| Okuma Ağacı |
Mavi gözleri radar misali etrafı tararken, Ceren ve Fulya'yı görmesiyle onlara dikti. Kaşları hafif çatılırken, ciddiliği hat safhadaydı. Hamağı ters döndürdükleri ve onu yere düşürdükleri için fazlasıyla kızmıştı. Abartılı tepki vermeyi düşünmüyordu. İyi niyetlerinden emindi lakin oyun havasında değildi.
"Hiç oyun oynayacak havamda değilim. Daha sonra oynarız."
"Ama." dedi Fulya yüzü üzgün bir hal alırken.
"Boş ver." dedi Ceren umursamamaya çalıştı.
Onları üzmeye dayanamadı. Üzüldüklerinde ikisi de fazlasıyla şirin oluyorlardı. Morali ve içinde bulunduğu ruh hali oyun havasından çok uzaktı. Söz verirse kendini daha iyi hissedecekti.
"Yemekten sonra söz."
Fulya gülümseyerek konuştu.
"Söz verdin ama."
Cansu gülümseyerek Fulya'ya bakmakla yetindi. Hamaktan düşerken iki metre öteye uçmuş olan romanına yöneldi ve yere eğilerek çimenin üstünde, sayfaları kırışmış olan romanı eline aldı. Arkasını döndü. Hepsini geride bırakarak, adımları bulunduğu noktadan uzaklaştı. Aralarına 7 metre kadar mesafe girdiğidinde duraksadı ve arkasına bakarak gülümsedi.
"Sözümü tutacağım."
Yavaş adımlarla ilerleyerek gözden kaybolurken, Furkan'a sadece arkasından bakmak yetindi. Büyük ve ucu bucağı görünmeyen ormanda nereye gittiğini merak ediyordu. Gidilecek başka yer mi vardı? Merakını bastıramayarak bir an için sesli düşündü.
"Nereye gidiyor bu?"
Ceren Furkan'ın sesli düşünmesini üstüne alınarak, sorusunu cevapladı.
"Her zaman ki yerine?"
"Her zaman ki yer derken?" dedi Furkan sesini sakin tonda tutarak.
Ceren'in daha açıklayıcı bir cevap vermesi gerektiğini hissetti. Nede olsa Furkan ve ailesi buraya ilk defa geliyordu. Açıklama yapmaktan hoşlanmadığından ötürü, yüzünü asarak cevap verdi.
"Ablam buraya geldiğinde, muhakkak yanına oman alır. İleride ormanın içinde bir ağaç var. Her seferinde oraya gider ve onun üstüne çıkarak saatlerce kitap okur. Biz rahat vermeyince muhtemelen oraya gitti."
"Kitap okumaya bu kadar düşkün olduğunu bilmiyordum."
"Ne kadar tanıyorsun ki abla mı?"
Ceren imalı bakışlarını üzerinden çekerek, Fulya'nın kolundan tutarak çekiştirdi. Cansu oyun teklifini kabul etmediği için, oyun oynadıkları yere dönerek oyunlarına devam edeceklerdi.
Furkan, arkasını dönerek yanından geçen Ceren'e seslendi.
"Ablanın üstüne çıkıp kitap okuduğu ağaç hangi tarafta?"
"Dümdüz devam et, ağacın tepesinde ablamı göreceksin." dedi Ceren Furkan'a gülümseyerek.
Furkan arkasını dönerek, Ceren'in yönlendirdiği tarafa doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Cansu'yu çok tanımadığı açıktı lakin durup dururken ortamı terk etmeyen biri olduğunu bilecek kadar tanıdığını düşünüyordu. Muhtemelen onun yüzünden gitmişti. Arabada yaşadıkları hoş değildi ve canını fazlasıyla sıkmış olmalıydı. Bir an duraksadı.
Ne zaman onun canını sıkmamış ve sinirlendirmemişti ki? Yada neden bu sefer olanlar içine dert olmuştu? Cansu'nun ne düşündüğünü takmazdı. Varsa yoksa oynadıkları oyundu. İstediği tek şey canını acıtarak, bu oyunu yenmekti. Bir an içinde olsa şuan oyunun dışına çıkmak istiyordu.
Sakin adımları ormanın yeri yerlerini keşifteyken, başının üstünde hissettiği büyük acıyla yüzündeki mimikler kasıldı ve kıkırdama sesi kulaklarını doldurdu. Bakışlarını yukarı çevirerek gülme sesinin geldiği noktaya baktı. Cansu'nun gülmekten kızarmış sevimli yüzüyle karşı karşıya geldi. Kibar ses tonunu koruyarak kendisine baktı.
"Hayırdır? Beni mi arıyordun?"
Biraz olsun başının zonklamanın azalarak yok olduğunu hissedince, Cansu'ya gülümseyerek baktı ve bakışlarını yere çevirdi. Daha çok başındaki acıya sebep olan nesneyi arar gibiydi. Kahverengi gözleri Converse'nin tekine takıldığında başına attığı nesneyi bulması uzun sürmemişti. Ayakkabıyı eline aldı ve bakışlarını yukarı kaldırarak, yüzüne çarpan rahatsız edici güneş yüzünden gözlerini sıkarak konuştu. Ayakkabıyı yukarı doğru salladı.
"Bunu ilerideki nehrin içine atmamı ister misin?"
Cansu'nun bir anda gülümsemesi yok olup ciddileşti ve tedirgin bir şekilde Furkan'a baktı.
"İlk önce ben sormuştum." dedi umursamaz görünmeye çalışırken.
Gülme sırası Furkan'daydı. Cansu'nun bir ayakkabısını elinde tutarken, başını yukarı bakarak gülümsedi ve cevap vermeyerek ağaca tırmanmaya koyuldu. Emin adımlarla ağaca çıkarak, Cansu'nun oturduğu kalın, uzun ve güvenli olan dalın yanına geldi. Yavaşça Cansu'nun yanına oturarak, ona baktı ve gülümseyerek, ayakkabısını uzattı.
Cansu tedirgin ve ciddi ifadesini yüzünden sildi. Ayakkabıyı Furkan'ın elinden alarak giydi ve ayağını aşağı boşluğa salladı. Sağ elini alnına götürerek önüne gelen saçlarını geriye itti ve sağ tarafında yatakta oturuyormuş gibi rahatça bağdaş kuran Furkan'a döndü. Ayağını boşluğa sallarken, önüne gelen saçlarını geriye iterek, Furkan'a döndü. Şaşkınlığı beynindeki hücrelerin yanmasını sağlayacak kadar büyüktü. Çok kalın ve güvenli dal olabilirdi fakat bağdaş kuracak kadarda rahat sayılmazdı.
"Düşeceksin." dedi tedirgin ses tonunu belli etmemeye çalışarak.
Furkan sırıtmasını yüzüne taktı.
"Düşmem, düşecek olursam sen beni tutarsın."
Bakışlarındaki ifadeyi ciddileştirdi.
"Nedenmiş o?"
"Çünkü buradan düşersem büyük ihtimalle ölürüm. "
Furkan, sırıtmasını zevkle genişleterek ekledi.
"Ve sende oyunu yenmiş olmamı istemezsin."
Furkan, Cansu'nun yüz ifadesini görünce büyük bir kahkaha attı. Onunla uğraşmak o kadar eğlenceliydi ki; bir saniye olsun bunu kullanmadan edemiyordu.
"Salak!" dedi ciddi bir biçimde kucağında sayfaları açık olan romana dönerken.
Cansu'nun kitap okuma numarası yapacağını düşünmüştü fakat işler pekte tahmin ettiği gibi değildi. Önündeki romana dalıp gitmiş, çıt çıkmıyordu. Etrafın sessizliği, ormandaki kuş sesleriyle bozuluyor sonrasında tekrardan sessizlik etrafa hakim oluyordu.
Bakışları Cansu'nun yüzünü dikkatle inceledi. Gözleri arkada tarafında olan ağacın büyük boşluğuna takıldı. Kurduğu bağdaşı bozarak ayaklarını ağaçtan aşağı sallandırdı ve Cansu'ya doğru yaklaştı.
Ağaçtaki boşluğa o denli odaklanmıştı ki, ağacın o bölümüne bakarken Cansu ile aralarında olan mesafeyi koruyamadı.
Kitaptan başını kaldırarak, Furkan'a döndü. Aralarında olan yakınlık, nefesini tutmasına sebep oldu. Burun buruna gelmişlerdi.
Dikkati ağaçtaki büyük oyuktan kendisine kaydığında gözleri yavaşça Cansu'nun mavi gözlerini buldu. Gözleri ne kadar da güzeldi. Şuan ki ürkek ve kendine has bakışları, bütün kızların bakışlarından fazla farklıydı. Bu hiçbir kıza yakınlaşmamış olmanın verdiği bir etki değildi. Daha önce birçok kıza bu kadar yaklaşmıştı.
Beyninde atların tepinmesini sağlayan konu ve düşüncelere sürükleyen sebep; Onu düşüncelere daha önce böyle duygulara kapılmamış olmasıydı. Düşünceleri 4 ay kadar önce Alp'le ettikleri kavgaya kaydığında, rahatsızlığı dışına vurmuş, yüz mimikleri kasılmıştı. Boynunun yanında belirginleşen damarla, bu rahatsızlık daha çekilmez hal aldı ve düşüncelerinden sıyrılmayı denedi.
Aralarına mesafe koymak için geri çekildi. Kendini toplayarak, ağacın içinde olan kocaman boşluğu işaret etti.
"Burası ne?"
Cansu, kendisine yönelen soruyla derin ve korkak nefes aldı. Daha demin olanlarda neydi? Aslında hiçbir şeydi. Fark etmeden birbirlerine fazla yaklaşmışlardı. Furkan'ın sorusunu anlamak için zihnini yorarken kendine geldi. Yan tarafına dönerek ağacın gövdesinde olan büyük boşluğa baktı. Buraya devamlı gelmesinin sebebiydi o. Neredeyse içine bir insan sığacak kadar boşluk vardı. Tesadüf eseri ağacı keşfetmiş ve çok sevmişti.
"Burayı ilk bulduğumda bende aynı tepkiyı vermiştim."
Furkan dikkatle, Cansu'nun üstünden atlayarak ağacın içindeki boşluğa yaklaştı.
"Buradaki çizikler ne öyle?"
"Onları ben yaptım." dedi Cansu gülümseyerek ve devam etti.
"Ormana her geldiğimizde, ağaca çıkar ve tam burada kitap okurum. Okuyup her defa bitirmem de bir çizik attım."
"Burada bir sürü çizik var."
"Tam 15 tane."
Furkan bakışlarını ağaçtan çevirerek Cansu'ya baktı.
"Buraya çok uzun zamandır geliyorsun galiba."
"Evet, uzun zaman oldu. Canım sıkkın olduğunda ve ne zaman yalnız kalmak istesem buraya gelirim. Her seferinde bunu yapmak isterdim ama burası çok uzak. O yüzden sadece ailecek geldiğimizde gelebiliyorum."
Elindeki romanı kapatarak, gözlerini ormanın eşsiz güzelliklerine doğru kaydırdı ve sakin sesiyle konuşmasını sürdürdü.
"Büyüdüğümde kafam her bozuluşunda buraya araba veya motorla geleceğim."
Furkan ciddi biçimde Cansu'ya baktı.
"Buranın anlamı senin büyük sanırım."
"Evet." .
Furkan, düşünmeksizin buraya geldiğinden beri kafasını kurcalayan konuyu açmak istedi.
"Dün söylediğimde ciddiydim."
Cansu kaşının tekini kaldırarak imada bulundu.
"Hayret hâlbuki sabah bunun tam tersi olduğunu düşünmüştüm."
Furkan, kendini ifade etmekte zorlanıyordu. Bu kız her seferinde onu bastırmak mı zorundaydı? Elbette zorundaydı o Cansu Ateş'ti.
"Bak, sabah fazla tepki verdim farkındayım. Oyunu arkadaşlığımızın dışında tutarız. Bu şekilde sorun yaşamayız. Oyunu oynarken düşman olmak zorunda değiliz."
Cansu, güzel gözlerini Furkan'a dikerek ciddi bir biçimde cevap verdi.
"Evet zorundayız. Çünkü ne zaman açık görsek oyun için bunu kullanmamız gerek."
" Bizde arkadaş olarak birbirimize söylediğimiz konuları kullanmayız. Anlaştık mı?"
"Peki, anlaştık." Furkan gülümseyerek Cansu'ya baktı.
Aklına birbirlerini daha iyi sağlamalarını tanıyabilecek konu geldi. Vakit kaybetmeden bunu ortaya attı.
"Aklıma bir fikir geldi. Arkadaş olabilmemiz için birbirimizi tanımamız gerekli. Bu yüzden karşılıklı birbirimiz hakkında bilmediğimiz şeyleri itiraf etmeye ne dersin? Sıra, sıra."
Furkan'ın ortaya attığı fikri anlık düşündü. Makuldü. Hatta oldukça mantıklıydı. Arkadaş olabilmek için farklı bir deneyimdi ve işe yarayabilirdi. Elinde tuttuğu romanla birlikte Furkan'a doğru dönerek oturdu ve romanı kucağına bırakıverdi.
"Tamam anlaştık. Neden ilk siz başlamıyorsunuz Furkan Bey?"
"Tamam." dedi Furkan gülerek.
"Başlıyorum. Yarın ki İnkılap sınavına hiç çalışmadım ve bir alırsam. Karneme kötü yansıyacak."
Cansu, kıkırdayarak konuştu.
"Çalışsaydın."
Furkan, sıra sende gibi bakış atınca, devam etmesi gerektiğini hissetti.
"Hayatımda hiç kopya çekmedim."
"Bilmediğim bir şey söyle. Zaten ineksin, kopya çekip neden kendini riske atacaksın ki?"
Cansu, Furkan'ın kendisiyle dalga geçmesinin üstüne koluna ufak bir yumruk savurarak güldü. Furkan ciddileşerek, devam etti.
"Şu ana kadar 14 kızla çıktım."
Cansu, kahkaha atarak ağzını kapattı. Furkan'ın soru soran gözleriyle karşılaşınca, gülmesinin geçmesini bekledi.
"Seninle kim çıkar ki? O on dört kızın her biri nasıl bir salaktı acaba?"
"Neden salaklarmış?" dedi Furkan ciddiyetle.
"Çünkü senin niyetini anlamamak için aptal olmak lazım şaşkın."
Cansu ekleyerek devam etti.
"Hiç kimseyle çıkmadım."
"Biliyorum." dedi Furkan gülümseyerek.
Cansu bir anda ciddileşti. Furkan nasıl oluyor da kimseyle çıkmadığını biliyordu? Bu garipti.
"Nereden biliyorsun?" dedi Cansu.
Furkan, kendini kaptırarak pot kırdığını anladı. Bunu toparlaması gerekliydi. Yoksa gerçekten ciddi bir sorun haline gelirdi..
"Seninle kim çıksın ki?" dedi gülerek.
"Çok komiksin."
Furkan kendini toparlayarak devam etti.
"En yakın arkadaşım Alp."
Cansu gerildiğini hissetti. Tebessümü yüzünden solarken, aklına dün Bilal ile yaptıkları telefon konuşması geldi. Sıkça kavgaya girdiklerinden bahsetmişti. Nasıl olmuştu da bu kadar çabuk barışmışlardı? Belki de kendini kandırıyordu. Furkan ona yalan söylüyordu.
"Küs olduğunuzu biliyordum." dedi Cansu ağzından kaçırarak.
Furkan bir kez daha pot kırdığını hissetti. Cansu'nun bunlardan nasıl haberi vardı? Kavga nedenini de biliyor muydu? Ya da olaylardan haberi var mıydı? Nasıl haberi olabilirdi ki? Bu imkânsızdı. Kavga ederlerdi fakat Alp hiç bir zaman ispitçi bir arkadaş olmamıştı. Bu yüzden en iyi arkadaşıydı. Aslında değildi o olanlardan sonra konuşmuyorlardı. Daha doğrusu ne zaman konuşsalar konu hep o kaymaması gereken konuya kayıyor ve kavga boyutuna tekrardan giriliyordu. Tedirgin bir biçimde konuştu.
"Sen nereden biliyorsun?"
Kasılma sırası artık Cansu'daydı. Elini şakaklarına götürerek ovuşturdu. Böyle bir şeyi nasıl söylemişti? Şimdi ne diyecekti? Dün kendisine güvenmediği için telefon açıp Bilal'e sorduğunu mu? Yoksa Bilal'in ona bazı şeyleri anlattığını mı? Kafasını toparlamaya çalıştı. Furkan'a açıklaması gereken sağlam bir cevap bulmalıydı.
"Aynı sınıfta olduğumuzu unutuyorsun galiba. Sadece kavgalı olduğunuz kulağıma geldi."
Konuyu değiştirmek isteyerek ekledi.
"Günlük tutuyorum."
"Artık oradan inseniz."
Yabancı ses kulaklı doldururken, içinde bilinmez kıpırtı oluştu. Bakışlarını aşağı çevirdiğinde, Fulya ve Ceren'i gördü. Onlara bakarak gülümsedi. Bulunduğu durumdan kurtulduğu için oldukça sevinmişti. Kardeşi ilk defa işe yarıyordu.
Fulya kafasını yukarı kaldırarak konuştu.
"Yemek hazır, sizi bekliyoruz."
Adımları dikkatlice ağacın tümsek yerleri bulduğunda, aşağı inana kadar tutuşları ve ayakları sağlam basıyordu. Son yarım bir metre zıplayarak, yere atladı. Hemen peşinden, Furkan'ın atlayış sesi de kulaklarını doldurdu.
Adımları Ceren ve Fulya'yı takip etti anne ve babaların kurdukları büyük sofranın etrafına üşüştüler. Zevkle yemeklerden yerken, herkes hoş sohbet havasına dalmıştı. Yemeklerin ardından, herkes bir takım oluşturarak, yakan top oynadı. Hava yavaş, yavaş kararıyor, aydınlık yerini kasvetli ve zifiri karanlığa bırakıyordu.
Eve dönme vakti gelmişti. Herkes eşyaları toplarken, Cansu kendi kurduğu hamağı topladı. Eşyalar teker, teker arabaya kondu. Ceren ve Fulya bagaja binmemek için mızmızlanırlarken, Furkan ve Cansu başka çareleri olmadığı için bagaja bindiklerinde, Ceren ve Fulya'da sonunda durumu kabul ederek binmek zorunda kaldılar.
Cansu kulaklıklarını takarak, müzik açtı ve başını cama yasladı. Bütün şiddetiyle yağmaya başlayan yağmuru izliyordu. Bu gün düşündüğü kadar korkunç bitmemişti. Başını yana çevirdiğinde Furkan'ın kendisine baktığını gördü. Tebessüm etmekle yetindi. Oda kendisine bakarak gülümsedi.
Konuşmamışlardı.
Başını tekrar cama yasladı ve dışarıdaki yağmuru izlemeyi sürdürdü. Yağmur'u çok severdi. Kokusu her zaman onu derinden etkilerdi. Yine de düşüncelerini kurcalayan ve huzurunu bozan bir neden aklında tilki gibi dolanıyordu. Yarın ki sınavına ne kadar çalışmış olsa da huzursuzdu. Huzurunu bozan tek şey bu olsa iyiydi. Furkan'la ağacın üstünde konuştukları kafasını karıştırmıştı.
Alp'le aralarında onu bu kadar tedirgin eden ne geçmişti? Neden bunu bilebilecek olma durumundan dahi rahatsızlık duymuştu? Merak ediyordu. Bir şeyler dönüyordu ve bunun görmemek için kör olmak gerekti. Ya da kendi öyle hissetmişti.
Konu ne kadar saçma ve mantıksız yere kayabileceği umurunda bile değildi ve neler döndüğünü öğrenecekti.