13:15
"Kanıtladı mı?" Diye sordu yerinde kıpırdanırken. Sıkıntıyla nefes verip çantama uzandım. İçinden patronun bana verdiği resimleri ve belgeleri çıkardım. Sert bir şekilde ona uzatırken sadece bana bakıyordu. Bu belgeleri alabilmek için ödeyeceğim bedeli bir bilse...
Eline belgeleri alıp incelemeye başladı. Bir sürü karalama ve görsellerle doluydu. Bütün sayfayı ayrıntılı bir şekilde taradıktan sonra bakışları gözlerimle birleşti. Hala cevap bekliyordum. Aslında ondan korkmuyordum. Polise şikayet etse bile beni asla bulamazlardı. Bunu yapmanın sebebi beni şüpheye sokması oldu. Tekrar önüne dönünce bende kafamı yere eğip döşemeleri incelemeye başladım. Dakikalar ilerledikçe damarlarımda akan merak duygusu yerini hissizliğe bırakmıştı. Hep böyle olur zaten. Bir hissi 5 dakikadan fazla yaşayamam bazen hiç hissetmem. Patron kendisi gibi olmam için çok çaba sarf etmişti. Onun gibi hissiz, güçlü ve tabi ki zeki. Bir şeyi dört dörtlük yapmadan yapılmış saymıyordu.
"Almila..." Fısıltı halinde söylese bile duymuştum. Gözlerimi yerden ayırdım ve çatılmış kaşlarına baktım. "B-ben evlat edinildi sanıyordum." Dediklerinden bir şey anlamazken o kendi kendine konuşuyordu.
"Ne saçmalıyorsun?" Kızarmış gözleri bana bakmayı reddederken evin her bir zerresinde dolandı. "Kayra ne diyorsun açık konuş." Öfkeli çıkan sesimin ardından bir sayfayı bana doğru uzattı. Elime alıp incelemeye başladım. O ise uzun ince parmaklarını saçlarına daldırdı. Endişe, korku, merak... gözlerinde net bir şekilde görünüyordu.
Semih Erol(evden kaçtı)
Kübra - (kimsesiz)
Rümeysa Selvi (babaannesi ( Alzheimer)ile yaşıyor)
Almila Aktaş (kayboldu)
Her ismin altında çocuklara ait bir görsel, satılan organlar, gömüldükleri yerler vs vs...
"Açık anlat." Dedim ve sayfayı masaya fırlattım.
"Almila..." Duraksadı ve derin bir nefes aldı. "Ben kimsesiz çocuklara yardım ederim. O yüzden o binadaydım. Kimsesiz çocukları toplayıp yetiştirme yurduna götürür hepsini tek tek takip ederim. Bazen yurttan izin alıp onları sinemaya,lunaparka ya da sahile götürürdüm. Almila onların arasındaydı. Ya kayboldu ya terk edilmişti. Yurda gittiğimde yoktu. Görevli evlat edinildi dedi. Bende sevindim ailesi olacak diye. Çok zeki ve sevimli bir çocuktu. Hatta evimde baktığım kediyi de o vermişti en yakın arkadaşıydı. Yurda girince bana verdi. A-ama şimdi onun küçük bedeni bir vahşete tanık olup soğuk toprakla buluştu." Sinirle yumruklarını sıktı ve ayağa kalktı. "Harika ve adaletli bir dünya!" Dedi öfkeyle. Bende ayağa kalkıp yanına gittim.
"Onun için hayat yeni başlıyor. Onu öldürenler içinde cehennem yeni başlıyor." Dedim. Derin derin nefes alırken bir anda durdu ve intikam ateşiyle yanan gözlerini gözlerime dikti.
"Onları öldüreceğim." Ciddi ve öfkeli çıkan sesi alayla gülmeme sebep oldu.
"Birini öldürmek o kadar kolay değil ve bunu yapacak kadar delirmedin." Dememle birlikte omuzları düştü.
"Biri olanlara son vermeli. Sen... a-adın ne senin?" Ağzımdan bir hıh sesi çıktı gülmeyle karışık. "Neden adını bilmiyorum?" Kendi kendine konuşurken bende koltuklara ilerledim. Masada duran paketten bir sigara aldım ve ucunu o muhteşem kızıllıkla buluşturdum. Kayra derin bir nefes aldı ardından karşıma oturdu. "Adın ne?" Bakışlarımı kültablasından ayırdım. Siyah gözleri bütün bedenimde gezindi.
"Shaula." Dedim kısık sesimle. Sigara dumanı ciğerlerimde geziniyordu. Gri duman dudaklarımdan dışarı çıkarken gözlerine baktım. Siyahın en derin hâli karşımda duruyordu. Gözleri karanlığı anımsatsa da derinlere inince ışığı görüyorsunuz.
"Anlamı ne? Gerçek adın mı?" Yanıma oturmuştu soruları sıralarken. Gözleri arada bir dalsa da odaklanmaya çalışıyordu. Sanki beyninden bir düşünceyi def etmeye çalışır gibi.
"Sadece Shaula." Dedim. Sigaramı son bir kez içime çektim kültablasına basmadan önce. Keşke içimde ki ateşte bu kadar kolay sönse. Üzerine bastırınca yok olup gitse.
Kayra ayağa kalkmıştı ben zihnimde ki fırtınayla savaşırken." Gitsem iyi olacak." Dedi sesinde ki hüzünle birlikte. Uzun zaman sonra patron dışında biriyle konuşmak tuhaf olmuştu. Tam ayağa kalkacağım sırada telefonuma bir bildirim geldi. Ekranın ışığı yanıyordu. Anlamadığım bir his bedenimi ele geçiriyor ve bu hissi bir kenara atıp telefona uzandım. Her zaman soğuk olan elim daha da soğuk olmuş gibiydi. Kilidi açıp bildirime girdim. Patrondandı. Kayra'ya baktım. Merak ve endişe harmanlanmış gözlerini bana dikmiş bekliyordu. Telefonu hızla cebime atıp ayağa kalktım.
"Evet gitsen iyi olacak. Kanıtlarımı da gördün. " Omuzları düşmüş bir şekilde kapıya ilerledi. " Ve..." Dedim sesli bir şekilde. Merak tohumları gözlerinde yeniden yeşermişti. "Öldürülen çocuğa gelirsek intikamını gözlerinin önünde aldım. Geri kalan adaleti bana bırak ve normal hayatına dön." Adalet ben miyim? Bu boktan hayatın boktan adaleti ben miyim?
20:36
Motordan inip kale gibi eve ilerledim. Patronun mesajını Kayra gittikten sonra okumuştum. Patron yanına gelmemi istemişti. Ne için çağırdığını biliyordum. Bedel...
Çalışan kadın kapıyı açmıştı. Bu kadın yıllardır burada. Patronun ne boklar yediğini bilmiyor muydu? Gereksiz düşünceyi zihnimin derinliklerine gömüp devam ettim. İçeri girdiğimde kimse yoktu. Deri koltuklardan birine yerleşip sigaramı yaktım. Duman ciğerlerimin bayram etmesini sağlamıştı. Zihnim gün doğumunda açan çiçek gibi açılmış, Patronun ne tür bir şey isteyeceği konusunda teoriler üretiyordu. Gözümün önüne gelen saçları hızla geriye atıp sigaramı içmeye devam ettim.
Basamaklardan Paul Parkman marka ayakkabıları ile inen patron, elinde ki viski bardağını pahalı yüzüklerle dolu parmaklarıyla kavramıştı. Sigaramı söndürüp ayağa kalktım. ''İster misin?'' dedi elinde ki bardağı işaret ederken. Kafamı salladım. ''Nebahat. Bir bardak viski getir buraya.'' diye bağırdı. Ne düşündüm ki? Patronun birine hizmet edeceğini mi? Ben koltuğa tekrar otururken kadın elinde dolu bir bardakla hızla yanıma geldi. Teşekkür edercesine sahte gülümsememle gözlerine bakıp önüme döndüm. Patron ise karşımda ki koltuğa yerleşti. ''Bedel ne öğrenmeye hazır mısın?'' dedi suratında ki şeytani gülümseme ile. Altı yıldır tanıdığım adam hep aynıydı. Aynı kötülük, aynı şeytani bakışlar ve aynı aç gözlülük.
''Evet.'' dedim kısaca. Viskiden büyük bir yudum alıp masaya bıraktım. Kristal bardak avizeden gelen ışıkla birlikte parlıyordu. Karşımda ki adam hareketlenince bakışlarımı ona çevirdim.
''Lafı uzatmayı sevmem bilirsin. Yaklaşık bir ay sonra Özdal'ın düğünü var.'' direk konuya dalan Patron koltukta geriye yaslanıp devam etti. '' Nişanlısını severim ama ailesi...'' viskisini bitirip masaya bıraktı. Gözlerim her ayrıntıyı bir bir takip ediyordu. '' Düğünden sonra bir parti olacak. Sende davetlisin.'' şaşkınca suratına baktım. İstediği şey bu muydu? İnsanları sevmediğim için oğlunun nişanına gitmedim. Düğün yerine bir partiye davetli olmak tuhaf oldu.
''Bu kadar mı?'' dedim. Patron kısaca gülümsedi. Bu değil demekti.
''Partiden önce sana kıyafet gönderirim.'' dedi ve ayağa kalktı. Gözlerim arkada bizi dinleyen kişiye takıldı. Bu Deniz'di. Patronun hackeri demek daha iyi olur. Semih, Deniz, Özdal ve ben birlikte büyüdük. Hatta birlikte eğitildik desek daha iyi olur. Semih dünyada ki en iyi bomba ve silah yapan adamdı, Deniz tek başına bütün dünyanın internet ağına sahip olabilecek potansiyeldeydi. Semih silahlarımı üretti, Deniz bütün kamera ve kayıtları beni gizlemek için yok etti ve bende, patronun bana hedef verdiği kişileri yer yüzünden kaldırdım. Hepimiz sokaktan toplandık. Tabi Özdal hariç. O bizden farklı eğitilmedi ama babasının gözüne girmek için masum onlarca kişiyi öldürebilir.
Deniz patronun gidişini izledikten sonra kafasıyla dışarıyı işaret etti. Özdal dışında üçümüz aslında iyi arkadaşlardık. Patron hepimize ayrı ayrı evler tutup iş dışında görüşmemizi istemediğinde aramız açılmıştı. Onları da Patron çağırmadığı sürece göremedim. Kapıdan dışarıya çıkıp aptal korumaların olmadığı bir köşeye geçmişti. Köşkün arkasında, sur gibi duvarların dibindeydi. Yanına ilerlerken cebimden sigara paketini çıkardım. İçinden kendim için bir dal aldım ve Deniz'e uzattım. Koyu kahve saçlarının arasında parmaklarını gezdirip geriye yatırdı. Paketten bir tane de kendine aldı. Cebinden çıkardığı Zippo ile sigaralarımızı yakarken gözlerinde ki endişeyi gördüm. '' Sorun ne?'' diye sordum dumanı ciğerlerime gönderirken.
''Bilmiyorum.'' dedi ela gözlerini gözlerime dikerken. Solgun dudakları arasından bir o kadar solgun dumanı dışarı saldı. ''Neden bizim normal bir hayatımız yok? Bir kız arkadaşımla güzel bir mekanda kahve içemiyorum ya da sosyal medya üzerinden tanışıp flörtleşemiyorum. Shaula, neden bir aile kurup normal bir hayat yaşayamıyoruz? Sizinle bile görüşemiyorum. Tek yaptığım onlarca monitör ve elimin altında gezen klavyeler.'' dedi kızarmış gözleriyle. Haklıydı ve normal hayat bizim gibiler için çok zor bir ihtimaldi.
''Deniz sadece sakin ol. Patron bizi bulmasaydı ölmüştük. Hem biz görünmez kahramanlarız. Dünyada ki haşereleri yok eden bir takımız. Düşün sadece.'' derin bir nefes alıp devam ettim. '' Biz onları öldürmeseydik binlerce çocuk ve binlerce insan ölecekti. Fedakarlık yapıyoruz kendi hayatlarımızı feda ederek bir çok hayatı kurtarıyoruz.'' dedim elimi destek vermek istercesine omzuna koydum. Gözleri gözlerimle buluştu. Dudağının kenarı kısa süreliğine de olsa yukarı doğru kıvrıldı.
''Normal bir hayat sürsek nasıl olurdu acaba?'' dedi dalga karışık ses tonuyla.
''Sıkıcı olurdu sanırım.'' dedim omzunu sıvazlarken. Gülümsemesi genişledi ve kollarını bedenime sardı. Birine sarılmayalı ne kadar olmuştu 8 yıl mı? Belki daha fazla...
Kafamı yeşil çimlerden kaldırıp ihtişamlı köşkün geniş penceresinden bizi izleyen Patrona çevirdim.