-5-

1856 Words
Erkenden uyanıp okula gitmek zorunda olmak yeterince kötü değilmiş gibi bir de rol yapmak zorunda olması sinir bozucuydu. Kaşlarını çatıp küfretmek ve bir şeyleri yumruklamak -mümkünse Berk’in suratını- istiyordu. Oysa bunun yerine yüzünde en çekici tebessümüyle, dakikalardır Doğa’nın evi önünde bekliyordu. Biraz daha böyle beklerse aklını kaçıracaktı. Apartmanın kapısı açılıp da kız dışarı çıktığında derin bir nefes aldı. Onu kaçırmaktan korktuğu için epeyce erkenden soluğu kapısında almıştı ama apartmandan ne zaman biri çıksa o şapşal surattan farklı olduğu için gittikçe huysuzlanmıştı. Doğa darmadağınık saçları, dişleri arasına sıkıştırdığı tostu ve bu esnada çantasını takmaya çalışan hâliyle çok komik görünüyordu. Elinde olmadan sırıtırken birkaç saniye fark edilmeyi bekledi ama bu saf kızdan çok da büyük beklentileri olmamalıydı. “Günaydın,” diye seslendi sakince. Doğa duyduğu sesle birlikte yerinden sıçrayıp çığlık atarken ağzındaki tostu son anda hatırladıysa da yakalayacak fırsatı olmadı. Yine mi Umut Anas? Umut sırıtarak düşen tostu yerden aldı. “Korkutmak istemedim, özür dilerim.” “Bela mısın sen benim başıma ya? Tostum da gitti, of!” diye söylendi Doğa. Öfkeyle tepinmek istiyordu. Ona sinsice yaklaşıp korkuttuğu yetmiyormuş gibi kahvaltısını da mahvetmişti. Ama bununla uğraşacak vakti yoktu, derse geç kalmak istemiyordu. Bu yüzden apartmanın kapısını kapatıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir yandan da saçlarını toplamaya çalışıyordu. “Hey! Beklesene arkadaşım!” “Okula geç kalıyorum, seninle oyalanamam. Daha karnımı doyurmam gerek.” Umut homurdanarak kızın peşinden yürümeye başladı. Kıza da kendine de inanamıyordu. Ama sakin olması lazımdı. Bu saf kızın güvenini kazandığı an her şey bitecekti zaten. Tek yapması gereken öfkesini ondan gizlemek ve yine korkmasını engellemekti. “Senden daha hızlı olabilirim, merak etme. Tostunu da yenileriz.” “Annemin tostu gibi tost bul da göreyim seni,” diye homurdandı Doğa. Sessizce mırıldandı ardından. “Aptal. Sinir bozucu şey...” “Seni duydum!” diye gürledi Umut. Kendini kontrol etmesinin de bir sınırı vardı ve şu an o sınırı çoktan aşmıştı. Başka zaman uğraşırdı bu aptal çömle yoksa elinden bir kaza çıkacaktı. “Seninle insan gibi konuşmaya çalışıyorum ama sen hep böyle sorunlusun sanırım?” dedi ve önüne geçip ona aldırmadan yürümeye başladı. Hayatı boyunca bir kez bile bir kızı beklememişti. Kimseyi okuldan eve bırakmamıştı, kimseye hırkasını giydirmemişti ama bu kıza ne yaptıysa karşılığında onu tersliyordu. Haksızlık değil de neydi bu? Diğerleri hiçbir şey yapmamasına rağmen yanına gelirken bu kız emeklerini boşa harcıyordu. Kesinlikle sorunluydu. Belki de Ali haklıydı, birini seviyordu ve gözü kimseyi görmüyordu. O lanet olası gözünden de nefret ediyordu! Umut pek sabırlı biri değildi ve kız böyle aptalca davranacaksa Berk’in tüm alaylarına rağmen onunla uğraşmaktan vazgeçmesi gerekecekti. Doğa, o öfkeyle uzaklaşırken biraz abarttığını fark ederek duraksadı. Hakaret etmesi doğru değildi. Kimseyi böyle tersleme huyu da yoktu aslında ama ne oluyorsa bu çocuğu görünce oluyordu ve Doğa kendini kaybedip huysuzluk ediyordu. Üstelik bu kez Umut cidden bir şey yapmamıştı. Yüzünü buruştururken çocuğun arkasından koşturdu. “Hey, bekle!” diye seslendi aralarındaki mesafeyi kapatınca. “Sabahları huysuz olurum, kusura bakma.” Belki de vazgeçmesi gerekmeyecekti? Derin bir nefes alıp gülümsedi Umut. Yüzündeki ifade onu daha çekici kılıyordu. Bunu insanlardan yüzlerce kez duymuştu. “Sadece sabahları mı?” dedi şakacı bir sesle. “Tamam, bugünü unut.” Kaşlarını kaldırıp gülmeye başladı. “Benim laflarımı bana satıyorsun ha?” “Bilmem, olabilir,” diyerek güldü Doğa da. “Ama ciddiyim, okula geç kalmak istemiyorum. Ya hızlı yürü ya da kendine araba falan bul!” “Öyle mi dersin?” derken tek kaşını kaldırıp dudaklarını büzmüştü Umut. Ardından koşmaya başladı. “Hey, bu haksızlık!” diyerek çantasını düzeltti Doğa. O da Umut’un peşinden koşmaya başlamıştı. Aralarında birkaç adımlık mesafe kaldığında bağırdı. “Haksızlık bu yaptığın, önce başladın, sayılmaz!” “O zaman önce sen düşünseydin,” diye bağırdı Umut arkasına bakmadan koşarken. Bu kız çocuk gibiydi, hoş zaten çocuktu da. Ama onunla uğraşmak gerçekten eğlenceliydi. Okulun sokağına girdiğinde nefes nefese arkasından seslendiğini duydu. “Tamam, tamam… Sen kazandın!” Yavaşlayıp arkasını döndü. Doğa yere doğru eğilmiş, ellerini dizine koymuştu. Derin derin nefes alıyordu. Belli ki peşinden koşarken gerçekten yorulmuştu. Eh, her şey daha yeni başlıyordu. Bu hisse alışsa iyi olacaktı. “Çok çabuk yoruldun ama sen, olmaz ki böyle,” dedi gülerek. “Sana ne?” diye homurdandı Doğa. Nefesi biraz düzene girince tekrar yürümeye başladı. “Ne diye yarışıyorsun? Çocuk musun sen?” Umut gözlerini devirdi. “Söyleyene de bakın,” dedikten sonra durdu. “Sen içeri gir, beni biraz bekle. Bir şey getireceğim.” Çocuk hızla uzaklaşırken gözlerini kısıp bir süre onun gidişini izledi. Ardından umursamazca omzunu silkip okula girdi. Uzun süre bekleyeceğini sanıyorsa yanılıyordu. Bu yüzden geç kalırsa büyük ihtimalle yine Doğa’ya sinirlenecekti ama ondan korktuğu için derse geç kalacak değildi. Bahçede boş bir köşeye geçip sırtını duvara yasladı. Okul girişlerinde genelde sıra olunuyor, sınıflar alfabetik olarak binaya giriyordu. Geç kalanlar elbette sırayı kaçırdığı için kılık kıyafet kontrolünden sonra direkt sınıfına çıkıyordu. Bu okula alışması biraz zor olmuştu. Her zaman iyi bir lise kazanacağını düşünmüş, çok ciddi olmasa da derslerine çalışmıştı ama sınav sonuçları açıklandığında bunun sandığı kadar kolay olmadığını öğrenmişti. Düz liseye yazılmak ona gerçekten iyi bir ders olmuştu. Liseleri o kadar da kötü değildi. Çevre okullara kıyasla öğretmen kadrosu tecrübeli sayılırdı ama sonuçta buradan çok daha iyi okullar vardı ve Doğa o şansı kaçırmıştı. Bu yüzden üniversiteye hazırlanırken hayal kurmaktan çok ders çalışacaktı. *** Günlük rutini ve ders çalışma planı Ali’yle konuştuktan sonra mahvolmuştu. Ailesi fark etmesin diye yemekten sonra yine masasına yerleşmiş, önüne de kitaplarını açmıştı ancak tüm gün tek yapabildiği ağlamak ve Ali hakkında nasıl da yanıldığını düşünmek olmuştu. Dilek, onu sürekli çalışmaya ve kariyer planlamaya iten kuralcı bir ailede yetişmişti. Ailesi için her şey derslerden sonra geliyordu. Bu yüzden kimseye Ali’den bahsedememiş, onlarla konuşup fikirlerini de alamamıştı. Belki annesiyle konuşabilseydi, en baştan kendini kandırmayacak ve böyle üzülmek zorunda kalmayacaktı. Hoş, ailesi Ali’yi öğrense asla sevgili olmalarına izin vermezdi. Dilek ısrar ederse okulunu bile değiştirirlerdi. Zaten artık bunların bir önemi kalmamıştı. Ayrılmışlardı. Bu düşüncelerle ağlayarak uyuyakaldığı gecenin ardından kendini pek de iyi hissetmediği için okula gitmemeye karar vermişti. Belli ki gerçekten kötü görünüyordu çünkü annesi ona kızmak yerine dinlenmesi ve bir an önce iyileşip kaçırdığı dersleri telafi etmesi için öğüt vermişti. Acaba Ali okula gelmediğini fark edecek miydi? Acaba o da üzgün müydü? Hoş, bunları düşünmemesi gerekiyordu. Bir an önce üzüntüsünü aşmalı ve derslerine çalışmalıydı. Sınava yalnızca birkaç ayları kalmıştı. Önünde yetiştirilmesi gereken onlarca konu, tekrar edilmesi gereken notlar ve çözülmesi gereken sorular vardı. Bu yüzden Dilek aklını başına toplamalı ve Ali’yi aşmalıydı. *** Umut isteseydi bile bu sabah için bu kadar harika bir plan yapamayacağını düşünüyordu. Kızı evinden almak için gittiğinde biraz etkilenmesini umduysa da henüz ona karşı bir ilgi duyacağını Umut da düşünmüyordu. Ancak Doğa ona haksız yere hakaret ettiği için vicdanı sızlamış olmalıydı ki tavırları biraz daha normalleşmiş, en azından bir daha onu boğmak istemesine sebep olmamıştı. Tostunun yere düşmesi de güzel bir tesadüf olmuştu. Şimdi Umut arkadaşlarıyla sık sık gittiği büfenin tostuyla da kızın aklına girebilirdi. Sonuçta bu tost bayağı lezzetliydi. Yedikten sonra annesinin tostu aklına bile gelmeyecekti. Okul vakti olduğu için hazırlanması sandığından daha uzun sürse de nihayet tostu paketletip okula koşarken her şeyin yolunda gittiğini düşünüyordu. Birkaç gün daha o şapşal surata tahammül edecek, ardından Doğa da ona sırılsıklam âşık olacaktı ve Berk pisliği çenesini kapatmak zorunda kalacaktı. Bunlar olduğunda Umut ona da güzel bir ders verebilirdi. Okulun kapısından girdiğinde Doğa’nın ana binaya doğru yürüdüğünü görerek tekrar tüm sakinliğini yitirdi. Ona beklemesini söylememiş miydi? Ne kadar da aptal bir kızdı bu böyle? Elinde poşetle koşup binaya girdi ve merdivenleri çıkmakta olan kıza seslendi. “Doğa!” Doğa ismini duyduğunda durup arkasını döndü. Umut’un kaşları çatılıydı, elbette. Omzunu umursamaz bir tavırla kaldırırken öfkesine aldırmamaya karar verdi. “Geciktin, ders zili çalmak üzere.” Gözlerine ulaşmayan samimiyetsiz bir tebessümle kıza yaklaşıp “Tamam, geldim işte,” dedi Umut. Poşeti kızın eline tutuştururken “Annene söyle, artık sana tost yapmasına gerek kalmayacak. Buna bayılacaksın,” diyerek kaşlarını kaldırdı. Doğa ona şüpheci bir bakış attıktan sonra “Göreceğiz,” diyerek tekrar merdivenleri çıkmaya başladı. Daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. O hızla uzaklaşırken Umut sakince arkasından yürüyüp hangi sınıfa girdiğini kontrol ettikten sonra üçüncü kata çıkıp son sınıfların katına ulaştı. Tam sınıf kapısından girdiğinde zil çalmaya başlamıştı. Öğretmen gelmeden önce arka tarafa geçip Berk’in yanına oturdu. Genelde pencere kenarında, en sondaki iki sırayı onlar kullanıyordu. “Oğlum, neredesin sen?” dedi Berk o oturur oturmaz. Umut kibirli bir şekilde arkasına yaslanırken ona bakmamıştı. “Doğa’yı evinden aldım.” Ali şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Evini nereden biliyorsun ki?” “Dün evine bırakmıştım da,” diyerek göz kırptı arkadaşlarına. “Neyse, önünüze dönün. Ders başlıyor.” Berk ve Ali kısa bir an birbirlerine bakıp yüzlerini buruşturdu. Bu kadar kolay mıydı yani? Hâlbuki Doğa denen kız hiç de Umut’a kanacak gibi görünmüyordu. Berk ön sırada oturan Ali’nin omzuna hafifçe vururken daha çok kendiyle konuşur gibiydi. “Yok be kanka, daha tavlayamamıştır. O kız buna bakmaz. Değil mi?” “Aynen,” diye karşılık verdi Ali de. Biraz şaşırdığını itiraf etmeliydi. O da gerçekten Umut’un, kızı etkileyebileceğini hiç düşünmemişti ama bugün, bu mesele pek de umurunda değildi. Arkadaşlarına belli etmemeye çalışsa da aklı Dilek’teydi. Dünden beri kıza ulaşamamıştı ve belli ki okula da gelmeyecekti. Berk pek canını sıkmazdı ama konuyu açsa Umut büyük ihtimalle Dilek hakkında atıp tutarak sinirlerini bozardı. Ali de elbette buna katlanamazdı. Bu yüzden ayrıldıklarını söylemekten başka bir şey yapamamıştı. Bu meseleyi tek başına çözmeliydi. *** İlk ders çok sıkıntılı geçmişti. Doğa bir türlü öğretmenin anlattıklarına odaklanamamıştı çünkü karnı açtı. Midesi guruldayacak ve sınıfa rezil olacak diye çok korkmuştu ama neyse ki korktuğu başına gelmedi. Bu yüzden zil çaldığında gerçekten rahatladığını hissetti. Öğretmen sınıftan çıktıktan sonra sıranın altına koyduğu poşeti aldı ve tostu çıkardı. Acıkmıştı elbette ama bir yandan da tadını merak ediyordu. Umut o kadar övünce ister istemez aklında kalmıştı. Ekmekten birkaç ısırık alıp ağzını doldurdu. Kibar lokmalarla yemek ona göre değildi, yerken tadını çıkarmayı seviyordu. O iştahla yemeğini yerken Bilge ayaklandı. “Afiyet olsun canım, ben kantindeyim.” “Görüşürüz!” dedi Doğa tostu tekrar ısırmadan önce. Bayağı iyiydi. Annesinin tostuyla yarışacak kadar iyiydi. “Zevzeğin dediği kadar varmış.” Sınıfın çoğu zil çaldığında dışarı çıkmış, kalan birkaç kişi de kendi hâline dalmıştı. Doğa açlığı yatışırken arkasına yaslanıp yüzünü pencereye doğru çevirdi. İnsanları izlemeyi gerçekten seviyordu. Hele böyle yalnızken ve böyle garip bir okuldayken… Burada gerçekten her çeşit insan vardı. Sınıfları, okulun girişine bakıyordu. Doğa, amaçsızca etrafı izlerken bekçi kulübesinin önünde duran küçük grubu fark etti. İçlerinden biri tüm dikkatiyle ona bakıyordu. Pencereye biraz daha yaklaşıp gözlerini şaşkınlıkla irileştirirken Umut’un imalı tebessümü eşliğinde, elleriyle tostu işaret ettiğini fark etti. Kendini tutmasa neredeyse gülecekti. Bunun yerine ekmekten bir parça daha ısırıp gözlerini kaçırdı. Bir süre bahçedeki kalabalığı süzdükten sonra dikkatli bir şekilde Umut’un olduğu yere döndü. Çocuk hâlâ ona bakıyordu. İnanılmazdı. Acaba derdi neydi? Doğa’nın açlığı, tostu beğenip beğenmemesi neden onun için önemliydi ki? Çok saçmaydı. Neden onu evine bırakmış, neden sabah onunla yürümek istemişti? Dün akşam Çağla’yla konuştuğunda o bile Umut’un yaptıklarına anlam verememişti. “Bir çıkarı vardır mutlaka, sen dikkatli ol,” demişti Doğa’ya. Doğa da onun gibi düşünüyordu. Hoş, farklı düşünseydi bile Çağla’ya kulak verirdi çünkü ona her zaman güvenir ve sözlerini dinlerdi. Zaten sorun bu değildi. Doğa, Umut’a güvenmiyordu ve elbette ona karşı dikkatli olacaktı. Sadece merak ediyordu. Aniden neden böyle davranmaya başlamıştı ki?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD