Gece eve geldiğimde babamın olduğunu etrafın karanlığından fark edememiş ve gazabından kaçamamıştım. Kendimi korumaya çabalamış fakat ne kadar başarmıştım, bilinmez. Gözyaşlarım sabaha karşı uyuyakalmamla ancak dinmişti.
Sabah erkenden uyanmış, ılık bir duş alıp yaralarıma krem sürmüş ve çenemdeki morluğu kapatabilmek için yüzüme bir ton boya sürmüştüm. Saçlarımı her zamanki gibi sıkıca toplarken gözlerimin içine bakakaldım. Bir ölüden farksızlardı artık. Hiçbir şeye inancım kalmamıştı. Sevgiye bile...
Bugün Hakan'ın ameliyatı olacağı için izinliydim ve erkenden onun yanına gitmek istiyordum. Dün gece dövülmemin tek nedeni benim değil de onun hasta olmasıydı. Hakan'a öfkelenemez ve nefret besleyemezdim. Sonuçta o benim biricik kardeşimdi ve hiçbir şeyden haberi yoktu.
Derin bir nefes alıp ayaklandım. Her hücrem ağrıyor fakat dışarı yansıtamıyordum. Hayatım boyunca hiçbir zaman anlam verememiştim. Neden? Beni sevmek bu kadar mı zordu gerçekten? Ben ne yapmıştım ona?
Küçükken suçu hep kendimde arardım ama büyüdükçe aslında hiçbir hatam olmadığını fark ettim. Bezen, keşke bir köşeye atılmış yetim bir çocuk olsaydım bile dediğim olmuştu. Yaşadığım bu hayatta müteşekkir olduğum tek şey biricik dostlarım Sevgi ve Çınar'dı.
Bizi birbirimize bağlayan en büyük bağ yaşadığımız acılardı. Biz, her acıda birbirimizin yanındaydık. Her zorluğu birlikte sırt sırta atlattık. Bir ara her şeyi geride bırakıp bu şehirden ve ailemden defolup gitme kararı aldığımda ilk Sevgi ve Çınar destek olmuştu.
Gözümü kırpmadan gidecektim bu evden. Arkama hiç bakmayacaktım ama gidemedim. Biletimi aldığım gün Hakan'ın hastalığı nüksetmiş, beni bu şehre hapsetmişti.
Birkaç yıl öncesinde hissettiğim her şeyi şuan yeniden hissediyordum. Defolmak... Bu şehir ve insanları beni boğuyordu artık. İstediğim tek şey biraz huzur ve mutlulukken inatla bunu reddediyor, önüme sürekli yokuş çıkartıyordu.
Yorulmuştum artık. Bıktırmıştı herkes beni. Ben bir gün olsun bu yaşamı iliklerime kadar hissedememiş, en içten gülüşümü kimseye sunamamıştım. İliklerime kadar hissettiğim tek şey acıydı ve en içten gözyaşlarımı yine de kimseye göstermemiştim.
Çünkü annem bana bunu öğretmişti. Ağlamak ayıptı, günahtı. Bir kız çocuğu ağlayamazdı. Ağlarsa çaresiz, zayıf, zavallı olurdu çünkü. Kız dediğin savaşçı olacak, her şeye göğüs gerecek yine de ses etmeyecekti. Benim aldığım eğitim buydu. Bu yüzden babam beni döverken acıdan iniltilerim ve kendimi korumaya çalışmam haricinde hiçbir şey yapamazdım.
Annem acı dolu iniltilerimi duysa şayet, ona da kızardı. Bu zaman kadar hep azarını işitmiştim ama kim bilir bu defa belki ondan da dayak yerdim.
Mahalleden çıkarken yanıma gelen arabanın kornasıyla yerimde sıçradım. Hızla yan tarafıma döndüğümde gümbür gümbür müzik çalan arabanın içinde bana kocaman gülümseyen dostlarımı gördüğümde güneş doğdu sanki.
Çınar pencereyi açıp kolunu kapıdan sarkıttı ve bana sırıtarak "Gideceğin yere kadar eşlik edelim istersen güzelim" dediğinde gözlerimi devirdim. Ben ne kadar güzelim kelimesinden nefret ettiğimi söylersem o da o kadar bastırarak söylüyordu bu kelimeyi. Neden?!
Sevgi arabadan indiğinde hızla ona yürüyüp sıkıca sarıldım. Allah'ım ne kadar da özlemiştim onu! Varlığı o kadar iyi hissettirmişti ki şuanda!
"Hakan'ın yanına gitmiyor musun? Hadi atla!" Birlikte Çınar'ın arabasına binip Hakan'ın yattığı hastaneye ilerledik.
■
Hakan ameliyathaneye girmek için hazırlanana kadar yanından ayrılmamıştık. Çınar sürekli berbat esprilerini ve alıştığımız şebekliklerini yaparak hepimizi güldürmüştü. Moral verme konusunda üstüne yoktu. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ona minnettardım.
Hakan, buraya geldiği ilk güne nazaran bir parça daha iyi gibiydi ama doktorları bunun aldatıcı olduğunu söylüyordu. Ameliyattan sağ çıkma oranı bile düşükken bizden sadece beklememiz istenmişti.
Hakan'ı kaybedersem ne yaparım bilmiyordum. O, belki de hastalığı nedeniyle bu hayata tutunmamın tek sebebiydi. Ben hiç Hakan olmazsa hayatım nasıl olurdu diye düşünmemiştim. Biricik kardeşim Hakan'ın olmaması...
Saatleri devirdiğim sandalyede dikleştim. Bu düşünce daha önce hissetmediğim kadar kötü hissettirmişti beni. Hakan'ı sadece iki yıldır nadir görmeye başlamıştım. Onun hayatı hastanelerde, benimki de şirkette geçiyordu. Arada karşılaştığımızda uykuya dalana kadar hiç durmaksızın sohbet ederdik. O hastanede karşılaştığı garip durumlardan bahseder, bense aptallıklarımdan bahsederdim.
Ben bu hayatta hep Hakan'a tutunarak yaşamıştım. Tutunduğum dalın bir anda yok olması uçurumdan yuvarlanmama neden olur, belki de beni öldürürdü. Benim için hep onun varlığı yetmişti. Başlarda annemin erkeklere karşı beni düşman olarak yetiştirmesi sonucu annemin karnında ondan nefret etmiştim ama kollarım arasına ilk verildiğinde hiç böylesine hissetmediğimi çok net hatırlıyorum. Sonra bana 'Abla' diye ilk sarıldığı an...
Zihnime doluşanları defetmek için alnımı sertçe kaşıdım ve ayaklandım. Bir anda ayaklanmam sonucu tüm gözler bana dönmüştü.
"Ben.. Kahve alacağım. İsteyen?"
Soruma herkesten olumsuz yanıt almıştım.
"Gelmemi ister misin" diye soran Sevgi'ye başımı iki yana sallayarak "Gerek yok, alıp gelirim hemen" yanıtını vermiş ve kafeteryaya ilerlemiştim.
Kahvemi alıp hastanenin bahçesinde bulunan banklardan birine oturdum ve yavaş yavaş sıcak kahvemi yudumladım. Bu soğukta güneşin tam tepemizde parlıyor olması şaşırılacak şeydi. Umarım bugün her şey güzel olurdu.
Ne yapacağımı bilmiyordum artık. Çölün ortasında yolunu kaybetmiş bir bedevi gibi bir sağ bir sola yalpalıyor ama hiçbir yere varamıyordum. Benim sorunum neydi? Bu zamana kadar hiç böyle hissetmemiştim.
Aptal hislerin, Hazan.
Doğruydu! Beni allak bullak eden tek şey daha önce hissetmediğim hislerin ortaya çıkmasıydı ve bu konuda o kadar cahildim ki bir çözümüm yoktu. Kimseye söyleyip yardım da isteyemezdim. Ne yapacaktım peki?
Cevapsız sorularımla ayaklanıp karton kahve bardağını çöpe atıp hastanenin girişine yürüdüm. Köşeden dönerken omzuma çarpan omuzla bir adım gerileyip dün gece babamın şiddetinden nasibini almış omzumun acısı daha da artınca acıyla inleyivermiştim. Aslında ağzımdan kaçmıştı. Normalde asla böyle bir hata yapmazdım.
"Affedersiniz. Hazan?"
Benim de tıpkı onun gibi kim olduğunu sonradan fark ettiğim tanıdık ses konuşmuştu. Başımı hızla kaldırıp baktığımda her zaman hayranı olduğum gözleriyle karşılaştım. Zahir, buradaydı.
"Zahir Bey?" Ses tonum burada ne işi olduğunu yeterince sorguluyor ve gözlerim bir cevap bekler gibi bakıyordu donuk gözlerine.
"Hakan'ı merak ettiğim için buradayım. Sen herhangi bir bilgilendirme yapmadığın için buraya gelmek istedim. Umarım bir mahsuru yoktur."
Ona neden bilgilendirme yapayım ki? O benim ya da Hakan'ın nesi oluyor? Dün yaptıklarından sonra buraya gelme yüzünü nasıl buluyor onu bile anlamış değilim.
"Annemler ileride. Ben kahve almak için az önce yanlarından ayrıldım."
Başını sallarken olumlu mırıltılar döküldü dudaklarından.
"Onların yanından geliyorum. Başhekimle görüştüm, ameliyatın ne zaman biteceğini kimse bilmiyor ama endişelenecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu ameliyatı yapabilecek en iyi doktorlardan biri burada."
Gözlerimi kırpıştırdım. Çok garip... Az önceki evhamlarım bir anda yok olmuştu sanki. 'Yüreğe su serpmek' deyimini tam olarak hissetmiştim.
"Teşekkür ederim Zahir Bey."
Hafifçe gülümsedi. Birkaç saniye ne o bir adım atabildi ne de ben.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Sorusuna şaşırsam da onu onayladım. Az önce geldiğim yolu bu defa birlikte yürüdük ve biraz önce kalktığım banka oturduk.
"Şuan sırası mı bilmiyorum ama dün için özür dilerim. Bir daha asla böyle bir şey tekrarlanmayacağına emin olabilirsin. Ben sadece-"
Bu defa sözünü kesen ben olmuştum. Artık buna dayanamıyordum. Ona karşı hissettiklerimi söyleyemezdim ama en azından doğruyu bilmeliydi.
"Çınar benim sevgilim değil. Hiçbir zaman olmadı ve olamayacakta. Biz birlikte çok şeyin üstesinden hep irilikte geldik, Zahir. Biz daima sırt sırta verdik. Evet, onu seviyorum ama benim gözümde Hakan'dan farksız o."
Sessiz kaldığı birkaç saniye içerisinde gözlerinden geçen pırıltılara şahit olmuştum. Sadece gülümsedi ve başını aşağı yukarı salladı.
"Hakan ameliyattan çıktığında haber verecekler. Tekrar geleceğim."
Onu onayladığımda beni orada bırakarak arabasına ilerledi. Gidene kadar yerimde kalakaldım. Hiçbir şey dememişti. Tepkilerinden bile bir anlam çıkartamamıştım. Beni sevdiğini söylememiş ya da defalarca ima etmemiş gibi öylece gitti.