TATİL

2005 Words
Amelia verandaya doğru  yürüdü. sanki hiç bir şey bilmiyormuş gibi davranmaya devam edecekti. bu Norveç'te geçirilecek son 5 günü kesinlikle kavga ile gürültü ile trip ile geçirmek istemiyordu. beraber eve girip eşyalarını toplamaya başlamışlardır. - çok fazla eşya almamıza gerek yok hemen üç beş bir şey toplayıp çıkalım. - ne bu acele sevgilim. orası her mevsim çok soğuktur. şimdi almayıp orada pişman olacağımıza, yavaş yavaş toparlanalım.  - hayır eksiğimiz kalır ise bile oradan alırız. bir an evvel gitmek istiyorum - amelia hayatım biletleri yarına adım. - . . .  amelia birden elinde ki eşyaları yere bırakıp olduğu yere çöktü ve ellerini başının altına aldı. - ne oldu şimdi? - bir an evvel gitmek istiyorum ben. vakit kaybetmek istemiyorum. - tamam ha bu akşam çıkmışız yola ha yarın sabah. günler çuvala girmedi ya. dedi gülümseyip onun omzuna kolunu atarak.      evet günler çuvala girmişti ama. onun her geçen gün yaşadığı zaman daha doğrusu yaşadığını hatırladığı zaman azalıyordu bariz bir şekilde, william da savaşa gidiyordu. bunun başka nasıl bir tarifi olabilirdi ki. - anlıyorum tüm yıl bu zamanı beklediğini. lakin sadece bir kaç saat daha bekleyeceğiz. ( buna tam olarak kendi de ikna olmamış gibiydi )         hasta olduğunu öğrenmeden önce zaman kavramının ne olduğunu tam olarak anlamadığını şuan kavradı amelia. normal bir insan için bir kaç saatin kıymeti yoktur, nasıl geçtiğini bile alamaz lakin bir hasta için ve ya bir asker için iş öyle olmuyordu. amelia onun suratına bakıp ardından boynuna sarıldı. william onun saçlarını okşadı. amelia okula gittiğinde yukarıya kendi yatak odalarına çıkıp amelia nın sakladığı bir şey var mı diye odayı bir karıştırdı. ve bir şeyler buldu. bir doktorun kartı amelia nın çekmecesinde çamaşırların arasında saklanmış halde duruyordu. ilk başta ne düşüneceğini bilmiyordu. bunun ne anlama geldiğini, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. amelia hasta mıydı? eğer öyle olsa idi sana niye söylemesindi. karta daha dikkatli baktığında doktorun aslında bir psikiyatr olduğunu anladı. Dr. Orlando adında tanıdığı bir doktor yoktu. psikiyatr a gitmeyi neden gerek duymuştu? ben ona yetemiyordum demek ki. dedi kendi kendine. halbu ki her daim ona karşı anlayışlı olmak için kendini zorladı sonuna kadar. ilişkilerinin en zor zamanlarında bile birbirlerine tutunup sıkı sıkı, her zorluğun üstesinden gelmişlerdi. yok ise sadece kendisi mi böyle düşünüyordu. amelia yı aslında hiç bir zaman anlayamamış mı idi? evet ondan sakladığı belli başlı şeyler vardı. lakin bunların hepsi mesleki konulardı. bunları amelia ya açmak onu üzmekten fazlasını veremezdi. amelia ile evlenmeden önce ona söylemişti. askeri ile ilgili hiç bir şeyi bana sorma. sorsan bile sana açıklamam. diye ona bu konuyu açık bir şekilde söylemişti. amelia ise tamam demesine rağmen her eline geçen fırsatta konuları açmayı başarabiliyordu. lakin william da bu konuda en az onun kadar inatçıydı. sonuçta ona bu hafta kaç kere ölümden döndüğünü ona söyleyecek hali yoktu ya. Bu kartın ne anlama geldiğini halen daha düşünüyordu. aslında ilk başta hızını alamayıp kartta ki telefon numarasını arayacaktı. lakin bunu yapması çok erke olursu biraz daha beklemeli idi. hemen arsa idi bunu mutlaka amelia anlardı ve kendisine olan güvenini zedelemiş olurdu gene kendisi. bekleyip kendi kendisinin çözülmesini bekleyecekti. böyle olması daha iyiydi. hem belki Norveç'te ki kışlıklarında iken daha rahat olur ve orada iken ağzından bir kaç kelime kaçırabilirdi bu doktor hakkında. böyle düşünmesine rağmen her ihtimale karşın kartı yanına aldı. çünkü eğer amelia anlatmazsa artık son çare kendisi doktor ile görüşecek idi.        beraber bu geceyi de Londra da ki evlerin de geçirdiler. amelia her zaman ki gibi başını William'ın göğsüne koymuş sarılıyorlardı birbirlerine. derken: -bu gün okula gittiğimde hiç bir erkek hoca arkadaşımı göremedim dedi - . . .