8 Bölüm. "Kara'nın Işığı"

1979 Words
Kara Ben bu kıza hiç mi hiç acımayacaktım. Yaşadıklarımı ve ailemin çektiği acıları düşündükçe, aklım ve mantığım zaten sağlıklı düşünemiyordu. Kalbimi dinlemeyi, ailemi kaybettiğim gün bırakmıştım. Çünkü o gün, kalbimi de onlarla birlikte mezara gömmüştüm. Bu intikam yolculuğuna çıkmak, asla arzuladığım bir şey değildi. Beni tanımayan, geçmişimden bihaber birisinden başkasının hesabını sormak, başta bana da anlamsız gelmişti. Ama gözlerimin önüne sürekli aynı görüntü geliyordu: eşimle çocuğumun cansız bedenleri... Bu sahne, zihnime kazınmış bir yara gibiydi, her an kanamaya hazır. Üç yıldır her gece kabuslar içinde uyanıyor, eskisi gibi uzun uzun uyuyamıyordum. Sürekli tetikte, uyanık bir vaziyetteydim. Yetimhane arkadaşı Hakan’ın ısrarıyla bir doktora gitmiştim. Orada, yaşadığım travmanın bir sonucu olarak insomnia hastalığına yakalandığımı öğrendim. Artık uyku, bir insanın günlük ihtiyacı değil, bana haram olmuş bir lüks gibiydi. İnsan gibi uyumanın ne demek olduğunu özler hale gelmiştim. Ancak doktorun verdiği antidepresanlar bile fayda etmiyordu, bu yüzden tedaviye devam etmenin bir anlamı kalmamıştı. Ama o gece... İpek’i o alçak herifin elinden alıp kendi evime getirdiğim gün, yıllar sonra ilk defa derin bir uykuya dalabildim. Aslında, İpek’in yanında uyumak gibi bir niyetim yoktu; uyuyamamanın verdiği bir sızıp kalma durumu da yaşamıyordum. Ama ona olan öfkem, bilinçaltımda bile dinmiyor, bir şekilde beni ona bağlayan ince bir çizgiye dönüşüyordu. İpek’in üstündekileri lambayı yakmadan, karanlıkta dikkatlice çıkardım. Elime değen dikiş izi, onu daha önce fark ettiğim ama üzerine düşünmediğim bir ayrıntıyı hatırlattı. Bu yara izi, onun geçmişinden bir izdi, bir sır saklıyordu. Ve bu küçük detay, her şeyin ötesinde zihnimi kurcalamaya başlamıştı. Yavaşça yanına uzanıp baygın haline baktım. Yüzünün her bir santimetresi, adeta ince ince, elle çizilmiş gibiydi. Küçük ve narin bedeni sanki her şeye rağmen bir huzur yayıyordu. Ona karşı hissettiğim öfkenin altında, karmaşık duygular filizleniyordu. Kendi içimde kaybettiğimi düşündüğüm huzuru, onun yanında buluyormuş gibi hissediyordum. Gözlerim istemsizce kapandı. Yılların yorgunluğunu ilk defa omuzlarımdan indiriyordum. Belki de aradığım dinginlik, çok uzun zamandır benim yanımda değil, onun yanında saklıydı... ***** Sabah bağırıp durduğunda uyuduğumu fark ettim. Ben, dün geceyi gerçekten uyumuştum. Rahat, deliksiz bir uyku çekmiştim. Üç yıl sonra ilk kez uyumanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamıştım. Şaka gibiydi. Bu nasıl olmuştu? Acaba iyileşmeye mi başlıyordum? Ama bu düşünceler uzun süre zihnimde kalamadı, çünkü İpek’in bağırışları beni düşüncelerimden koparıyordu. "Benim deli bir eşe ihtiyacım yok. Aklını yerinde tutmayı başar," dedim ona, biraz soğuk ama kararlı bir sesle. Dün gece aldığım bilgi zihnimi hâlâ meşgul ediyordu. Birileri beni İpek’le ve ondan önce de başka kadınlarla görmüş, bu durumu şikayet etmişti. İpek’le görülmem ise olayın ciddiyetini daha da artırmıştı. Şikayet edenlerin kim olduklarını da biliyordum. Bu kişilerin neden böyle bir şey yaptıklarını anlamak zor değildi, ama onlara şu an bir şey yapamıyordum. Durum hassastı. Neticede ben öyle herkesle görülebilecek bir adam değildim. Bu tarz şeyler benim için hiç iyi sonuçlanmazdı. İşte tam da bu yüzden aklıma bir fikir gelmişti: İpek’le evlenmek. Evet, bu işi çözebilirdim. Eğer İpek’le evlenirsem, hem toplumun baskısından kurtulurdum hem de kızımı benden almaya kalkışan kimseye karşı sağlam bir duruş sergilerdim. Zaten bekar bir erkek olarak kızımı yanımda tutmayı bile zor başarmıştım. Dikkatli davranmam gerekiyordu. “Ne eşi? Sen ne saçmalıyorsun?” dedi İpek, şaşkın gözlerle bana bakarken. Sesindeki keskin tını, söylediklerimi anlamaya çalışırken hissettiği karışıklığı ele veriyordu. İstemediğini açıkça ifade etti, ama onun o savunmacı tavırları bana sadece gülünç geliyordu. Sanki ben onunla evlenmek için yanıp tutuşuyordum! Gece olanları düşünmekten kendimi alamıyordum. Onun üzerindekileri çıkarmak, tekrar giydirmekten daha kolay olmuştu. Bembeyaz teni, gecenin karanlığında bile gözlerimi kamaştıracak kadar belirgindi. Şimdi, omuzları yorganın dışına çıkmış, o narin bedeniyle yatıyordu. Güneş henüz doğmamıştı ama o, tüm soğuk davranışlarına rağmen odadaki tek sıcaklık kaynağı gibiydi. Neden yaptığımı bilmediğim ani bir kararla yanına yaklaştım ve yavaşça üzerine doğru çıktım. Hareketlerimde öyle bir hakimiyet vardı ki İpek’in gözbebeklerindeki endişeyi görebiliyordum. Birbirimize dokunmuyorduk, ama aramızdaki mesafeyi kapatan bir gerilim vardı. Kalp atışlarını duyabiliyordum. Korkuyor muydu? Korkması iyi olurdu. Çünkü ben iyi biri olmak istemiyordum. İyi bir adam olmayı kendime çoktan yasaklamıştım. “Senden izin aldığımı mı sandın?” dedim, sesimde tehditkâr bir alayla. Bakışlarım, yorganın altından görünen, zar zor gizlenmiş bedenine kaydı. Göğüslerine baktığımı fark ettiğinde, yorganı yukarı çekmeye çalıştı ama benim ağırlığım hareket etmesine izin vermiyordu. Elleriyle mücadele etmeye çalışsa da onları nazik bir şekilde tuttum ve yüzüne biraz daha yaklaştım. “Günaydın öpücüğü,” dedim alaycı bir gülümsemeyle ve yanağından masum ve hafif bir öpücük çaldım. Öpücüğüm masum olabilir miydi ki? Hayır, ben masum değildim. Öpücüğüm de olamazdı. Ama bu anı daha da uzatmadım ve üzerinden kalktım. “Hazırlan, aşağı in. Seni biriyle tanıştıracağım. Ve bir de yıkan. Kötü kokuyorsun,” dedim, sakin ama keskin bir emirle. Ne söyleyeceğini bile beklemeden odadan çıkarken bir kez daha yasemin kokusunu hissettim. Onun kötü koktuğunu söylemiştim ama aslında bu doğru değildi. Hâlâ o büyüleyici yasemin kokusunu üzerinde taşıyordu. Ama bu defa ben de yasemin kokusunu taşıyordum. Onunla uyumuş olmanın getirdiği yakınlıkıa kokularımız birleşmiş gibiydi. ***** İpek Bana kötü koktuğumu söyleyip adeta kaçar gibi odadan çıkmıştı. Sanki bilerek lağım çukuruna girmişim gibi davrandı. Oysa beni bu hale sokan kendisi değilmiş gibi davranıyordu! İçimdeki öfke kabarmıştı, ama onu dile getirecek gücüm yoktu. Ah, bir de bu evlilik işi de nereden çıktı? Hayır, onunla evlenmeyeceğim. Ölürüm ama yine de evlenmem. Gerekirse beni öldürsün, yine de kabul etmeyeceğim. Çünkü onunla evlenmek ölüm kadar korkutucu bir şeydi. Belki ölüm daha kolay ve huzurlu bir seçenek olurdu, ama şu an her şey öyle karmakarışıktı ki bunu bile düşünemiyordum. Neyse ki, söylediği gibi banyo yapmam gerekiyordu. Eğer bu düşüncelerle daha fazla oyalanırsam, beni öpmesinden tut onun üzerime çıkışına kadar her şeyi kafamda kurar ve daha fazla sinirlenirdim. Banyoya girdiğimde, sıcak suyun vücuduma dokunduğu anda bir an için her şey silinip gitti. Kasılmış, gerilmiş olan bedenim yavaş yavaş rahatlamaya başladı. Su sanki tüm stresi, korkuyu ve sinirimi alıp götürüyordu. Saçlarımın arasından süzülen sıcak damlalarla birlikte o korkunç anıları da akıtmak istedim ama hepsi hâlâ zihnimin derinliklerinde bir yerlerde saklanıyordu. Banyodan çıktığımda üzerime temiz birkaç kıyafet giydim ve derin bir nefes aldım. Aynadaki yansımama baktım. Gözlerimde bir yenilmişlik, yüzümde bir yorgunluk vardı. Ama yine de güçlü görünmek zorundaydım. Onun karşısında zayıf görünmeme izin veremezdim. Kapıyı açıp dışarıya baktım. Ev… Bu ev adeta bir saray gibiydi. Her bir köşesi, her bir detayı zenginlik kokuyordu. Oysa benim bu lüksün içinde bulunmam o kadar anlamsızdı ki… Kim bilir, bu adam ne iş yapıyordu? Sorsam, cevap verir miydi? Sanmıyorum. Zaten bu kadar korkunç biri, ne kadar iyi bir iş sahibi olabilirdi ki? Bana yaşattıklarından sonra, ahlaklı biri olabileceğini düşünmek çok zordu. Aşağı inmeye karar verdim. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum, ama bana gelmemi ve biriyle tanışmam gerektiğini söylemişti. Kimdi bu? Şimdi beni hangi cehenneme yollamaya karar vermişti acaba? Daha dün bir cehennemden kurtulmuşken ikinci bir cehennemi kaldıramazdım. Ama evlilik… Evleneceğiz dedi, değil mi? Bu düşünce içimde bir düğüm oluşturuyordu. Kaçmak istiyordum. Ama kaçmak için bile cesaretim kalmamıştı. "Git, konuş İpek. Fazla düşünmek sana zarar," diye kendi kendime fısıldadım. Merdivenlere adım attığımda, sanki her basamak beni başka bir sona yaklaştırıyordu. Kalbim çarpıyor, zihnimde bin bir ihtimal dolanıyordu. Ama adımlarımı geri çeviremeyecek kadar yorulmuştum. Birer birer merdivenleri inmeye başladım. Belki, bu konuşma her şeyi açıklığa kavuşturabilirdi… veya daha da karmaşık hale getirebilirdi. ***** Aşağı indiğimde genç bir çalışan beni karşıladı. Yüzündeki hafif telaş, beni gördüğü anda daha da belirginleşmişti. "Hanımefendi, ayağınız çıplak!" dedi şaşkınlıkla. Omuzlarımı silkerek cevap verdim, "Biliyorum." Sesim kayıtsızdı çünkü şu an böyle bir ayrıntıyla ilgilenebilecek durumda değildim. Ayrıca, kendimi bir hanımefendi olarak görmekten çok uzaktım. Özellikle dün yaşananları düşününce... Dahası bu evde yaşadığım bağırışlarım, çırpınışlarım, hatta camdan atlamaya çalışmam… Hiçbir şey bir hanımefendiye yakışır hareketler değildi ve bu evde kimsenin de beni umursadığını sanmıyordum. Büyük ihtimalle Kara, tüm çalışanlarını sıkı sıkıya tembihlemişti. Onun planlı hareket ettiğini bildiğimden, hizmetçiye kızacak enerjim bile yoktu. "Beyefendi görmesin, kızar. Ben sizin için terlik getireyim," dedi genç kız endişeyle. Yüzündeki samimiyetle karışık çekingenlik dikkatimi çekmişti. Sanki gerçekten benim için üzülüyordu. "Gerek yok. Kara nerede?" dedim, bu konuyu uzatmadan. "Salonda. Kahvaltı yapıyor," diye yanıtladı hızla. "Yalnız mı?" Hafif duraksadı, sonra ekledi: "Hayır. Işık Hanım da yanında." Ne? Işık Hanım mı? Kim ki bu? İçimde bir kıpırtı hissettim. Bu isim daha önce hiç geçmemişti. Kara’nın hayatına dair her şey karmakarışıktı ve bu "hanım" kimliği kafamı daha da karıştırmıştı. "Tamam, teşekkür ederim. Ben kendim giderim," dedim, bana eşlik etmeye çalışan genç kıza. "Peki efendim," dedi saygıyla ve nihayet beni yalnız bıraktı. Şimdi bakalım, bu Işık Hanım kimmiş. Salonun kapısına yaklaşırken derin bir nefes aldım. Kapıdan içeri adımımı attığımda Kara’nın sert bakışlarıyla karşılaşmayı bekliyordum. Ama beni görünce, o sert ifadeden eser yoktu. "Günaydın, İpekciğim," dedi yüzünde garip bir sıcaklıkla. İpekciğim mi? Bu kelime kulağımda yankılandı. "İpek" kısmını bile anlamazken, "ciğim" kısmını hiç anlamadım. Günaydın da ne alaka? Delirmiş miydi bu adam? "Günaydın," dedim kısık sesle. Gözlerim hızla Kara’nın yanında oturan kişiye, yani "Işık Hanım" dedikleri kişiye kaydı. Ama... Bu bir kadından çok küçük bir kızdı. Masanın kenarına çekingen bir şekilde oturmuş, elleriyle tabaktaki bir parça ekmekle oynuyordu. En fazla 5-6 yaşlarında olmalıydı. Daha önce bu evde hiç görmemiştim. Kara yerinden kalktı, hiç acele etmeden yanıma kadar geldi. Elimden tutarak beni masaya, küçük kızla yüz yüze oturacak şekilde yerleştirdi. Işık, başını hafifçe kaldırdı ve utangaç bir gülümsemeyle bana baktı. Yüzündeki masumiyet ve ürkeklik dikkatimi çekmişti. Kara, yeniden yerine geçerken kızın başını okşadı. "Yemeğimize kaldığımız yerden devam edelim, tamam mı ışığım?" dedi yumuşak bir sesle. Işığım mı? Bu sözler, bu tonlama… Bu adam, benim tanıdığım Kara olamazdı. Gözlerimin önünde bambaşka biri duruyordu. Onun böyle sevgi dolu bir sesle konuşabileceğini hiç düşünmemiştim. Bu küçük kız kimdi ki? Kızı olamazdı, bu imkânsızdı. Dilim söylemeye el vermese de abim ve yanındaki işbirlikçi adamla birlikte karısı ve kızı öldürülmüştü. Bu yaşta bir çocuk da Kara’nın geçmişiyle de uyuşmuyordu. Peki, bu kadar değer verdiği bu küçük kız kimdi? Düşüncelerim boğazıma düğümlenmişken, Kara’nın bir anda sertleşen sesiyle irkildim. "Yemeğini ye," dedi, bu sefer soğuk ve tehditkâr bir tonda. Başımı kaldırıp ona baktım. Az önceki sevecen Kara’dan eser yoktu. Sert, duygusuz ve tamamen kontrolü elinde tutmaya alışkın o adam yine karşımdaydı. Anlaşılan bu surat sadece bana özeldi. Ne kadar da güzel, değil mi? ***** Nihayet kahvaltımızı bitirmiş ve küçük Işık Hanım’ı odasına oynamaya yollamıştık. Sessizce masadan kalkarken bana utangaç bir gülümseme atmıştı. Çok güzel ve tatlı bir kızdı. Ama Kara’dan korkmasam, onunla oyun oynamak isteyebilirdim. İşte bu korku, içimde bir engel gibi duruyordu. Kara’nın gözleri üzerimdeyken rahat nefes almak bile bazen imkânsızdı. "Konuşmamız gerek," dedi bir anda. Sesi sert, otoriter, her zamanki gibiydi. Bu tonda bir emri reddetmek mümkün değildi. "Biliyorum," diye mırıldandım. Kısa bir cevap verdim çünkü başka bir şey söyleyemezdim. Ne soracağımı, ne söyleyeceğimi kestiremiyordum. "Gel böyle," dedi ve koluma girerek beni bir yere götürmeye başladı. "Nereye?" diye sordum istemsizce. Hareketleri kararlıydı ve kolumdan sıkıca tutuyordu. "Daha sakin ve kimsenin duymayacağı, görmeyeceği bir yere," diye yanıtladı. Sesi alçak, ama kesin bir tondaydı. İçimden dalga geçmek geldi; zaten bu evde kimse konuşup gördüklerini dile getiremezdi ki. Kara’nın kontrolü altındaydılar. Bir süre sessizce yürüdük. Sonunda ekledi: "Kış bahçesine gidiyoruz." Yalın ayaklarımı fark ettim o an. Keşke terlik giyseydim diye geçirdim içimden, ama artık çok geçti. Bu düşünceyle biraz daha sinirlendim kendime. Kara beni kış bahçesine kadar götürdü ve kanepeyi işaret ederek oturmamı söyledi. Ben, istemeden de olsa kanepeye oturdum, o ise karşımdaki koltuğa yerleşti. Gözlerini bana dikmiş, sessizce beni süzüyordu. Bu bakışların altında kalmak, adeta ruhumu sıkıştırıyordu. Sessizliği Kara bozdu. "Işık benim kızım," dedi birden. Kelimeler netti ama zihnim o anda duraksadı. Ne? Kızı mı? Gözlerim bir anda büyüdü. Ona baktım, ama yüzü her zamanki gibi taş gibiydi. Hiçbir duygu belirtisi göstermiyordu. Oysa benim zihnim alt üst olmuştu. Kara’nın evli olmadığını biliyordum, ya da öyle sanıyordum. Ama bu bilgiyle beraber kafamda onlarca soru belirmişti. "Ve velayetinin benden alınmaması için seninle evlenmemiz gerek," diye devam etti. Sesi sakindi, ama bu sakinlik ürkütücüydü. "Ne?" diyebildim sadece, sesim çatallandı. Kalbim göğsümde hızla çarparken, Kara'nın yüzüne bakıyordum. "En az bir yıl kadar evli kalmamız gerek," diye ekledi. Sözleri o kadar soğuk ve netti ki, bir an için gerçekten duygusuz bir makineyle konuştuğumu düşündüm. Bu adam, evlilik gibi bir meseleyi bu kadar basit ve duygu yoksunu bir şekilde mi dile getirecekti?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD