Bölüm1
Klasik geçen günlerden birinde olmayı şuan o kadar çok isterdim ki!
Birkaç aya bir düzenlenen Azerbaycan, Fransa ve Ankara'daki Pir holdingin ceolarıyla birlikte yapılan toplantıda ağzından çıkan her kelimeyi not edinmekle yükümlüydüm.
Birkaç yıl önce sayın patronum Ali Pir, emeklilik kararı alarak yerini oğluna bırakmıştı. Zahir Pir..
Hayatımda gördüğüm en hırslı adamdı Zahir Bey. Benden sadece üç yaş büyüktü ama koltuğa oturduğundan bu yana şirket o kadar büyümüştü ki!
Bu çok güzel bir şeydi fakat benim için çok zordu. Benim bile asistanım vardı! Şöyle düşünüyorum da.. 21 yaşında çalışma ekonomisi ve endüstri ilişkileri mezunu, Pir holdingde stajını yapmış ve orada birkaç kişinin gözüne girerek burada işe başlamıştım.
Ali Beyin asistanı Begüm Hanımın asistanlığını yapıyordum ta ki istifa edişine kadar. Sonra bir anda kendimi Ali Beyin asistanı olarak buldum ve şimdi de 26 yaşında, oğlu Zahir Beyin asistanıyım.
Zahir Beyse.. Dik duruşu ve ciddiliğinden asla ödün vermeyen bir adamdı. Asistanı olarak onunla neredeyse her yerdeydim ve aile içinde bile çok zor gülümsediğini gördüm. Buz kütlesi gibiydi resmen!
Ama çok çalışkan bir adamdı. İşe geldiğimde gündüzlediğini ela gözlerinin etrafındaki kızarıklıklardan anlayabiliyordum. Ayrıca iyi bir adamdı. Her ne kadar gönül eğlendirmeyi seven bir erkek olsa da -ki bunu da ayarladığım otel odalarından anlıyordum- yine de bana ya da herhangi çalışanına karşı bir yanlışı olmamıştı.
Sonunda toplantı bittiğinde ceolara kapıya kadar eşlik etmiştik. Hepsi özel araçlarla otellerine giderken asistanım Eylül'e döndüm.
"Eylül sana verdiğim iki belgeleri akşama kadar bilgisayarıma aktar. Yarın bir saat geç gelebilirsin. Sabah bir toplantı var ama kendim halledebilirim."
Eylül beni dikkatle dinledikten sonra başını sallayıp gülümsedi.
"Teşekkür ederim Hazan abla."
Etrafımızdaki insanlar yokken onunla abla kardeş gibi konuşmak hoşuma gidiyordu. Hastanede umut bekleyen küçük kardeşimle konuşuyormuş gibi hayal ediyordum hep.
Eylülün telefonu çaldığında ona açmasını işaret edip yazdıklarıma baktım. Bilgisayarda bu kadar hızlı olmasam ne yapardım kim bilir?
"Ne?!"
Eylül'ün çığlığıyla ona döndüm hızla. Telefonunu kapatıp dolmuş gözleriyle bana baktı.
"B-babam.. Kalp krizi geçirmiş!"
Derin bir nefes alıp verdim ve kapının önünde olduğumuza şükrederek hızla dışarı çıkıp bir taksi çevirdim. Bana öylece bakan Eylül'e elimle gelmesini işaret ettim.
"Hadi git! Yarın da izinlisin tamam mı? Geçmiş olsun dileklerimizi ilet."
"Hazan abla.. Çok, çok teşekkür ederim!"
Taksiye binip görüşümden çıkana kadar ardından baktım. Derin bir nefes alıp holdinge tekrar giriş yaparken elimdeki belgelere baktım.
"Yine bana kaldınız ha?"
"Bir şey mi dedin?"
Ne zaman geldiğini bilmediğim asansörün önünde durmuş yukardan bana bakan Zahir Beyle bir adım geriledim. Gözlerim Zahir Beyin arkasındaki sol kolu -benim deyimimle yapışık ikizi- Cengiz ile buluştuğunda derin bir nefes aldım.
Cengiz, tam bir kara kutuydu. Çok nadir konuşur genelde benimle bakışma yarışmasında galip gelirdi. İkimiz de birbirimizden pek haz etmezdik.
"Hayır, affedersiniz."
Bazen, o kadar soğuk bakardı ki gözlerine bakmaktan korkardım. Şuan da olduğu gibi. Ve çok gergin görünüyordu.
"Eylül nerede?"
Boğazımı temizledim.
"Babası kalp krizi geçirmiş, ben de gitmesine izin verdim."
Zahir Bey başını onaylarcasına sallayıp yanımdan geçip gitti.
■
Saatim gece on biri gösterirken belgelerin yüzde yetmiş beşini bilgisayarıma geçirebilmiştim.
Yüzümü ovalayıp ofladım. Toplantı için giydiğim koyu mavi belimi tamamen sararken aşağı doğru açılan, dizlerimin hafif üzerinde biten elbisem artık rahatsızlık veriyordu. Tepede topladığım saçlarımı açıp karıştırdım. Tam tekrar toplayacakken işittiğim sesle dişlerimin arasına sıkıştırdığım tokam yeri boyladı ve ben korkuyla sıçradım.
"Sen neden hala buradasın?"
Elimi kalbimin üzerine koyup sesli bir nefes verdim.
Yorgunluktan yavaşlayan zihnim karşımdaki adamın Zahir Bey olduğunu aldığında hızla ayağa kalktım.
"Şey, ben güvenliğe bildirmiştim. Bilgisayarıma geçirmem gereken belgeler vardı Zahir Bey. Onlar henüz bitmedi."
"Bana bir kahve yap ve notlarını alıp yanıma gel."
Zahir Bey odamdan çıkıp karşımdaki odasına geçerken ben de kahve yapmak için alt kata indim.
Bugün gerçekten çok yorulmuştuk ve işlerim daha bitmemişti bile!
Bir yandan da iyi ki Eylül gitmiş diyordum. Bu işin geç biteceğini biliyordum ama bu kadar geçe kalmaz diye düşünmüştüm. Hoş, ben bütün gün milyon tane şeyle uğraşıp boş anlarımda belgelerle uğraşmıştım orası ayrı.
Saçlarımı sabahki gibi toplayıp Zahir Beye her zamanki filtre kahvesini yaptım ve kapısını çalarak içeri girdim.
Masasının önündeki tekli siyah deri koltukta oturuyordu. Kahvesini önündeki sehpaya bırakıp bekledim. Fazla bekletmeden oturmam için işaret yaptığında karşısına oturdum.
"Sabahki toplantıdan da anlayacağınız üzere Ankara biraz sıkıntı yaşıyor. Oradaki yönetim kuruluyla görüşmenizi cumaya aldım. Ne kadar erken o kadar iyi. Aldığım duyumlara göre--"
"Kardeşin nasıl Hazan?"
Kalakalmıştım. Bu şirkette kimse kardeşimin hastanede olduğunu bilmezdi. Kimse sormamış, ben de anlatma gereksinimi duymamıştım ama Zahir Bey nereden biliyordu?
"Siz.. Nasıl?"
Yutkundum. Donuk bakışlarla bana bakmaya devam ederken kahvesinden bir yudum aldı.
"Sen benim sağ kolumsun, Hazan. Senin hakkında her şeyi biliyorum."
Konuşamadan öylece bakmaya devam ettim. Zahir Bey birkaç saniye sonra kaşlarını kaldırdığında sesimi bulabilmek için boğazımı temizledim.
"Şey... Ameliyat için iyi bir doktor arayışındayız, Zahir Bey. İyi olacak."
"Erkek arkadaşın var mı?"
Tam elimdeki notlara dönmüşken sesiyle duraksadım. Dudaklarımı birbirine bastırıp ona baktım.
"Evet, var efendim."
Aslında yoktu. Aynı mahallede çocukluk arkadaşım Çınar vardı.. Mahalleli yakıştırırdı hep bizi. Biz de bir şey demezdik.
Çınar, bir sevgiliden çok ağaBeydi bana. İkimiz de birbirimizi sever, kollardık ama sevgili gibi değil bir arkadaş gibi. Hem Çınar'ın sevdiği bir kız vardı. Ama kız burnu havada olanlardandı ve onu kıskandırmak için sevgiliymişiz gibi davranmıştık.
Bana sevgilisi olmayı ilk teklif ettiğinde hiçbir şeyden habersiz olduğum için reddetmiştim ama olayın aslını anlatınca hemen kabul ettim. Ona çok şey borçluydum ben. Ondan başka kim beni böyle koruyup kolluyordu? Kim beni onun gibi sevebilirdi ki? Beni neşelendirirdi? Dert ortağım, sırdaşım olabilirdi?
"Evlenmeyi düşünüyor musunuz?"
Bu sorular fazla özeldi ve cevaplamak istemiyordum ama mecburdum. O benim patronumdu ve benim hakkımda bilgi edinmek istiyordu.
"Şuan değil."
Zahir Bey başını sallayıp elimdeki notlarımın hapsolduğu katlanabilir bilgisayarıma baktığında devam etmem gerektiğini anladım.
■
Zahir Beyin şoförü Ahmet abiye gülümseyip Zahir Beye döndüm.
"Bıraktığınız için teşekkür ederim Zahir Bey. İyi geceler."
"İyi geceler, Hazan."
Arabadan inip onlar gözden kaybolana kadar bekledim ve eve girdim.
Bu gece annem ve kardeşim Hakan evde olmayacaktı. Gittikleri hastane Hakan'a yatış verdiği için iki gün hastanede yatacak ve çeşitli kontroller yapılacaktı. Babamınsa hangi delikte olduğunu bilmiyordum.
Ayakkabılarımı kapı girişinde çıkartıp ışığı açtığımda karşımda babamı bulmak irkilmeme sebep olmuştu.
"Bu saatte elin adamının arabasında ne işin vardı?"
Gözleri öfkeyle parlıyor olsa da kelimeler ağzından yuvarlanarak çıkıyordu. Arkasında kalan salonun orta sehpasında dizili şişelere kaydı gözüm. İçmişti. Yine ve yeniden..
"İşten geliyorum baba."
Sanki çok komik bir şey söylemişim gibi güldü.
"Bir de yalan söylüyorsun."
Bir anda saçımı eline doladı. Ellerim refleksle saçlarımı tutan elinin üzerine kapanıp kurtulmaya çalıştım.
"Bu saate kadar iş mi olur lan?! Orda burada sürtüp gecenin bir vakti bu eve gelemezsin!"
Saçlarımı daha da çekmesiyle yüzümü buruşturdum.
"Yemin ederim işten geliyorum. Asistanımın babası kalp krizi geçirdiği için onun işlerini de ben yapmak zorunda kaldım."
"Kes sesini! Hala konuşuyorsun!"
Yüzüme yediğim tokatla yeri boyladım. Ağlamamak için gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım.
Bana bir kez olsun inanmamış, beni bir kere bile dinlememiş, şiddetten başka bir şey bilmeyen bir adamdı, benim babam.
"Senin yapmadığını yapıp, gecemi gündüzüme kattığım için mi bana olan bu öfken?!"
Ve bir tokat daha..
"Sen benimle böyle konuşma cesaretini nereden alıyorsun sürtük!"
Yeni tokadıyla yeniden yeri boylamıştım. Oysa durmamış, yorulana kadar tekmelemişti.
Canım o kadar çok yanıyordu ki yerden kalkacak halim yoktu. Fakat kalkmazsam, dinlendikten sonra beni yeniden döverdi. Biliyordum yapardı çünkü daha önce birkaç defa deneyimlemiştim.
İki büklüm yerden kalkıp odama girdim ve kapıyı çabucak kapatıp kilitledim.
Yarlarımın yarına daha da kötüleşmemesi için komodinimdeki kremi çıkartıp yanağıma, patlamış dudağıma ve karnıma iyice sürdüm. Üzerimi değiştirdim ve sonunda yatağıma yatabildim.
■
Gözlerimi aralayıp yatağımda gerindiğimde kendini hatırlatan yaralarımla yüzümü buruşturup inledim.
Yavaşça yatağımdan kalktım ve banyoya girip rutin işlerimden sonra kısa bir duş aldım.
Odama geri dönüp siyah pantolonumu yakaları işlemeli Beyaz gömleğimi giyip aynanın karşısına geçtim.
Yanağımda dünden kalma hafif bir iz vardı. Onu çok kolay kapatırdım ama ya şu patlamış dudağımı ne yapacaktım?
Oflayıp makyaj malzemelerimi elime alıp tek tek yüzüme sürdüm. Yaralı dudağımı en iyi bordo rujum kapatacağı için hiç düşünmeden onu kullandım. En sonunda kumral saçlarımı ensemde sıkı bir topuz yapıp kendime baktım.
Mankenlere taş çıkartacak bir fiziğim yoktu. Normal kiloda, uzun boylu, buğday tenli, kumral saçlara ve kahverengi gözlere sahip bir kızdım.
Anneme göre çok güzel bir kızdım. Biliyorum ki, kızı olduğum için böyle söylüyordu. Yoksa normal bir güzelliğim vardı. Ne bir eksik ne de bir fazla. Yine de güzel bulmazdım kendimi ya neyse..
Çantamı koluma takıp sessizce kapının önüne geldim v siyah topuklularımı giyip evden çıktım.
Yeniden babamla karşılaşma düşüncesi bile karnımdaki yaraları sızlatıyordu.
Caddeye çıkmak için yürümeye başlamıştım ki siyah bir araba yanımda durdu.
"Nereye böyle güzellik!"
Çınar'ın neşeli sesiyle ona dönüp gülümsedim. Gülümsememle dudağımdaki yara ağrıdığını belli etse de gülüşümü bozmadım.
Yine her zaman olduğu gibi etrafına neşe saçıyordu.
"Sizin gibi bu saate ben de işe gidiyorum Çınar Bey."
"Hadi atla bırakayım seni."
Başımı sallayıp yanındaki koltuğu oturdum.
Çınar, Türkiye'de hatırı sayılır bir şirkette mimardı. Bazen çizimlerini bana gösterirdi ve ben hayran hayran çizimleri incelerdim. Küçükken bile çok güzel resim yapardı.
"Nasılsın Çınar?"
"Seni görüp de kötü olan var mı be güzelim?"
Muzip muzip bakarken kıkırdadım. Her zaman olduğu gibi en sevmediğim kelimeyi kullanarak beni sinir etme peşindeydi ve o kıkırtımın 'birazdan sinirleneceğim' anlamına geldiğini çok iyi bilirdi.
Güzelim.. Cidden nefret ediyordum şu kelimeden.
"Çınaar."
Kısa bir kahkaha attıktan sonra bana baktı.
"Takılıyorum sana alınmıyorsun değil mi?"
Gözlerimi devirip kollarımı birbirine doladım. Bu da en nefret ettiğim cümleydi.
"Anlaşıldı, yine gıcık tarafından kalkmışsın sen."
Yeniden güldüğünde arabayı durdurdu. Etrafa baktığımda gelmiş olduğumuzu gördüm.
"Tamam tamam. Özür-"
Gülümseyen yüzü bir anda ciddileşti ve çenemi tutup bana doğru yaklaştı. Kaşlarımı çatmaya devam ederken ne yapamaya çalıştığına baktım.
"Nasıl oldu bu?"
Başparmağı dudağımdaki yaranın üzerine kapandığında yutkunup geri çekilmek istediğimde çenedeki eli yüzünden yapamamıştım.
"Uçuk.."
Her zamanki yalanıma yine inanmamıştı. Babamın bana, bize neler yaptığını çok iyi biliyordu çünkü. Çünkü ben hep onun omzunda ağlamıştım.
"Hazan, bak izin ver şu herifi gebertene kadar döveyim."
Bakışlarımı kaçırdığımda dışarıda bize bakan Zahir Beyi görmemle irkilip elimi elinin üzerine koyup ittim.
"Patronum kapının önünde ve beni gördü. Gitsem iyi olacak."
Çınar başını salladıktan sonra tam arabadan çıkacakken kolumu tuttu.
"Bu konu burada kapanmadı Hazan."
Onu onaylayan mırıltılar çıkartıp arabadan indim ve hızlı adımlarla Zahir Beyin yanına ulaştım.
"Günaydın Zahir Bey."
Zahir Bey sadece baş selamı verip holdinge giriş yaptığında onu takip ettim.