( acaba savaş ilanını öğrenmiş olabilir mi ) niye ne olmuş ki? ( hiç bir fikri yokmuş taklidi yapmaya karar verdi ) - askerlik şubesine gitmişler. dedi yavaş yavaş sanki nedenini biliyormuş lakin gene de soruyormuş gibi. ama wiliam gene de direnmeye devam etti. - niye hiç biri askerliğini yapmamış mı? - ben yaptıklarını sanıyordum. yok ise niye askerlik anılarını anlatsınlar ki değil mi? - erkekler kendi aralarında daha fazla havalı olabilmek amacı ile olmayan şeyleri olmuş gibi anlatırlar amelia.  -olan bir şeyi olmamış gibi göstermek ile aynı şey bence. dedi ve wiliam başını çevirip ona baktı: - amelia biliyor musun saba erken kalkıcaz şuan uyuyalım sevgilim sonra bunun analizini yaparsın. gözlerini kapatmıştı her ikisi de lakin uyumuyorlardı. ikisi de ikisinin birbirinden sakladığı şeyin ne olduğunu tahmin edebiliyordu. ve gözleri kapalı bir şekilde bunun hakkında düşünüyordu. evet amelia da William'ın şüphelendiği şeyi biliyordu. çünkü çekmecesinde ki çamaşırların arsına sakladığı doktorun telefonunun yazılı olduğu kartı orada yoktu. ve william' ın aldığına emin idi.                                                               ............................................................       sabah kalktıklarında william amelia nın biran evvel kalkıp uçağa binmek için sabırsızlandığını bilmesine rağmen güzel bir kahvaltı hazırladı. amelia kahvaltı masasını ve halen daha ocağın başında ekmek kızartan William' ı görünce suratı düştü çünkü mümkün olduğu süre de hızlı bir şekilde oraya varmak istiyordu kaybedeceği zaman hatta dakika yoktu onun için . lakin hemen toparlandı. çünkü böyle ufak tefek şeyler için kavga gürültü ye gerek yoktu. bu Norveç'te ki yazlıklarında geçirecekleri 5 günü hiç bir şeyin mahvetmesine izin vermeyecekti. kendisinin bile. çünkü bu son hatırlayacağı veya hatırlamayacağı 5 gün olacaktı. kendisi belki 1 ay belki daha kısa bir sürede tüm bu 25 yıllık yaşamını yavaş yavaş unutacaktı lakin william ve charlie bu zamanları hatırlayacaktı. onlar için hiç bir şeyin huzurunu kaçırmak istemiyordu. sakin bir şekilde günaydın deyip kahvaltı masasına beraber karşılıklı bir şekilde oturdular. lakin uzun bir süre kimse yemeklere dokunmadı. charlie zaten uyuyordu. amelia ve william birbirlerinin suratına bakıyordu sadece. sanki dilleriyle söyleyemedikleri şeyleri bakışlar ile anlatmak ister gibi bir hali vardı ikisinin de. uzun bir süre böyle bakıştıktan sonra william: - seni seviyorum, dedi - . . . ( hafif bir gülümseme ile ) ardında ikisi de sırf yemiş olmak için yemeklerini yediler. bir gece önceden hazırladıkları bavullarını arabaya yüklediler ve kendileri de arabaya binerek Londra dan Norveç' in başkenti Oslo' ya inen uçağa bindiler. 1 buçuk saatlik uçak yolculuğunun ardından orada kiraladıkları arabaya binerek evlerinin yolunu tuttular. william ve amelia da hiç konuşmadılar yol boyu yalnız içlerini çekip durdular ikisi de farkına varmadan. charlie ise yol boyunca uyumuş bir kere bile uyanmamıştı. sonunda evlerine vardıklarında tıpkı William' ın onlara söylediği gibi hizmetçiler şömineyi yakıp evi ısıtmışlardı ve yemek hazırlamışlardı. orya vardıklarında saat sabah on buçuk idi ve hal böyle olmasına rağmen hava gene de gece gibi karanlıktı. aslında amelia nın burayı ayrı bir sevmesinin nedenlerinden biri de bu idi. saba saatleri hem de erken ir saat olmasına rağmen hava Norveç' te kışın hep kapalıydı. tam da bu mevsimler de kuzey ışıkları görünüyordu. kuzey ışıkları amelia yı her daim büyülerdi. onları her gördüğünde sanki bir çocuk gibi heyecanlanıp mutlu olurdu. lakin eve vardıkları gibi hepsi direk yatak odasına çekinip uyudular. saki hiç bir şeyin artık kıymeti yokmuş gibi hiç bir şeyin varlığı veya yokluğu onların ikisini de heyecanlandırmıyordu.       amelia uyandığın da william yanında yatakta yoktu. hemen kalkıp sabalığını üstüne çekti. aşağıdan sesleri geliyordu. anlaşılan charlie o uyurken uyanmıştı ve william da onunla ilgileniyordu. lakin charlie durmadan ağlıyordu. amelia anladı hemen . charlie nin karnı acıkmış idi. ve william anlaşılan bunu alaamış idi. çünkü hala onu ellerinde tutup havya doğru atıp tutuyordu. amelia ben öldükten sonra nasıl bir hayatları olacak diye acı acı düşündü ister istemez. - bana ver william charlie nin karnı acıktı. charlie yi ona verir vermez sustu. - nasıl mümkün olabiliyor bu, dedi nefes nefese. çünkü oyun oynar iken charlie ile yorulmuş idi. - anlıyorum işte ,dedi sırıtarak       saat akşam 5 idi. ve hava da kuzey ışıkları belirmeye başlamış idi. amelia charlie yi kucağına alarak perdeyi çekip ona bu büyülü manzarayı pencereden izletti. charlie de aynı annesinin önce ki geldiklerin de verdiği tepkiyi verdi. william da amelia ya arkadan sarılıp onlara katıldı. amelia yı başının arkasından öptü. ardından. - akşam yemeği çoktan hazır. hadi kurt gibi açım deyip sofraya çağırdı onları.      beraber akşam yemeği yediler. yemek yeme boyunca sürekli ikisi de konuşacak bir konu bulmaya çalıştı. lakin söyledikleri şeyler karşılıklı beş kelimeden fazla etmiyordu. ikisi de uzatmaları oynadıklarının fakında idi. pek yakın bir zamanda da ikisi de birbirine açılacaktı. çünkü işler son derece can sıkıcı ilerlemeye başlamış idi.  birbirlerinin suratlarına bakıp dilleri ile söyleyemedikleri şeyleri gözleriyle anlatmak ve karşındakinin bunu anlamasını beklemek çok acınasıydı.      charlie akşama doğru gene uyumuş idi. sadece amelia ve william uyanıktı. ve ikisi de kestane yapmıştı. soyup birbirlerine veriyordu. bu ikisi arasında yazılı olmayan bir gelenekti. ta ilk tanıştıkları zamana dayanıyordu. o zamandan beri yalnız başlarına kestane yemez, sadece bir ortamda ikisi var iken yerdiler. ve soyduklarını birbirlerine verir, kendi soyduklarını yemezdiler. gene bu akşamda aynı geleneği devam ettirdiler. samimi görünmelerine rağmen aralarında birbirlerinden akladığı sırların soğuk rüzgarları esiyor idi. bu sessiz savaşı bozan william oldu: - amelia ben Vietnam'a gidiyorum. amelia elleri kucağında öylece ateşe bakıyordu yalnızca. yüzünde şaşkınlığa dair hiç bir ifade yoktu. zaten bekliyordu sadece ne zaman kendisinden duyacağını merak diyordu. lakin gene de sesli bir şekilde onun ağzından bunu duyma kalbini ağrıttı. sanki o söylemeden önce gerçekleşmeyecek bir gerçekmiş gibiydi. gözleri doldu. lakin gene de suratında aynı ifadesizlik var idi. uzun bir beklemenin ardından yutkundu ve ona döndü. onun gözlerinin içine baktı. ardından gözlerini yumup başını eğerek : - biliyorum dedi. lakin ağzından ses çıkamadı, yalnızca dudakları hareket etti. ve bunu yaparken acı bir gülümseme vardı suratında. sonra birden güzel yüzündeki gülümseme yerini hıçkırıklara bıraktı. gözlerinden yaşlar boşalırcasına akıyor idi. aynı zamanda da hem gülüyor he ağlıyordu. sanki günlerdir uyumamış olmasına rağmen uyanık kalma zorunda olup rolünü yapma zorunda olan bir oyuncu gibi. william daha fazla dayanamamıştı. söylemişti. şimdi kendisinden de aynı şeyi yapmasını bekleyecekti. lakin yapamazdı. buna katlanamazdı. kendisinin sonu mutlak ölüm idi. hem de uzun bir ölüm, yavaş bir ölüm dü. sadece vakti geldiğinde üzerinde eksik olan toprak üzerine atılacaktı. o kadar. - ağlayıp ta bize daha fazla eziyet etme ameliam. söyle bana, sende benim gibi söyle, dedi suratını okşayıp düşen göz yaşlarını ıslanan yanağında siler iken. - . . . oturduğu yerden onun kucağına sarılıp ağlamaya devam etti.                                                                    ..........................................        gene sabah saatleri olmuş idi. lakin hava hala kapalıydı. aynı dün ki gibi. koltukta öylece ikisi de uyuya kamış idi. william aşağıda amelia onun üstünde birbirlerine sarılıp uyuya kalmışlar idi. önce amelia uyanmıştı. william ın göğüsünden doğruldu. gözleri uykulu uykulu ve kırmız idi. evet artık net bir şekilde biliyordu ki william savaşa gidiyordu. kendisi ölecekti. fakat charlie . charlie daha 2 yaşında bile değil idi. beni hatırlamayacak bile diye düşündü kendi kendine. yalnızca fotoğraflardan gördüğü kadarr tanıyacak annesini. kendisi de böyle büyüdü. daha çok küçük yaşta annesini kaybetmişti. hayatı boyunca asla anne kelimesinin anlamını tam kavrayamamış idi.ta ki kendis anne olana kdar. charlie doğduğunda hem anne oldu hem sanki hep bir annesi varmış gibi hisseti. onu hiç göremeiş olmasına rağmen sıcaklığını sevgisni ve şefkatini üzerinde hissetti. annesi yaşasa idi sever miydi diye düşünürdü hep. elbette sever idi diyebiliyordu artık kendi kendine evlat hiç sevilmez mi?       charlie de hiç kendisi gibi düşünebilecek miydi acaba? william o öldükten sonra çok sarhoş olup arkadaşlarının tavsiyesine uyup tüm eşyalarını yakar mıydı chalie nin gözü önünde tıpkı amelia nın babasının yaptığı gibi? yapmazdı elbet lakin keşke yapsa diye düşündü kendi kendine. şimdi anlıyordu. babasından o gece çok korkmuştu daha dün gibi hatırlıyordu. lakin ölenlerle ölünmüyordu işte. kalanlar kendi hayatlarına devam etmeliydiler.       peki ne malum william' ın sağ salim savaştan döneceği. 20 yıl sürebilecek bir savaştan kim sağ çıkabilir idi? işte o zaman charlie ye ne olacaktı. amelia nın babası bay Thomas'a mı vereceklerdi çocuğunu. kendisi gibi yetişecekti. hayır böyle olsun  istemiyordu asla, yoksa yetimhaneye mi verilecekti. babası gibi yetişecekti. işte ayrı bir çıkmaz yola daha girmişti. dertlerin biri bitmeden daha öte ki geliyordu. amelia bunları düşünürken williamın yanından kakıp charlienin yanına geçti ve uyurken onun başını okşayıp: - anne seni hep sevecek, baban seni hep seveck oğlum güçlü ol dedi fısıltı ile kulağına. william ise uyanmış lakin hiç hareket etmeden yattığı yerden onları izliyor ve amelianın dediği şeyi dinliyordu.                                                                     ..................................................    william artık karar vermişti amelianın çekmecesinden aldığı telefon numarası yazılı olan doktoru arayacak idi. çünkü bir kaç saat önce amelia da duyduğu şeylerin ne kadar ağır olduğuna kanaat getirmişti. bunlar uyuyan bir çocuğa mırıldanılan normal sevgi sözcükleri kesinlikle değil idi. bir veda gibi geliyordu kulağa bir ağıt gibi... william bunları düşündükten sonra telefon numarasını çevirecekti ki telefon zaten çalmış idi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD