diye kimseyle çıkmazdım. "Ne? Hayır!" dedi zaten o da. "Bunu sadece onunla randevuya çıkmak istersen yapmanı isterim." Saçını hızlıca bağladım. Emma topuklarının üzerinde bana döndü. Topuz ve kakülleriyle birlikte yaşı birden birkaç yaş küçülmüştü. Şimdi yüzünde yumuşak bir ifade vardı. "Ama onunla randevuya çıkarsan sana kızmayacağımı biliyorsun, öyle değil mi?" Şaşırdım. "En yakın arkadaşınla çıkmaya başlamam senin için garip olmaz mıydı?" "Yani, evet. kesinlikle garip olurdu ama ben senin annen değilim. Sana ne yapıp yapamayacağını söyleyemem. Zaten beni dinlemezdin." "Rahatla Emma." Omuzlarına dokundum ve aramızda bir yanlış anlaşılma olmasın diye açıkça söyledim. "Onunla çıkmayacağım. Asla. Anladın mı?" "Peki." Sadece bana öyle geliyor olabilirdi ama buna üzülmüş gibiydi. Gerçekten de​ en yakın arkadaşıyla çıkmamı istiyor olamazdı, değil mi? Biz birbirimizin tipi bile değildik. En azından o benim değildi. Ondan hoşlanmıyordum bile. Emma tereddüt etti. Neden olduğunu harekete geçene kadar anlamadım. Üzerime uzandı ve boynumdaki kolyenin serin, yeşil taşına dokundu. "Vay canına. Bunu nereden aldın? Çok güzelmiş." "Pazardan." dedikten sonra kolyeyi elinden çekip aldım ve bunu öyle hızlı bir şekilde yaptım ki, Emma şüpheyle gözlerini kıstı. "Pekâlâ. Bu tepki de neydi?" Rahatsız olduğum için omuzlarımı silkerek konuyu değiştirdim. "Hiçbir şeydi. Yeterince vakit kaybetmedik mi? Çıkalım artık." Pansiyondan çıktığımızda havanın önceki günkü kadar sıcak olmadığını fark ettim. Hafif bir rüzgar esiyordu. Kaldırımın kenarında tanıdık bir araba bekliyordu ve bu da hoş bir sürprizdi. Tony'nin arabasıydı bu. Emma'ya baktım ama o da en az benim kadar bundan habersiz görünüyordu. Tony güneş gözlüğünü çıkarırken sırtını arabanın gövdesinden ayırdı. Dudaklarında keyifli bir gülümseme vardı ve aynı gülümseme gözlerinin içine kadar ulaşıyordu. "Merhaba Tony." dedi Emma, bir adım öne çıkarak ve arkadaşına el sallayarak. Öyle neşeli görünüyordu ki, gözlerimi oyup çıkarasım geldi. "Burada ne arıyorsun?" Tony dost canlısı bir şekilde kollarını iki yana açmıştı. "Özel şoförün olmak için geldim." Emma​ otobüse binmeyecek ya da taksi aramayacak olmanın sevinciyle olsa gerek, Tony'e öyle bir sarıldı ki, zavallı çocuğun doğru düzgün nefes alabildiğini bile sanmıyordum. Zaten acıyla inledi. "Nefes alamıyorum!" diye yakındı, boğuk bir sesle. Gerçekten de nefes alamıyor olmalı ki, yüzü hafifçe morarmıştı. "Affedersin!" diyen Emma ellerini hızla Tony'den çekti. Tony​ hafifçe öksürerek bir an bana baktı. "Selam." dedi. Birden kendimi fazlalık gibi hissettim. Kolumu ovuşturdum ve mesafeli bir tavırla, başımla selam verdim. "Daha iyi görünüyorsun." dedi Tony Emma'ya. "Daha iyiyim. Dersimi aldım. Bir daha asla o kadar limonata içmeyeceğim." "Bence sorun limonatada değil, içindeki buzdaydı." Ve bir kere daha bana baktı. "Eva'da mı bizimle geliyor?" Soru Tony'nin dudaklarından döküldüğünde Emma​ ile aynı anda cevap verdik. "Elbette." dedim. O da "Kesinlikle." dedi. Bu Tony'i gülümsetirken bizim de aynı anda homurdanmamıza neden olmuştu. Sonra kendimin de gülümsediğini fark ettim. Kabul etmem gerekirdi ki, bu biraz eğlenceliydi. Ondan sonra Emma Tony'ye bir şey söyledi ama ne dediğini anlamadım çünkü o sırada onlardan çok çocuğun arabasına bakıyordum. Güzel arabaydı. Birkaç dakika sonra Emma'nın yanından