-7-

2018 Words
Minel dakikalardır kantinin çıkışında, sindiği köşede o kibirli serserinin çıkmasını bekliyordu. Beklerken heyecanı biraz azalmış, nabzı yavaşlamaya başlamıştı ama hâlâ onu ele geçiren öfkesinin tamamen yatıştığını söyleyemezdi. Elinde ketçap şişesiyle, yakalanma korkusuyla ve zilin çalma ihtimalinin içine yaydığı endişeyle etrafına bir kez daha göz gezdirdi. Hata mı yapıyordu? Başka bir yol mu bulmalıydı? Derken sonunda o iğrenç sesi tekrar duydu. Kantinciyle konuşuyordu ve sesi gittikçe yaklaşırken araya gülüşü de katılmıştı. Yüzünü buruşturup ayağa kalktı ve şişeyi daha sıkı tutmaya başladı. İki elini de arkasına saklayıp beklemeye devam etti. Çocuk birazdan kantinden çıkacak ve karşılaşacaklardı. Sonra da Minel bunu yapacaktı. Artık sonuçlarını düşünmek istemiyordu. Sinirden çıldıracağından adı kadar emindi ama bunu yapmak zorundaydı. O kendisini aşağılarken ve onu özür dilenecek kadar bile insan yerine koymazken gidip ders dinleyemezdi. Bu haksızlıktı. Birileri ona dünyanın herkes için var olduğunu, aynı olduğunu öğretmesi gerekiyordu. O pislik, özel falan değildi. Çocuk elinde bir torbayla dışarı çıktığında bir an şaşkınlıkla duraksadı. Üzerinde okul üniforması yerine beden eşofmanı ve bir tişört vardı. Belli ki kıyafetlerini değiştirmişti. Bir hayli keyifli görünüyordu. Bazı kızların bu görünüşe aldanacağından adı gibi emindi. Belki ne kadar kötü biri olduğunu bilmese Minel bile aldanırdı çünkü çocuk gerçekten dikkat çekiciydi. Kendini neden bu kadar üstün gördüğünü şimdi daha iyi anlıyordu ve bu nedense ona, yapacağı şey için daha fazla cesaret vermişti. Çocuk da onu fark ettiğinde göz göze geldiler. Dudağının kenarı alayla kıvrılırken Minel onu aşağılayan, küçümseyen, ona çocuk muamelesi yapan bu serseriden o kadar da korkmadığına karar verdi. Gözlerinde alaycı bir bakış vardı. Tam onu baştan ayağa süzmeye başladığında “Şimdi,” diye düşündü Minel. O ağzını açıp onu kızdıracak tek laf bile edemeden önce şişeyi kaldırdı ve çocuğun üzerine sıkmaya başladı. İşi bittiğinde nefes nefese bir adım geri çekildi. Onun dehşet ve tiksintiyle renk değiştiren yüzüne baktı. Minel kendini tutamayarak tatminle sırıtırken çocuk kıpırdamadan ona bakıyordu. Çenesinden damlayan ketçabı fark etmiş miydi acaba? “Merak etme, bir şeyin yok. Yıkayınca izi kalmaz,” dedi onun tavrını taklit ederek. Çocuğun gözleri öfkeyle koyulaşırken bir adım daha geriledi. Berk nefes almayı başarabildiğinde tiksintiyle yutkundu. Birazdan zil çalacaktı ve insanlar dışarı çıkacaktı ama işin aslı bu, şu an umurunda bile değildi. Onu çıldırtan, tenine bulaşan ketçabın kokusuydu. Midesi bulanmaya başlamıştı ve ağzını açmak dahi istemiyordu ama ona keyifle sırıtan kızı izlerken öfkesine hâkim olması mümkün değildi. Kahretsin! Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu, eğer bekleseydi bu aptalın gitmesine izin verir miydi hiç? “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye bağırdı. Sesiyle birlikte kız yerinden sıçramıştı. “Bunu yaparak başına ne tür bir bela aldığından haberin var mı? Nefesini tutup tek hamlede üzerindeki tişörtü çıkardı. Yüzüne, saçlarına ve tişörtü çıkarırken vücuduna bulaşan ketçabı silmeye başladı. Gerçekten kusmak üzereydi. Zaten kirlenmiş olan tişört iyice tanınmaz hâle geldiğinde kıza doğru iki adım attı ve tişörtü aralarındaki ufak boşluğa fırlattı. “Seni mahvedeceğim. Canını öyle yakacağım ki bugünü her düşündüğünde pişmanlıkla ağlayacaksın. Sana yemin ederim, bana bunu yaptığın için pişman olmanı sağlayacağım.” Kız, ona yapabileceği