Kara
Tüm intikam duygularımı ve içimde büyüttüğüm korkularımı, İpek gerçeği söylediği an kenara bırakmıştım. O da kolay bir hayat yaşamamıştı. Tek böbrekli olduğunu öğrendiğimde, onun o soğuk odalarda zorluk çekmesine nasıl izin verdiğimi sorguladım. O dönemler gözlerimi sadece öfke ve intikam bürümüştü. Ancak, ailemi öldüren adamın kardeşine aşık olduğumu fark ettiğimde her şey değişmişti. İpek'in suçu yoktu, habersizce bu olayların içinde yer almıştı.
İpek hayatıma girdikten sonra içimdeki intikam yerini huzura bıraktı. Onunla birlikte uyuyabildim, sakinleşebildim. Ama bir sorun vardı: ona olan aşkım. Bu, sadece duygusal değil, fiziksel olarak da beni etkiliyordu. Evet, aşkımın derin bir tutkusu vardı, ama bu tutku beni çoğu zaman sabırsızlaştırıyordu. İpek, benim için iyileştirici bir güç olmuştu; ama aynı zamanda, onun varlığı beni daha da savunmasız hale getiriyordu.
"Lan Gökhan, inşallah buna değer," diye kendi kendime mırıldandım, odada kalmaya devam edersem kendime hâkim olamayacağımı bildiğim için çıkmaya karar verdim. İpek’i banyodan çıkarken görmek, içimdeki kontrolü tamamen kaybettirirdi. Bu yüzden, hızlı bir şekilde kendimi toparlayarak Gökhan’ın yanına gitmeye karar verdim. Fakat her adımımda İpek’in bana hissettirdiği duyguların ağırlığını daha derinden hissediyordum. Onun varlığı hem bir sığınak hem de bir karmaşaydı, ama bu karmaşada bile huzur bulduğumu biliyordum.
*****
"Neymiş bu önemli olan konu?" diye sordum Gökhan’a, gözlerimde sıkışıp kalmış huzursuzlukla. Çalışma odama geçmiştik; Işık’ın yanında hiçbir olumsuz kelime duymasını istememiştim. Onun psikolojisinin zarar görmesi, en büyük korkularımdan biriydi. Hayatım boyunca zalim yüzümü ona göstermekten kaçınmıştım.
"Yengeyi kimin kaçırdığını ve ikinci defa kimin kaçırdığını öğrendim," dedi Gökhan, sesi ağır ve düşünceliydi.
"Kimmiş?" dedim, hissettiğim endişeyi gizleyemeyerek.
"Cemal Sami ve Aydın Sami." Aydın Sami tanıdık bir isimdi, ama Cemal Sami’yi ilk kez duyuyordum.
"Kim bunlar?" diye sordum, merakla karışık bir öfkeyle.
"Eroin, kadın kaçakçılığı, kumar… Hangi pis iş dersen var. Ve dahası da var," dedi duraksayarak, sanki söylemekte zorlanıyordu.
"Dahası neymiş?" dedim, sesim daha keskin çıkmıştı.
"Zeynep yenge ve kızının ölümü de Cemal denilen adam yüzünden olmuş. O sıralar üzerinde çalıştığın bir dava dosyası varmış. Eğer dosya açığa çıksaymış, onların çetesini çökertirmişsin. Ama tehditlere boyun eğmediğin için aileni hedef almışlar. Seni aradan çıkarmanın en iyi yolu, aileni katletmek olmuş," dedi Gökhan. Sözleri beynimde yankılandı; o an her şey anlam kazanmaya başladı. Geçmişte üzerinde çalıştığım önemli iki dosya vardı, ama hangisinin buna neden olduğunu asla anlayamamıştım. Şimdi taşlar yerli yerine oturuyordu. İpek kaçırıldığında karşımdaki adam Zeynebimin ismini kullanmıştı; bu ayrıntıyı nasıl fark etmemiştim?
"Kim söyledi bunları?" dedim, boğazım kuruyarak.
"Senin dövdüğün adam ve Aydın. Hapisteki birkaç adamımı yanlarına gönderdim. Onları güzelce konuşturmuşlar," dedi Gökhan, bir adım geri çekilerek.
"Peki ya Cemil? Kim bu Cemil?" dedim, duyduğum her ismin ardından daha da geriliyordum.
"Cemil, bu ekibin başı. Ama onun hakkında kimse bilgi vermedi. Yurt dışına kaçtığı söyleniyor. Doğru mu, bilmiyorum," dedi Gökhan.
Sözleri ağır bir yük gibi üzerime çöktü. Eğer o zaman bu adamlara kulak verseydim ve kadın kaçakçılığı dosyasını açmadan kapatsaydım… Şimdi Zeynep ve kızım yaşıyor olacaktı. Hepsi benim yüzümden miydi? Ailem benim hatam yüzünden mi ölmüştü? O an her şey bulanıklaştı. Kendimi suçlamak dışında başka hiçbir şey yapamıyordum. Ben onları koruyamamıştım.
"Ne düşünüyorsun?" dedi Gökhan, sessizliği bozarak.
"Hepsi benim hatam," dedim, sesimdeki titremeyi saklamadan. "Ben direnmeseydim, şimdi yaşıyor olacaklardı."
"Sen böyle olacağını bilemezdin. Kendini suçlama," dedi Gökhan, sesindeki sakinlik beni daha da öfkelendirdi.
"Kimi suçlayayım peki? Avukat olan bendim. Bu işi yapanların ne kadar ileri gidebileceğini biliyordum!" dedim, yumruklarımı sıkarak. "Ama direnmeyi seçtim. Gururuma yenildim. Ve sonuç? Hem kaçırılan kadınları koruyamadım hem de ailemi kaybettim. Bir de kendime erkek diyorum. Keşke ben ölseydim, onlar değil."
Gökhan’ın beni sakinleştirme çabalarını artık duyamıyordum. Zihnimde bir tek şey vardı: Onları ben öldürdüm.
*****
İpek
Karayı kahvaltıya çağırmak için çalışanları göndermemiştim. Sabahki o küçük maceramızın ardından, onu kendim çağırmak istemiştim. Ama kapıyı tıklatmaya çalışırken, elim kapıda sıkıştı. Duyduklarım ağır gelmişti; Kara, ölen ailesi için kendini suçluyordu. O an fark ettim ki, birini kaybetmenin verdiği acı insanı bir tür kıskançlığa sürükleyebiliyormuş. Ben de Zeynep ve kızı Kara'nın arasındaki bağdan dolayı, bu kıskanma hissetmiştim galiba. Onları unutmasını istemek, Kara'ya haksızlık olurdu. Ama suçluluk duygusu beni kendi gözümde değersiz hissettiriyordu. Kara, en çok sevdiklerinin ölümüne neden olduğunu düşünerek acısını çekiyordu. Ama benim de suçum vardı bu konuda. Ben olmasan belki de yaşıyor olacaklardı.
"Gelebilir miyim?" Sonunda kapıyı tıklattım. Daha fazla kendisine acı çektirmesini istemiyordum.
"Gel," dedi. Kapıyı açıp içeri girdim. Ben görünce, solan yüzü anında gülümsemeyle dolan adama içim ısındı. Yeniden hayata tutunmak onun da hakkıydı. Yaşadıkları kolay değildi. İntikam hissiyle yaşamış olduğunu düşününce, iyi bile dayanmıştı.
"Sen misin İpeğim?"
"Evet," dedin ve ardından Gökhan abiye döndüm. Düğün günü görmüştüm o zaman bana ona abi diye hitap etmemi söylemişti. Karadan bir kaç küçüktü. "Günaydın Gökhan abi," dedim.
"Günaydın yenge. Nasılsın?"
"İyiyim. Teşekkür ederim. Kahvaltıya çağırmaya gelmiştim. Işık da bekliyor bizi," dedim. Duyduklarımdan sonra iyi olmasam da belli etmeyecektim.
"Gidelim, İpeğim. Sen de gel, Gökhan. Kahvaltı yap, sonra birlikte karakola gideriz," dedi ve neden olduğunu az çok tahmin ediyordum. Belki de abim yüzünden gidecekti. Yaklaşıp kolunu belime doladı ve "Sen iyi misin?" diye sordu.
"İyiyim. Yok bir şey," dedim. Birlikte odadan çıkıp önde Karayla ben, bizden sonra Gökhan abi de gelince salona gittik ve kahvaltımızı yapmaya başladık. Ayşe de bizimle oturmuş, Işık’a kahvaltısını yaptırıyordu. Aslında ben yediririm demiştim de, Ayşe’ye alıştığı için düzenini bozmak istemedim. O yüzden hep beraber kahvaltıya başladık. Aklım abimin yanındaydı. Nasıldır, ne yapıyordur acaba diye düşünmekten yemek yemeyi unutmuştum. Tabii, duyduklarımın da etkisi vardı bunda. Kara bana aşıktı, ama bu kaybettiği ailesiyle aramızda bir duvar örer miydi? Bilmiyorum. Belki de fazla kurcalamam gerekmiyordu. Sonuçta, şu an bana ve kızına aşkla bakan bir adam görüyordum.
"Sevmedin ki yumurtanı?" Karanın sorusuyla daldığım hayal aleminden çıktım. Ne zamandan beridir bana böyle dikkatle bakıyordu. Gözlerine bakınca içim ısındı aniden. Ya da ben aşıktım diye, onu öyle görmek istemiştim.
"Sevdim de. Fazla yemiyorum," dedim ve zeytinden ağzıma aldım. Fazla bir şey belli etmemek için yemek yemeye başladım. Olumsuz düşüncelerimi saymazsak, güzel bir kahvaltı yapmıştık. Aslında uzun zamandan beri ilk defa kendimi aile ortamında bulduğum bir kahvaltıydı. Abimle zaten bir süredir aynı masaya oturmuyorduk. Ruhsal çöküntüsü göz önündeydi. Bu masa Karayla da oturduğum ilk masa değildi. Ama kendimize aşkımızı itiraf edip gizli saklı olmadan bir hayatı paylaşmaya başladığımız ilk kahvaltıydı. O yüzden özel kılıyordu kendini.
*****
Kahvaltı yaptıktan sonra Kara ve Gökhan abi dışarıdaki işlerini halletmeye gitmişti. Aslında abimi görmek istediğimi söylemiştim. Ama bugsn zamanı olmadığı ve beninde yalnız yollamak istemediği için gidemedim. Bu sırada Işık’la günümüzü nasıl eğlenceli geçirebileceğimizi düşünmeye başladım. Çocuklara özel eğitici kitaplarla vakit geçirdik. Işık gerçekten akıllı ve meraklı bir kızdı. Ama bir yandan düşünmeden edemiyordum: Gerçek annesinin kim olduğunu biliyor muydu acaba? Babası ise hayatta değildi. Bu konuda benimle aynı kaderi paylaşan bir çocuktu. Yine de Işık şanslıydı. Onu seven ve sahip çıkan Kara gibi bir babası vardı. Kan bağı olmasa da Kara, Işık için ideal bir baba rolündeydi. Kendi kızına yapamadığı babalığı, ona fazlasıyla veriyordu. Bu durum Kara’nın içindeki sevgiyi ve yaraları gösteriyordu.
"Çizgi film izleyelim, İpek abla!" Işık’ın neşeli sesiyle yüzümde bir tebessüm belirdi. Öğlen olmuştu, biraz uykum vardı ama onu kıramazdım.
"Sen öğlen uykusuna yatmıyor musun?" diye sordum.
"Yatıyorum ama henüz erken," diye yanıtladı, tatlı bir gülümsemeyle. Başımı sallayıp kumandayı elime aldım.
"Hangisini izleyelim?" diye düşünürken arama yapmaya başladım ve karşıma eskiden çok sevdiğim bir animasyon filmi çıktı.
"Buna ne dersin?" diye sordum.
"Adı ne, İpek abla?"
"‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?’ İzledin mi daha önce?" dedim heyecanla.
"Hayır. Sen izledin mi?"
"İzledim ve çok güzel," dedim.
"İzleyelim o zaman!" dedi, sevinçle yanıma kıvrılarak. Kolumu onun etrafına doladım ve filmi açtım. Filmin hikâyesi, beni her zaman etkilerdi. Ejderhalar genelde korkutucu ve tehlikeli olarak düşünülürdü. Ama bu filmde ejderhaların, özellikle de dışarıdan ürkütücü görünen Dişsiz’in, aslında ne kadar sevecen ve yanlış anlaşıldığı anlatılıyordu.
Film ilerledikçe, aklım Kara’ya kaydı. Kara da ilk başta bana vahşi ve tehlikeli biri gibi görünmüştü. Önyargılarım nedeniyle onun gerçek yüzünü görememiştim. Ama şimdi, onun içindeki derin sevgiyi ve fedakârlığı gördükçe, Kara’nın kalbinin güzelliğini daha iyi anlıyordum. Bu filmi yıllar önce izlerken böylesine anlamlı bir bağ kurabileceğimi hiç düşünmezdim. Hayat, insanın öğrenmesi ve anlaması için sonsuz fırsatlar sunuyordu.
Işık filmi keyifle izlerken, ona sarılıp onun mutlu gülümsemesini izlemek beni derin düşüncelerden çekip gerçekliğe döndürüyordu. Kara gibi biriyle bu aileyi kurmuş olmaktan dolayı içimde hafif bir huzur hissettim. Ama aynı zamanda Kara’nın geçmişinin, Zeynep ve kızının, bizim üzerimizde nasıl bir gölge oluşturabileceğini düşündükçe, bu huzurun bir gün bozulma ihtimali olduğunu da düşünmeden edemiyordum.
*****
"Ne oluyor?" diye mırıldandım, uykulu halimden gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Birinin beni yavaşça taşıyıp, gömleğimin düğmelerini çözdüğünü hissettim. Son hatırladığım şey, Işık’la çizgi film izlerken koltukta uyuyakaldığımdı.
"Kara, sen misin?" Gözlerimi açmayı başardım ve üzerimdeki adama baktım. Karşımda Kara vardı, ama sessizdi, sadece gözleriyle bana bakıyordu.
"Neden konuşmuyorsun?" dedim, şaşkınlıkla.
"Konuşma zamanı değil bence," dedi. Yüzüme daha da yaklaşıp kulağıma doğru fısıldadı. Ses tonu, aklımı karıştıracak kadar tehlikeliydi.
"Ne zamanı peki?" dedim, onun tonunu taklit ederek. Sözlerimle yanağımdaki sakalı tenime değdiğinde tüm vücudumdan bir ürperti geçti.
"Sevişme zamanı," dedi, kısık ve kararlı bir sesle.
"Savaş bitti, sevişme zamanına geçtik yani?" dedim, hafif bir alayla ama içimdeki heyecanı saklayamadan.
"Hı hı," diye mırıldandı. Parmakları yavaşça omzuma kaydı, atletimin ve sütyenimin askısını aşağı doğru itti. Hareketleri yavaş ama bir o kadar da etkileyiciydi.
"Bu işi bir hal yoluna sokalım bence," dedi, dudaklarını tenimde gezdirerek. Öpücükleri hafif ama içten; hem utangaç hem de arzuluydum.
"Sokalım bence de," dedim, derin bir nefes alarak. Cesaretimi toplayıp ilk adımı attım, dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. Aramızdaki mesafeyi kapatırken, artık yarım kalan işimizi tamamlama zamanı gelmişti. Kara’nın dudakları dudaklarıma karşılık verdiğinde, tüm dünyayı dışarıda bırakmıştık.