geçtim ve Tony'nin diğer yanında durdum. "Konuşmanızı böldüğüm için üzgünüm ama anlaşma hâlâ geçerli mi diye merak ediyordum." Tony, "Affedersin?" dedi şaşkın şaşkın. "Yine neden bahsediyorsun sen?" "Arabandan bahsediyorum." Kendimi gülümsemeye zorladım ve içten içe Tony'yi tekrar ikna etmek için dil dökmek zorunda kalmamayı umdum. "Haydi ama. Dün zaten anlaşmıştık. Hatırladın mı?" İfadesinin aldığı hâlden hatırladığını anlayabiliyordum. Yine, itiraz etmek istiyor gibi görünüyordu ama gözlerimin içine baktığı anda ifadesi yumuşadı. Başını iki yana sallarken fikrini değiştirdiğini görebiliyordum. Kot pantolonunun cebinden anahtarlarını çıkardı ve isteksizce bana uzattı. "Öyle olsun. Bebeğime iyi davran." Kendi kendime, erkekler ve oyuncakları, diye düşündüm. Ben sürücü koltuğuna geçerken Emma'da yanımdaki koltuğun kapısını açtı. Tony ise arka tarafa geçmeyi tercih etmişti. Emniyet kemerini bağlarken ve motorun pürüzsüz, yumuşak sesini dinlerken bir an için gözlerimi kapattım. Gerçekten de araba kullanmayı özlediğimi fark etmiştim. Direksiyon başına geçmeyeli aylar olmuştu. Araba hiç de fena değildi doğrusu. Yol altımızda pürüzsüz bir şekilde akıp gidiyordu. Bir süre sonra Emma "Eee?" dedi. Önce benimle konuşuyor sandım ama göz ucuyla bakınca yanıldığımı anladım. Koltuğunda yan dönmüş sevgili arkadaşına bakıyordu. "Dün eğlendin mi? Nasıldı?" Her zaman, sanki her şeyi biliyormuş gibi, sorabileceği en korkunç soruyu sormayı başarıyordu. O an Emma'nın bu huyundan ne kadar nefret ettiğimi fark ettim. İnsanı germekte üstüne yoktu doğrusu. Bedenim de buna tepkisiz kalmadı. Omurgam yay gibi gerilirken dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Gözlerimi dikiz aynasına çevirdim ve Tony'e bir bakış attım. O da​ içgüdüsel bir şekilde bana baktı ve göz göze gelince aynı hissettiğini anladım. Kaşlarımı hafifçe çattım. Mesajı almış olmalıydı; Ona yalan söyle. Omuzlarını silkti ve camdan dışarı baktı. "Fena değildi." dedi ve bende hiç iyi bir yalancı olmadığını düşündüm. Ofladım. Direksiyonu sağa çevirdim. Virajı alırken Emma oturduğu koltukta bana döndü. "Ne yaptın sen?" diye sordu, hayli yüksek bir sesle. "Ne?" dedim ama sesim çıkmamıştı. "Ne. Yaptın. Sen?" Kırmızı ışıkta durdum ve başımı çevirip Emma'ya ters ters baktım. Öyle öfkeliydim ki, parmaklarım direksiyon simidine sıkı sıkı yapışmıştı. "Hiçbir şey elbette! Senin sorunun ne? Ona ne yapabilirim ki?" "O zaman neden yüzünde öyle bir ifade var?" "Ah, haydi ama. Yüzündeki ifadede ne var?" diye sordum. Emma​ karşılık vermek için ağzını açtı ve bende küfür etmemek için dişlerimi birbirine bastırmak zorunda kaldım ama Tony​ ikimizden de önce davranarak araya girdi. "Emma, Eva bir şey yapmadı. Ben​ sadece yorgunum." diye açıkladı. Birden kavga etmeye başladığımız için endişelenmiş gibiydi ve bunun neden olduğunu hemen anladım. Olası bir kavgada hangimizin tarafını tutacağını bilmediğindendi. Bunu görmek için para bile öderdim doğrusu. Emma bana, sonra da Tony'ye baktı. "Gördün mü?" dedim kardeşime, en burnu havada ses tonumla. "O gayet iyi." Emma hiçbir şey söylemediğinde sevindiğimi hissettim çünkü cidden, tek kelime daha ederse kavga etmeye başlayacaktık. Zaten ondan sonraki tek konuşmamız da bu oldu. Teşekkürler Tanrım, diye düşündüğümü hatırlıyorum bir ara. "Yeşil ışık yandı, Eva." Başımı iki yana sallayarak