en kötü şeyi yaptığının farkında mıydı acaba? Berk kirlenmekten, kokmaktan ve istemediği bir şeyin ona değmesinden nefret ederdi. Midesi bulanmaya başlarken tek yumruğunu sıkarak nefes almaya odaklandı. Ailesi Berk’e titiz ve takıntılı diye sataşmayı sevse de Berk takıntılı olduğunu düşünmüyordu. İnsanlar bir erkeğin bu kadar titiz ve düzenli olmasını tuhaf bulsa da Berk onları hiçbir zaman anlamamıştı. Temiz kıyafetler giymek, temiz olmak ve güzel kokmak neden tuhaf sayılıyordu? Bu, normal olandı. Bu yüzden Berk her gün duş alır, kıyafetlerini değiştirir, ellerini sık sık yıkar ve kirlenmekten hoşlanmazdı. Bu kadar basitti işte. Ama şu an ketçap kokuyor, teninde o cıvık sıvının varlığını hissediyor ve bu farkındalık onu çıldırtacakmış gibi hissediyordu. “Özür dileseydin yapmazdım!” dedi Minel, hâlâ cesaretini koruyordu. En azından öyle görünmeye çalışıyordu. Ne yapabilirdi ki? Sadece abartıyor ve onu sindirmeye çalışıyordu. Bu oyunlara gelmeyecekti. Zil sesi çaldığında Berk parmağını yerde duran tişörtüne uzattı. “Yarın bu tişört, temiz ve ütülü bir hâlde bana geri dönecek. Bunu intikamımı hafifletmek adına bir şans olarak gör. Aksi hâlde okulunu değiştirmelisin çünkü gerçekten bunu yapmazsan pişman olacaksın.” Öğrenciler zil sesinin ardından saniyeler içinde bahçeye doluşmaya başlamıştı. Elbette kantine doğru ilerleyen kalabalık birazdan onları görecekti, insanlar gittikçe yaklaşıyordu. Hoş, Berk’in çıplak sırtını görüyorlardı sadece ama Minel’in yüzü kabak gibi meydandaydı. Çocuğun dudakları sıkıca kapanıp gözü seğirmeye başladığında Minel onun daha fazla konuşamayacağını fark ederek rahatladı. Buradan bir an önce ayrılması gerekiyordu. Bu yüzden elinde şişeyle koşarak çocuktan uzaklaşmaya başladı. Omzunun üzerinden ona baktığında tekrar kantine girdiğini görebiliyordu. Peşine düşmemesi iyiydi. Sonuçta bu kavga uzarsa zararlı çıkan Minel olurdu. Onunla nasıl baş edebilirdi ki? Bir an yerde duran kirli tişörte bakarak yutkundu. Çocuk da tişörtü almamıştı. Geri dönüp alacağını falan mı sanıyordu ya da onu fark edemeyecek kadar mı kendinden geçmişti? Eh, umurunda bile değildi. Gidip tişörtünü temizleyeceği falan yoktu. Tehditleri kuru gürültüden ibaretti. Ona ne yapabilirdi ki? Kendini ne sanıyordu? Gerekirse hem ailesine hem müdüre tehdit edildiğini söylerdi. Şişeyi keyifle çöpe atarken okulun kalabalığına karıştı. Öğretmenden özür dilese iyi olacaktı. Belki kantinciden de özür dilemeli ve ketçabın parasını vermeliydi. Tabii bugün değil. Bugün bir daha sınıftan çıkmayı düşünmüyordu. *** Ali dersin bitişiyle âdeta yerinden fırlamış, okulun arka tarafına geçerek duvardan atlamıştı. Ne yok yazılmak ne yakalanmak umurundaydı. Dakikalar geçtikçe daha fazla pişman oluyor ve sevgisi daha fazla yüzüne vuruyordu sanki. Dilek’i nasıl da seviyordu. Nasıl bunu göremezdi, bu kadar aptal olabilirdi? Yine de seviniyordu ki erken fark etmişti, hem de Umut sayesinde. Ona teşekkür etmeyi aklının bir köşesine not ettikten sonra yoldan geçen bir taksiyi durdurdu ve adresi söyledi. Birazdan Dilek’i görecekti. Ona gerekirse yalvaracak ama o kendisini affetmeden hiçbir yere gitmeyecekti. Araba hızla ilerlerken söyleyeceklerini düşünüp duruyordu. Aklına doğru düzgün hiçbir şey gelmese bile aşkını itiraf edecek olması beyninde dönüp duruyordu. Dilek’i seviyorum, Dilek’i seviyorum, Dilek’i seviyorum. Gülümseyerek dudaklarını ısırdı. Ardından telefonunu çıkarıp “Geliyorum, in aşağı,” yazıp Dilek’e yolladı. Onların sokağına geldiğinde cebinden çıkarttığı parayı öne doğru uzattı. “Sağa çek kaptan.” Araba durunca aceleyle indi, koşarcasına sokağın sonuna yürüdü. Oturdukları büyük apartmanın arkasına geniş bir boşluk bırakılmıştı. Bu sayede gerektiğinde Dilek’i istediği gibi görebiliyordu. Dilek’in ailesi çok katı olduğu için okul haricinde gizli gizli görüşmekten başka bir seçenekleri yoktu. Merdivenlerin orada oturan sevgilisini görünce gülümsedi. Adımlarını daha da hızlandırıp ona yaklaştı. Bir süre özlemle yüzüne baktı. Sadece bir gün geçtiğine inanamıyordu nedense. “Geldim.” Dilek başını kaldırıp ifadesiz bir yüzle onu izledi. Ne diye gelmişti sanki? Daha iradesinin bir kısmını bile ona karşı kullanmaya hazır değilken niye böyle canını yakıyordu? “Ne konuşacaksan konuş, vaktim yok Ali.” Onu böyle üzgün görünce bir kez daha aptallığına pişman oldu. Mahcup bir gülümsemeyle Dilek’in önünde diz çöküp ellerini tuttu. Anında çekmeye çalışmıştı ama aldırmayarak ellerini sıktı. “Böyle mi Ali diyorsun sen bana?” Dilek gözlerini kaçırıp kafasını salladı. “Evet, artık böyle. Dün ayrıldık, unuttun mu?” Yutkunarak gözlerini onunkilerle buluşturmaya çalıştı. Şu an onu görmese bu söylediğini ciddiye alıp delirebilirdi. Canı acımıştı ama hiç değilse kızmamıştı. Ellerini tekrar sıktı, canını acıtmak değil varlığını hissettirmek istiyordu. Sonra yavaşça tek elini kendine çekip kalbine bastırdı. “Ama burada bitmedi.” “Orada hiç olmadı çünkü,” diye fısıldadı Dilek. Sesinin titremesinden nefret ediyordu. Gözleri de dolmuştu işte! “Orada da vardı da ben geç anladım sevgilim.” dedi Ali yavaşça. Çenesini tutup yüzünü yumuşacık bir hareketle kendine doğru çevirdi. “Dilek, seni seviyorum. Çok seviyorum. Deli gibi özledim.” Tuttuğu yaşları bırakıp elini sertçe geri çekti. “Sevmiyorsun sevseydin söylerdin. Beni bırakmak yerine söylerdin!” diye bağırdı Dilek. “Git, beni biraz yalnız bırak ki alışayım. Canımı yakıyorsun.” “Özür dilerim. Ne kadar hayvan olduğumu bilmiyor musun? Kör, aptal, salak, hissiz bir eşeğim… Dün sen sorduğunda bir an panikledim. Daha önce hiç böyle bir şeyi düşünmemiştim ve sana yalan söylemek istemedim. Sonra düşününce fark ettim. Aşığım ben sana. Seni çok seviyorum!” diyerek kızı kendine çekti, kaçmasından korkarak sıkıca sarıldı. “Lütfen bir şans daha ver bana. Aptallığımı affedemez misin? Bir kerecik?” Başını saçlarına gömüp küçük öpücükler bıraktı. “Seni seviyorum Dilek. Çok… Çok… Çok,” dedi ardından. Hıçkırarak ağlıyordu Dilek. Onun buraya bunları söylemeye geldiğini düşünmemişti. Öyle olmasını dilemişti ama Ali’den beklemiyordu. O arkasında bıraktığına dönmezdi, Dilek’i de silip atacaktı ama öyle olmamıştı. Dün onu resmen terslemişti ama şimdi sevdiğini söylüyordu. Ve o böylesine sıcacık bir şefkatle kendisine sarılırken Dilek olmayan iradesini kullanabileceğini sanmıyordu. Kendine sardığı kollarını Ali’nin beline dolayıp aynı şekilde kucaklayışına karşılık verdi. “Çok seviyorum seni, teşekkür ederim sevgilim.” Geri çekilip Dilek’in yüzünü avuçladı Ali. Dilek şimdi ona öfkeyle bakıyordu. “Bir daha kendine hakaret etme!” “Eşeğim ama ben, senin eşeğinim.” “Eşek deme!” “Niye?” derken yanaklarını siliyordu başparmağıyla. “Bak ağlattım seni. Eşeğin önde gideni, geride durmayanıyım.” Bu sözler üstüne hafifçe kıkırdadı Dilek. “Ağlama bir daha…” “Ağlatma o zaman,” derken gülümsüyordu. Elini Ali’nin saçlarına attı, bir süre sevgiyle saçlarını karıştırıp gülümsedi. “Dün söylemeyi unuttum, bonus olmuşsun yine.” “Sen seviyorsun diye meleğim,” dedi kafasını sallayıp dağılmalarını sağlayarak. Ali onunla tanışmadan önce saçlarından nefret ediyordu ama artık Dilek için kestirmiyordu. Elbette bu okulda bir disiplin suçu daha demekti ama onca cezanın yanında hafif kalıyordu. Hem onu mutlu görmeye değerdi. “Seviyorum,” dedi Dilek dudağının kenarını dişleyip. “Çok özledim seni.” “Bana sorsana sen,” derken tekrar sarılmıştı bile Dilek’e. “Bir barışma öpücüğü belki hasretimizi dindirir?” Hafifçe kızarıp tekrar Ali’nin göğsüne gizledi başını Dilek. “Bu sessizlik evet mi oluyor?” derken gülmeye başladı Ali. Öpücüğün lafı geçtiğinde genelde saklanırdı Dilek. Normalde hoşuna gitmezdi ama saklandığı yer kendi kollarıyken sesi çıkmıyordu. Dilek’in omzunu kavrayıp tek eliyle çenesini yavaşça kaldırdı. Bir şey demesini beklemeden eğildi, yüzüne küçük öpücükler kondurdu. “Bu histen mahrum kaldığıma inanamıyorum,” dedi boğuk bir sesle dudaklarına dokunarak. “Seni cidden çok seviyorum,” dedikten sonra onu uzun uzun öptü. “Beni kendinden bir daha mahrum etme.” “Tamam,” dedi kısık bir sesle Dilek. Gözlerini kapatmış, Ali’nin bileğini sıkıca kavramıştı. Dilek’in burnunu öpüp sırıttı Ali. “Ah, söylemeyi unuttum!” “Ne-Neyi?” dedi şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırırken. “Seni seviyorum!” Dilek güldüğünde başparmağıyla yanağına dokunup küçük dokunuşlarla okşadı. “Kızardılar.” Kız gözlerini kaçırıp gülümsedi. “Kalbin de küt küt atıyor değil mi?” Başını salladı, hâlâ gülümsüyordu. Ali onun elini tutup kendi kalbine bastırdı. “Seninkiyle aynı mı?” “Evet.” “Görüyorsun ya, senin için atıyor.” Ali’nin gözlerine bakmak için başını kaldırdı. Deli dolu, koruyucu sevgilisini de seviyordu ama sevildiğini bilmek içine ayrı bir huzur katmıştı. Şimdi tamamen eski hâline dönmüş, kendini tekrar huzurlu hissetmeye başlamıştı. Demek ki o haklıydı, arkadaşları yanılmıştı. Ali belki berbat arkadaşlara sahipti, biraz serseri ve asiydi ama onu seviyordu. İlişkileri bir yalan değildi. “Okula neden gelmedin sen ayrıca?” “Raporluydum,” dedi Ali’nin endişesine aldırmayarak. “Ne raporuymuş o?” “Seni görmek istemedim,” dedi gözlerini kaçırarak. “Hasta rolü yapıyordum.” “Niye beni görmek istemiyordun?” derken çenesi kasılmıştı. “Ağlamak istemiyordum.” “Bir daha sakın böyle bir şey yapma! Ben eşeklik yapsam da ağlamayacaksın bundan sonra, tamam mı?” Omzunu silkip gülümsedi. “Bakarız. Gözyaşlarım bilinçli akmıyor ki,” dedi burnunu çekerek. Ardından telaşla “Hemen eve gitmem gerek benim!” diyerek Ali’nin beline sardığı kollarını çekti. Onu görünce yine kendini kaybetmiş, saati unutmuştu. “Ama daha özlemim bitmedi,” diyerek dudaklarını büktü Ali. Başını eğip yüzünü Dilek’in boynuna bastırdı. Saçları kızı gıdıklamıştı yine, onun kıkırdamalarıyla geri çekildi. “Kestireceğim saçlarımı, hep engel oluyor bana!” “Saçmalama, onları kestiremezsin!” dedi Dilek kaşlarını çatarak. Parmak uçlarında yükselip kollarını Ali’nin boynuna doladı. Başını kendine doğru çekip saçının bir tutamını parmağına sardı. Hayranlıkla gülümsüyordu. “Nesini seviyorsun şunların?” diye homurdandı Ali. “Şeklini, yumuşaklığını, kokusunu… Her şeyini.” deyip saçlarını öptü. “Şimdi gitmem gerek Ali, annemler birazdan gelir. Biliyorsun, bu sene her şeye karşılar.” Ali pes ederek iç çekti. “Tamam ama önce veda busemi isterim.” “Çıkarcılık yapma!” “Bana ne, öpmezsen gidemezsin!” “Çocuk musun Ali ya?” “Evet, bana ne,” dedi tekrar. Dilek pes edip gözlerini kapatınca gülümsedi. “Cazibeme karşı koyamadın yine.” “Çenene olmasın sakın?” Sırıtarak elini Dilek’in beline bastırdı. “Sonuçta bana ait bir şey değil mi?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD