Z
Hazan'ın evinde geçirdiğim güzel vaktin ardından ona veda ederek ayrılmıştım. Birkaç pürüz haricinde her şey istediğim gibi ilerliyordu aslında.
Hazan'a hissettiğim her neyse onu elde etmeden tükenmeyecek gibiydi. Bu yüzden benden nefret etmeden onu elde etmenin tek yolu olan kardeş kozunu kullanıyordum. Ki her oyunda olduğu gibi bu oyunda da oldukça başarılıydım ve onu çok yakında elde edeceğime bugünle birlikte emin olmuştum.
Cengiz'i aramak için telefonumu elime aldığımda benim telefonum olmadığını fark etmem uzun sürmemişti. Evet siyah renkti ve boyut olarak da aynıydı ama markası farklıydı.
Ekranı açtığımda Hazan ve Hakan'ın çok güzel bir fotoğrafıyla karşılaştım. Demek Hazan'ın telefonunu almıştım yanlışlıkla. İkisi de kocaman gülümsüyordu. Hatta onu ilk defa böylesine içten gülerken görmüştüm. Ne kadar da güzeldi.
Geniş bir u çekip evine geri döndüm. Eminim az önce bıraktığım gibi gökyüzüne bakarken bulacaktım onu. Artık gece çöktüğünde ne zaman göğe baksam aklıma o geliyordu. Bu gökyüzünden ne anlıyor anlam veremiyordum.
Evinin önüne geldiğimde asla tahmin edemeyeceğim şeyle karşılaştım. Hazan, kendinden yaşça büyük bir adam tarafından bahçeye sürüklenmişti. Ardından çok daha şaşıracağım şey gerçekleşti ve adam ona tokat attı. Hazan yalpaladı ama düşmedi. Aralarında bir şey konuşuyor gibiydiler ama buradan duyamıyordum.
O adam Hazan'ı tuttuğu ellerini bırakıp yeniden tokat attığında yere düştü. Bu bardağı taşıran son damla olmuştu benim için. Arabadan tam inecekken adam yalpalayan adımlarla bahçe kapısından çıkıp gitti.
Önce hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp giden adama sonrasında zemini yumruklayarak ağlayan Hazan'a bakakaldım. O kadar şaşırmıştım ki bu durumu kavramam uzun sürmüştü. Direksiyonunu sıktığım arabamı tekrar çakıştırıp hızla o adama ulaştım. Önce ezip öldürmeyi düşünsem de henüz kafayı yemediğim kanısına varıp sertçe gaza bastım. Tekerlekler ani frenimle o adam haricinde kimsenin olmadığı sokakta çığlık attı.
Çıkan sesle ilerimdeki adamın yürüyüşü durdu ve bana döndü. O kadar sinirlenmiştim ki kendimi sakinleştirmek için derin nefesler alıp veriyordum. Arabadan inip büyük adımlarımla o adamın yanına gittim ve yumruğumu yüzüne geçirdim. Evet. Kimdi sinirini yatıştırmaya çalışan?
Yumruğum onu yere düşürmeye yetmişti. Üzerine çıkıp yüzüne birkaç yumruk daha attıktan sonra yakalarından tutup bayılmak üzere olan adamı bana bakmaya zorladım.
"Bir daha o kıza dokunduğunu görürsem seni öldürürüm!"
Sinirle haykırdım. Nasıl yapardı?! Hazan'a nasıl vurabilirdi? Hangi hakla?
Yüz yüze durduğum adamsa kısaca güldü. Söylediklerimin nesi komikti? Dediklerim umurunda bile değil miydi yani?!
"Kimsin lan sen puşt?!"
Yakalarını sertçe bıraktığımda kafasını çarptı ama sanki zevk alıyormuş gibi güldü.
"Asıl sen kimsin lan?! Kimsin de o kıza elini kaldırma cüretinde bulunabiliyorsun?!"
"Ben onun babasıyım. İster severim ister döverim."
Gözlerini zor açarak konuşan adam mı? Yeni bir yumruk atacakken konuşmasıyla yumruğum havada kalmıştı. Hazan'ın babası mı? Bir kez olsun adını geçirmemişti yanımda. O hep annesi ve Hakan'dan bahsederdi. Ya babası? Hayatta olmadığını düşünerek onu üzmemek için hiç sormamıştım.
Ayağa kalkıp yukarıdan baktım ona ezercesine. Bakışlarımla ezmeyi severdim hep.
"Kim olursan ol bir kıza, kadına el kalkmaz!"
Karnına sert bir tekme atıp arabama yöneldim. Geriye dönerek Hazan'ı kontrol etmek istiyordum. Gittiğim eve üçüncü kez dönüyordum.
Hazan, hala bahçedeydi. Çöktüğü yerden kalkıp gözyaşlarını sildi. Sıkıca toplu saçlarını tek hamlede açtı ve dimdik duruşuyla eve yürüdü.
Yaşadığı hayata karşı nasıl böyle dimdik durabiliyordu? Bugün bir kez daha ona hayran olmuştum.
H
Sabah erkenden kalkıp kısa bir duş almıştım. Aynanın karşısına geçtiğimde sağ yanağımın bir kısmının yeşillenmiş olduğunu görmem oflamama sebep olmuştu. Yatarken sürdüğüm kremler sanki artık fayda etmiyor gibiydi.
Yüzüme kapatıcımı sürerken yanağımın o kısmına dokunmam bile canımı yakmıştı. O kısma kapatıcıyı sürmeyi başarmıştım ama acıdan gözlerimin dolmasını engelleyememiştim.
Altıma toz pembe pantolonumu, içime Beyaz gömleğimi üzerine toz pembe ceketimi ve son olarak krem rengi kabanımı giyip ten rengi topuklularımı ayağıma geçirerek sessizce çıktım evden.
Ayaklarımda sporlarım olsaydı şirkete kadar yürüyebilirdim şuan ama ne yazık ki spor ayakkabıyı çok nadir giyiyordum. Böylesi büyük bir şirkette çalışıyorsanız üstelik şirketin sahibinin sekreteriyseniz arada giydiğiniz spor ayakkabı bile insanların gözüne batabiliyordu.
Otobüs durağına geldiğimde kulaklıklarımı kulağıma taktım. Sabah sabah kimsenin sesini çekemeyecektim. Kulaklığı telefonuma takmak için telefonumu elime aldığımda şaşkınca kalakaldım.
Ekran fotoğrafında siyah fonun ortasına yerleştirilmiş yukarıdan aşağıya kırmızı renkte bir yazı yazıyordu ama çevirisini geçtim hangi dilde olduğundan bile emin değildim.
Otobüsün geldiğini fark ettiğimde bakışlarımı ancak telefondan çekebilmiştim. Birçok cevapsız çağrısı ve mesajı vardı.
Şirketin yakınındaki durakta inip hızlı adımlarla yürüdüm. İşe yarım saat önce gelmiştim zaten bu telaşım nedendi hiç bilmiyorum.
Sanırım onun telefonunu cebimde taşımak beni telaşlandırmıştı. Zahir sürekli telefonundan bir şeyler yapan bir adamdı. Hiç mi fark etmemişti aldığı telefonun benim olduğunu? Allah'ım üstelik telefonumun şifresi de yoktu!
Ah Hazan ah kaç kere şifre kullanman hakkında nutuklarda bulundum sana!
İç sesimi duymazdan gelip şirkete girdim ve herkese sevecen bir gülüşle günaydınlar dileyerek asansöre bindim.
Telefonumu karıştırmış mıydı acaba? Zahir öyle bir adam değildi. Karıştırmazdı değil mi?
"Ah!"
Başımı iki yana sallayarak asansörden çıkıp odama ilerledim. Böyle düşünmemeliydim. Kötü düşünürsem kötü olurdu!
Dalgınlığımı bozan matkap sesiyle irkilmemdi. Seslerin Zahir'in odasının yanındaki odadan geldiğini fark ettiğimde oraya döndüm.
Üç kişilik bir ekipten oluşan tahminimce tamirciler benim girdiğimi görmemişlerdi bile. Kaşlarımı çatıp boğazımı temizledim.
"Günaydın?"
Üçü de aynı anda bana dönmüşlerdi. Bir anda bir çift gözden fazla gözün üzerimde toplanmasından rahatsız olup yerimde kıpırdandım.
"Neden burada olduğunuzu sorabilir miyim?"
"Bu odanın yeniden düzenlenmesi istendi."
Konuşan aralarındaki en yaşlı olandı. Kaşlarım daha da çatıldı.
"Size bunu kim söyledi?"
Bıyıklı adam omuz silkti. Hepsi kırkını çoktan geçmiş gibi duruyordu.
"İsmini hatırlamıyorum ama bir kadındı."
Bir anda aklıma dün gece Batın Beyin burada bir odası olacağına dair konuşması geldiğinde başımı sallayıp tiner kokan odadan çıktım.
Odama girdiğimde kabanımı bile çıkartmadan havasız kalan odamı havalandırmak için pencerelerini araladım ve kabanımı çıkartıp masamın yanındaki bir buçuk litrelik suyu alıp çiçeklerime ilerledim.
"Ben yokken Eylül ablanız size iyi baktı mı güzellerim?"
İkisini de sevgi sözcüklerim eşliğinde sularken birden kapı açıldı.
"Neler oluyor burada?"
Sabah sabah kaçıncı sıçrayışımdı bu?!
Bana sert çıkışan Zahir'le ona dönüp kibarca gülümsedim.
"Ben de yeni geldim. Birazdan bilgi alır size iletirim ama sanırım Batın Bey için."
Zahir olabildiğince çattı kaşlarını. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve tekrar gün yüzüne çıkardı sabahın güneşinde belirginleşen elalarını.
"Batın için öyle mi?!"
Dişlerinin arasından tıslarcasına konuştuğunda gerildim. Neden bu kadar sinirlenmişti anlayamıyorum. Sadece adı geçmişti oysaki!
"Emin değilim. Birazdan öğrenir size kesin bilgi veririm."
Başını sallayarak arkasını döndü ve kapıdan çıkmadan önce "Hızlı ol" demeyi eksik etmedi.
Odasından çıktığım an çaycımız Gültekin abiden üç tane çay isteyip çantasını masaya bırakan Eylül'ün yanına gittim. Beni görünce asık suratı aydınlandı sanki. Kocaman gülümsedi.
"Hazan abla. Burada olmana çok sevindim!"
Bir anda sarılınca neye uğradığımı şaşırdım. Bu tepki fazla değil miydi?
"Eylül. Her zaman olduğu gibi işimin başındayım. Neden böyle büyüttün?"
Benden ayrılıp iki yanına dökülen saçlarını kulaklarının ardına tıkıştırıp mahcup bir ifade takındı.
"Ben pazartesi işe başlarsın diye düşünmüştüm. Buradaki işlerin altından nasıl kalkıyorsun anlayamıyorum. Gerçekten hayran olunası bir iş disiplinin var. Yani ben, seni burada gördüğüm için çok sevindim."
Kendini açıklamaya çalışmasına kıkırdadım. Buradaki ilk zamanlarımı hatırlatmıştı toyluğu, hali ve davranışları.
Ona vermem gereken birçok işi kendim yaptığım için suçlu hissetmiştim bir yandan da. Eğer böyle giderse bir gün bu işten ayrıldığımda tüm bunların altında ezilebileceği aklıma gelmemişti. Bundan sonra en doğru şeyi yapacaktım.
"Sorun değil. Seni anlayabiliyorum."
Rahatlamış gibi nefes verdiği sırada ne için burada olduğumu hatırladım.
"Bu arada, şu oda neden düzenleniyor?"
Zahir Beyin odasının yanındaki, içeriden sürekli tamir seslerinin geldiği odayı işaret ettim. Eylül'de oraya döndü dudak büzerek.
"Bilmiyorum. Ben de görünce çok şaşırdım."
Gözlerimi kapatıp ofladım. Gelir gelmez neyle uğraşıyordum? Bir bu eksikti gerçekten!
Derin bir nefes aldım. O meseleyi rafa kaldırıp tekrar Eylül'e döndüm.
"Bu haftaki iş raporunu ve planlamayı bana gönderir misin?"
Hızla başını sallayıp tabletini çıkardığı sırada Gültekin abi geçti yanımızdan. Elinde tepsiyle tuttuğu üç çay vardı. Tabi ya onları ben söylemiştim!
"Gültekin abi!"
Zahir Beyin kapısının önünde durup bana döndü. Hızla yanına gidip tepsiyi elinden aldım.
"Teşekkür ederim. Gerisiyle ben ilgilenirim."
Başını sallayıp yanımdan uzaklaştığında elimde tepsilerle yaklaşık iki saat önce çıktığım odaya girip ustalara kibarca gülümsedim.
"Çay molası vermek ister misiniz?"
Ustalar bana bakıp gülümsedi ve içi boş kovaları ters çevirip üzerine oturdular. Hepsine tek tek çayları ikram ettim. Doğrulup biraz bekledim.
"Bir şey sorabilir miyim?"
Hepsinin gözü bana döndü. Yine aralarındaki en büyük olan ve sabah konuştuğum adam söze girdi.
"Tabi. Buyurun?"
"Acaba size odayı düzenlemenizi söyleyen kadının ismini öğrenebilir misiniz? Önemli bir konu."
"Önemli bir konuysa hemen ustamızı arayayım."
Cebinden telefonunu çıkardı ve birini aradı. Karşı tarafla aralarında çok kısa bir konuşma geçtikten sonra telefonu kapatıp bana döndü yeniden.
"İris Pir'miş ismi."
İris mi?!
Dün akşam Batın Beyin konuşmasından sonra böyle bir şey yapmış olmalıydı. Zahir ne derdi? Allah'ım ne yapacaktım ben?
Teşekkür edip odadan çıkıp kendi odama geçtim. Eylül'ün gönderdiği raporları es geçip sadece bu günün programını öğrendim ve Zahir'in telefonunu alarak kapısının önünde durdum.
Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. İçeriden onaylama mırıltıları geldiğinde kapıyı açıp odasına giriş yaptım. Bir eli bilgisayarının tuşlarında kağıtların arasına gömülmüştü. Açıkçası biraz gergindim.
Ona doğru ilerleyip elimdeki telefonu kağıtların yanına bıraktım.
"Telefonunuz, bizde kalmış."
Sadece başını aşağı yukarı sallamakla yetindiğinde iki adım geriledim. Peki ben telefonumu ne zaman alacaktım?
"AD'la olan toplantınız yaklaşıyor o yüzden bugün öğle yemeğinden sonra ekipçe toplantı yapılacak."
Başını kaldırıp gözlerimin içine baktığında sustum. Bir tür refleks gibiydi susmam. Öyle öfkeli bakıyordu ki sanki konuşmaya devam etsem bir anda bana saldıracak gibiydi.
"Emri kimin verdiğini öğrendin mi?"
Sert çehresine ve sinirden koyulaşmış gözlerine rağmen oldukça sakin konuştu. Daha fazla onu incelmek istemedim. Şuanda ondan gerçekten korkuyordum çünkü. Yutkundum, boğazımı temizledim ve masasının üzerindeki kağıtlara bakarak konuştum
"İris Hanım söylemiş."