yeniden akıp giden yola odaklandım. Henüz sabahın erken saatleri olmasına rağmen trafik yoğundu ve bir ara Emma kahve almak istediği için bir kahve dükkanının önünde durmak zorunda kalmıştık. Kremalı kahvenin kokusu ve radyodan yayılan müziğin sesi rahatlatıcı olmasına rağmen kalbim kafesinde gümbür gümbür atıyordu. Korkudan değildi bu. Heyecandandı. İçim kıpır kıpırdı. Kalbimin her vuruşuyla parmaklarım direksiyon simidinde ritim tutuyor ve bir melodi mırıldanıyordum. Bu durum Gize'ye varana kadar böyle devam etti. Arabayı ara sokaklardan birine park ettim ve anahtarı ona geri teslim ederken, Tony'ye "Gördün mü? Bebeğin hâlâ sapasağlam." dedim. Bir şey demeden başını çevirdiğinde verdiği tepkiden rahatsız olarak kaşlarımı çattım. Dün olanlar yüzünden mi böyle davranıyordu? Bana hâlâ kızgın mıydı? "Tony, sen-" diye lafa başladım ama o esnada Emma biraz uzaktan bize seslendiği için diyeceğim şeyi yutmak zorunda kaldım. Biraz yol yürüyerek üç piramidin olduğu alana, oradan da bir toplanma kampına ilerledik. Gezi kulübü on iki kişiden oluşuyordu ve başımızda Kloi, Profesör Robert ve Jahi isminde tombul, orta yaşlı bir rehber vardı. Bizi üç gruba ayırdılar. Kloi bizim grubumuzun görevlisiydi. O gün saçlarını at kuyruğu yapmış, bej rengi bir takım giymişti. Emma onunla konuşmak için yanımızdan ayrıldı. Kloi'nin bana olan bakışlarından anladığım kadarıyla davetsiz misafir olarak buraya gelmemden pek memnun değildi. Yine de Emma'nın hatırı için bunu görmezden geleceğini, bir daha böyle bir emrivaki istemediğini söyledi. "Emma'nın hatırı için mi? Bu kadın, Emma​ ile benim aramdaki farklı anlayamaz bile." dedim dünkü dersimizi hatırlarken. Tony​ hemen yanımda duruyordu. Gözlerini Emma'dan ve Kloi'den ayırmadan, parmaklarının arasına sakladığı sırıtışının altından mırıldandı. "Özellikle duymasını mı istiyorsun Eva?" Hakkı vardı, bu yüzden çenemi kapamanın daha sonra değilse bile o an için en iyi seçenek olduğuna karar verdim. Kloi bana son bir kere daha tereddütlü bir bakış attıktan sonra Jahi ile sohbet eden Profesör Robert ile konuşmak için döndü. Emma bize geri gelirken öyle rahatlamış görünüyordu ki, "İzin verdiklerine inanamıyorum." diyerek bana kocaman gülümsedi. "Gerçekten gözde öğrencilerisin, değil mi?" diye yorum yaparken sevgiyle yanağını sıkıp çekiştirdim. "Aferin kardeşim." İşte o zaman, dünkü sinir bozucu kızı gördüm. Hani kağıdını değiştirmek isteyen. O ana kadar onu fark etmemiştim bile. Şimdi bizim olduğumuz tarafa doğru geliyordu. Yine ne istediğini düşünürken, kız kabaca beni tamamen görmezden gelerek Emma'nın karşısına geçti ve dedi ki... "Başkan kim, unuttun mu Emma? Kardeşinin de geleceğini neden bana haber vermedin?" "Özür dilerim, sana haber vermem gerektiğini bilmiyordum." "Nasıl bilmiyor olabilirsin? Sorumlu benim ve senin küçük kız kardeşin yüzünden şimdi ben-" Tamam. Buna daha fazla katlanamayacaktım. Onun ile kızın arasına girdiğimde, Emma cevap vermek için dudaklarını açmıştı. Kız bu hamlemle irkildi ve kaşlarını çatarak bana bakmaya başladı. "Sen yine şikâyet mi ediyorsun?" derken yüzümü yüzüne eğdim. Aslında bu şekilde konuştuğumda gerçeği anlayacağını biliyordum ama kim ona inanırdı ki zaten? Kız, salak değildi ve elbette anında kim olduğumu fark etti. Dün benimle konuşmuştu. Yüzünde katıksız bir şaşkınlık duygusu belirirken, bir an inanamazmış gibi bana ve Emma'ya baktı. Ne olursa olsun, dudaklarımda filizlenen tatminkâr gülümsemeye engel olamadım. "Nasıl? Ne?" dedi bocalayarak ama o sırada Emma, "Gitme ​zamanı." diyerek bileğimden tutup sürüklediği için kızın tam olarak ne dediğini duyamadım. Yeterince uzaklaştığımızda plastik, pas rengi bir tentenin altındaydık. Emma şaşkınlık ve öfke dolu bir sesle "Tanrı aşkına, Eva! Neden kıza öyle davrandın?" diye çıkıştı. "Çünkü durmadan şikâyet edip durması beni deli ediyor. Her zaman böyle mi yapar?" Emma​ gülmek ile öfkelenmek arasında kalmış gibiydi. "Aslında iyi biridir." diyerek Polyanacılık oynadığında gözlerimi devirmeden yapamadım. Bundan ciddi şüphelerim vardı. Sürekli mızmızlık eden insanlar beni hem sinirlendirir hem de yorardı. O sırada Kloi gruba seslenip bir araya gelmemizi istediği için ikimizde ellerini çırpan sarışın kadına döndük. Mikerinos ve Keops'un arasında şans benden yana oldu ve ilk olarak Keops'a gireceğimiz açıklandı. Gruplar birbirlerinden kopmadan belli aralıklarla birbirlerini takip edeceklerdi. Tony​ ve Emma'yla aynı takımdaydım. Elbette yokluğumu fark etme ihtimalleri en yüksek iki insanla aynı grupta olmak zorundaydım. Benim kötü, kötü şansım. Tur başladığında taştan, kapısı olmayan, dikdörtgen bir girişten geçerek klostrofobik bir insanı krize sokacak kadar dar bir koridordan geçtik. Tavan ile başım arasında on santim ya var ya yoktu ve koridor öyle dardı ki omuzlarım arada sırada duvara değiyordu. Aradan yarım saat geçti. Emma ve Tony merakla etrafa bakarken bende telefonuma bakıyordum. Elbette ki sıfır çekiyordu. Telefonu ne kadar oynatırsam oynatayım internetin İ'sine ulaşamayacağımı anlayınca "Sorsan yirmi birinci yüzyıldayız." diye söylendim. Gruba şöyle bir baktım. Davetsiz misafir olduğum için kimse yokluğumu fark etmezdi. Zaten bu yüzden gidip herhangi bir geziye kaydolmak yerine Emma'nın öğrenci grubuyla gelmiştim. Burada benim yokluğumu fark edecek iki kişi vardı ve şimdi o ikisi tek kelime anlayamadığım arkeolojik jargonda konuşarak sohbet ediyorlardı. Tam zamanı olduğunu düşündüm. Adımlarımı biraz yavaşlattım. Merakla etrafıma bakıyormuş gibi yaparken bir yandan da Emma ve Tony'yi kontrol ediyordum. Grup ile arama birkaç metre mesafe girince vakit kaybetmeden karşıma gelen ilk tünelden içeri daldım. Hemen telefonumu çıkardım ve piramidin haritasının bir kopyasını açtım. Bu harita dünden önceki gün telefonuma mesaj olarak gelmişti ve Patrick'in telefon numaramı biliyor olmasına nedense hiç şaşırmamıştım. Tek merak ettiğim bu haritaya nereden ulaştığıydı. Bir Mısır bilimci mi tanıyordu acaba? Bu mesleği yapan birinin tarihi eser kaçakçılarına yardım ediyor olabilmesi bana mümkün bir şeymiş gibi gelmiyordu ama sonra Patrick'in dediğini hatırladım; 'İnsanların para için neler yapabileceğini görsen çok şaşırırsın.' Kahretsin, sanırım bende o insanlardan biriydim. Haritaya tekrar baktım ve birden kendimi bu dar, uzun koridorun içinde huzursuz ve güvensiz hissetmeye başladım. Ortalık sağır edici derecede sessizdi. Belki de sorun buydu. Tek duyabildiğim kendi nefes alışverişlerimdi ve bu çok rahatsız ediciydi. Geri dönmek istiyordum. Buna rağmen yürümeye devam ettim. Haritanın daha sonraki kısmında başka bir dehliz vardı ama bu dehliz 'GİRİLMEZ' yazan bir şeritle işaretlenmişti. İleriye baktım ama orada hiçbir aydınlatma sistemi olmadığı için görebildiğim tek şey zifiri karanlık oldu. Bu biraz korkutucuydu. Kontrol etmek için bir kere daha ekrana baktım. Ah, evet. Kesinlikle o karanlık koridora girmem gerekiyordu. "Tüm bu zahmete değse iyi olur," diyerek bir adım atmıştım ki, bir el omzumu kavrayıp beni geri çekti. Zaten yeterince huzursuzdum. Korkuyla sıçrayıp geri döndüm. Kimseyi başıma toplamak istemediğim için çığlık atmayacaktım ama yine de bir el ağzımı örttü. Sıcak, nazik parmakların baskısını dudaklarımda hissettim. Fakat kimdi? Aklıma sadece yakayı fena halde ele verdiğim geliyordu. Patrick bundan hiç hoşlanmayacaktı. "Korkma." dedi elini ağzımdan çekerken. "Benim, Tony." Hiçbir şey anlamayarak gerileyip ondan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştıktan sonra kuru, kaba bir sesle "Tanrı aşkına, Tony. Burada ne yapıyorsun sen?" diye sordum. "Asıl sen burada ne yapıyorsun? Kafayı mı yedin? Bu yaptığın neredeyse suç sayılır!" Bana deliymişim gibi bakıyordu. Hadi ya, dememek için kendimi zor tuttum. Gerçekten bunun bir tür suç olduğunu bilmediğimi mi sanıyordu? Tony'nin öfkeli olduğunu görebiliyordum ve genelde ne kadar sakin olduğu düşünülürse bu gerçekten garipti. Gergin olduğum için parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek etrafıma bir göz attım. "Başka kimse yok." dedi neye baktığımı anlayınca. "Yalnız mı geldin?" "Birilerine yokluğundan bahsedersem başının belaya girmesinden korktum." Tanrım, teşekkürler. Tony'i görmezden gelerek girilmez şeridini kaldırdım ve yasak dehlizin içine bir adım attım. İlk fark ettiğim şey burasının diğer dehlizler kadar temiz olmadığıydı. Ayaklarımın altındaki duvar ve toz kalıntıları havalanıp etrafta uçuşurken burnum kırışmıştı çünkü içerisi yıllardır havalandırılmamış bir ev gibi kokuyordu. Havadaki nemi ve yoğun bir şeyi ciğerlerimde hissedebiliyordum. Bu yüzden temiz hava alma ihtiyacıyla öksürdüm. Arkamdan, "Eva!" diye seslendi Tony. Dehşete kapılmıştı. Boğazından öyle garip bir ses çıktı ki, şeridin diğer tarafından ona doğru döndüm. "İstiyorsan tura geri dönebilirsin. Ya da burada bekle. Hemen döneceğim." Gözleri kocaman oldu. "Oraya mı gireceksin?" "Ah, evet." dedim. "Ne? Neden? Okuyamıyor musun? Girilmez yazıyor." Elimin tersiyle şeritteki yazıya vurdum. "Sakin olsana. Bakmak istediğim bir şey var." Dürüstlük en iyi politika değildi şüphesiz ama zaten peşimden buraya kadar gelmişti, değil mi? Beni ele verecek olsa çoktan yapardı. Tony​ omzumun üzerinden karanlık dehlize baktı ve yavaşça, tedirgin bir ifadeyle yutkundu. Zaman tükeniyordu. Daha fazla bekleyemezdim. Gitmek için döndüğümde, Tony "Bende seninle geliyorum." dedi ve yemin ederim, dehşetten başım döndü. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Ciddi miydi? Eğer ciddiyse bu çocuk benim için fazla iyiydi. İtiraz etmek için ağzımı açtım. "Tony! Mümkün değil!" dedim ama Tony çoktan​ şeridin bu tarafına geçmişti bile. İfadesinden onu vazgeçiremeyeceğimi anlamıştım. Yalnız gitmeme asla izin vermeyecekti. Şaşkın bir halde telefonumun fener ışığını açarak koridorda yürümeye başladım. İyi tarafından bakarsak, bu koridor diğerlerine göre daha genişti. En azından iki kişi rahat bir şekilde yan yana yürüyebiliyordu. Yine de Tony​ yanımdan değil, arkamdan geliyordu. Fazla sessizdi. Bu durumdan hoşlanmadığını anlamak için kâhin olmak gerekmezdi. Dayanamadım ve gözlerimi önümdeki loş, ürkütücü derecede sessiz koridordan ayırmadan sordum ona. "Niye dönmedin?" "Burada yalnız dolaşmana izin vermek aptallık olur. Nedeni bu." Sesi aksi de olsa kibar bir davranıştı ve niyetinin iyi olduğundan şüphe etmiyordum ama peşime takıldığı için öfkemden farkında olamayarak "Seni ben davet etmedim. Kendi isteğinle buradasın." diye tersledim onu. "Hiçbir zaman korumana ihtiyacım olduğunu söylemedim." "Korumaktan ziyade, ben daha çok başını belaya sokmanı engellemeyi düşünüyorum." Tanrı biliyordu ya, hiç mi hiç hoşuma gitmemişti bu. Dediğinde ciddiyse asla o taşı yürütmeme izin vermezdi ama sonra onun ruhu duymadan da bunu yapabileceğimi biliyordum. "Gerçekten," dedim. "Neden buradasın Tony?" "Dedim ya. Yalnız dolaşmana izin veremem." Evet. Onu anladık. Sakinleşmek için çabalayarak iç çektim. "Eğer yakalanırsak başın benden daha fazla belaya girmez mi? Benim hesap vermem gereken bir üniversite komitesi yok ama senin var." Tony, yüksek sesle, "Kahretsin." dedi. "Bunu peşimden gelmeden önce düşünmen gerekmez miydi?" "Muhtemelen." diyerek durumu kabullendi ve fikrini değiştirdiğini söyleyip geri dönmesini bekledim. Bunu yapacağından neredeyse emindim ama öyle bir şey yapmadı. Ayak sesleri benimkilerle birlikte arkamdan devam etti. "Ve ne?" dedim daha da şaşırarak. "Umurunda bile değil mi?" "Elbette umurumda ama söyledim sana, burada yalnız dolaşmana izin vermek aptallık olur." Gözlerim koridorun ilerisine, ışığın ulaşamadığı kısımlara bakıyordu. Belli etmemeye çalışıyordum ama dediği şey beni rahatsız etmişti. Belki de ben kimse için bunu yapmayacağım içindi. Daha önce erkek arkadaşlarım olmuştu ama hiçbirinin peşinden bir piramidin içindeki yasak dehlizlerden birine gireceğimi sanmıyordum. "Sorun ne?" dedi Tony, birden sustuğum için bir gariplik olduğunu fark ederek. Aniden ona döndüm ve ışığı kaldırıp yüzünün ortasına tuttum. Tony​ ışığın altında pırıl pırıl parlayan masmavi gözlerini kısarak bana baktı. "Ne? Neden bana öyle bakıyorsun?" "Benden gerçekten de bu kadar hoşlanıyor musun?" diye sordum bir anda, bunun konumuzla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen ve neredeyse anında pişman oldum. Fakat artık çok geçti. Laf ağızdan çıkmıştı bir kere. Küstahlığımın boyutu karşısında Tony donup kaldı. Sonsuzluk kadar uzun gelen bir saniyenin sonunda​ kulak uçları kızardı. Ve boynu, ve yüzü... "Bu nereden çıktı? Gey olduğumu düşünmüyor muydun?" "Senin espri anlayışın da bu mu?" "Hayır, Eva." dedi kısık sesle. "Hayır, Tony. Gey olduğunu düşünmüyorum." Dudaklarımda küçük bir gülümseme belirdi. "Gerçi başta öyle düşündüğüm zamanlar olmadı değil." İtirafım üzerine Tony​ parmaklarını ensesinde gezdirdi ve sanki duvarlardan başka bakacak bir şey varmış gibi etrafına bakındı. Çabası nafileydi. Burada sadece o, ben ve bu duvarlar vardı. Sonra ifadesi karamsarlaştı. Birden aklına gelmiş gibi, "Neden burada olduğunu bana söyleyecek misin?" diye sordu, tedirgin bir merakla. Hiçbir şey bilmemesi onun lehine olduğundan sessiz kalmayı tercih ettim. Ben cevap vermeyince Tony dişlerini sıkarak hayal kırıklığını ifade etti. Başını her iki yana sallarken midesi bulanmış gibi yüzünü buruşturmuştu. "Burada ne aradığını bilmek istemem, değil mi?" dedi kuru bir sesle. "Hiç istemezsin hem de."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD