İpek
"En az bir yıl kadar evli kalmamız gerek," dedi bu sert görünümlü adam, gözlerindeki kararlılık ve sesindeki soğuk tonla beni bir kez daha irkiltti.
"Neden benimle evlenmek istiyorsun? Gördüğüm kadarıyla kadın bulmakla ilgili pek bir sıkıntın yok," dedim, dün yanında getirdiği o gösterişli eskort kadını hatırlayarak. Bu bir şaka mıydı? Daha birkaç gün önce bana ailesinin intikamını almak için her türlü işkenceyi reva gören adam, şimdi benimle evlenmek istiyordu. Bu absürtlük karşısında içimdeki öfkeyi bastırmaya çalıştım ama mantığım hızla başka bir düşünceye kaydı: Ya gerçekten gerçek karı-koca olmayı istiyorsa? Yok artık! Bu düşünceyi hemen kafamdan silmeliydim. Zaten bu küçük kız da muhtemelen evlatlıktı ya da başka bir kadından olan çocuğuydu. Ama annesi neredeydi? Bana bu sorunun cevabını verir miydi ki? Hayır, Kara bu tür şeyleri paylaşacak biri gibi görünmüyordu.
"İpek!" diye kükredi aniden, sesi odada yankılandı. Oturduğu kanepeyi tek bir hamlede çekip tam karşıma kadar yaklaştırdı. Koltuğun altındaki halı neredeyse yerinden sıyrılacak gibiydi. Şaşkınlıkla nefesimi tuttum. Bu nasıl bir güç gösterisiydi? O an Karadan korkmamak elde değildi, ama yine de içimdeki inatçı yan konuşmaya devam etti.
"Sabah seninle öyle zoraki konuştum. Ama zorla sana 'evet' dedirtemeyeceğimin farkındayım. Ancak şu an için en uygun aday sensin," dedi, sanki bu durumu normalleştirmeye çalışıyormuş gibi.
"Başka adaylar da mı vardı? Yarışma sonucunda mı ben galip çıktım?" diye alaycı bir tavırla cevap verdim. Ama içimde kopan fırtınalar bambaşkaydı. Kara'nın ani hareketlerinden ve karşı konulmaz baskısından içten içe titriyordum. Bütün bu korkuyu bastırmaya çalışırken ayaklarımın üşüdüğünü fark ettim. Yalın ayak oluşum daha da canımı sıkıyordu ama bu durumda kalkıp bir çift terlik istemek bile lüks görünüyordu.
"Seninle açık konuşacağım," dedi bir an duraksayarak. Bu beklenmedik açıklık tonu beni hazırlıksız yakalamıştı. "Işık benim öz kızım değil. Evlatlık."
Bu sözler üzerine şaşkınlığımı gizleyemedim. Gözlerim büyüyerek ona baktı, sözlerinin devamını bekliyordum. Ama öte yandan da tahminim doğru çıktığınl farkettim.
"İki yıl önce bir müvekkilim vardı. Kadın, eşinden sürekli şiddet görüyordu ve bir gece daha fazla dayanamayıp kocasını öldürdü. Polis onu tutukladı. Nefsi müdafaa nedeniyle cezasında indirim yapıldı ama yine de uzun süre cezaevinde kalacak. O sırada Işık üç yaşındaydı. Kadının ailesi çocuğa sahip çıkmak istemedi. Babası tarafındansa, büyükannesi ve dedesi Işık'ı almak için başvurdu. Ancak müvekkilim, onların çocuğa kötü davranacağını söyleyerek kızını bana emanet etti. Bir süre sonra mahkemeyle kızın velayetini aldım. Ama hâlâ babasının ailesi tarafından tehdit altındayım. Onlar, çocuğu benden almak için her türlü bahaneyi uyduruyor. Geçenlerde beni birkaç kadınla görüp çocuğa kötü örnek olduğumu ve ona kötü davrandığıml iddia ederek şikayette bulundular. Bu yüzden kısa sürede evlenmem gerek. Yoksa Işık’ı kaybedebilirim."
Bunu söylerken yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim. O soğuk, mesafeli maskenin arkasında bir parça insaniyet, bir damla sevgi görür gibi oldum. Ancak hissettiğim bu anlık sıcaklık, içimdeki öfke ve korkunun önüne geçemedi.
"Eğer kabul edersen, bu evlilik sadece kâğıt üstünde olacak. Kağıt üstünde evli olsak bile sana hiç bir zaman ihanet etmeyeceğim. Bunu hem Işık için, hem de ihaneti sevmediğim için yapacağım. Yalnızca Işık için. Bir yıl boyunca birbirimize tahammül edeceğiz, sonra yollarımızı ayırırız. Bunu yapabilir misin?" dedi. Sesine masum bir ton eklemeye çalışıyordu ama birkaç gün önce hayatımı cehenneme çeviren adamın bu hâli bana samimi gelmiyordu.
Kara’nın söylediklerini sindirmeye çalışırken içimden bin bir duygu geçti. Bu adama nasıl güvenebilirdim ki? Beni bir ömür yanında köle olmaya getiren adam şimdi sadece benden bır yıl istiyordu.
Ama ya o küçük kız? Ona burada iyi bakıldığına şüphem yoktu. Gözlerindeki sevgi ve rahatlık, Kara’nın ona olan bağlılığını açıkça gösteriyordu. Peki ya ben? Bu teklifi kabul edersem hayatım neye dönüşürdü? Reddedersem, Kara’nın öfkesinin sonuçlarına katlanabilecek miydim? Bir yıl evli kalmak mı? Bir ömür hapis hayatı mı?
*****
Kara
"Düşünmem gerek," dedi, sesinde kararsız bir tını vardı. Nesini düşünecekmiş acaba? Gül gibi bir fırsat sunuyordum işte. İster kabul etsin ister etmesin, başka şansı yoktu. Işık’ı kızım gibi sevmesem, böyle bir teklifi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Ama şu an köşeye sıkışmış durumdaydım. Birkaç güne kadar Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'ndan sosyal denetim uzmanı gelecekti. Eğer İpek bu teklifi kabul etmezse, işim gerçekten zorlaşacaktı. O yüzden elimdeki en iyi ve tek seçenek oydu.
Işık’ı neden mi evlat edindim? Çünkü annesi onu bana emanet etmişti. Ama bu yalnızca bir emanet olduğu için değildi. Hayır. Kendi karanlığımda boğulduğum zamanlarda, o kızın gözleri, içimde sönmek üzere olan bir ışığı yeniden yakmıştı. Gözlerinde gördüğüm umut ve masumiyet, kalbime sevginin ne olduğunu hatırlatmıştı. Güneş’im... Benim küçük kızım, erken solup gitmişti. Ama Işık… Onun her zaman parlamasını, her zaman mutlu olmasını istiyordum. Onun yüzündeki o ışığı korumak, benim için bir görev haline gelmişti.
"Yarına kadar düşün," dedim, sesimi biraz daha sertleştirerek. "Sonra kararını ver. Ya bir yıl evli kalırız, ya da bir ömür pişman olacağın bir hayat yaşarsın." Gözlerim farkında olmadan yalın ayaklarına kaydı.
"Sen neden yalın ayaksın?" diye sordum, alayla karışık bir öfkeyle.
"Çorap getirmemişim," dedi omuz silkerek.
Bu kız gerçekten salak mıydı? Koca evde ayağına giyecek bir şey mi bulamamıştı?
"Sinirlendirme beni!" dedim, sesim istemsizce yükseldi.
"Ne yaptım da sinirlendin?" diye sordu şaşkınlıkla.
"Git çalışanlara söyle, bir şey ayarlasınlar sana. Terlik falan versinler. Ayakkabı dışında istediğin şeyi giyebilirsin."
"Peki," dedi kısık bir sesle.
"Git o zaman," diye çıkıştım.
"Gidiyorum," diye cevap verdi ama ayağa kalktığı anda ayağı halıya takıldı ve bir anda kucağıma düştü. Öylece kalakaldık. Kafası tam göğsüme yaslanmıştı, elleri bacaklarıma sıkıca tutunmuştu. Göz göze geldiğimiz o an, bir saniye içinde dünyadaki her şey durdu sanki.
"Rahat mı yerin?" dedim alaycı bir tonla, ama sesimdeki gerginliği de gizleyememiştim. Ellerini bacaklarımda biraz daha hissetsem… iyi şeyler olmayacaktı.
"Hayır," dedi utangaç bir sesle, yerinden kıpırdamaya çalışırken.
"Kalk o zaman. Davetiye mi bekliyorsun? Ya da başka bir şey mi?" diye ekledim, sesim her zamanki sertliğini geri kazanmıştı.
"Şey, ben kazara oldu... Bilerek düşmedim," dedi. Bir de açıklama yapıyordu, inanamıyordum.
"Bir dakika içinde kalkmazsan olacaklara ben de mani olamam," dedim tehditkâr bir sesle. Bu sözlerim işe yaramış olmalıydı ki, hızla yerinden kalktı ve neredeyse koşar adım odadan çıktı.
Ama yüzümde bir gülümsemeye engel olamıyordum. İpek’in bu sakar halleri, istemeden de olsa hoşuma gidiyordu. Sadece Işık için atan kalbimin, aslında orada bir yerlerde olduğunu hatırlatıyor gibiydi. Ve belki de… bu tuhaf anlaşma, bana karanlığımda başka bir ışık yakabileceğimi gösterecekti.
*****
İpek
Salaktım ben. Başka bir açıklaması yoktu bu yaptığımın. Ağamın kucağına düşmek de neyin nesiydi öyle? Kendime lanet okurken yüzümdeki sıcaklığı hissettim. Utançtan yanaklarım alev almıştı, kalbimse sanki yerinden çıkacak gibiydi. Bu adamın elinde bir aya kalmaz ölür giderdim. Hangi cesaretle abim için kendimi feda etmiştim ki? Kafam karmakarışıktı. Gerçekten aklımı kaybetmek üzereydim.
Karan’ın yanından kaçar gibi değil, resmen uçarcasına çıkıp bana verdikleri odaya koştum. Kapımın önüne bırakılan terlikleri gördüğümde içimden bir "oh" çeksem de giymedim, sadece elime alıp odama girdim. Tabii bu "odam" demeye dilimin varmadığı dört duvardan ibaret bir yerdi. Ama şu an elimdeki tek şey buydu.
Düşünmek istiyordum ama zihnim sürekli aynı yere dönüp duruyordu. Kucağına nasıl düşmüştüm? Ve o an yüzüme bakan gözleri... Hayır, düşünmeyecektim!
Ne kadar süre odada kaldığımı bilmiyorum. Aşağı indiğimde Işık’ın salonda oturup oyuncaklarıyla oynadığını gördüm. Küçük elleriyle oyuncaklarını düzenliyor, kendi küçük dünyasında bir şeyler yaratıyordu. İstemsizce yüzümde, buraya geldiğimden beri ilk defa bir tebessüm oluştu.
"Nasılsın, Işık?" diye sordum, yanıma geldiğimi fark etmesi için sesimi yumuşatarak.
"İyiyim, siz?" dedi resmi bir tonla, yaşına hiç uymayan bir ciddiyetle. Bu tavrı Kara’nın ona öğrettiği belliydi.
"Ben iyiyim. Ama bana 'İpek abla' dersen daha iyi olurum," dedim gülümseyerek. Başını sallayarak onayladı.
"Ne oynuyorsun? Seninle oynamamı ister misin?" diye sordum, yanına biraz daha yaklaşıp onun seviyesine inerek.
"Hayır, ama su isterim," dedi masumca.
"Ben getiririm. Sen oynamaya devam et," dedim ve mutfağa yöneldim. Bir bardak su doldurup götürmek üzereyken sabah gördüğüm çalışan kız belirdi.
"Ben götürürüm," dedi nazikçe. Terlikler için teşekkür ederek bardağı ona verdim. Gözüm ocağın üzerindeki kaynayan kazana kaydı. Sabah, Karan’ın korkusundan doğru düzgün bir şey yiyememiştim. Midemden gelen gurultuyu duyunca dayanamayıp kazanın kapağını kaldırdım. Bir kaşık bulup tadına baktım. Fena değildi ama tuzu eksikti. Hemen dolaptan tuz alıp kazana ekledim ve karıştırmaya başladım.
"Ne yapıyorsun?" diye bir ses duyuldu arkamdan. İrkildim. Kara... Yine beni bulmuştu. Bu adam beni mi takip ediyordu?
"Tuzu eksik," dedim, sesim titremesin diye çabalayarak. Kazanı karıştırmaya devam ettim.
"Şimdi düzeldi mi?" diye sordu, adımlarını ağırlaştırarak yanıma yaklaştı. Nefesini ensemin hemen arkasında hissedebiliyordum. Paniklememek için dudaklarımı ısırdım.
Bir kaşık alıp tadına baktım. Çorbanın tadı gerçekten güzeldi. "Güzel olmuş," dedim, ama cümlem daha havada asılı kalmışken Kara aniden dibime kadar yaklaşıp yüzüme doğru eğildi.
Belimden tutup kendisine doğru çekti ve dudağımın kenarını yaladı.
Şokla elimdeki kaşık yere düştü. Böyle ölmem Karacım! Füze at en iyisi.