Oturtulduğu yerde hâlâ şoktaydı Niran. Annesi Şahbanu hanım kızının yanından ayrılmıyor, Revan'ın getirdiği suyu kendi elleriyle içiriyor, korkmaması için telkin ederek saçlarını okşuyordu.
Oysa korkmuyordu ki Niran.
Artık korkmuyordu.
Bir çocuk değildi. Aynı ürkek genç kız, hiç değildi. Eskiden olsa, onu görünce, adını işitince hafif bir irkilmeyle güne başlar, gittiği yerlerde de karşısına çıkacak diye her pencereden yola bakardı.
Şimdi ise ona karşı tek hissiyatı, şaşkınlıktı.
Gördüğü gözlerdeki kurnazlığı biliyordu. Hiç değişmemiş, hiç yaş almamış gibiydi. Sanki otuzunu deviren o değilmiş gibi fazla genç görünüyordu yine.
Aynı yaşta gibiydi.
Hiç büyümemiş, hiç değişmemiş gibiydi.
Sözleri geldi sonra aklına. Affet mi demişti?
Affet!?
Bunu nasıl, neyine güvenerek söylüyordu? Sanki hayatını tepetaklak eden o değilmiş, yaptığı yenilir yutulur bir şeymiş gibi nasıl affetseydi?
O geceyi aklından silmek için kaç gece uykusuz kalmıştı biliyorlar mıydı acaba?
Kaç gece en kara kabuslardan gözünü açmıştı?
Her gördüğü genci nasıl da korkarak ona benzetmişti, biliyorlar mıydı?
Niran o geceyi de, Şiyar'ı da hiç unutmamıştı.
Unutmayacaktı.
Bundan sonra da ne unutur, ne de kendisine yapılanları unuttururdu.
Zira ona reva görülen, suçsuzken ayak altından gönderilişiydi.
Bunun acısı nasıl dinerdi ki?
ON YIL EVVEL...
Mirzan konağında baş gösteren şenlik havası, günün erken saatlerinden beri sürüp gitmekteydi. Bu gün o gündü. Mirzan ağalarının ortancası olan Bekir ağanın tek oğlu Emrah'ın nişan günü.
Her bir yanda zılgıtlar eşliğinde erbaneler çalınıyor, davul zurna sesi hiç susmuyordu.
Mirzanların büyük konağındaki üç ağadan ortancasının oğluydu Emrah. Babası gibi kaşı gözü kara, annesi misal ay gibi parlayan bir delikanlıydı. Kız gibi güzel olduğunu herkes bilirdi. O yüzden de kendi yanına yaraşacak güzel bir kız alınmış, güzelleriyle meşhur Rîha diyarından gelin getirilmişti.
Gün Emrah'ın günüyken, gözler önündeki yine küçük kız kardeşiydi.
Narinliğiyle dillere dolanmış henüz on altısını bitirmek üzere olan genç kızın abartılacak bir güzelliği yoktu. Lakin güzel kuzeni Revan'dan da, yanından ayrılmayan güzelliği kadar cesur olan arkadaşından da daha çok dikkat çekiyordu.
Uzun sayılabilecek siyah saçları, boncuk boncuk kara gözleri, küçücük bir kız çocuğunkine benzeyen düşük, dağınık kaşları ve zayıf bedenine rağmen tombul yanakları vardı Narin Niran'ın. Pek bir isteyeni yoktu ama, olmasındı da zaten. Zira gözlerini üzerinden ayırmayan, bir nefes kadar yakınında olan, Amed'in önde gelen aşiretlerinden Ağaoğlu'nun bekar oğlu Azad'ı kimse karşısına almak istemezdi.
Yirmi iki yaşına günler evvel giren genç delikanlı şimdiden Niran'ı kafaya takmış, bitirdiği okulunu sırf genç kızı gözü önünden ayırmamak için aynı şehirde okumuştu.
Fakat en az Azad kadar genç kızı gizliden gizliye göz hapsine almış biri daha vardı ki, bizzat küçük amcasının oğlu, ailesinin başına her an bela açabilecek potansiyeldeki Şiyar'dı.
Ağaoğlu'nun veliahtından yalnızca iki yaş küçük olan Şiyar, çok daha büyükmüş gibi hareket ediyor, herkese söz geçirmeyi çok iyi beceriyordu.
Nişan gecesi konağa girişi ise, her zamanki gibi olaylı olmuştu.
Hafif bir çakır keyiflikle oynayarak girdiği konakta ilk önce babasının dikkatini çekmiş, öfkeli bakışlara maruz kalmasını engelleyen büyük abileri Berzan'ın uyarısıyla bedenini bir kenara çekiştiren kız kardeşi Yaren olmuştu.
"Abi ne yapıyorsun ya?" diye zar zor bir kenara oturttuğu abisinin üzerini düzeltmeye çalışan genç kızın ellerini itekliyordu Şiyar.
"Ne yapıyormuşum?" diye sordu laubali bir şekilde. Amma abartıyorlardı. Alt tarafı iki duble bir şey içmiş, amca oğlunun düğününe eğlenmeye gelmişti. Öfleyerek abisinin dağılmış saçlarınıda düzeltmeye çalışan Yaren:
"Bu halin ne ya?" diye sorarken dönüp dönüp etrafına bakıyor, babası ya da bir başkasının gelip gelmediğini kontrol ediyordu.
"Babam demedi mi sana kendine çekidüzen ver diye, sarhoş olmak nedir ya?"
"Sarhoş falan değilim ben." diyerek kız kardeşinin elini iteledi Şiyar. Birden bire öyle bir ayaklanmıştı ki gerçekten de hiç sarhoş gibi durmuyordu. Gömleğini kendisi düzeltip saçlarına şöyle bir el atarak etrafa bakındı.
"İki duble bir şey içtik, abartmayın." dedi kızarcasına.
"Senin iki duble dediğine biz bir büyük diyoruz." diyerek abisine kızmaya devam etti Yaren. Onca insanın içinde bir olay çıkaracak diye en az babası kadar ödü kopuyordu. Zira kendi nişanlısı ile onun ailesi de davetlilerdi ve Şiyar sarhoşken hiç çekilmiyordu.
Gerçi normal haliyle de çekilmiyordu ama, sarhoşken kimse baş edemezdi.
"Uzun etme Yaren." diyerek ayık olduğunu belli eder bir tavırla ellerini beline koyarak dik dik baktı Şiyar. Ardından burnunu çekerek gömleğinin yakalarını dikleştirerek etrafa göz attı.
Sabır dilercesine iç çeken Yaren de gelen misafirlere gülümsemeye başlamış, sonra yeniden abisine dönerek:
"Bekle de bir kahve yapayım bari, belki biraz iyi gelir." demiş, Şiyar göz devirerek:
"Gerek yok, gideceğim zaten." diyerek kalabalıklaşmaya başlayan avluyu izlemeye devam etmişti. Derken kalabalıklar arasında gördüğü yüzle memnuniyetsiz kız kardeşine seslendi.
"Ya da, yap getir hadi, bekliyorum." derken gözleri hâlâ gördüğü yüzdeydi. Yaren yerinde kalmasını söyleyerek koşarak mutfağın yolunu tutarken o tam tersini yaparak üst katın yolunu tutmuştu.
O kalabalıklar içinde gördüğü yüz ise, tam önü sıra ilerlemekteydi.
Yüzündeki kurnaz gülüşle genç kızı takip etmeyi sürdürdü Şiyar. Onu ne zaman görse peşine takılmadan edemiyordu. Aynı konakta yaşamaları ise bir mucize olmalıydı. Yoksa zırt bırt mahallesine gitmek zorunda kalacaktı ki, o kadar sabırlı bir insan olduğunu söyleyemezdi. Bu kızı görmeden, ona sataşmadan yapamıyordu.
Niran ise bu durumdan her ne kadar memnun olmasa da sesini çıkaramıyor, kimseye bir şikayette bulunamadığı gibi Şiyar'a da kafa tutamıyordu.
Hevin her seferinde babasına ya da amcasına, hiç değilse annesi Şahbanu hanıma söylemesi gerektiğini geveleyip duruyordu ama...
Kendisi yüzünden bir maraz çıksın istemiyordu. Aile içindeki huzursuzluklardan ne kadar uzak olursa, o kadar iyiydi. Hem durduk yere kimsenin gözüne batmaya gerek yoktu. Zaten elinden geldiğince uzak durabiliyor, gücü yetmese de kendisine yaklaşmasını engelleyebiliyordu. Ayrıca Şiyar'da laf atmaktan pek öteye gitmiyordu ki, bu sadece kendisine özel değildi.
"Bu gün pek bir güzeliz." diyerek önünü kesmesiyle daldığı düşüncelerden uyanabildi. İşte, yine başlıyorlardı.
Hiçbir şey demeden geçip gitmeyi denedi ama nafile. Şiyar çoktan tüm geçişlerini engellemek istediği her halinden belli olarak geri geri duvar dibine adımlamasına neden olmuştu. İki yanına da kollarını yerleştirerek kendisine gülümsediği sırada kolunun altından geçmeye çalıştı Niran. Zaten pek uzun değildi ama bu çıkışı da düşündüğü kadar kolay olmamıştı.
"Hişş, kaçmak yok." diyerek gitmesini hiç de zorlanmadan engelledi Şiyar. Gözleri hâlâ üzerindeydi ve her geçen saniye bu daha da rahatsız edici bir duruma dönüşüyordu.
"Çekilir misin?" diye sordu rica ettiği ses tonundan belli olurken. Şiyar'ınkine oranla kendi bakışları yerden kalkmıyordu.
"Bilmem, çekilir miyim?" diye dalga geçerek genç kızın sorusunu tekrarladı Şiyar.
Bu kızın mahsun yüzü, ürkek tavırları bir tek kendisine mi tatlı geliyordu?
Eğer öyleyse sorun yoktu, hatta çok daha iyi olurdu.
Cevap vermeyen genç kızın çenesine dokunarak başını kaldırmasını sağladı.
Tatlıydı ama, bu kadar da utangaç olmasına gerek yoktu.
Hadi ama, onlar birlikte büyümüşlerdi.
Aslında sorun da buydu.
Niran birlikte büyüdüğü bu genç adama bir türlü alışamamış, ondan daima çekinmişti. Hatta diyebilirdi ki, Ağaoğlu'nun genç veliahtı Azad bile Şiyar'ın yanında melek kalırdı.
Her an yiyecekmiş gibi bakmasından tut, sürekli yakınlaşmaya çalışması artık iyice raydan çıkmış, çok daha korkunç bir hâl almaya başlamıştı.
Çenesindeki el tehditkâr bir şekilde tutuşunu sıkılaştırıp dudakları kendisininkine uzanırken korkuyla açtığı gözlerini yumarak yüzünü çevirmeye gayret etti Niran.
Fakat korktuğu şey kendi çabasıyla değil, isminin seslenilmesiyle son bulmuş, gerçekleşmemişti.
Niran kaçarken gerisinde kalıp burnundan soluyordu Şiyar.
Her defasında nasıl olabiliyor da elinden kurtulabiliyordu, anlamış değildi.
Bu kez son olmasını ümit ederek ilerleyen saatler boyunca genç kızın üzerine sabitlediği kara bakışlarını bir an olsun çekmedi.
Ona dokunmak, onu hissetmek istiyordu.
Önünde ya da sonunda bu olacaktı ve Şiyar bu kadar uzak kalmaktan artık gerçekten sıkılmıştı.
Halaylar çekildi, takılar takıldı, yemekler yenildi derken saat epey geç olmuştu. Buna rağmen konak hâlâ tıka basa durumdaki kalabalığından ödün vermiş değildi.
"Yine bakıyor ters ters." Diye Şiyar'dan aldığı bakışlarını Niran'a çevirdi Hevin.
En yakın arkadaşıydı ama genç kıza hâlâ sözünü dinletebilmiş değildi.
Tamam, Azad konusunda da dinletemiyor, yol kesmelerine karşı kafa tutmasını sağlayamıyordu ama...
Bu Azad değildi ki, Şiyar'dı.
Azad'ın söyledikleri yalnızca lafta kalırken Şiyar her seferinde kelimelerini destekleyecek bir harekette bulunabiliyor, her an daha tehlikeli oluyordu.
"Boşver, sinirlenmiştir yine bir şeylere." Deyip gitmek üzere ayaklanan arkadaşına sarıldı Niran.
Şiyar'ı kafaya takmak istemiyordu.
"Yarın görüşürüz." Diyerek müziğin sesi tekrardan yükselirken kalabalıklara karışarak konaktan ayrılan arkadaşına el salladı.
Odasına varıp bir an için oturabilmek umuduyla merdivenleri çıkmaya başlamış, kuzeni Revan'la paylaştığı odasının kapısını açmıştı ki kapatması pek mümkün olmadı.
Sırtını yasladığı kapı bir türlü kapanmıyordu. Bakışları yere kayarken kapının arasında bir ayak görmesiyle yerinde sıçrayıp geriye çekildi.
Eli şiddetle atan kalbinde beklerken içerinin karanlığına gülüşüyle daha ürkütücü bir hava katan Şiyar yine peşine takılmış, bu kez hiç yapmadığı bir şeyi yaparak odasına girmişti.
"Şiyar." Diye fısıldarcasına ismini andı Niran.
Şiyar hiç de hoş olmayan bir yüz ifadesiyle gülümsemekten başka bir şey yapmıyordu.
"Sana dedim ki..." Diye söze girdi kapıya sırtını dayayıp kapatırken.
Avludaki düğün ışıkları sayesinde az da olsa aydınlanan loş odada Niran korkudan hareket edemiyor, Şiyar ise epey rahatsız edici bir tonda ve yavaşlıkta konuşuyordu.
"...kaçmak yok." Diyerek genç kızdan yana adımladı.
Bu kez gerçekten kaçmasına izin vermeyecekti.
Bir kez olsun...
Tek bir kerecik...
Ona gerçekten -hem de gerçekten- dokunmak istiyordu.
Onu sevmek istiyordu.
Ona yaklaşmak, onu hissetmek...
Onu tatmak istiyordu!
"Şi-şiyar..." Diye kekelemeye başladı Niran.
Onu kızdıracak bir şey yaptığını sanmıyordu. Öyleyse neden böyle bakıyor, neden böyle hareket ediyordu?
"Bak... Biri, yanlış anlayabilir." Diye söylendiğinde ha bire yaklaşırken gülerek omuz silkti Şiyar.
"Anlasın." Dedi çok da umrunda olmadığını belirtircesine.
Niran geri geri adımlamaya başladığında aralarında fazla sözü edilir bir mesafe yoktu. Ve birkaç adım sonra bacakları kendi yatağına değdiğinde elinde olmadan düşüp oturmuştu.
İyice yaklaşan Şiyar yine aynı şeyi yaparak uzanıp çenesine dokundu.
"Abartılacak bir güzelliğin yok aslında." Dedi yine fısıltıyla.
Niran'ın gözleri dolmuş, korkudan konuşamayacak hale gelmişti.
Titreyen çenesi genç adamın güçlü parmakları arasında kalırken son bir gayret yerinden kalkıp kaçmaya çalıştı. Fakat sırtının yatakla buluşması yalnızca bir saniyesini almıştı.
"Ama öyle bir şey var ki sende..." diyerek genç kızın kollarını tutup üzerine eğildi.
"Öyle değişik bakıyorsun ki, yakınına gelmeden duramıyor insan." derken tekrardan yanından geçmeye, en azından ayağa kalkmaya çalışan kızı iteleyerek:
"Bu sefer kaçmak yok." Diyerek sırıttı.
Niran aynı hareketi yinelediğinde kendisi de onunla birlikte yatağa çıktı.
Sonraki saniyeler ise çok daha korkunçtu.
Niran bağırıyor, nişan telaşında olan ailesi duymadığı gibi Şiyar ha bire üstüne abanıyordu.
Niran çığlık çığlığa ağlıyor, Şiyar ise boynuna kondurduğu ıslak öpücüklerini sürdürüyordu.
"Şiyar." Diye bağırarak üzerindeki adamı itelemeye çalışırken gücünün yetmeyişiyle narinliğini bir kez daha hissetti. İliklerine kadar farkına vardığı güçsüzlüğüyle karşı karşıyaydı şimdi.
"Şiyar yapma, dur." Derken hıçkırıkları yüzünden dudaklarından yarım yamalak çıkan kelimeleri anlaşılmıyor, boynunda, omuzlarında hissettiği ıslaklık artık midesini bulandırıyordu.
Ellerini genç delikanlının omuzlarına dayayarak son bir gayret iteledi ama hayır, o çoktan küçük göğüslerine ulaşmış, elbisesini beline kadar çekmişti. Tiksinilecek bir yaratığa dokunurcasına yüzünü itekliyordu artık. Ona dokunmaya bile dayanamıyordu ama üzerinden atmalı, bu ağırlıktan, bu iğrenç histen kurtulmalıydı.
Üzerinde hissettiği ağırlığın altında ezilerek çırpınırken tüm gücüyle onu soymaya çalışarak kolları arasında saran Şiyar kapının açılmasıyla durabildi.
"Niran." Diyerek korku dolu gözlerle bakan Revan'dı.
"Şiyar." Dedi hâlâ genç kızın üzerinde olan diğer amca çocuğuna hayretle.
Şiyar hiçbir şey söylemeden kalkıp Niran'a son kez bakıp Revan'a omuz atarak ortadan kaybolduğunda Revan önce Niran'ın yanına koşturmuş, ardından şoka girmiş genç kızı bırakarak avluya yol almıştı.
Ardından geçen yarım saatte ise gece Mirzan ailesi için hiç olmadığı kadar karaydı.
Şimdi bir yanda konuşamayacak kadar korkmuş kızlarıyla Bekir ağa ve ailesi, diğer yanda oğullarının yaptığı terbiyesizlikle yerin dibine batan Bilal ağa ve diğerleri vardı.
Hayat, bir arada yaşamaktan gocunmadan böbürlenen Mirzan ailesini öyle bir yerden vurmuştu ki, bundan gayrı ne aynı çatı altında yaşayabilirler, ne de ayrılabilirlerdi.
Ve kader, yalnızca onları değil, onların kararlarıyla genç bir canı da yanlarından ayırmıştı.
Oturduğu, birazdan çekip koparılacağı sandalye üzerinde içini çeke çeke ağlıyordu Narin Niran.
Nereden bilebilirdi?
Kaderin oyununu tamamlamadığını, onunla dalga geçer gibi aynı şeyleri tekrar, tekrar ve tekrar yaşatacağını, nereden bilebilirdi?
...
ŞUAN...
Sabah olmuş, Diyarbakır'ın artık dillere yalnızca narinliğiyle değil, güzelliğiyle de dolanmaya başlayan Mirzan kızı gözlerini açmıştı.
Fakat hâlâ yatmaya devam ediyor, ne odadan, ne de yataktan çıkmıyordu.
Yüzü asık, düşünceleri dağınıktı.
Geçmişi anımsadığı için üzgün değildi. Sadece daha yorgun hissediyordu.
Omzuları eskiye oranla bu yükü taşıyabilecek kadar kuvvetliydi ama, anılar her daim enerji sömürür, insanın gününü mahvederdi.
Kapının açılmasıyla birden bire yattığı yerden doğruldu. Gözleri telaşla etrafı süzmeye başladığında kapıda durmuş kendisini izleyen Revan bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.
Yüreği yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlayan Niran ise sanki yine aynı odadaymış, aynı kişiyle karşı karşıyaymış hissiyle dolup taşmıştı.
Saçmalık diye düşündü.
Artık ondan korkmuyordu ki.
Artık kendisini korkutamazdı.
Ne rüyalarına girebilir, ne de köşe bucak kaçmasına sebep olabilirdi.
Karşısına çıkması, kendisiyle konuşmaya çalışması zerre umurunda değildi.
Hiçbir hareketi, hiçbir sözü Niran'ı etkilemiyordu.
Etkilemediği gibi düşüdürmemeliydi de. Artık onu düşünmemeli, aynı akşama gitmemeliydi.
Aynı şeyler olmayacaktı ki.
O bir daha kendisine dokunamayacak, buna teşebbüs bile edemeyecekti.
"Niran, iyi misin?" Diye soran Revan'la düşüncelerinden soyutlanıp kendine gelerek başını salladı.
"İyiyim, iyiyim bir şeyim yok."
"Seni görmek isteyen biri var, hadi giyin de gel." Demesiyle yüreği tekrardan aynı hızı aldı.
Neden tedirgin oluyordu?
O gelemezdi ya?
Değil konaktan içeri girmek, bir daha kapının önüne bile gelemezdi!
Değil mi?
"Kim?" Diye sordu usulca.
"Kendin gör." Diye gülümseyen kuzeniyle merakı kabarırken korkulacak bir şey olmadığını da anlayarak bir çabuk giyinerek aşağı indi.
Avluda pek kimse yoktu. Kızlar günlük rutin işleri yapıyor, bir tanesi kendisi için yeniden kahvaltı masasını hazırlıyordu. Masada ise Revan'ın tam karşısında, kendisine sırtı dönük genç, uzun saçlı bir kadın oturmaktaydı.
Revan kendisini görüp gülümseyerek işaret ettiği an meraklı bakışları sırtı dönük genç kadının yüzündeki gülümsemeyle kendinden yana dönmesi ile parıldadı.
"Hevin." Diye seslendi sesi normalden daha az çıkarken.
"Niran." Diye yerinden fırladığı gibi boynuna atılarak gülmeye başladı Hevin.
Görüşmeyeli kaç yıl olmuştu?
7?
8?
"Bu gerçekten sen misin?" Diye sarıldığı ince bedenini iteleyip arkadaşını şöyle bir sürdü Hevin. Gözlerinden en yakın arkadaşını görmenin heyecanı okunurken Niran'ınkiler buğulanmıştı.
Biricik arkadaşını nasıl da özlemişti.
Hiç değişmediğini fark etti genç kadının gülen gözlerine bakarken.
Güzelliğine güzellik katmıştı, lakin hiç değişmemişti.
"Bu kadar güzelleşeceğini ben bile düşünmezdim." Diyerek patavatsızlığınında değişmediğini belli eden arkadaşına güldü.
Bir damla yaş elinde olmadan gözünden akıp çenesine süzülmüştü.
Tekrar tekrar sarıldı arkadaşına. Onun gibi kollarını sıkı sıkı sararken gözlerini yumdu.
Sahi kaç yıl olmuştu.
10!
On koca yıl onu ne görmüş, ne de bir haberini alabilmişti. Kendisine kızar, haklı olarak küser sanıyordu ama, Hevin'in onu bir kucaklayıp döndürmediği kalmıştı.
"Kızım çok güzel olmuşsun." Diyerek uzaklaşan arkadaşı hâlâ elini tutarken Revan'ın gülen gözleri çalan telefonuyla kızlardan ayrılmış, iki eski dostu yalnız bırakma bahanesiyle odasına çıkmıştı.
Tam yanına oturan Hevin'le masadaki yerini aldı Niran. Gerçekten hiç, ama hiç değişmediğine yeniden kanaat getirdi.
"Almanya sana yaramış, Narin Niran gitmiş bakıyorum." Diye gülerek omzuna vuran arkadaşıyla gülüp başını eğdi.
Öyle mi görünüyordu?
Aslında evet, yurt dışında büyümek ilk zamanlar her ne kadar alışamasa da bir çokları gibi ona da iyi gelmişti.
Olanları unutmuş, yaşadığı yere alışmış, bir okul okumuş, mesleğini eline alarak işe bile girmişti.
Ya sonra?
Puf.
Hayal yerini gerçeğe bırakmış, yeniden Amed'in karanlık sokaklarına dönmüştü.
Evet, tamam, biliyordu.
En kısa sürede dönecekti ama...
İçindeki sıkıntıyı olanlara bağlamadan edemiyordu.
"Narin Niran gitti." Diye arkadaşını onayladı sakince.
"Giderken bizleri de unuttu." diye yarı sitemkâr bir tavırla buruk bir gülüş sergiledi Hevin. Bu kez onun bakışları yerlere düşerken Niran arkadaşının elini sıkmıştı.
"İnsan en yakınını unutur mu hiç?" diyerek başını eğip arkadaşının kendisine bakmasını sağladı.
"Unutmaz dimi?" diye gülümseyerek başını kaldırdı Hevin.
"Unutmaz." diyen arkadaşına sarıldı yeniden. Bir süre öyle kaldılar. İkisininde gözleri dolu doluydu, lakin akmadı. Hevin'in geri çekilmesiyle derin bir nefes alarak bakındı Niran da.
"Seni ne götürdü biliyorum?" diyen genç kızla gülüşü yeniden solmaya başlamıştı.
"Niye gittin, biliyorum." deyişine bir şey demeden bakındı. Narin Niran'ın okul okumaya gittiği söylendi sanıyordu. Demek birileri gerçek nedeni biliyordu.
Kan akmasın diye, birileri bir şeylere mecbur tutulmasın diye ayak altından gönderildiğini biliyordu.
"Demiştim demek istemiyorum ama..." deyip dudaklarını ıslatarak uzaklara yönelttiği bakışlarını yeniden arkadaşına çevirerek devam etti Hevin.
"Ağaoğlu'nun başına dert açacağını söylemiştim Niran." demesiyle kaşları çatıldı Niran'ın. Evet, Ağaoğlu başına yeterince bela olmuş, olmaya da devam ediyordu ama...
Bunun, onunla bir ilgisi yoktu ki.
"Ağaoğlu mu?" diye sordu anlamamış bir şekilde
"Evet, Ağaoğlu. Onun yüzünden kaçmak zorunda kalmadın mı? Azad peşini bırakmayacak diye..."
"Azad bana hiçbir şey yapmadı Hevin." dedi birden bire. Şimdi Hevin kendisinden çok daha büyük bir şoktaydı.
"Ama, senin önünü kesip..."
Derin bir solukla sıcak sebebiyle yüzüne yapışan saçlarını geriye atıp elini terlemiş boynunda gezdirdi Niran. Yanılmıştı. Demek ailesi bir kişiye bile gerçekleri anlatmamış, koca Diyarbakır'da bir Allah'ın kulu neden gittiğini, neden yaka paça gönderildiğini öğrenmemişti.
Bir an için...
Sadece tek bir an için birilerinin gerçeği, onun gerçekten suçsuz olduğunu, ailesinin az da olsa gerçeği kabullenerek birilerine doğruları söylediğini sanmıştı.
Yanılmıştı.
Yine aynı şey düşünülüyor olmalıydı. E tabii, öyle olmasa Bekir ağa hâlâ ne diye selam vermezlik etsindi ki, değil mi? Neden büyükler kendisiyle doğru düzgün konuşmasınlardı?
Hâlâ en az o adi herif kadar suçlu sayılıyor, olanların kendi isteğiyle yaşandığını zannediyorlardı.
"Azad bana hiçbir şey yapmadı Hevin." diye tekrardan söylenerek arkadaşına döndü.
"O zaman sen... Sen niye gittin?" diye soran arkadaşıyla öyle dolmuştu ki, taşmasına ramak kalmışçasına bir soluk daha alarak yanan içini ferahlatmaya çalıştı.
Yeterdi bu kadar.
Bunca acı, bunca yük, omuzlarına yeter de artardı.
O suçsuzdu. Kabul etseler de, etmeseler de Niran suçsuzdu.
Ne sanıldığı gibi Şiyar'ı odasına almış, ne de sonrasında yalandan ağlayıp sızlamıştı. Hem o daha dün gelip kapı önünde af dileyerek bağırmamış mıydı? Oradan da mı bir çıkarımda bulunamıyorlardı?
Ama arkadaşına kızamazdı ki?
O sadece Azad'ın hâl hareketini biliyor, gönderilmesini, ülkesini terk edişini ona bağlıyordu.
"Niran." diye omzuna dokunan arkadaşıyla öfkeden kapanan ellerini açarak artık birilerinin gerçeği duyurmasına, hatta bunu bizzat kendisinin yapması gerektiğine kanaat getirerek:
"Gittim. Ayak altından gönderildim çünkü Şiyar..." diye konuşamaya başlamıştı ki konağın kapısı açıldı. Ağır adımlarla avluya giren genç adama döndüler.
"Günaydın." diyerek çıkardığı güneş gözlüklerini eline alarak gülümsemeye başladı Azad.
"Alınacaklar varmış, bir tur daha gezinmemiz gerekiyormuş. Malum yarın nişan var." deyişiyle Niran'ın genç adamı süzen bakışları öfkeyle dolmuş, burnundan solurken Hevin'de yine kendisine merakla bakmaya başlamıştı.
"Nişan mı dedi o?" diye soran arkadaşını duymamış gibi kendisini izleyen adama bakınmayı sürdürdü. Başını sallamakla yetindi yalnızca.
Anlaşılan gerçekleri tüm Amed diyarına duyurmadan evvel uğraşması gereken biri daha vardı.
...
Verilen berdel kararı sonrası yapılacak nişana yirmi dört saatten az kalmışken son alışverişe çıkanlar bu kez gençlerdi. Revan'ın yanı sıra gelen Niran'ın peşine de Hevin takılmış, eskisi gibi onu yalnız bırakmamak için etrafında gezinir olmuştu.
O uzun yıllar geçmemişti sanki. Yine el ele, kol kola gülüşerek yürüyor, yine her şeye birlikte karar veriyorlardı. Tabii Niran eskiye oranla az biraz değişmiş, Hevin'den daha çok sesi çıkar olmuştu. Değişmeyen bir diğer şey ise, peşi sıra her yere gelen genç adamdı ki, her zamanki gibi bir adım gerilerinde hareket ediyordu.
Hevin Revan'la mağaza içerisinde kaybolurken o Niran'ın tam ardında duruyor, sırtı dönükken bile ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Uzun saçlarına dokunmak istercesine parmaklarını öne uzatıyor, kara gözlerinin içi gülerken kokusunu derin derin içine çekiyordu.
Yalnızca Hevin değil, Azad'da genç kızı hiç gitmemiş varsayıyordu.
Sorun değildi. Kaç yıl geçerse geçsin, nereye giderse gitsin, dert değildi.
Onu hâlâ dün gibi seviyor, gözlerine hâlâ aynı bakıyordu.
Kendisine engel olamayarak saçlarına dokundu. Hissettiği dokunuşla sıçrayarak geriye dönen Niran'la burun buruna, bir duvarın dibindelerdi şimdi.
Gülümseyerek kendisini baştan ayağa inceleyen genç adama tek kaşını kaldırarak bakındı Niran.
Onu bu kadar yakınında görmeye şaşırmamıştı.
"Çok mu beğendin?" diye az önce baktığı arkasındaki elbiseyi işaret etmesiyle omzu üzerinden bakacak oldu.
Tepkisiz kalıp bir şey söylemeden gitmeye çalıştı. Eli kolu tutulmamıştı ama tek bir cümle durdurabildi Niran'ı.
"İstediğini seç, seçtir, nasılsa hepsini sen kullanacaksın." diyen adama doğru dönme ihtiyacı duydu bu kez.
Anlamamış bir şekilde bakıyordu ama, esasında sözlerinin ne manaya geldiğini anlamak istemiyordu. Çünkü anladığı an çok başka yerlere kapı aralayacaktı o cümle.
"Hiçbir şeye ihtiyacım yok." diye söylendi.
"Sizlerden gelecek hiçbir şeye." derken Azad'ın dişlerini sıktığını oynattığı çenesinden anlayabiliyordu.
Sinirlenecek miydi? Sinirlensindi.
Ne yapacaktı ki?
Ne yapabilecekti?
Yeminler mi edecekti, sözler mi verecekti?
İstediğini yapsındı, istediğini desindi.
Ne ondan, ne de diğerlerinden zerre korkmuyor, hiçbirini umursamıyordu.
"Bakıyorum da çok fevrisin." diyen adama güldü.
"Bakıyorum da yeni Niran pek de hoşunuza gitmiyor." diye karşılık verdi kollarını göğsünde birleştirerek. Yüzünde eğlenir gibi bir ifade varken içinde fırtınalar kopuyor, aklında şimşekler çakıyordu. Hâlâ sessiz kalması beklenirdi ya, daha çok beklerlerdi.
Artık o köşe başlarında duvar diplerine çektikleri Narin Niran yoktu.
Tek bir tehditle yanlarına koşacak, bir bakışlarıyla yerin dibine girecek Narin Niran ölmüştü.
"Biliyor musun?" diyerek kendisinde yana bir iki adım daha atarak aradaki mesafeyi ez aza indirgeyen genç adama bakmayı sürdürürken belini saran kollarla içten içe bir tedirginlik duydu. Korktuğundan değildi, biri görebilirdi ki o biri direkt Revan olursa hiç hoş şeyler olmazdı.
"Eski ya da yeni, narin ya da hırçın, hiç umrumda değil." diyerek güçlü omzularını itelemeye çalıştığı Azad bedenini daha çok kendisine bastırıyor, daha çok sıkıyordu.
"Ben sadece Niran'ı istiyorum." derken etrafına bakarak uzaklaşmaya çalıştı Niran.
"Napıyorsun, biri görecek, bırak çabuk beni."
"Yalnızca seni istiyorum Niran. İsteyen görüp istediğini diyebilir." diyerek sarılmaya devam eden genç adam gözlerini kapatarak dudaklarına uzanırken yüzünü iteleyip:
"Biri görecek diyorum, çekil şuradan." dediğinde tam da korktuğu olmuş, birileri görmüştü. Var gücüyle iteleyerek bedenini sarmış kollardan kurtuldu Niran.
"He-hevin." diye kekeledi ama dert etmesine gerek yoktu. Hevin onu ilk bakışta gördükleriyle yargılamayacak tek insandı. Hiçbir şey demeden yanlarına varıp arkadaşını elinden tuttuğu gibi Azad'dan uzaklaştırdı.
"Hevin, bir dinle..." diye açıklamaya çalışan arkadaşını kabinlere sürükleyerek:
"Neyi dinleyeyim ya?" diye çıkıştı.
"Nesini dinleyeyim Niran? Bu kabzıman hâlâ seni köşe bucak sıkıştırıyor sende dinle mi diyorsun? Bir de seviyorum de de ağzının ortasına çarpayım bir tane." diyerek elinin tersini kaldıran arkadaşıyla derin bir nefes alarak itelendiği duvara yaslandı.
Omuzlarından birden bire öylesine ağır bir yük kalkmıştı ki, hayatında ilk defa bu kadar hafif hissediyor olabilirdi. İlk defa biri kendisi çırpınmadan ne hissettiğini, neler olduğunu kendiliğinden anlamıştı ve Niran için bu ne demek kimse bilemezdi.
"Tamam, tamam demiyorum bir şey." diye gülerek arkadaşının eline uzandı Niran. İkiside sessizce beklerken diğer yöne, Reva'ın bulunduğu kabinlerin olduğu yana doğru ilerlemişler, tam da o sıra sessiz ortama başka bir ses dahil olmuştu.
Duydukları konuşma sesleriyle kaşları çatıldı ikilinin. Önce birbirlerine, sonra sesin geldiği kabine baktılar. Adımları hâlâ yavaş, lakin bir o kadar da seri haldeydi. Kapının yanına varan Hevin olurken, tam karşısında duran Niran'dı. Son bir defa birbirlerine attıkları bakışların ardından geniş kot pantolonun içindeki rahat bacağını kaldıran Hevin tam da kapıya geçireceği ve Niran'ın da buna karşı geleceği sırada kapı kendiliğinden açılmış, içinde Revan'la birlikte genç bir adam görünmüştü. Arkadaşının beklenmedik hareketine karşı ellerini kaldıran Niran şimdi aynı şekilde karşısındaki ikiliye bakıyor, yumruk olan avuçlarının içine hissettiği korku sebebiyle tırnakları batıyordu.
"Revan." diye fısıltıyla söylenirken ardına adlığı genç adamla kuzenine bakıyordu Revan. Ne biri konuşuyor, ne de tek bir harekette bulunuyorlardı.
Saniyeler uzadıkça daha bir gerginleşen ortamdaki bakışma da uzayıp gitmiş, Revan dolmuş gözlerini suçluluğun verdiği ağırlıkla yere indirmişti.
Şimdi anlıyordu Niran.
Kabul edilecek bir şey olmasa da berdele şiddetle karşı çıkmasını, her fırsatta kulağındaki telefonla fısır fısır konuşarak odadan odaya kaçışının sebebini şimdi anlıyordu.
İyi de, ne bekliyordu ki?
Bu adamı bu kadar yakınında gezdirirken, ne bekliyordu?
Azad'ın bunu fark etmemesini mi?
Sessizce bir köşede beklemesini mi?
"Amma uzun sürdü hm?" diye bağırarak yaklaşan sesle hepsinin bakışları koridorun ucuna uzandı.
"Azad." diye korkulan ismi telaffuz etmek Hevin'e düşmüştü. Koridordan aldığı bakışlarını yeniden kuzenine çevirdi Niran.
Korkuyla bakan gözlerine baktı. Yalnızca korku yoktu o bakışlarda, bir yalvarış da vardı.
Çaresiz bir yakarış...
"Lütfen." dedi sesi çıkmazken dudaklarını oynatarak.
"Niran, lütfen."
Şimdi bir yanda kuzeni, ailesinden bir parça, diğer yanda ölüm gibi adımlayan genç adamın tam ortasındaydı Niran. İleri gitse uçurum, geri gelse zehirli sarmaşıklar vardı. Peki kime, neyi, nasıl açıklayacak, kimi kimsen koruyacaktı?
Koruyabilecek miydi?
Ondan da önce, koruyacak mıydı?
Yoksa bu an, tam da bir şeylerden kurtulabilmeleri adına bir fırsat, bir kaçış mıydı?