Defne, başta karşısına çıkan her benzinlikte, her dinlenme tesisinde durmuştu. Yolu uzatabildiği kadar uzatarak, vardığında ne yapacağına karar vermeye çalışıyor, gerginliğinden kurtulmaya çalışıyordu.
Yolu uzatmanın onu daha da germesi ve Necmettin’in “Korkunun ecele faydası yok,” mesajından sonra hiç durmadan gaza basmış, sonunda onun attığı konuma gelmişti.
Evin önünde durduğunda araçtan inmek için pek aceleci değildi. Çünkü kapıya çıkan insan sayısı giderek artıyordu. Kendilerine kabalık bir aile diyordu ama görünüşe göre yanılıyordu.
Kalabalığa bakarken yavaşça araçtan çıktı. Saçını kulağının ardına iterek “Merhaba,” dedi, hafifçe gülümsedi.
Necmettin, “Murat’ın Defne’si bu,” diyerek yanındaki kızı dürttü. “Yengeniz, selamlayın!”
O konuşana kadar sessizce dikilen kalabalık, teker teker kızı selamlasa da yerinde dikilmeye devam ediyor, Defne’ye yaklaşmıyordu.
Defne gerildikçe gerilirken tanıdığı tek kişiye, Necmettin’e bakarak “Valizlerimi taşısınlar,” dedi.
Arabasının anahtarını, valeye uzatır gibi küstahça adama uzatıp almasının ardından “Murat nerede?” diye sordu.
“Benim canım sevgilim?”
Aslında böyle davranmak istemiyordu ama ailenin ona dostça yaklaşmayacağını anladığı için rol yapmaya ihtiyacı kalmamıştı.
Necmettin, gözlerini kısarak kızı anlamaya çalışırken arkadan “Ne oluyor? Neden kapıya doluştunuz?” diye Murat’ın sesini duyduğunda hafifçe geri çekildi. Kızı görmesini sağladı.
Defne, tekerlekli sandalyede oturan Murat’ı görünce dudaklarını birbirine bastırdı.
Hafif bir nefes alıp önünde dikilip duran, ona öldürmeye pek hevesli gibi bakan kadını kenara itip kendine yol açtı.
İkinci kez düşünmeden adama doğru eteğini savurarak yürümeye başladı.
Murat, onu görünce tepkisiz kalmıştı.
Kız üzerine atılıp boynuna sarıldığında şaşkınlıkla “Defne?” diye soludu.
Defne, ona sarılmaya devam ederken “Seni özledim,” diye fısıldadı.
Bunu da planlamamıştı.
Murat, siyahlar içindeki kızı gördüğünde şaşırmamıştı. Onun abisinin tehdidi ile geldiğini biliyordu.
Kızın ona bağırıp çağıracağını, atar yapacağını bilerek bu oyunu oynamaya karar vermişti.
Koşup boynuna sarılmasını ise asla beklememişti.
Elini kızın beline sardığında gerilerek kendinden ayrılmasıyla hafifçe güldü.
Anlaşılan oyun oynamaya karar veren tek kişi kendisi değildi…
Bekleşen kalabalığa dağılmasını işaret ederek kızı saran parmaklarını geriye çekti.
Defne, ondan ayrılsa da tepesinde dikilmek yerine dizlerini kırarak yere çökmüştü.
Ellerini sıkıca tutup “Murat,” derken hafifçe dudağının titrediğini görebiliyordu ama bunun da samimi olmadığını düşünüyordu.
“Yemin ederim iyi olduğunu sanıyordum,” dediğinde tek kaşını kaldırdı.
Dünya alem ne halde olduğunu duymuştu. Onun yüzünden herkesin dilindeydi. Bir de duymadım diye ayak yaparak inanmasını bekliyordu.
“Arasan bilirdin!” diyerek yine hafifçe güldü. “Sen beni hiç aramadın!”
Şimdi de kıza, onu arayıp sormadı diye karı gibi trip atıyordu.
Kızı ayağına getirtirken düşündüğü şey, bu da değildi.
Defne, başını sağa sola salladı.
“Aramadım. Haklısın ama…” deyip dikkatini onlara vermiş kalabalık yüzünden sesini sadece adamın duyabileceği kadar alçalttı.
“Abin haber verdiğinde ona da söyledim, başkasını bulduğunu, hayatına devam ettiğini sanıyordum! Beni arayıp sormayanın sen olduğunu sanıyordum!”
Murat, sırtını tekerlekli sandalyeye yaslayıp kızın samimi ifadesini uzun uzun süzdü.
Yalan söylediğinden biliyordu. Sadece eski bir mevzu yüzünden ondan uzak durmaya çalıştığına başından beri inanmıyordu. Şimdi de inanacak değildi.
Kaza yaptıkları gece de öncesinde de kendisine naz yaptığından oldukça emindi. Kızın çevresinde kendisi gibi yaşamayan tek kişi bile olmadığını biliyordu.
Defne çapkın erkeklere alışıktı. Onların ne yaptığını ailesindeki diğer kadınlar gibi umursamıyordu.
Kaşlarını çatarak sessiz kaldığı sürede, tiyatro sahnesi izler gibi dikkatlice onları izleyerek bekleyen ailesinin kız hakkında kendi arasında konuşmaya başladığını fark edince arkasında dikilen yardımcısına seslendi.
“Ahmet, odama gidelim. Bahçe sıcak. Yengeniz yerleşirken onunla biraz konuşmak istiyorum.”
Defne yeni fark etmiş gibi adamın arkasında dikilen kişiye bir bakış attı.
Murat’ın yumuşamadığını, hala ters ters baktığını görebiliyordu. Zaten adama koştururken onu yumuşatmayı ya da aralarını düzeltmeyi de planlamamıştı.
Yavaşça doğrulurken adamın sağlıkla ışıldayan cildini süzdü. Sandalyeye güç bela sığmış bedenini inceledi. Kaşları çatıldı.
Böylesine sağlıklı görünen birinin sakat kaldığına inanamıyordu.
Ve ne kadar kabullenmek istemese de bu meselede biraz da kendi payı olduğunu düşünüyor, kendini suçluyordu.
Murat’ın ardı sıra yürürken arkasından yükselen uğultunun tek kelimesini bile anlamıyor oluşu ise daha çok canını sıkıyordu.
Uslu uslu yürürken aniden durdu. Arkasını dönüp ona bakan kalabalığa üstten bir bakış attı.
“Benimle konuşmaya niyetlendiyseniz, anlayacağım dilde konuşun. Cevap vereyim. Ha, arkamdan konuşmayı düşünüyorsanız; bekleyin, önce bir gideyim de öyle konuşun…”
Hepsi sus pus olsa da araçtan indiğinden beri ona ters ters bakan kadın gözlerinin içine baktı.
Alayla gülerek “Seninle konuşmak isteyen yok,” dedi.
“Sen kimsin ki seninle muhatap olalım!”
Murat, başını çevirip kadına ters ters baktı.
Defne’nin burnundan getirmeyi kafaya koymuş olabilirdi ama bunu yalnızca kendisi yapabilirdi.
Evdekilerin kızı ezmesine müsaade edecek değildi. Özellikle kendisi de oradayken.
“Kim olduğunu sen çok iyi biliyorsun Zozan…” deyip kıza gözlerini dikti.
Defne, bir an durdu. Sonra hafifçe kıkırdadı. Sinirleri alt üst olmuştu. Kızın ismini duyunca saçma bir şekilde komik bulmuştu.
Söylenişi ile mi alakalıydı yoksa kızın Murat’tan yediği fırçayla giderek kararan ten rengiyle mi bilemiyordu ama dudaklarını birbirine bastırsa da gülmesine engel olamıyordu.
Omuzları sarsılırken içinden defalarca Zo- zan diye tekrarlıyordu.
Bir kıza, özellikle onun gibi güzel bir kıza hiç de yakışmayan söylenişi kaba bir isimdi. Anlamını bilmiyordu.
Sadece söylenişi epeyce komikti işte.
Murat’ın yanında dikilen adama doğru birkaç adım attı.
Adam, tekerlekli sandalyeden, sadece onunla arasına mesafe koymak için anında uzaklaştı.
Gülmemeye çalışarak hızlıca konuştu.
“Ahmet Bey, sana gerek yok. Murat ile yalnız konuşsak daha iyi olacak. Ne de olsa aylardır görüşmedik. İhtiyacımız olursa ben size seslenirim.”
Sonra bakışlarını ona çevirmiş olan Murat’a toplamaya çalıştığı ama başaramadığı yüzünü çevirdi.
“Odan nerede aşkım?”
Murat sessizce yolu işaret etti.
Koridor boyunca ilerlerken Defne tüm endişelerini bir kenara bırakmış, hala kızın ismi yüzünden kıkırdıyordu.
Odaya girmeden önce deli gibi kahkaha atmaya başlamıştı.
Onlar odaya girdikten sonra “Bu kız deli sanırım?” diyen ablasına dönen Necmettin, dudağını büktü.
“Deli mi, divane mi bilmem,” dedi düşünceli bir sesle.
Karşısına alıp konuştuğu kızla kardeşini görünce yüzü aydınlanıveren kız arasındaki uçurum epeyce dikkat çekiciydi.
Kızı yalan söylemeye çalışırken görmüştü. Hareketlerinin zoraki olmadığının da farkındaydı.
Ablası “Nasıl yani?” dediğinde kaşlarını çattı.
“Bir kez konuştum. Korkmadan kalkıp buraya kadar geldi. O zaman dedim ki bu kız Deli. Şimdi haline bakıyorum. Murat’ın dediği gibi seviyor sanki... Şimdi de diyorum Divane…”
Gülay Hanım, kaşlarını çatarak kardeşini süzdü.
“Madem seviyor, Murat ölümlerden ölüm seçerken neredeydi?”
Necmettin, “İşte onu hiç bilemiyorum…” deyip iç geçirdi.
Masasındayken dediklerini kelimesi kelimesine hatırlıyordu. Kız, kardeşini sevmiyor, umursamıyordu.
Tehdidi ile konağa geldiğinde olay çıkarır sanmıştı. Kendini buna öylesine hazırlamıştı ki gerginliği üzerinden atamıyordu.
“Benim bir toplantım var. Akşama da misafir gelecek. Kızla ilgilenin. Eşyalarını odasına taşıyın. Ben gelene kadar bir terslik olmadığından emin ol abla. Özellikle Zozan’ı kızdan uzak tutun. Kıskançlıktan gözü dönmüş, ağzına, eline sahip çıksın. Benim canımı da abimin canını da sıkacak şeyler olmasın.”