-4-

3210 Words
Doğa kantinden kaçarcasına uzaklaşırken keyifle onları izlemekte olan Berk, arkadaşının yanına ulaştı. “Oğlum bu kaya sana çok fena çarpıyor, benden söylemesi!” diyerek Umut’un yanına yerleşti. Uzun zamandır bu kadar keyiflendiğini hatırlamıyordu. Aptal arkadaşını gaza getirmek nasıl da kolaydı. Ali de onların yanına oturmuş, kafasını sallıyordu. “Doğa biraz sert mi çıktı ne?” “Size bir sert çakacağım o zaman göreceksiniz dünyanın nasıl döndüğünü!” “Bizden söylemesi, sen daha çok rezil olursun bu kız yüzünden,” dedi Berk onu duymamış gibi. Gülmeye devam ediyordu. Umut koyu kumral saçlarını eliyle dağıtıp yerinden kalktı. “Sen de birazdan rezil olacaksın!” diye gürledi. İkisini de boğazlayacak kadar çok sinirlenmişti ve lanet olsun ki haklı olduklarını biliyordu. Bu yüzden öfkesini kontrol etmeye ve Berk’in onu rahat bırakmasını sağlamaya çalışıyordu ama pislik herif hiç yardımcı olmuyordu. Doğa ona bakmıyordu bile! Nasıl içine düşmezdi? Nasıl ağzının suyu akmazdı? En azından varlığını fark etmesi gerekmez miydi? Tamam, o da biliyordu bir pislik olduğunu. Yine de görünüşü fazlasıyla çekiciydi. Yoksa... Artık değil miydi? “Yalnız ben kızın neden Umut’a hiç aldırmadığını anlayamadım. Belki sevdiği biri falan vardır?” diyerek sahte bir ciddiyetle gözlerini kıstı Ali. “Haklısın dostum! Belki de kız Umut’u bile sollayacak birini buldu?” Berk ve Ali, o sahte ciddiyetleriyle tahmin yürütürken gözlerini devirdi Umut. Derin birkaç nefes alıp ayaklandı. Gömleğinin uçlarını düzeltip onlara aldırmıyormuş gibi arkasını döndü. “Yürüyün derse zevzekler!” “Ah, inanamıyorum!” diyerek ayağa kalktı Berk de. “Umut, Doğa için ders manyağı da oldu. Belki de Ahmet Hoca’yla hazırladığı testlerin ardından spor yerine dersi hobi edinmiştir?” “Testler daha etkili olmuştur. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi’nde yaşanmış bir olay değildir?” Umut kantinden çıkarken Berk’i kolunun altına aldı. “Yavrum, o testleri görseydin eminim bunları söyleyemezdin.” Umut’u iterek güldü Berk de. “Oynaşma benimle hemcins… Ne sordun lan testlerde?” Umut bir süre düşünürmüş gibi yaptı. Sonra mavi gözleri alayla parıldamaya başladı. Eh, elbette birkaç soruyu öğretmeni için özenle hazırlamıştı. “Aşağıdakilerden hangisi Umut’un ilkelerini kapsamaktadır? Ya da…” Sırıtarak ellerini ceplerine yerleştirdi. “Tarih öğretmenin en büyük sorunu nedir? Müdür evimi arasa kaç yazar?” Berk ve Ali duyduklarının etkisiyle gülmeye başlamıştı. “Oğlum, harbi mi bunları yazdın?” “Evet,” diyerek omzunu silkti Umut. “O adamın üzerimde bir gücü varmış gibi davranmasına katlanamam ben. Babam olacak şerefsiz beni kenara çekip konuşsa kaç yazar?” Bir anda içi delice bir öfkeyle dolmuştu. Bunu kimseye belli etmemek adına arkadaşlarına arkasını döndü. O pisliği düşünmek bile iğrenmesine sebep oluyordu. Bu yüzden elbette okula çağırılmasını, ondan samimiyetsiz nasihatler duymayı istemezdi ama Ahmet Hoca’nın eline böyle bir koz da veremezdi. En iyisi adamı umutsuz vaka olduğuna ikna etmek ve diğer öğretmenler gibi onu yok sayması gerektiğini öğretmekti. Sonuçta Umut da okulda isteyerek bulunmuyordu. Umut yanlarından uzaklaşırken Ali’ye doğru döndü Berk. “Bu Ahmet ve Doğa iyi ki ortaya çıktı, eğlenmeyi özlemişim.” “Sorma kanka, Umut çok çekecek okul bitene kadar!” *** Harika başlayan günü, sınıf arkadaşlarının aklına soktuğu düşüncelerle kötüleşmeye başlamıştı. Zil çalar çalmaz sınıftan çıkmış, kendini arka bahçedeki banklardan birine atmıştı Dilek. Ali iki teneffüstür yanına gelmiyordu ve arkadaşlarının söyledikleri kafasından bir türlü çıkmıyordu. Onları dinlememek, söylediklerini düşünmemek istiyordu ama bir türlü kendini kontrol edemiyordu. Derin bir nefes alarak dirseklerini dizlerine bastırıp başını ellerinin arasına aldı. Neden Ali, Dilek’e onu sevdiğini hiç söylememişti? Bunu bugüne kadar fark etmediği için kendine kızsa bile bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Belki de arkadaşları söyleyene kadar gayet mutlu olduğundan aklına gelmemişti. Şimdi içi içini yiyor ve korkuyordu. Ali onunla sadece takılıyor olabilir miydi? O da arkadaşları gibi çapkının teki miydi yoksa? Bu düşünceyle birlikte gözleri doldu, dudakları titremeye başladı. Onu hep arkadaşlarından farklı görmüştü. Hep iyi olduğunu, arkadaşlarına benzemediğini düşünmüştü. Öyle hissetmişti. Evet, Berk ve Umut gibi iki pislikle arkadaş olması biraz korkutucuydu ama Ali gerçekten onlardan farklıydı. Mesela kimseyle kavga etmeye çalışmazdı. Öğretmenleri kızdırmaz, okulda sorun çıkarmazdı. En azından Berk ve Umut onu bir olaya ortak etmedikçe… Bu yüzden Dilek hep onun farklı olduğuna inanmıştı. Ama şimdi? Şimdi emin olamıyordu. Kafası karmakarışıktı. İç çekerek arkasına yaslandı. Ali neredeydi? Acaba yokluğunu fark edecek miydi? *** Ali son teneffüs zilinin çalmasıyla birlikte ayaklanmıştı. Artık Dilek’i görmek istiyordu. Tüm dırdırlarına rağmen Umut ve Berk’e bir teneffüsünü daha veremeyecekti. “Ben Dilek’in yanına gidiyorum, sonra görüşürüz gençler.” Berk sırıtırken Umut alayla kaşlarını kaldırdı. “Biraz fazla uzun sürmedi mi bu kızla?” “Yo… Bence yeni başladı daha,” dedi Ali gülümseyerek. Dilek’leyken günleri saymak aklına gelmiyordu. Ne de olsa ilk kez birini ciddiye alıyordu. “Koş sevgiline Ali’cik, işin bitince gelirsin.” Umut’a sahte bir öfkeyle bakıp saçlarını bozdu. “Ali’cik seni yakacak bir gün!” “Bekliyorum güzelim,” diyerek itekledi Umut onun elini. Ali ona aldırmayarak sınıftan çıktı. Umut ve Berk henüz farkında değildi ama Ali, Dilek’i gerçekten önemsiyordu ve arkadaşlarının da bunu fark edip kabullenmesini istiyordu. Böylece Dilek de onları biraz olsun tanırdı ve teneffüslerde iki taraf arasında gidip gelmek zorunda kalmazdı. Ama şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Teneffüsü boşa harcamamak adına koşmaya başladı. Önce kızın sınıfına baktı, bulamayınca bahçeye indi. Ön tarafta olmadığını görünce kaşları çatılmıştı. Neredeydi bu kız? Adımlarını hızla arka tarafa yöneltti. Eski püskü bir bankın üstünde tek başına oturduğunu görünce meraklanmaya başladı. Çok yalnız ve üzgün görünüyordu. Endişeyle kaşlarını çatarken adımları daha da hızlanmıştı. Sonunda yanına yaklaştığında gülümseyerek Dilek’e seslendi. “Aşkım, sen ne yapıyorsun burada tek başına?” Aslında Ali’nin onu bulmasını beklemiyordu. Bir yandan bunu umuyordu ama arkadaşlarının Ali’ye dikkat etmesini, onun kimseyi sevemeyeceğini ve Dilek’i de öylesine hayatında tuttuğunu söylemelerinin ardından onların yanılmasını istemişti. Ali’nin onu sevdiğini, önemsediğini görmek istemişti. Bu yüzden, onu hemen bulmasını ve yanıldıklarını söylemesini ummuştu. Çünkü Dilek bu çocuğu gerçekten çok seviyordu. Sesi bile aklını başından almaya yetiyordu. O böylesine âşıkken sevilmemek canını çok yakacaktı ama ona sormak zorundaydı. Bilmezse daha kötü değil miydi? Hem seviyorsa söylerdi. “Düşünüyorum.” Ali kaşlarını çatarak kızın yanına oturdu. Kolunu omzuna atıp narin bedenini kendine çekti. “Söyle bakalım, canını ne sıktı senin?” Gözyaşları yavaşça süzülürken burnunu çekti Dilek. “Beni seviyor musun Ali?” diye fısıldadı yavaşça. Konuya böyle girmek istememişti ama aklı o soruda takılıp kalmıştı. Dilek, Ali’yi seviyordu ama Ali onu seviyor muydu gerçekten? Şu an sevildiğini duymaya o kadar ihtiyacı vardı ki… Sanki her şey buna bağlıymış gibi hissediyordu. Belki de saçmalıyordu? Ali gerildiğini hissederek kolunu geri çekti. “Bu da nereden çıktı şimdi?” “Bir yerden mi çıkması gerek? Sana bir soru sordum.” Ali sıkıntıyla solurken Dilek’in ağladığını fark etti. Hızlı bir hareketle yanaklarını sildi. “Ağlama.” “Soruma cevap ver Ali.” Elini saçlarının arasına atıp kafasını sıkıntıyla kaşıdı. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Hazırlıklı değildi. Hem o böyle şeyler söyleyemezdi ki! Nereden çıkmıştı durduk yere? Birkaç dakikalık teneffüs vaktinde oturup bunları mı konuşacaklardı yani? “Of Dilek! Nereden çıktı bu? Niye sıkıyorsun canını böyle şeylere?” “Anlamadım?” dedi Dilek hayretle. Sevmek onun için sadece ‘böyle şeyler’ miydi? Neden sadece onu sevdiğini söyleyip sarılmıyordu? Bu, tüm sorunu çözerdi. “Diyorum ki böyle şeylerle tadımızı kaçırıyorsun. Durduk yere ağlamanın bir anlamı var mı sence? İkimizi de üzüyorsun. İki teneffüs önce hiçbir şey yoktu, şimdi nereden çıktı bu?” Öyleydi. Doğru söylediğini biliyordu. İki teneffüs önce beraber kantindeydiler, Dilek de yine çok mutluydu çünkü Ali’nin varlığı içindeki kocaman yalnızlığı dolduran yegâne şeydi. Ama sonra arkadaşları aklını karıştırmış, Dilek de gerçeği Ali’den duymak istemişti. Onların yanıldığını, Ali’nin de tıpkı kendisi gibi hissettiğini duymak istemişti ama belli ki asıl yanılan oydu ve arkadaşları haklıydı. Sessizce yerinden kalktı. Şu an söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyordu. Belki de sevinmeliydi? Sonuçta Ali hiç söylememiş olsa da Dilek öyle olduğunu varsayarak Ali’nin sevgilisi olmuştu. Gittikçe ona daha çok bağlanıyor, çocuğu daha çok seviyordu. Gerçeği ne kadar çabuk öğrenip kabullenirse acısı o kadar kısa sürerdi. “Benden uzak durursan sevinirim,” diye mırıldandı usulca ve bir şey demesini beklemeden koşmaya başladı. Zil sesi bahçeye yayılırken ağlamamak için derin nefesler alıyordu. Evet, evet; böylesi daha iyiydi. Gerçeği erkenden öğrenmişti. Dilek ondan koşarak uzaklaşırken Ali şaşkınlıkla arkasından bakıyordu. Aniden ne olmuştu Allah aşkına? Nereden çıkmıştı bu sevgi mevzusu? Hem Dilek nasıl ondan uzak durmasını isterdi? Ne saçmalıyordu böyle? Bir an ona yetişmeyi düşündüyse de çalan zil sesi ve kafa karışıklığı hareketlerini kısıtladı. Sakin adımlarla sınıfına geçerken saçlarını çekiştirip duruyordu. *** Sonunda dersler bitmiş, okul dağılmaya başlamıştı. Bilge çantalarını hazırlarken Doğa’ya döndü. “Yürüyerek mi gideceksin eve?” Bilge’nin sözüyle kafasını kaldırdı ve gülümsedi. “Evet, sen?” “Maalesef yürümem yasak, annem havalar bozulmaya başlıyor, dedi. Ben önden gideyim o zaman, yarın görüşürüz.” “Tamam, görüşürüz.” Bilge sınıftan çıkarken Doğa da çantasını kapatmakla meşguldü. Kalabalıkla birlikte yavaşça ilerleyip sınıftan çıktı. Bahçeye indiğinde yağmurun çiselediğini fark etti. Ellerini cebine atıp üzerindeki hırkaya lanet etti. Kapüşonlu hırkasını giyseydi keşke! Şemsiyesini de yanına almamıştı. Derin bir nefes alıp okuldan çıktı. Minibüse binebilirdi ama ıslanmayı pek sevmemesine rağmen yürümeyi çok severdi. Yürümek ona iyi geliyordu. Tabii başı ıslanmasa bu yolculuk çok daha keyifli olabilirdi ama sırf yağmur yağıyor diye eve yürüyerek gitme keyfinden vazgeçemezdi. Bu yüzden keyifli adımlarını su birikintilerinden uzak tutmaya ve apartmanların ara sıra sunduğu sığınakları takip etmeye karar verdi. Yürürken bazen müzik dinlerdi ama çoğu zaman sessizliği yeğlerdi. Bu sayede düşünüyor, düşündükçe dinlendiğini hissediyordu. Bu da elbette hayalperest ruhuna iyi geliyordu. “Yağmur yağıyor. Niye yürüyorsun?” Düşünmeye öyle dalmıştı ki duyduğu sesle birlikte yerinden sıçrayıp küçük bir çığlık attı. Arkasını döndüğünde Umut’un sırıtan yüzünü fark etti. Bembeyaz dişleri tenine tezat bir güzellik oluşturuyordu. Dişleri bile ne kadar düzgündü. Sinirlerini bozuyordu. “Yürümeyi severim,” dedi ters bir sesle. Kalbi hâlâ korkuyla çarpıyordu ama ona bunu belli etmek istemiyordu. “Şunu al,” diyerek hırkasını çıkardı Umut. Onaylamasını beklemeden hırkayı kızın giyebilmesi için tuttu. Doğa çocuğun böyle bir şey söylemesini beklemediğinden gerçekten şaşırmıştı ama ona güvenmiyordu. Hem ona borçlanmak da istemezdi. “İstemez, sağ ol.” “Giy şunu yoksa zorla giydiririm!” Umut kaşlarını çatarken ağzı açık kalmıştı. Yine kendini tutamayarak sesini yükseltti. “Manyak mısın sen? Dün bu hırka için beni az kalsın dövüyordun.” “O başka bir hırkaydı,” diyerek sırıttı Umut. “Bana ne, benim hırkam var.” Bu ne saçma bir muhabbetti? Çocuk inatla hırkayı giymesi için uzatırken neredeyse gülecekti. Hem onlar hem hırka ıslanıyordu ve Doğa gerçekten onun yardımını istemiyordu. “Şu hırkayı giy!” dedi Umut tekrar, daha sert bir sesle. Yine kaşlarını çatmış, kıza bakıyordu. Korkunç görünüyordu. Gülümsediğinde gayet normal ve hoş olmasına rağmen bu ifadesi Doğa’yı korkutuyordu. Tabii dengesizin teki olduğunu bilmek de hiç yardımcı olmuyordu. Bu yüzden korkuyla bir adım geri çekilip hırkayı Umut’un elinden aldı. Bu çocuk kesinlikle sorunluydu. Normal değildi. Normal biri böyle olmazdı. Ama bunları düşünmek korkusunu dindirmiyordu. Doğa beceriksizce hırkayı giyerken Umut onu izliyordu. Öfkeli ifadesi yerini keyifli gülüşüne bırakmıştı. Sırf onu denemek için eğildi ve hırkanın fermuarını çekmek için uzandı ama Doğa bir adım daha gerileyerek haykırdı. “Kendim yapabilirim, uzaklaş!” “Keyfin bilir.” Kaşları çatılı bir hâlde hırkayı giyip fermuarını çekti. Elbette Umut’un hırkası ona büyük gelmişti. Şapkasını takıp ellerini cebine atınca içinde iyice küçüldüğünü hissetti ama artık başı ıslanmıyordu. Bu yüzden isteksizce de olsa ona teşekkür edebilirdi. Sıkıntıyla derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Tam Umut’a dönecekken parfümünün kokusunu fark ederek duraksadı. Sigaranın etkisiyle kokusu hafiflemiş bile olsa hissedebiliyordu. Hırka gerçekten güzel kokuyordu. Hayranlıkla iç çekti, ne yaptığının farkında bile değildi. Kokuya odaklanmış durumdaydı. Sonunda kendine geldiğinde şaşkınlıkla dudağını dişledi. Çocuğun bunu görmediğini umuyordu. “Eee, susacak mısın böyle? Pek sessiz kalamıyor gibiydin?” Başını iki yana salladı Doğa, içten içe sabır diliyordu. Bir an kokusu onu gafil avlamıştı ama sinirlerini altüst etmek için çocuğun varlığından başka bir şeye gerek yoktu. Çok yakışıklı olabilirdi, mükemmel kokabilirdi ama Doğa ondan gerçekten hoşlanmıyordu. “Benden ne istiyorsun?” dedi bu yüzden, olabildiğince sakince. Aniden Doğa’ya böyle iyi davranıp durmasının sebebi neydi ki? “Bir şey istemiyorum. Belki sadece… Arkadaşlık?” dedi Umut masum görünmeye çalışarak. “Niye?” “Komiksin, seninle konuşmak hoşuma gitti.” “Ne çok konuştuk ama!” “Olsun, istersen bol bol konuşuruz,” diyerek kıza biraz daha yaklaştı. “Hadi ama… Arkadaş olmaktan ne zarar çıkar ki?” “Sen çok sinirlisin. Beni bir daha dövmeye çalışmayacağını nereden bileyim?” Umut sinirle gözlerini devirdi. Doğa’nın bunu görmemesini umuyordu. Ona tekrar bakmadan önce derin birkaç nefes aldı. Öfkesini dizginleyince mırıldandı. “Sana o günü unut demiştim, sen de kabul etmiştin.” “İyi, tamam,” diyerek omzunu silkti Doğa. “Arkadaşız. Şimdi beni rahat bırakırsan evime gideceğim.” “Beraber yürümeye ne dersin? Hem sen ıslanmamış olursun hem de ben hırkamı geri alırım.” Doğru ya, hırkasını zorla ona vermişti! Doğa bir an ona baktığında gömleğinin sırılsıklam olduğunu fark etti. Belli ki yağmur şiddetleniyordu. “Aptal! Sen de ıslanmışsın!” Aptal mı? Bu kız Umut’a aptal mı demişti gerçekten? Çenesindeki bir kas harekete geçince yumruklarını sıkıp sakinleşmeye çalıştı. Doğa’nın o kadar itici bir konuşma tarzı vardı ki sanki ne söylese sinirleri bozuluyordu. Öfkesini dizginleyip normal hâline yaklaştığında omzunu silkti. “Boş ver, ıslanmayı severim.” “İyi.” Doğa kısa bir an ona baktı. Gerçekten ıslanmayı umursamıyor gibiydi ve elbette Doğa onu önemsemeyecekti ama yüzünü incelerken gözleri yavaşça irileşmeye başladı. Arkadaşlarından duyduğu o çekici, herkesin hayran olduğu Umut’u sanki ilk kez görmeye yaklaşmıştı. Çünkü bu hâliyle kusursuz görünüyordu. Resmedilmesi gereken çekici bir manzarayı andırıyordu. Üzerinde ıslanmış okul gömleği vardı. Yağmurun altında saçlarının rengi koyulaşmış, alnına yapışmıştı. Mavi gözleri boş bir ifadeyle ama sakince yolu izliyordu. Dudakları hafifçe sağa doğru kıvrılmıştı. Gerçekten fazla yakışıklıydı bu çocuk. Acaba normalde manken falan mıydı? Ya da estetik mi yaptırmıştı? Düşündükleri sınırını aşmaya başlayınca yumruğunu birkaç kez, hafifçe başına geçirdi. “Sana ne, önüne dön Doğa!” diye azarladı kendini. Okulun çoğu ne düşünürse düşünsün ve Umut’un görüntüsü ne kadar güzel olursa olsun; o, Doğa’yı dövmeye çalışan, agresif ve dengesiz biriydi. Onu beğenmeyecekti. Bunları hatırlamak işe yaramıştı. Rahatlayıp yanındaki çocuğun varlığına aldırmadan sakince yürümeye başladı. Bu çocuk hiç güvenilir değildi. Sağı solu belli olmuyordu ve en ufak sözünde gözlerinin alevlendiğine yemin edebilirdi. Peki ne istiyordu Doğa’dan? Neden sürekli onunla uğraşmaya başlamıştı? Amacı neydi? Bir şey olmalıydı mutlaka. Acaba ondan intikam mı alacaktı? Bir an gözünün önüne Umut’un kantindeki öfkeli hâli geldi, çenesi sızlar gibi oldu. Öğretmen birazcık daha geç kalsaydı canını yakacağı kesindi. Belki de böyle sakin görünüp uygun zamanı kolluyordu? Ama niye? Şimdi istese ona zarar verebilirdi, kimse Doğa’yı kurtarmaya çalışmazdı. Yolda tek tük insanlar vardı ama herkes yağmurdan korunmanın derdindeydi. Sessizce yürüdüler. Doğa artık ona bakmıyordu, düşüncelere dalmıştı ancak evinin sokağına geldiğini fark edince durup Umut’a döndü. “Burada oturuyorum. Artık hırkanı geri alabilirsin,” diyerek çocuğun hırkasını üzerinden çıkardı. Umut imalı bir şekilde kaşlarını kaldırdı. “Tamam,” dedi sakince. Ardından uzattığı hırkasını eline alıp beklemeye başladı. Niye böyle bakıyordu Doğa’ya? Niye hırkayı giymiyordu? Doğa onun öylece durduğunu fark edince kaşlarını çattı. “Ne bekliyorsun, gitsene.” “Eve girdiğini görmem gerek.” “Niye, bekçi mi kesildin şimdi de?” “Bir şeyi de sorma...” Gözlerini sıkıntıyla devirdi. Umut o kadar sinir bozucuydu ki! Öfkeyle soluklandı ve keyifle onu inceleyen Umut’un gözlerine baktı. “Sürekli etrafımda takılma, rahatsız olurum.” Bir an onun delirmesini, çenesini tekrar sıkmasını bekledi. Biraz da bu yüzden, sırf onu denemek için ters konuşmuştu. Umut’un amacını anlamak ve ondan bir an önce kurtulmak istiyordu. Belki bunu yapmak tehlikeliydi ama onunla konuşurken çoğu zaman kontrolünü kaybediyordu. Umut omzunu hafif bir şekilde kaldırdı. “İnsanların rahatsızlıklarını pek umursamam, canım isterse yanında olacağım.” “O zaman ben de sana aldırmayacağım,” dedi Doğa kaşlarını kaldırarak. “Hırka için sağ ol.” Umut onun arkasından bakarken hafifçe gülümsüyordu. Koşarak apartmanın önüne ulaşmış, çantasından beceriksizce çıkardığı anahtarla kapıyı açmıştı. İçeri girmeden önce sadece bir an, omzunun üstünden ona doğru baktıysa da yüzündeki ifadeyi okuyamamıştı. Ama önemli değildi. Bu kız biraz tuhaf, belki biraz da saftı ama sert kaya olduğu söylenemezdi. Doğa da ona âşık olacak ve sonunda canı fena hâlde yanacaktı. Hatta onunki bir parça daha acılı olacaktı çünkü Umut ilk kez birinin canını yakmadan önce bu kadar beklemek zorunda kalıyordu. Hırkasını üzerine geçirip ters yöne doğru yürümeye başladı. Berat’ın anaç tavukluğu tutmadan eve gitse iyi olacaktı. Zaten Doğa yüzünden onca dakikadır öfkesini yutup duruyordu, bir de abisinin dırdırını çekemeyecekti. *** Yuva olma özelliğini uzun zaman önce kaybetmiş olan evlerine ulaştığında yağmur durmuş, Umut’un rahatsızlığı da son bulmuştu. Kapıdan her girişinde olduğu gibi babasının eve uğrama ihtimaliyle gerildiyse de ev yine ölüm sessizliğine bürünmüştü. Zaten onu görmeleri çok nadir gerçekleşirdi ama Umut her seferinde bu hisle kapıdan geçiyordu. Buna engel olamıyordu. Eskiden, annesi ölmeden önce, eve her gelişinde onun melodik sesini duyardı. O zaman babasının evde oluşu ya da olmayışı onu bu kadar germezdi. Yine ondan hazzetmese de annesinin varlığı Umut’a yeterdi. “Umut, sen misin bebeğim?” diye bağırırdı yumuşacık sesiyle. Her ne kadar onun gözünde bebekmiş gibi görünmekten hoşlanmasa ve annesini bu yüzden terslese de onun böyle söylemesi hep hoşuna giderdi. Bir tek annesine karşı duyguluydu zaten Umut. Onun hesap sormalarından sıkılmaz, bir şeyler söylediğinde boş konuştuğunu hissetmezdi. Varlığı Umut’u germiyor ve yormuyordu. Annesi şu hayatta ona bile iyi gelebilen yegâne şeydi. Şimdiyse kimse yoktu. Hiç kimsenin söylediklerine aldırmıyor, insanlardan duyduğu hiçbir kelime ilgisini çekmiyordu. Sanki hepsi, her şey boştu. Belki de sadece Umut böyle görüyordu. Ama böyle hissettiği sürece doğru olmamasının ne önemi vardı ki? “Umut, hoş geldin.” Berat’ın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. İçeri geçip ona hiç bakmadan odasına yöneldi. Elbette abisine cevap vermeyecekti. Islak kıyafetlerinden kurtulup hızlı bir duş aldı. Saçlarını kurulayarak salona döndüğünde abisi olduğu yerde duruyor, belli ki onu bekliyordu. “Okul nasıl geçti?” İç çekerek koltuklardan birine oturdu ve televizyona bakmaya başladı. Hâlâ adamın yüzüne bakmamıştı. “Çok konuşkansın bugün yine, hayırdır?” Berat elindeki bardağı sehpanın üzerine bırakıp Umut’a döndü. Bir şey anlatmayacağını adı gibi biliyordu ama anlamıştı. Bu bakışları tanıyordu. Umut yine annelerini düşünüyordu ve şu an ona ulaşamazdı. Abisi sabırla konuşmasını beklerken Umut usulca soluklandı. En azından bir şeyler söylemeliydi ki Berat peşini bıraksın. Umursamaz görünmek adına omzunu silkip kumandayı eline aldı. “Havanın kasvetindendir. Yemek var mı?” Berat sakince başını sallayarak yerinden kalktı. “Sen otur, ben bir şeyler hazırlayayım.” “Gerek yok, yemesem de olur.” Aslında karnı açtı ama Berat’a yük olmaktan hoşlanmıyordu. Elbette abisi ona aldırmadan mutfağa geçmişti. “Birazdan seni çağırırım.” Berat düşünceli bir şekilde kardeşine yemek hazırlarken kaşları çatılıydı. Umut’un genel olarak huysuz, agresif ve sinir bozucu olduğunu biliyordu ama belli ki bugün tek sorun karakteri değildi. Annelerini hatırlamış olmalıydı. Genelde onu hatırladığında kasvetli bir ruh hâline bürünür, kendini herkese kapatırdı. Konuştuğunda bile tek amacı can sıkmak ya da kalp kırmak olurdu. Böylece insanların onun nasıl da acı çektiğini fark etmeyeceğini sanıyordu. Zor olmuştu ama Berat bunların hepsine alışmıştı. Alışmak zorundaydı. Sonuçta o, Umut’un abisiydi. Büyük olan oydu ve onunla ilgilenmek Berat’ın göreviydi. Ama ne yapması gerektiğini bir türlü bulamıyordu. Hâlbuki uğraşıyordu. Onu kazanmak için her şeyi yapıyordu. Gerçekten deniyordu ama asla başaramıyordu. Neden kardeşine ulaşmayı başaramıyordu? Neden bu kadar uzaktı Umut ona? Ne yapmalıydı? Onu böyle görmek istemiyordu. Aralarında bu kadar mesafe olmasından hoşlanmıyordu ama ne kadar zorlarsa zorlasın durum değişmiyordu. İç çekerek bir tavada makarna için sos hazırlamaya başladı. Arkadaşlarından biri şu hâlini görse onu asla tanıyamazdı. Umut söz konusuyken bambaşka biri oluyordu. O etrafındayken içinde kontrol edemediği bir sorumluluk hissediyordu. Annesinin eksikliğini böyle kapatmaya çalışıyordu. Yanında olarak, onunla ilgilenmeye çalışarak… Fakat olmuyordu işte. Belki bir gün olurdu ancak olmasa bile Berat kendine hâkim olabileceğini ve onu, tam da istediği gibi rahat bırakabileceğini hiç sanmıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD