Hakan ameliyat olalı şuanda tam iki gün olmuştu. Doktorlar uyandırmayı denemiş ama Hakan uyanmadığı için vazgeçerek iki gün sonraya ertelemişlerdi. Ona bir şey olacak diye öylesine çok korkuyorduk ki!
Annem Hakan'ın uyanmadığının haberini aldığında çılgına dönmüş ve sakinleştirici verilerek uyutulmuştu. Annemin böylesi saçma hareketleri yüzünden ikiye bölünmek zorunda kalıyordum ve bu beni daha da beter ediyordu. Neden böyle yapıyordu anlam veremiyordum! Hiç değilse benim kadar dirayetli olamıyor muydu? Sonuçta anne olan oydu ben değil!
"Hazan, bugün Çınarlarda kalalım mı? Hem biraz dinlenmiş hem de kafanı dağıtmış olursun. Ne dersin?"
Sevgi'nin çekinerek sorduğu soruyla birkaç saniye ona baktım. Her an kırılacak bir objeymişim gibi korkakça tutuyordu omzumu. Ne için gelmiş, kendini nerede bulmuştu canım arkadaşım. İki gündür yanımdan ayrılmıyordu.
"Olur." Dediğimde kocaman gülümsedi. Benim yüzümden onun daha fazla bu hastane köşelerinde kalmasını istemiyordum. Zaten hiç sevmezdi.
Sevgi 13 yaşındayken annesi çok hastaydı. Her okul çıkışı onu ziyarete giderdi ve bazen biz de peşine takılırdık. Annesini hastanede kaybeden birinden buraları sevmesi beklenemezdi.
O zamanları anımsadıkça daha da kötü hissediyordum. Çınar babasını, Sevgi annesini kaybetmişti ve sanırım sıra bendeydi. Hepimiz en çok sevdiğimiz insanları kaybedecektik. Hayat bana daha ne kadar işkence yapacak bilemiyordum ve Hakan'ı kaybetme korkusu beni deli ediyordu. Belki onlarla gidersem kafam biraz dağılırdı. Hem emindim ben. Hakan iyi olacaktı.
■
"Bakın size ne getirdim!"
Sevinçle bağırdı Çınar ikimizin ortasına otururken. İkimiz de onun neşesiyle gülümsedik.
Çınarlara geleli yarım saat oluyordu. Önce bizim eve uğrayıp kıyafetlerimi almış, ardından onlara geçmiştik. Annesi Özlem teyze bizim için en sevdiğimiz yemekleri yapıp kızları da alarak şehrin diğer ucundaki kardeşine gitmişti. Özlem teyze hep böyleydi. Ne zaman Çınarlarda toplansak en sevdiğimiz yemekleri yapıp kızlarıyla birlikte bir yerlere gider, biz evden ayrılana kadar da gelmezdi.
Bir gün, bizi sevmediği kanısına kapılarak utana sıkıla bunu ona sormuştum. Kahkahalarla gülmüş ve sonrasında başımı okşayarak kendileri evdeyken konuşamayacağımız şeylerin olabileceğini, birbirimize dertlerimizi daha iyi anlatalım diye bizi baş başa bıraktığından bahsetmişti. O zamana kadar hep bir ağırlık vardı üzerimde. O konuşmadan sonra kuş gibi hafiflemiştim.
"Ne! Şu halime bak! Bu fotoğrafı hemen yok etmem gerekiyor!"
Sevgi'nin çığırışıyla düşüncelerimden arınıp Çınar'ın elindeki fotoğraflara odaklandım. En üstte gördüğüm fotoğrafla Çınar'a katılarak gülmeye başladım.
Çınar, Sevgi ve ben yan yana duruyorduk. Çınar'la ben sevimlice gülümsemişken Sevgi bluzunun ucuyla burnunu siliyordu.
"Gülmeyin! Ver o fotoğrafı hemen bana!"
Bir anda Çınar'ın üstüne atladı ve ikisi koltuktan düşerken beni de yanlarında zemine götürdüler. Bu defa hepimizin kahkahası yankılandı duvarlarda. Ah, ne zamandır böyle hissetmemiştim. O kadar mutlu hissediyordum ki!
"Hadi bu anları da küçük karelere sıkıştıralım!"
Sevgi'yi onaylarken elimden telefonumu aldı ve hepimizin bir sürü resmini çekti.
"Hazan! Ne kadar da tatlısın."
Çınar'ın elindeki resme baktım. Tüm dişlerimi göstererek gülüyordum ama gözlerimin çevresi ıslaktı. Fotoğrafta gülmekten gözlerimin yaşlandığını sanabilirdiniz ama aslında öyle değildi. Bu anı hatırlıyordum. Babamın beni sık sık dövdüğü zamanlardı. İnsanların anlaması için hep gülümserdim. O gün de babamdan kaçtığım zamanlardan biriydi. Acıya dayanmadığım ve boşluğunu bulduğum bir anda kaçtığım gün...
Sevgi elindeki telefonumu önce fotoğrafa sonra da bana tuttu. Video çektiğini fark ettiğimde hafifçe gülümseyip ona baktım. o yaralar artık görünmüyordu ama yerleri hala arada sızlıyordu.
■
"Allah kahretsin! Çınar bu ne?! Ya sen benim üzerime mi oynuyorsun bugün?!"
Akşam boyunca Sevgi'nin kaçıncı çığırışıydı bilinmez ama devam ederse kulak namına bir şey kalmayacaktı bende!
"Hoş geldin hediyem Sevgoş!"
Hah! Çok güzel oldu. Sevgi ona 'Sevgoş' denmesinden nefret ederdi ve Çınar ona hem böyle hitap etmiş hem de erkek arkadaşından yeni ayrılmış bir kıza aşk filmi izletiyordu.
Buna bir son vermek adına ikisinin arasına girip sevimlice gülümsedim. "Sevgi, biliyor musun Çınarın yeni bir kız arkadaşı var."
Sevgi birkaç saniye yerinde kalakaldı ve sonra sevinçle çığlık attı.
"Küfür edeceğim ama artık! Yeter be kızım kulak kalmadı!"
Çınar'a hak vererek başımı salladığımda Sevgi yerinde sıçradı ve hevest6en parlayan gözlerle kalktığı yerine kurulup tüm bedenini Çınar'a çevirdi. İkimiz de yerimize oturduğumuzda Çınar Sevgi'nin soru yağmuruna tutuldu.
O anlatırken ben de arada onu onaylıyordum. Onunla öpüştüğü ana kadar her şeyi ayrıntısıyla anlatmıştı. Bizim sevgili gibi görünmemizi doğru strateji, ayrılmamızı da tam zamanlama olarak yorumlamıştı.
"Şuan o adını koymak istiyor ama ben kaçınıyorum. Ne kadar kovalarsa o kadar iyidir."
Kendini bilmiş gülümsemesine burun kıvırdım. İris'i gerçekten seviyordu ama görüyorum ki ona yaptıklarını hala unutamamıştı.
Telefonumun çalmasıyla Çınar ve Sevgi'yi sohbetlerine devam ederken bırakıp salondan çıkarak telefonuma baktım. Cengiz'in neden bu saatte beni aradığını sorgulamayı bırakarak telefonu yanıtladım.
"Efendim Cengiz Bey?"
"Hazan. Ali Bey rahatsızlanmış. Bulunduğunuz hastaneye geliyor. Onları karşıla. Ben ve Zahir en kısa zamanda yanınızda olmaya çalışacağız."
Ne? NE?!
"Ama ben hastanede değilim."
"Ali Bey varmadan hastanede ol! Hemen!"
Nasıl hemen gidecektim ki? Ali Beyin evi o hastaneye çok yakındı üstelik! Ne yapacaktım?! Allah'ım lütfen yetişebileyim!
Hızla bugün Sevgi'yle kalacağım odaya girip yarın için yanıma aldığım kıyafetlerimi giyinip açtığım saçlarımı sıkıca topladım ve odadan çıktım. Birlikte geçirebildiğimiz şu iki saatte oldukça rahatlamıştım. Umarım bunu Sevgi gitmeden tüm güne sığdırarak tekrar yapabilirdik!
"Çınar beni hastaneye bırakır mısın?"
Bunu söyleyerek pat diye salona girmemle ikisi de ayaklanıp endişeyle bana baktılar.
"Ne oldu? Hakan'a bir şey mi oldu yoksa?"
Büyük bir kaygıyla soran Sevgi'ye başımı iki yana salladım.
"Merak etmeyin o iyi. Ali Bey rahatsızlanmış. Hakan'ın kaldığı hastaneye götürülüyormuş ve anladığım kadarıyla Zahir Bey gecikecekmiş. Bu yüzden benim orada olmam gerekiyor."
İkisi de anladıklarını belirtircesine başını salladığında birlikte çıktık. Çınar her zamanki profesyonel şoförlüğünü göstererek beni Ali Beylerden önce hastaneye ulaştırmışlardı. Onlardan bu günü tekrarlayacağımızın sözünü alıp arabadan inmiş ve hızla hastaneye giriş yapmıştım.
Benden birkaç dakika sonra Ali Bey getirilmişti. Onların yanına hızla ilerlediğimde onu gördüm. Sarışın adam. İki defa şirkete gelmiş, birinde Zahir'le tartışmış diğerindeyse kavga etmişlerdi. Ne işi vardı burada?
Doktorlar bizi dışarıda bırakarak Ali Beyi tetkik odasına aldılar. Kapının hemen karşısındaki koltuklara yan yana oturmuş Ali Beyin çıkmasını bekliyorduk.
"Çok sadık ve iyi bir çalışansın" dediğinde ona döndüm. Bakışlarını kapıdan çekip bana döndü.
"Sizi Ali Beyin yanında daha önce hiç görmemiştim. Kimsiniz? Burada ne işiniz var?"
Hafifçe gülümsedi ve elini uzattı. "Ben Ali Beyin oğlu, Batın Pir."
Ne?!
Ali Beyin bir oğlu daha mı vardı? Ve benim bundan haberim yoktu?!