-5-

3118 Words
Seslenerek yaklaşan Azad'la birbirlerine bakakalan kızlar ve kabindeki fazlalık olan genç adamın çıkıp yüz yüze gelme girişimini içeri tıkıştıran Niran hızlıca uzanıp kabindeki elbiselerden birini alarak kapıyı tekrardan ikilinin üzerine kapattı. Napıyorsun der gibi bakan arkadaşına telefonunu tutuşturarak birden bire tişörtünü çıkararak yanlarına gelmek üzere köşeyi henüz dönmüş olan Azad'ın öfkeli bağırışından sonra ardını dönmesiyle derin bir nefes aldı. Titreyen ellerindeki elbise ve tişörtüyle beklerken Azad ardına dönmüş, Hevin yaptığı şeye fazla şaşırmış olacak ki heyecandan o da zıplayarak ardına dönmüştü. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye bağırıyordu Azad. "Kabin yok mu sana? Almanya'da ulu orta yerde mi giyiniyorsunuz?" sözlerinin hiçbirine takılmıyordu Niran. Çıkacak bir felaketi engelleyebilmişti ya, istediği kadar bağırıp çağırabilirdi. Dudaklarını ısırıp derin derin soluyarak başını aşağı indirerek telaştan vukua gelen titremesini engellemeye çalıştı. Başını yukarı doğru kaldırıp telaşının yeri gülüşlerini alırken Azad dönecek olmuş, hızlıca yeniden ardına dönerek kızmaya devam etmişti. "Gir şu kabinin içine beni deli etme Niran." diye bağıran adamı umursamadan hızlıca herhangi bir kabine girip tişörtünü giydi. Azad söylene söylene dışarı çıkarken o da kabinden çıkmış, şaşkınca kendisine bakan Hevin'in: "Valla bravo, iyice delirmişsin, bu kadarını ben bile akıl edemezdim." deyişine aldırmadan gülümsemekle yetinerek yan kabinin kapısına tıklattı. Korkarak kapıyı açan ikili dışarı çıkmaya çekinirken işlerin daha çok karışacağını bile bile tüm gün bir şey olmamış gibi davranmaya devam etti. Fakat muhakkak bir konuşma yapacaklarını ikiside biliyordu. Nişan telaşında koca bir gürültüyle geçen akşam yemeğinden sonra odaya çıktığında alınanları asmakla meşgul olan kuzeninin tam ardına geçip kollarını göğsünde birleştirerek bekledi. Geçen saniyeler boyunca Revan Niran'ın varlığının, Niran ise Revan'ın kaçmak adına takındığı sessizliğinin farkındaydı. Oysa birbirlerini tanıyorlar, hangi düşünceyle ne için hareket ettiklerini biliyorlardı. Ya da Niran öyle zannediyordu. O Niran'ın baba yarısının kızı, öz kardeşi saydığı kızdı. Birlikte büyümüşler, birlikte yiyip içmişlerdi. Ne sanıyordu ki, sakladığı şeyi hiçbir zaman fark edemeyeceklerini mi? Üstelik bu kadar aptalca davranıp böyle basit bir hata yaparken nasıl kendisine bu kadar güvenebiliyordu. Onu peşleri sıra çağırırken kendisine cesaret veren neydi? Ya kendileri değil de Azad görseydi? Ya daha yakında olsaydı? Ya... "Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordu birden bire. Daha fazla bekleyip lafı uzatmak istemiyordu. Hem uzasa ne olacaktı? Farkında mıydı bilmiyordu ama yarın nişan vardı? Bir şey söylemeden usul usul kendisine doğru dönen genç kıza aynı kızgın fakat sakin yüz ifadesiyle bakmayı sürdürdü. Karşısında durmuş elleriyle oynayarak gergin sessizliği uzatan Revan Niran'ın: "Revan." deyip kaşlarını iyice çatmasıyla derin bir soluk alarak pes eder gibi omuzlarını düşürerek yatağın üzerine çöktü. Elindeki içi altın dolu takı kesesini görünce nutku tutuldu Niran'ın. Gözleri bu defa hafifçe yatağın altına itelenmiş sırt çantasına ilişti. "Revan bunlar ne?" diye sordu elindeki keseyi çekip çantanın üzerine atarak. Kaçacak mıydı yani? Bu kadar kolay mıydı? Yıkılırcasına oturduğu gören Niran genç kızın bir enkaza dönmüş bitkin yüz ifadesine baktı. Onu kırıp incitmek en son istediği şeydi. Fakat kendisinden böyle bir şey saklamasını beklemezdi. Bir iç çekişle alnına düşmüş saç tellerini geriye atıp usulca yanına çöktü. İkiside susmaya devam ediyordu ama, birinin artık bu konuşmayı başlatması gerekiyordu. Gerçeklerin bir an önce su yüzüne çıkması gerekiyordu. Ne kadar ağır olursa olsun, ne kadar candan can götürürse götürsün, konuşulması gerekiyordu. Zira susunca geçmiyor, yıllar geçse de izi kalmaya devam ediyordu. İnsan ne olursa olsun, nerede olursa olsun unutamıyordu. "Bir gezi vardı. Ege adalarına. Urfa'dan gelen öğrencilerle hep birden gidilecekti. İşte, yola çıkarken, biletler karışmış, beni bir erkeğin yanına oturttular. Önce çekindim az, diken var gibi oturamadım, surat yaptım, öfledim durdum. Sonra... O gidip de arabanın orta yerine, merdiven basamağına oturunca, ayıp ettiğimi anladım. Yemek molasında çay alıp, kusura bakma diyecektim güya, çarpışınca üstüne döküldü." diyerek anlatırken Niran'ın yüzünde bir tebessüm peyda olmuş, hikayenin devamını dinlemek için merakla kuzeninin ağzının içine bakar olmuştu. Revan iç burkan bir gülümseyişle devam etti: "Kızdı tabii. Epey de söylendi haliyle. Sonra, birden öyle, sohbet açıldı. Gidene kadar, sonra gelene kadar konuştuk durduk. Ankaralıymış aslında ama, Urfa'da okuyormuş. Okuldan sonra Ankara'ya geri dönecek, babası gibi müteahhitlik yapacakmış. O yüzden istemeye istemeye mühendislik okumuş. Ama hep, arabalarla uğraşır, galeri hayali kurardı. Sonra bir duydum, Diyarbakır'da galeri açmış. Neden dedim, hani Ankara'ya dönecekti ya. Gidemedim dedi. E neden Diyarbakır dedim, güldü. Sonra bende güldüm. Sonra..." "Sonra?" "Sonra, dört yıl geçti işte." diyerek omuz silkişine hayret etti Niran. "Dört yıl." dedi duyduklarını sindirebilmek ister gibi. Başıyla onayladı Revan. "Anlamadım bende. Göz açıp kapayana kadar derlerdi." deyip kaçamak bakışlarla baktı. "Doğruymuş." diyerek gülümserken artık gözlerini kaçırmıyor, ama bakarken buğulu buğulu bakıyordu. Gülümsemesi biraz daha yüzüne yayılırken sol gözünden bir damla yaş çenesine doğru süzüldü. Elinin tersiyle ıslanan yanağını silip burnunu çekerek yeniden bakışlarını kaçırdığında konuşacak bir şeyi kalmamış gibiydi. Niran'da sustu. Ne diyebilirdi ki? Dört koca yıldan bahsediyordu. Dile kolay, dört yıl diyordu. Son dört yılını düşündü o da. Ne yapmıştı? Acaba Revan'ınki kadar heyecan dolu, aşk ve tedirginlikle geçmiş miydi? Hayır. Eskiye oranla onun son yılları çok daha iyi geçmiş, kimseye hesap vermediği, kimseden hesap sorma gereği duymadığı bir hayat yaşamıştı. "Niran ben yapamam." diye kendisinden yana gözündeki yeni yaşlarla bakınan kuzeniyle yutkundu. Daha doğrusu, zorladı. Şaşırmıyordu ki? "Ben... Niran ben onu bırakamam." deyip yaş akıtmaya başlayarak başını hızlı hızlı iki yana sallayışını izlerken de yutkunmakta zorlanmıştı. Anlayabiliyor muydu acaba? Bilmiyordu ki. Niran hiç aşık olmamıştı ki, bilemezdi. Kimseyi Revan kadar sevmemiş, kimseye böyle yaş akıtacak, gizli saklı işler yapacak kadar bağlanmamıştı. Şimdi gözlerinde genç kızındakiyle yarışır bir çaresizlik bulunmakta, içini bir kurt kemirmekteydi. Bir insan sevdiği zaman, sevdası için elinden gelen her şeyi yapardı değil mi? Yani, gerçekten seviyorsa öyle olmalıydı. Galiba? Acaba Seyhan ne düşünüyordu? O da Revan'ı en az onun kendisini sevdiği kadar seviyor muydu? Yoksa... Öbür türlüsünü düşünmek istemedi. Ağzı ekşidi, içi bir tuhaf oldu. İnsanın bunca sevdiği kişiden karşılık alamaması çok kötü bir durum olsa gerekti. "Ondan başkasıyla olamam." diye ağlayan kuzenine baktı. Revan onu gerçekten de çok seviyor olmalıydı. "Ben onu çok seviyorum." diye aklından geçenleri okumuşçasına söylendi genç kız. "Onsuz yapamam." deyişi hıçkırıkları artarken son söylediği şey olmuş, başı aniden Niran'ın omzuna düşüvermişti. Sarsılarak ağlayan genç kızın saçına dokunmak için elini kaldırıp yapamayarak indirecek oldu Niran. Ağlayışı sırasında: "Ne olursun bana yardım et." diyen sesiyle havada kalan elini farkında olmadan genç kızın başına indirdi. Uzun, dalgalı saçlarını ağır ağır okşadı. "Ne olursun Niran. Yalvarırım durdur onları, kurtar beni." diye ağlamaya devam eden kuzeninin göz yaşlarına kendisininkilerde dahil olurken başını salladı. Ne yaptığının farkındaydı? Ne yapacak, nasıl başaracaktı bilmiyordu ama, farkındaydı? "Tamam." diye söylendi fısıltıyla. "Maden aşık oldun, tamam." dedi göğsünde ağlayan genç kıza sarılırken. "Yardım edeceğim." derken de emindi. "Seni kurtaracağım." ... Nişan günüydü. Annesinin ısrarlarının aksine getirilen ağır işlemeli elbiseler ve kalın altın kemerlere bakmadan kendi elbiselerinin arasından bir tanesini üzerine geçirdi Niran. Sırtı biraz açık, askıları yok denecek kadar inceydi. Olsundu, nasılsa o artık ailesinin emir eri Narin Niran değildi. Bu gün kendi istediği gibi kısa, rahat bir elbise giyecekti. Zira, epey rahat etmesi gereken çok önemli bir işi vardı. "İyice kafayı yedin sen ha." diye söylenen arkadaşını duymazlıktan gelerek kucağına vakit geçirmek için aldığı işi bir kenara bırakarak ayaklandı. Gideceği sırada kolundan tutup kendisine çeviren Hevin'in: "Aklını mı kaçırdın Niran." söylenmelerini kolunu çekerek geri püskürttü. Hevin peşinden koşup kendisini bir kenara çekiştirirken öfleyip püflüyordu. "Kızım delirdiniz mi? Ne demek kaçmak?" "Ne yapalım Hevin? Hm, sen söyle." diyerek onun gibi çıkışmaya başladı Niran da. "Söyle onu yapalım. Söyle, aklında daha iyi bir fikir varsa onu yapalım. Söyle dinliyorum." diye kollarını birleştirip kaşını kaldırdığında gelmeye başlayan misafirlere bakarak arkadaşı gibi öfledi Hevin. "Hasan'ı vururlar." dedi söyleyecek başka bir şey bulamayarak. Niran'ın gözleri haddinden fazla mutlu görünen Hasan'ın üzerine yoğunlaştığında: "Alnının tam ortasından hiç acımadan vururlar." diye devam etti. Ne yapsaydı? Niran'ı başka türlü nasıl kendine getirebilir, daha mantıklı düşünmesini başka türlü nasıl sağlayabilirdi bilmiyordu ki. O görmüyordu ama Hevin her şeyin farkındaydı. Revan yine bencil davranacak, arkasında bir enkaz bırakıp gidecekti. Ya Niran? Ona ne olacaktı? Her şey onun üstüne kalacak, herkes onu suçlayacaktı. "Seni suçlayacaklar." dedi susmaya devam eden Niran'ı daldığı derin uykudan uyandırmak istercesine. "Hesabını kimden soracaklar sanıyorsun Niran." dedi kolunu tutup canını acıta acıta sıkarken. Kendisine gelsin istiyordu. Eskiden olsa korkar, böyle bir şeyi düşünmeye bile cesaret edemezdi. Şimdi Revan'a onu kaçıracağına dair bizzat söz vermesini anlayamıyor, anlamak dahi istemiyordu. Ne olmuştu bu kıza böyle? Cesaret mi sanıyordu bunu? Düpedüz aptallık ediyordu, görmüyor muydu? Kendi arzusuyla ölüme adımlıyor, onu kurtarmak uğruna kendi topuğuna sıkıyordu. "Sana da acımayacaklar." dedi arkadaşına biraz daha yaklaşarak. Kulağına doğru fısıldıyor, onu korkutmaya, korkak da olsa arada bir mantıklı hareket edebilen eski Narin Niran'ı ölüm uyandırmaya çalışıyordu. "Hasan'ınkiyle birlikte kazacaklar mezarını. Tıpkı onunki gibi senin de hükmünü ciddiye almadığın o töre verecek." deyişiyle kendisine döndü Niran. Dediklerini algılayabilmiş, bir sonuca varmış gibi bakıyordu. "Bulurlarsa verirler." diyerek tutulan kolunu çekip arkadaşına omuz atarak odasının yolunu tuttu. Ardından bakakalan Hevin ise başını iki yana sallıyor, arkadaşının kendini geçen gözü karalığına hayret ediyordu. Bu gerçekten de Niran mıydı? ... Vakit epey geç olduğunda herkes eğlenceye dalmış, konak gelen misafirlerle tıka basa dolup taşmıştı. Her yandan bir gürültü koparken gitmeyi düşündükleri arabaya çantaları yerleştiriyordu Niran. Konağın arka tarafındaki üst sokakta, öğlende bir fırsatını bulup getirdiği jeepin yanındaydı. Bagaj kapağını indirip ellerini silkerek ardına döndüğü an karanlıkta canını teslim edecek kadar korkmasına sebep olan arkadaşının omzuna vurdu. "Ödümü kopardın." dedi eli hızla atmakta olan kalbinin üzerinde yere diz çökerken. "Ne yapıyorsun burada?" diye soran arkadaşına çıkışarak çöktüğü yerden kalktı. "Konak çok daraldı diye halayı burada çekeyim dedim Hevin. Görmüyor musun ne yaptığımı?" "Kararlısın yani?" diyen arkadaşıyla saçlarını karıştırdı. Daha kaç kez aynı şeyleri konuşmaları gerekiyordu? "Kararlıyım Hevin. Gidiyoruz. O Seyhan'a, ben Almanya'ya." dedi bıkkın bir tavırla. "Ya Hasan?" diye sordu Hevin. Yine başa dönüyorlardı. "Onu öylece ölüme mi terk edeceksiniz?" Takınabildiği tüm duygusuzluğuyla: "Kız kardeşi derdine düşmüyor, bize ne?" diyerek omuz silkti. Hevin bu hareketine, bu tavırlarına, bu dönüştüğü ruhsuz kişiliğine hayret ederken o da kendisine şaşırıyordu. O bu kadar gaddar değildi ki? Bu kadar vurdumduymaz değildi. Ama ne yapsaydı? Ya Revan'a yardım edecekti, ya da... Hem en fazla ne olurdu ki? Hasan ile Gümüş'ün evlilik kararı iptal edilirdi. Kız kardeşi berdele mecbur tutulurken Hasan bir kez olsun gelip nasıl olduğunu, ne hissettiğini sormamıştı. Şimdi de Revan sırtını dönüyordu. Hem bu onların sorunuydu. Niran gidiyordu. Bir daha dönmemek, istenmediği yere gelmemek üzere gidiyordu. Gerisini bir şekilde, kendi içlerinde çözebilirlerdi. Ayrıca, o yalnızca kendi yoluna gidiyor, Revan ise müsait bir yerde inmek için peşine takılıyordu. Bilmiyordu. Allah kahretsin ki ne diyeceğini, ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilmiyordu. Düşündüğü her şey, aklından geçen tüm o saçma sapan şeyler vicdanını rahatlatmak adına kafasının içinde dönüp duran bahanelerden başka bir şey değildi. Böyle olsun istemezdi ki. Hele bu işe bizzat karışmış olmayı hiç ama hiç istemezdi. Geri dönerken birkaç gün süreceğini, birileriyle mantık çerçevesinde konuşabileceğini, Revan'a gerçekten yardım edebileceğini sanmıştı. Lakin günlerin göz açıp kapayıncaya dek geçmesi yetmezmiş gibi herkes dönüşüne kesin gözüyle bakmaya başlamış, değil mantık çerçevesinde, bir Allah'ın kuluyla oturup da doğru düzgün konuşamamıştı bile. Üstüne üstlük Revan'a yardım etmiyor, kaçışını hızlandırıyordu. Derin bir çukurun içindeydi ve debelendikçe daha da çok dibe batıyordu. "Niran yapma." diyerek kollarını bu sefer daha nazik bir şekilde tutan arkadaşının sesiyle düşüncelerinden ayrılabildi. "Bu sen değilsin." derken onun kadar çıkmazdaydı Hevin de. "Bir şey olacak." dedi arkadaşının saçlarını okşayarak. "Sana bir şey olacak diye çok korkuyorum Niran." diyen arkadaşına sarıldı Niran. Onun yaptığı gibi saçlarını okşadı, omzuna doğru bir öpücük kondurdu. Ayrıldığında hemen hemen az önceki kadar kendinden emindi. Fakat gözlerinde bir şey vardı. "Bende." dedi içindeki tedirgin korkuyu dile getirerek. Gülüyordu ya, telaşını gizlemek için takındığı bir maskeydi. "İçimde kötü bir his var." diyerek kalbine götürdüğü ellerini arkadaşınınkiyle birleştirip yeniden göğsüne koydu Hevin. "Azad tongaya gelecek adam değil Niran." deyişine buruk bir gülüşle söylendi Niran. "İlk olacak demek ki." "Niran." diyerek bir adım daha yaklaşıp arkadaşının kalbi üzerindeki ellerini biraz daha göğsüne bastırdı Hevin. Kalbi öylesine atıyordu ki, bir an yer değiştirdiklerini sandı Niran. Hevin böyle korkacak biri değildi. "Sakin ol, hiçbir şey olmayacak." diyerek arkadaşının yüzüne dokundu. Birinin kendisini de telkin etmesi hiç fena olmazdı aslında. "Ya sizi yakalarsa." diye izlendikleri hissiyle bir titreme geçirerek etrafına bakındı Hevin. "O zaman ne yapacaksınız? Zaten sana takık, bu defa gözünün yaşına bakmaz." "Hiçbir şey olmayacak, korkma." diye tekrar etti Niran. "Pasaportum, kimliğim, her şeyim yanımda." derken o da etrafa bakınmaya başlamıştı. "Revan'ı Seyhan'ın yanına bırakır bırakmaz havaalanına gideceğim. İlk uçakla da şehirden ayrılacağım." "Kim bu Seyhan?" diye sinirle söylenerek geriye çekildi bu defa Hevin. Kim bilir hangi zibidiyi peşine takmıştı Revan. "Adını bilmeyiz sanını bilmeyiz." diye söylenmeye devam etti. "Nasıl güveneceksin?" Omuz silkti Niran. "Revan güveniyor." dedi gülümseyerek. Hevin onun kadar boşveremiyordu. Ardından birlikte yeniden konağa dönerek mecburi eğlenceye katıldılar. Herkes kadar eğlenen bir tavır sergilerken abisinin gülen yüzünün tam tersi asık suratlıyla gözlerini saatten ayrımayan Revain Niran'a başıyla işaret etti. Belli belirsiz bir şekilde karşılık vererek ayaklandı Niran. Bir şey yokmuş gibi mutfağa geçerken yürüdüğü koridorda kolundan tutularak karanlık bir köşeye çekildi. Bağırmak üzereydi ki duvara çarpan sırtıyla yüzü acı içinde buruşurken ağzı kapanmıştı. "Korkma, benim." Diyerek elini çeken adama bakarak göğsüne doğru vurup: "Şimdi sakinleştim mi sanıyorsun?" Diye sordu. İçeride millet onunla sohbet için birbirini ezerken bu ukala gelmiş kendi peşine mi dolanıyordu? "Biraz sinirli misin yoksa bana mı öyle geldi?" Diyerek Niran'ın yasladığı duvara kolunu dayayarak soruyordu Azad ama, sanki onun bu durumundan hoşlanmış gibi bir hali vardı. Dalga geçercesine sırıtan yüzüne okkalı bir tokat atmayı gözleri önünde canlandıran Niran bir şeye söyleyemeden o tekrardan söze girmişti. "Ha anladım." Dedi uzata uzata gülmeye devam ederken. "Kıskandın sen." Göz devirerek elinde olmadan güldü Niran. Gerçekten böyle düşünmüyordu değil mi? Hayır biraz aptalca olurdu da. "Seni mi?" Diye sordu yakışıklı adamı şöyle bir süzerek. Açıkçası genç kızlar tarafından epey kıskanıldığının, kız ortamındaki sohbetlerin hâlâ bu veliaht ağa bozuntusu olduğunun farkındaydı ama kendisi o kulvardakilerden değildi. O yüzden hiç de öyle havalara girmesine gerek yoktu. "Hani kuzeninle nişanlanıyorum ya." Diye fırsattan istifade biraz daha yaklaştı Azad. Ona yakın olmak ateşini çıkarıyordu ama hiçbir şey bu kadar hoşuna gitmiyordu. Ah bir de kollarının arasına alabilse, dünyanın en mutlu adamı olacaktı ya, hırçın Niran bir türlü inadını kırıp yaklaşmıyor, kendisine de belli bir yerden sonrasına müsaade etmiyordu. "Ama merak etme, kimse senin yerini fethedemez." Diyerek Niran'ın elini tutup kalbi üzerine koymuştu. "Kimse bu buzdan kalbi senin kadar ısıtamaz." Deyişiyle: "Ha denedin yani?" Diye sordu Niran. Umurunda mıydı, asla, ama bir karşılık vermek, bu laf ebesi herifi bir yerlerden vurması gerekiyor muydu, kesinlikle. "Yani, gibi." Diyerek onu biraz daha kıskandırmaya çalışırcasına güldü Azad. Elini tutmasına sessiz kalan Niran genç adamın kalp atışlarını ısınan avuç içinde hissederken ani bir tepki göstermekten ziyade burnunun dibine kadar girip öyle söylendi. "İstersen başka bedenlerde terlemeyi planlayıp peşime düşme hm, ne dersin?" Diye söylendi dudakları bir nefes kadar birbirlerine yakınken. Azad'ın yüzü bu abartılı yakınlıktan dolayı gülüyor, içi kıpır kıpır oluyordu. İçimde kelebekler uçuşuyor derken bu histen bahsediyor olmalılardı. "Sonra mazallah üşütürsün falan." Diyerek tırnaklarını kalp hizasına sürterek elini çekip yanından ayrıldığında az önce onun yaslandığı duvara kendisi yaslanır olmuştu Azad. Eli kalbinde beklerken başını hafiften yere indirip keskin bakışlarıyla genç kadının gidişini izledi. Narin halini çok seviyordu ama, ne yalan söyleseydi, bu hırçın haline gözünü kırpmadan ölebilirdi. ... Saatler ilerlerken nihayet Azad'ın göz hapsinden kurtularak üst kata çıktı Niran. Konağın arka avlusundaki çok yüksek olmayan balkon kapısından beklerken karanlıkta koşarak gelen Revan'ın siluetini gördü. "Nihayet." Diye söylendi kendi kendine. "Fark eden olmadı değil mi?" Diye alçak bir sesle sorduğunda: "Yok." Deyip alelacele elbisesini çıkarmaya başladı Revan. Altına giydiği pantolonu ve tişörtü gün yüzüne çıkarken elbisesini hızlıca Niran'ın uzattığı poşete tıkıştırıp kendilerinden önce aşağı bıraktı. Ardından önce Niran, sonra kendisi orta yükseklikteki balkondan tıpkı çocukluklarındaki gibi atlayarak koşmaya başladılar. Planladıkları gibi kiralık konaklardan birinin bahçesine girerek saklanıp birkaç dakika birilerinin gelip gelmediğini beklediler. Ardından yeniden yola çıkıp karanlık kısımlardan, tekin adımlarla Niran'ın arabayı park ettiği sokağa girdiler. Kimseye görünmediklerini sanıyorlardı ama arabanın önünde genç kadın hiç de öyle bakmıyordu. Hevin gözünü ayırmadığı ikilinin yokluklarını fark eder etmez koşar adım yola çıkacakları sokağa gelmiş, kızları beklemeye koyulmuştu. "Hevin, niye geldin?" Diye sordu Niran. Revan'ın binmesi için arabayı açtığında genç kız binene kadar sesini çıkarmadı Hevin. Revan bindiğinde ise: "Bir şey mi oldu?" Diye soran arkadaşına: "Bende geliyorum." Dedi. "Ne?" Diye ilk önce şaşırıp sonrasında: "Saçmalama Hevin." Diye devam etti Niran. "Üçümüz birlikte ortadan kaybolursak çabuk anlaşılır." "Sanki ikiniz kaybolunca anlamayacaklar." Diye göz deviren arkadaşının elini tutarak: "Sık biraz dişini." Dedi. "Misafirlerin dağılması bir saat sürmez." "Sizi yalnız bırakamam." Diye ısrar etti Hevin. "En azından sen uçağa binene kadar..." Diye ısrarını sürdürürken: "Olmaz." Diyerek sözünü kesti Niran. "Nişan dağılana kadar burada kalman, fark edildiğimiz anda da haber vermen lazım." Dediğinde bir şey demeden bakındı Hevin. Sessizliği devam etse de beklenmedik sarılışıyla arkadaşını şaşırtmıştı. Kollarını genç kızın bedenine dolayarak onun gibi sırtını sıvazladı Niran. "Korktuğun gibi olmayacak, söz veriyorum." Diyerek arkadaşından ayrılıp sabırsızca bekleyen Revan'ın yanına, arabaya bindi. Uzun farları açmadan kontağı çalıştırıp vitesi geriye takarak tam tersi yola sürmeye başladı. Yolun ortasında durmuş el sallayan Hevin ise gidebildiği kadar geri giden arabanın köşeyi dönüp gözden kaybolmasıyla elini indirip derin bir iç çekti. Geldiği yola doğru dönüp çalmaya devam eden davul zurna seslerini dinledi. Bu geceyi atlatırlarsa, her şey çok daha iyi olacaktı. Can dostunu yeniden kaybedecekti ama, olsundu. Onun iyiliği için bir on yıla daha değerdi. Ve kendinden emin bir şekilde konağın yolunu tuttu. Kendini, her şeyden önce edeceği lafları, söyleyeceği yalanları hazırlasa iyi ederdi. Gece uzun olacağa benziyordu. Nitekim öyle de olacaktı. Revan elleriyle oynayarak yan koltukta oturduğu yere sinmiş bir şekilde sessizliğini korurken Niran dört açtığı gözleriyle yola odaklanıyor, şayet yoklukları hemen şuan fark edilecek olursa tahmin edilmedik yoldan gitmek üzere direksiyonu ara sokaklara çeviriyordu. Seyhan'la yazları kendi köylerinden kaçıp gittikleri terk edilmiş başka bir köy yolunda buluşacaklardı. Orayı kendilerinden başka bilen yoktu. O yüzden köy yoluna girene değin hızlı gider, kimseye yakalanmazlarsa, bir daha kolay kolay sorun yaşamazlardı. Oradan sonrası ayrıydı. Herkes kendi yoluna gidecekti. Uçağa bindiği an ise, Niran için hiçbir şey olmamış gibi olacak, günlerdir yaşadığı saçma sapan şeyleri bir rüya olarak anımsayacaktı. Derken sandıklarının aksine, çok daha çabuk fark edilmiş olacaklar ki, hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir şekilde ve hiç düşünmedikleri kadar yakında yakalanıverdiler. Ani bir frenle durdu Niran. Önüne kırıp yolu kapatmış arabayı tanıyordu. Plaka Ağaoğlu ailesine ait olduğunu bas bas bağırırken Revan'ın bir anda direksiyondaki eline yapışmasıyla sıçradı Niran. Arabanın otomatik olması sebebiyle bu sıçrama yüzünden frenden ayağı kayıp araba çok küçük bir mesafe daha hareket ettiğinde aceleyle durdurdu. Farları yanan araç ne hareket ediyor, ne de içindekinin kim olduğu belli oluyordu. Göğüs kafesini belki de Revan'ın duyabileceği şekilde döven kalbini aldığı derin nefesler bile sakinleştiremiyor, bedeni daha şimdiden zangır zangır titriyordu. En son ne zaman bu kadar tedirgin olmuştu? Şiyar'la odada kaldığı sıradaydı herhalde? Ya da Şiyar'ın annesinin ne belli kızınızın istemediği diye bağırdı an olmalıydı. Düşünceleri başını ağrıtır derecede çoğalıp onu ne yapması gerektiğini akıl edemez hale getirirken arabanın kapısı açılmış, genç bir adam tüm sakinliğiyle inmişti. Gördüğü yüzle telaşı az da olsa dinerken genç adamın bakışları yine de ürkütüyordu. O an her ihtimali aklından geçirdi Niran. Her anı gözünün önünden geçti. Kime ne diyecek, hangi birine nasıl karşılık verecekti?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD