Rüzgar
İstanbulda ki babadan bir olan ablamın kocası Uğur beni aradığında şaşırmıştım. Selamlaşma faslından sonra lafa girip “Ya bizim Berat’ın üniversiteden bir arkadaşı var da… Arkadaşının babası mı zor durumdaymış neymiş. İlla arkadaşıma iş ayarla dedi. Ama şansa ailesi Elazığ’a taşındı. Aklıma sen geldin. Yeğeninin avukat adayı arkadaşına kıyak geçersin değil mi?” diye sordu.
“Elbette yardımcı olurum.”
“Hay yaşa Rüzgar. Ablanın da çok selamı var. Bayramda illa gelsinler diyor.”
“Bu defa siz gelseniz. Bu ara işlerim yoğun gidiyor. Jetle sizi aldırırım.”
“Haa jet diyorsun. İyi, iyi tamam geliriz. Bahar’da çok sevindi. Mutlaka geliriz.”
“Tamam, görüşmek üzere inşallah.”
Telefonu kapattıktan sonra Arslan’ı arayarak ofise çağırdım. İddiadan kaçmak için bahane uydurduğumu düşünmesini istemiyordum. Bir yandan da belki böylesi daha iyidir diye düşünmüştüm. Dertsiz başıma dert almaya gerek yok.
Öğleden sonra Arslan geldiğinde Ahsen kahvelerimizi getirdi.
“Sıkıntılı görünüyorsun, hayırdır?”
“Dün gece konuştuğumuz şu iddia meselesini iptal etmemiz gerekiyor.”
“O niye? Korktun mu yoksa?”
“Yok be, sadece bir durum var. Korkup kaçacak biri olmadığımı biliyorsun.”
“Biliyorum da, durum neymiş? Neden iptal edeceğiz anlat ben de bileyim.”
“Bahar ablamın kocası sabah aradı. Yeğenimin arkadaşını yollayacak işe almam için. Gelen kişi de tecrübeli değildir muhtemelen. Hem evli mi bekar mı belli değil. Hadi bekarsa bile kadın mı erkek mi onu bile sormadım. İş varken yok desem ablama ayıp olur.”
Arslan düşünceli bir şekilde kahvesini yudumladıktan sonra cevap verdi:
"Anladım, durumu ama 1 milyon dolarlık iddiaya girdik. Eğer gelen kişi iddiamıza uygun değilse ben ona başka yerde iş bulurum. Kısacası iddiamıza uygun olmayan birini işe alamazsın.“
Arslan’ın gözünde dolar ışıltısı görüyordum ama kaybeden o olacak. “Pekala, dediğin gibi olsun. O halde yarın gelen kişiyle görüşeyim. Ona göre son durumu konuşuruz.”
“Tamam ben yarın yine uğrarım. Hem belli mi olur, belki güzel bir hatundur.”
“Fazla hayalperest olma. Kadın olsa bile Berat’ın arkadaşından ne bekliyorsun? Pijamasıyla evde gün boyu örgü ören, gündüz programları izleyip bir yandan dedikodu yapan tiplerden olduğuna eminim.”
“Hiç belli olmaz orası. Yarın olsun da bakalım.”
Arslan saate bakarken “Eee saat sekiz olmak üzere hadi çıkalım artık,” dedi.
“Benim bi davayı hazırlamam lazım. Sen tek takıl bu gece,” dedim. Defterini dürmem gereken bir psikopat vardı. Adamlarım paketlemiş beni bekliyorlardı.
Arslan “Umarım şu kız güzel ve bekar çıkarda şu işkolik hallerini bir süre görmeyiz,” diye söylendiğinde onun diline daha fazla düşmemek için o şanslı piçi sonraya bıraktım. Bir gün daha sağlam kemiklerle uyusun bakalım.
“Tamam söylenme, yarın hallederim. Nereye gidiyoruz?”
“Yeni bir mekan açılmış ama Harput’ta.”
“Harput’ta türbeler çarpar adamı. Başka yere gidelim.”
“Hadi söylenmeyi bırakta çıkalım. Bu hayata çalışmaya gelmedik. Yaşamaya geldik birader.”
***
İçkiyi fazla kaçırınca ertesi gün baş ağrısıyla uyanmıştım. Annemler kahvaltıya beklerken yorgun bir halde sofraya oturdum.
Evin çenebaz yardımcısı Seray tepsidekileri dizerken, Annem pencereden dışarı bakarak “Yan dublekste bu ara çok sesler geliyor, bir durum mu var Seray?” diye sordu.
“Evet Aysel Hanım, yeni kişiler görüyorum. Yatılı misafirler sanırım.”
“Aaa acaba Sedat Beyin oğulları mı geldi? Adam hasta malum,” dedi üzgün bir şekilde.
“Neyi var ki?”
“Kafası iyi değil. Beni bile hatırlamıyor adamcağız. En azından Rüveyda Hanım yanında, ilgileniyor. Alzheimer zor hastalık, bilirim. Benim babamda vaktinde öyle oldu.”
Bu defa babam kaşlarını çattı. “Senin babanın ki hastalıktan değil huysuzluktandı tüm aksilikleri, kimseyi unutmuşta değildi. Sırf sizi yanında tutmak için numara yaptığına eminim.”
“Adamcağız öldü gitti, senin şu nefretin bitmedi.”
“Sevmiyorum Beyzade erkeklerini.“
“Babama kızgınsın ama torunlarına bari düşmanlık yapma ,” dedi annem.
“Ne yapayım, ağa kızı dul adama gelin mi verilir diyerek beni çok kızdırdı. Lan sanki karımı öldürdüm. Katile kız verme tamam da, koca iş adamıyım dulum, çocukluyum, bir de senden biraz büyüğüm diye etmediği hakaret kalmadı. Neymiş seni bana iki cihan bir araya gelse de vermezmiş. Öyle yapmasaydı Adana’dan kız kaçırmak zorunda kalmazdım. Ama hiç pişman değilim. İyiki de kaçırdım. Baban mezarında isterse takla atsın, keyfi bilir.”
“Tamam kızgınsın ama takla atsın nedir ya, Rahmetli babam hakkında doğru konuş. Kalbimi kırıyorsun.”
Babamın sözleriyle annemin gözleri doldu. Kardeşim Gül Sena anneme sarılıp onu teselli etmeye çalıştı. Babam ise hiç umursamadan devam etti.
"O da vaktinde seni de beni de çok kırdı. Beyzade’lerin yaptığına bak, bize neler çektirdi. Fırat abinde hatırlarsan babanın tarafını tuttu. Abini de aynı kendi gibi yetiştirdi. Fırat Beyzade, bana göre bir zavallı. Oğulları da öyle. Bir tanesi uyuşturucu bağımlısı, diğeri de sürekli adam vuruyor.”
Gül Sena “Öyle diyorsun da babacım, Fırat dayımızın kızı Hazal’ı abime isteyelim diyorsunuz. Şimdi bu Beyzade’lere karşı tavrın nedir tam anlayamadım,” dedi muzip bir tavırla.
“Kızlarına lafım yok. Onlar iyidir. Gerçi Rüzgar’ın evlenesi yok. Hazal’ı beğenmiyorsan bilelim.”
“Baba ben akraba evliliği yapmayacağım. Defalarca konuştuk.”
“Aslında Fırat’ın tohumu olan kızı istememiz belki de hata. Evde kalmış kızını gitsin kime verirse versin.”
"Yeter artık, yeğenlerimi diline dolamayı bırak," dedi annem sertçe. "Bizim çocuklarımız mükemmel değil ya. Bak oğlumuz, koca avukatlık şirketinin başında ama içkiyi fazla kaçırınca ertesi gün baş ağrısıyla uyanmış. Kızın da okulunu bitirmiş, evlenmek yerine özgür kız olmaya çalışıyor. Bari inşaat şirketinde sana yardım etse, boşuna okuttun.”
Babam bu sözler üzerine sinirlendi ve elindeki çatalı masaya vurdu.
"Sen ne diyorsun kadın? Benim oğlum içki içse bile bir şey olmaz, o Serhat gibi bağımlı değil. Kızım da istediği gibi yaşar, ben ona güvenirim. Senin ailenin yaptıklarıyla karşılaştırma bizi."
Annem daha fazla dayanamadı ve ağlayarak masadan kalktı. Ben de peşinden gittim ve odasına götürdüm.
"Anne, üzülme lütfen. Babam seni seviyor, sadece sinirli biri."
"Sen bilmezsin yavrum, sen bilmezsin. Ben babanla evleneli beri hep böyleyim. Hep hor görüldüm, hep küçümsendim. Babanın ailesi de beni kabul etmedi, benimkiler de bana küstü. Ben kimseye yaranamadım ki."
"Anne, kendini üzme. Ben babamla konuşurum. Senin için yapabileceğim başka bir şey var mı?"
Annem bana sarıldı sırtımı okşadı.
"Senin gibi bir oğlum olduğu için çok şanslıyım. Benim için yapabileceğim tek şey Hazal ile evlenmek. Ve Hazal gerçekten iyidir, onunla evlenirsen eminim ki mutlu olursunuz.”
“Anne, lütfen. Hazal’ı sil artık aklından.”
Odadan çıktıktan sonra babamın yanına gittim. Babamda pencere önünde kaşlarını çatarak oturuyordu.
“Baba, annemi neden üzüyorsun? Ailesi konusunda hassas olduğunu biliyorsun.”
“İşim var Rüzgar. Hadi, sen de geç kaldın. Hem bir ara benim şirkete de uğra. İmzalaman gereken ihale dosyası var.”
“Tamam baba gelirim.” Konuşmaya çalışmanın anlamı yoktu. Babamın takıntıları asla değişmiyordu.
Pencere önünde yan dublekse bakarken genç bir kız dikkatimi çekti. Telaşla yürürken ayağı takıldı ve yürü düştü. Uzun bacaklarından tozu silkeleyip kısa eteğini düzelterek ayaklandı. Sonra da yerdeki taşa tekme attı. Saçlarını eliyle geriye doğru savurduktan sonra hiç düşmemiş gibi yürümeye devam etti.
Sedat Beyin torunu muydu acaba? Uzaktan güzel birine benziyordu. Şu Asistan işi fiyasko çıkarsa belki de komşu kızına şans verebilirim.
Sonra arkasından iki kişi daha bahçeye çıktı. Bir kız ve bir genç adam. Yere düşen güzel kızla konuşuyorlardı. Sonra genç adamın arkasına atlayıp motorla uzaklaştılar.
O adam kimdi… Öyle rahat adama sarıldığına göre ya abisi ya da kocasıdır… Anlarız nasıl olsa.
***