Çınar İris'e tek kelime etmeden dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı onaylarcasına. Ona sinirlendiğini görebiliyordum. O aramızda en planlı insandı ve böyle bir anda planını bozacak şeyler olduğunda tepesi atıyordu. Ama yine de İris'e bir şey diyememişti.
"Hakan şuan nasıl Hazan?"
Sevgilerin kulak misafiri olduğum konuşmalarını bir kenara bırakıp Zahir Beye baktım ve gülümsedim.
"Çok iyi. Gün geçtikçe daha da iyi olacağına eminim."
Zahir bu habere sevinmiş gibi gülümsedi. Gözlerinin parıldadığına şahit oldum birkaç saniye için. Öyleyken bambaşka bir havası vardı. Çok güzeldi.
"Bu çok güzel bir haber.
Bir anda Zahir'in gülen yüzü soldu. O güzel gülüşünü neyin soldurduğunu sorguladım. Bakışları tam arkamdaydı. Kaşları çatıldığında bir siluet yanımda belirdi.
"İyi akşamlar."
Bu sesi tanıyordum. Başımı kaldırıp yanımda duran kişiye baktığımda Batın Beyi gördüm. Onun burada ne işi vardı?
"Sonunda gelebildin Batın abi!"
İris'in sitem dolu sesiyle ona döndüm. Gözleri Batın Beyde kocaman gülümsüyordu. Nasıl yani? Zahir'le Batın'ın arasındaki benim bilmediğim şeyi o da mı bilmiyordu?
"Haklısın prenses. Biraz geciktim."
Batın Bey Çınar'ın karşısına denk gelen diğer başköşeye oturduğunda gözlerim yeniden Zahir'i buldu. Çatal ve bıçağını eline almış sıkıca tutarken yüzü tabağına dönüktü. O kadar çok gerilmiş ve sinirlenmişti ki alnında beliren damarı görebiliyordum.
Garson gelip menüyü sunduğunda Batın Bey çok beklemeden seçtiklerini söyleyip garsonu gönderdi. Çok hızlı kararlar verdiğini fark etmiştim.
"Nasılsın Hazan?"
Hepimiz yemeklerimizi yemeye başlamışken Batın Beyin sorusuyla ona döndüm. Yüzümde yapay bir gülümseme vardı çünkü Zahir'in gerginliğini ve sinirini hissetmek beni de germişti.
"Teşekkür ederim Batın Bey. Siz nasılsınız?"
"Gayet iyiyim."
Batın Bey bana bakmayı bırakıp Zahir'e döndüğünde benim de bakışlarım ona çevrildi. Put gibi durmuş öylece bana bakması elektrik çarpmış gibi hissettirdi. Gözleri her zamanki gibi buz gibi bakarken sanki bir şeyler söylemek istiyor da söyleyemiyormuş gibiydi.
"Sen nasılsın abi?"
Zahir oldukça mekanik bir tavırla ona döndü ve gülümsedi. Hayatımda ilk defa altı bu kadar nefretle dolu bir gülümseyiş görüyordum. Batın Beyin bakışları da Zahir'in gülümseyişinden farklı değildi. Donup kalmıştım. Neden birbirlerinden bu kadar çok nefret ediyorlardı ki?
"İyiyim. Batın. Sen nasılsın?"
"Şirketteki odam hazır olunca çok iyi olacağım abicim."
Ne?
"Ne?"
Zahir ve Batın Bey aynı anda İris'e baktılar. Neden bu kadar mutluydu ki? Abilerinin birbirlerinden ne kadar çok nefret ettiğini göremeyecek kadar kör müydü gerçekten? İris gözü açık ve çok zeki bir kadındı. Nasıl oluyor da bunu görmüyordu?
"Çok sevindim! Ne zaman başlıyorsun? İlk ziyaretçin ben olmak istiyorum."
İris'in neşeyle şakıması Batın'ın yavaşça Zahir'e dönüp imalı imalı bakmasına sebep oldu. Zahir hiç oralı olmadan ayaklandı.
"Benim ufak bir işim var. Size afiyet olsun."
Tam yanımdan geçip gidecekken durdu ve üstten bakışlarla baktı gözlerimin içine.
"Hazan, senin de gelmen gerekiyor"
Sorgulamadan onaylarcasına salladım başımı. Neden sorgulamadığımı bilmiyordum. Normalde ben bir neden sunmadığı sürece onunla ya da herhangi biriyle gitmezdim. Ne değişmişti?
Çınar ve Sevgi'ye baktığımda aramızda sessizce onaylama oldu. Birkaç saniye içerisinde ikisinden de tek tek izin almıştım. Dışarıdan kimse anlamasa da biz birbirimiz anlıyorduk. Zaten önemli olan da bu değil miydi?
Ayağa kalktım ve Zahir'le birlikte çıkışa yürüdüm. Onların yanından ayrıldıkça kasları gevşemiş, gergin suratı ve çatık kaşları normal halini almıştı. Birlikte asansöre binerken de inerken de yan yana sessizce durmuştuk.
"Bir şey mi oldu Zahir Bey?"
Arabasının gelmesini beklerken ellerini ceplerine yerleştirdi ve derin bir nefes alıp seslice verdi.
"Sadece hava almaya ihtiyacım var. Seni de yanımda sürüklediğim için üzgünüm."
Başımı anlayışla salladım. Nedense, benim için bir önemi yok gibi hissediyordum. Her seferinde bunun nedenini içten içe sorguluyor ama bir cevap bulamıyordum.
Zahir'in arabası geldiğinde ikimiz de arabaya yerleştik. Bundan sonrasını bilmiyordum. Fakat korkmuyordum da. Her zaman bir adım ileriye bakan ben şuan öylece anda kalmıştım.
"Hazan. Eğer sizin için de sorun olmazsa Hakan'ı ziyarete gidebilir miyiz?"
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Bize mi? Bizim eve? Hakan'ı görmek mi istiyordu? İçim kıpır kıpır olmuştu bir anda. Yüzümdeki gülümseme büyüdükçe büyüdü ve başımı onaylarcasına salladım.
"Tabi ki de gidebiliriz Zahir Bey. Eminim Hakan ve annem de çok mutlu olacaktır."
Zahir de gülümseyip arabayı çalıştırdı. Yolda ilerlerken önce bir pastanenin sonra da hediyelik eşya dükkanının önünde durdu ve bir şeyler alıp arabaya tekrar bindi. Her iki seferde de itirazlarıma kulak asmamış ve biraz da homurdanmıştı.
Zahir pastanedeyken anneme onunla geleceğimi haber vermiştim. İlk defa o da sorgulamadan kabul etmiş hatta sevinmişti bile. Çünkü Hakan'ı kurtaranın o olduğunu biliyordu. Hakan bayıldığında yardım eden zaten oydu. Üstüne doktoru onun bulduğunu, ücretini onun karşıladığıyla ilgili her şeyi anlatmıştım ona.
Eve geldiğimizde birlikte arabadan indik. Zahir arka koltuğun kapısını açıp oraya bıraktığı poşetleri eline aldı ve kapıyı kapatıp arabayı kilitledi. Tüm bunları yaparken ben de arabanın etrafından dolaşmış ve yanına gelmiştim.
Birlikte bahçe kapısından geçip evin kapısına geldik ve zili çaldım. İçim kıpır kıpırdı heyecandan. İlk defa evime geliyordu. Daha doğrusu oturmaya ilk defa geliyordu. Bu eve ilk girdiği zaman pek de güzel bir zaman değildi.
Annem kapıyı açıp ikimize de gülümsedi. "Hoş geldiniz."
"İyi akşamlar."
Zahir kibarca gülümseyip içeri adımladığında onu takip ettim. Pastaneden aldığı poşetleri anneme uzattığında annemin gülümseyişi büyüdü ve poşetleri alıp mutfağa ilerledi. Zahir tam ilerleyecekken kolundan tutup onu durdurdum.
"Zahir Bey, ayakkabılarınızı çıkarmanız gerekli."
Bunu geç fark etmiş olacak ki ağzından 'Ah' gibi bir mırıltısı döküldü ve hemen ayakkabılarını çıkartıp salona öyle ilerledi. Arkasında kalarak onu takip ettim.
"Hoş geldiniz."
Ayakta bizi bekleyen kardeşime gülümsedim. Bir kaç gün öncesine bakarak daha dinç görünse de yorgunluğunu fark edebiliyordum.
"Merhaba delikanlı. Nasılsın?"
Zahir elini Hakan'a uzattığında hemen tuttu ve ona baktı. "Teşekkür ederim. Sayenizde çok iyiyim."
Zahir'in gülümsemesi bir anlığına buruklaştı fakat sonrasında toparlanıp içinde hediyesinin olduğu paketi Hakan'a uzattı. "Bu senin. Bakalım beğenecek misin?"
Zahir'le aynı koltuğun köşelerine oturduğumuzda Hakan Zahir'in bulunduğu taraftaki tekli koltuğa oturdu ve büyük bir heyecanla açtı paketi.
Paketin içinden voleybol topuna benzetilmiş, led lambalarla yapılmış bir gece lambası çıktığında Hakan'ın resmen gözleri parladı. O kadar mutlu olmuştu ki gülüşü büyüdükçe büyüdü ve Zahir'e baktı.
"Bu... Çok güzel. Çok teşekkür ederim."
Zahir Hakan'ın mutluluğuyla mutlu olmuş, onun da gülümseyişi büyümüştü. Bense şaşkınca ona bakakalmıştım. Hakan'ın voleybolla olan ilgisini nereden biliyordu?
"Rica ederim. Beğenmene çok sevindim."
Annem tepside çaylarla geldiğinde servisleri getirmek için ayaklanıp mutfağa ilerledim. Aklım hala onlarda kalmıştı. Nasıl öğrenmişti? Hiç kimseye bahsetmediğime de emindim oysaki.
Zahir'in aldıklarının yanına annem kendi yaptığı tatlıyı da iliştirmişti. Elimde tuttuğum tabaklarda gördüğüm tek şey şekerdi ve ben şekerli şeylere bayılırdım. Eminim o gittikten sonra bile durup durup yiyecektim.
■
Sonunda hoşsohbet eşliğinde tabaktakiler yenmiş, çaylar içilmişti. Annemi ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Anlaşılan o ki Zahir'i sevmişti. Zaten onu sevmemek elde miydi? Her hareketi yerinde oldukça saygılı bir adamdı yanımda oturan adam.
Annem Hakan için her minnet edişinde hiçbir önemi olmadığını tekrarlamış ve sonunda bu konunun bir daha açılmaması için anlaşmışlardı. Benim için de iyi olurdu aslında. Sonuçta o zamanlara dair güzel anılarım yoktu.
Zahir eve gitmek için ayaklandığında annem ilk defa Çınar haricinde yanımda gördüğü, evine aldığı bir adama oturması için ısrar etmişti fakat Zahir geç olduğunu söyleyerek kapıya ilerlemişti.
"İyi akşamlar. Yine bekleriz."
"Teşekkür ederim. İyi akşamlar."
Karşılıklı iyi akşamlar dileklerinden sonra Zahir'i bahçe kapısına kadar geçirdim. Annem her ne kadar kapıdan ayrılsa da pencereden meraklı bakışlarını sürdürdüğünü hissediyordum.
"Her şey için teşekkür ederim Hazan."
Bahçe kapısından çıkıp arabasının yanında durduğumuzda ona dönüp gülümsedim.
"Asıl teşekkür etmesi gereken kişi benim. İyi geceler."
Başını iki yana salladı. "Her ne olduysa senin sayende oldu. İyi geceler."
Cümlesine gülümsemekle yetindiğimde arabasına binip uzaklaştı. Sokağın çıkışına doğru ilerlerken gözlerimi arabasından çekip göğe baktım. Buradan bakınca her defasında ulaşılamayan yıldızlara yeniden baktım.
Hayatım boyunca istediğim tek bölüm uzak bilimleriyken kazanmış ama annem ve babamın baskıları yüzünden gidememiştim. Çünkü kazandığım üniversite Ankara'daydı. Oraya gidemezdim. Ben daima bu eve hapsedilmişim gibi davranmış ve bu şehirde istemeyerek okuduğum ama sonunda çok güzel bir yere geldiğim bu bölümü okumuştum. En azından okuttular diye düşünmüştüm. Gecemi gündüzüme katıp hem çalışıp hem okumuştum ama önemi yoktu. Sonu güzel olmuştu neticede.
"Kimdi lan o?!"
Babamın sert sesiyle hızla ona dönmüştüm. Onu hiç fark etmemiştim. Ne zaman gelmişti? Ne cevap verecektim? Arabayı mı yoksa Zahir'i mi görmüştü?
"Ş-şey..."
Bir adım yaklaştığında hızla iki adım geriledim. Korkuyordum işte. Herkese her şeye cesurca yaklaşıp tüm cesaretimle savaşabilir ama onun karşısına gelince asla o kız değilmişim gibi kalabilirdim. Ona olan korkum çok küçük yaşlara dayanıyordu. Şuan ki ben ondan korkmayabilirdi ama hala içimde bir yerlerde yaşayan o küçük kız delicesine korkuyordu.
"Ney lan ney? Kim dedim sana?!"
"Patronum. Hakan'ı ziyarete gelmişti."
Göz kapakları ritimsizce kapanıp açıldı. sarhoş olduğunu burnumu sızlatan kokudan anlayabiliyordum.
"Eee? Ne diye kapıya kadar gelip tüm millete gösteriyorsun bunu?"
"Ne?"
Beni kolumdan tutup bahçeye soktuğunda dediğini anlamaya çalışmakla meşguldüm. Ne demek millete göstermek?
"Adını mı çıkartmak istiyorsun sen ha?!"
Beni eve sürüklerken bir yandan da söyleniyordu. Elimi kolumu tuttuğu elinin üzerine koydum.
"Baba lütfen. Hakan evde. Hiçbirimizi düşünmüyorsan onu düşün. Daha yeni iyileşmeye başladı."
Babam beni kendine çevirip elimi tiksinircesine elinden uzaklaştırdı. Çatık kaşları bir an olsun düzelmiyor hatta sanki zaman ilerledikçe daha da çatılıyor gibiydi.
"Sen önce sana sorduğum soruya cevap ver! Derdin ne senin ha?!"
Başımı iki yana salladım. Tam geri kaçacakken iki kolumdan da sıkıca yakaladı. Ondan kaçışım yoktu. Ne dün ne bugün ne de yarın.
"Sana bir soru sordum. Sürtüklüğünü millete göstermek hoşuna gidiyor herhalde!"
Dudaklarım aralanmıştı ki yüzüme yediğim tokadıyla yalpaladım. Tutmasa belki düşerdim de.
"Baba lütfen. Bugün yapma yalvarırım."
Şuan düşündüğüm terk şey salonda deliler gibi mutlu kardeşimdi. Sırf bu yüzden fısıltıyla konuşuyordum. Bizi duyacak ve yeniden üzülecek diye ödüm kopuyordu.
"Kes sesini!"
Bu defa beni bırakıp aynı yanağıma aynı şekilde ve aynı şiddetle vurduğunda yere kapaklanmıştım. Dizlerinin üzerine çöktü ve eğik başımı çenemi kırarcasına tutup kaldırdı.
"Bir daha seni bu eve adam getirirken görürsem öldürürüm! Git nerede sürtersen sürt ama evimden uzak dur! Duydun mu beni?! Sen Hakan'a dua et."
Şiddetle suratımı bıraktığında boynum büküldü. Ayağa kalkıp yanımdan uzaklaşırken tekme atacak korkusuyla bir an nefessiz kaldım. Yapmadı. Tekme atmadı.
Bahçe kapısının kapanış sesiyle gözlerime dolmuş yaşlar birer döküldü. Ardından gözyaşlarımı hıçkırıklarım takip etti. Yumruk yaptığım ellerimi defalarca zemine vurmuştum.
Neden? Bana neden bunu yapıyordu? Ben ona ne yapmıştım? Neden?!