-6-

3992 Words
Arabadan inmiş, ellerini iki yana açarak kendisinden yana gelen adamın kendisine attığı bakışlara onunki kadar merakla karşılık veriyordu Niran. Onu görmeyi elbette beklemiyordu ama bir başkası yerine onun karşılarına çıkmasına sevinmemiş değildi. Korkuya nefes almayı bile unutmuş haldeki kuzenine: "Arabada kal." deyip indiğinde attığı ilk adımla: "Napıyorsun?" diye seslendi karşısında yer alan adam. Sorusunu cevaplamak yerine karanlık yola göz gezdirdi Niran. Bir başkası yerine onun gelmesi iyiydi evet ama yine de şu konumda kimseye güvenemezdi. Bakışlarından ne düşündüğünü anlayan genç adam ise birkaç adım daha yaklaşarak sorusunu yinelemişti. "Napıyorsun Niran?" derken sesindeki keskin hesap sorma tınısı aradaki mesafeye kat çıkıyordu. Gözlerini karanlıklardan alarak hesap soran genç adama dikti Niran. Onunla tartışmak istemiyordu. Hoş, hesap soranın olmasını bile tahmin edemezdi ama, şimdi karşı karşıyaydılar değil mi? Yapacak bir şey yoktu. "Benden isteneni." dedi en nihayetinde sorusunu cevaplayarak. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki duymadı sandı önce. Fakat genç adam duymasına rağmen bir adım daha atıp aralarında tek bir adımlık mesafe kalırken arabada kalmış genç kızı işaret ederek: "Bu mu senden istenen?" diye sordu. Geriye dönüp bakmadı bile Niran. Üzerinde konuşmaya gerek yoktu. Şuan düşünebileceği tek şey ondan nasıl kurtulup daha fazla geç olmadan önce yoluna devam edeceğiydi. "Cevap versene Niran." diye seslendi genç adam. Niran yalnızca bakıyordu. "Hiç mi düşünmüyorsun, sonrasında ne olur, kimin canı yanar..." diye konuşan adamın sözlerini: "Çekil yolumdan Milhan." diyerek bıçak misali kesti Niran. Başka söyleyeceği bir şey yoktu. Oturup da onunla bu töre, berdel saçmalıklarını tartışamaz, medeniyetin doğduğu bu coğrafyaya medeniyeti getirme gayretini anlatamazdı. İyisi mi, birbirlerini görmemiş gibi davranmaktı. Lakin Milhan bunu yapar, ailesine ihanet eder mi, bilmiyordu. "Kararlısın yani?" diye çattığı kaşları altından hayretle bakıyordu Milhan. Kırk yıl düşünse Niran'ın böyle bir deli cesaretiyle hareket edeceğine, böylesi bir işe kalkışacağına ihtimal veremezdi. Ne olmuştu bu kıza böyle? Nasıl bu kadar değişebilmişti? Tamam, kesin olarak değiştiğinden haberi yoktu ama, görünen köy de kılavuz istemezdi değil mi? Az buçuk da olsa değişmişti işte, bakışlarından bile belliydi. Peki sonraki adımı ne olacaktı? Önünden çekilmeyi reddederse, ona karşı gelirse, geri dönmesi için ısrar ederse o zaman ne yapacaktı? Alnına bir silah mı dayayacaktı? "Milhan çekil." dedi tekrardan. Onu nasıl ikna edebilirdi, ikna etmesi gerekir mi bilmiyordu. "Niran..." diyen adama bıkkınlıkla: "Kararlıyım." dedi ama gözlerinin akmaması için öyle bir güç sarf ediyordu ki, biraz daha kendisini sıkarsa hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Oysa bu en son isteyeceği şeydi. Karşısındaki adam oturdukları duvar dibine bıraktığı güllerin dikenlerini temizleyecek kadar ince düşünceli o genç adam olsa bile yapamaz, güçsüzlük gösteremezdi. Hem anlamalıydı, artık geri dönemezlerdi. Bu işi kafada bitirmişti Niran. Revan bile ailesine ne olacağını umursamazken neden kendisi dertlerine düşseydi ki? Vakti zamanında hepsi birden toplanıp verdikleri kararla kendisini göndermemişler miydi? Yine aynısını yapıyordu işte, istedikleri gibi gidiyordu. Yine ortalık karışmasın, pek önemli ailelerinin adı lekelenmesin diye gidiyordu. Tek farkı, birini daha yanında götürüyordu. Fakat endişelenmelerine gerek yoktu. Yanı sıra gelecek kişi yol üstünde ondan ayrılacaktı üstelik kendi isteğiyle bunu yapıyordu. Kimseye bir zararı olmadan, kimseden bir şey beklemeden, kimsenin sırtına yük olmadan gidiyordu. "Niran..." diyen adama aynı bıkkın ifadeyle, daha da fazlasıyla karşılık verdi. "Niran ne Milhan? Ne Niran?" "Saçmalıyorsun." "Ben mi saçmalıyorum? O kadar şey olurken saçmalayan ben miyim yani?" diye ellerini göğsüne koydu. Milhan'ın da buna inandığını sanmıyordu. "Bak." diyerek ardında kalmış aracı, araç içindeki genç kadını işaret etti. "Olan o kıza, sevdasına oluyor, hiç kimseye değil. Ne sana ne bana..." derken: "Kendin diyorsun." dedi Milhan. "Kendin diyorsun işte, ne sana ne de bana bir şey olacağı yok." diyerek başını iki yana sallayan genç adamla bedenini saniyelik bir titreme aldı. Doğru söylüyordu. Ama yine de... "Yapamam." dedi başını hızlıca iki yana sallayarak. "Karışma Nir..." "Yapamam Milhan. Bir genç kızın aşkı uğruna, diğerinin acı çekmesine göz yumamam." dedi kelimelerine bastırarak. "Ağlaya ağlaya yardım dileyerek ayaklarıma kapanan birine sırtımı dönemem." deyişiyle ondan aldığı gözlerini arabada oturan Revan'a çevirdi Milhan. Kim ne derse desin, ne düşünülürse düşünülsün gerçekler ortadaydı. Narin Niran hiç değişmemiş, yüreğinin berraklığından hiçbir şey kaybetmemişti. Değil on yıl, onlarca yıl da olsa bu yüreği güzel kadının vicdanının saflığı gitmez, içindeki merhamet hasır altı olmazdı. Başını salladı usul usul. Ona hak verdi. Karşı gelinen kendi ailesi de olsa, adım adım kaçılan kendi abisi de olsa, karşı saftaki kendi bacısı da olsa hak verdi. "Tamam." dedi Niran tepkisine çok da şaşırmazken. Milhan'ın hala nazik, hala anlayışlı olacağını düşünüyordu evet ama, kaçtıkları kendi ailesi, bizzat abisiydi. Bir an için köşe bucaktan birileri daha çıkacak, Milhan geri adım atmayacak sanmıştı. Ama görüyordu ki Milhan kendisini yanıltmıştı. Şartlar ve koşullar ne olursa olsun, her kararında yanındayım sözüne bir kez daha tüm yüreğiyle inanmıştı. Yüzüne milim milim yayılan tebessümüyle bakarken kendisi gibi gülümseyen Milhan'ın gözlerinde bir şey daha vardı. Niran bilmiyor, fark edemiyordu. Lakin uzak kalmanın acısıyla kıvranan, hiç yoktan elini tutmanın düşüyle büyüyen bir hasretti bu. Onu yıllar sonra görmenin sevinciyle kabaran, imkansızlığın ateşiyle yanan bir hasretti. "Hadi, gidelim o zaman." diyerek kendine gelip Niran'ı da daldığı düşlerden uyandırdı. Arabasına binmek üzere ardına dönmüştü ki: "Ne?" diye seslendi Niran. Durup geriye dönerek: "Kimse fark etmeden şehirden bari çıkalım." diyen adama bir adım atarak: "Çıkalım... Gidelim, derken." diye söylendi. Neyi kast ettiğini anlamıştı Milhan. Tüm bedeniyle Niran'a doğru dönerek başını sallar gibi oldu. "Doğru duydun." diye söylendi. "Bende geliyorum." Sözlerini duyduğu an karşı çıktı Niran. Onunla karşı karşıya kalmak istemediği gibi bu işe karışsın da istemiyordu. "Hayır, Milhan." dedi genç adama doğru adımlayarak. Tam karşısına geçip konuşurken eli dokunacakmışçasına havalandığında bu çıkışı gözünden kaçmadı Milhan'ın. "Olmaz, senin bu işe karışmanı istemiyorum." "Karıştım bile." diye gülerek ellerinden aldığı bakışlarını gözlerine dikti Milhan. İşin içinde o varsa, sorun yoktu. "Ama..." diyen kadının elini tuttu birden. Planladığı bir şey değildi. Birden bir gelişmişti ve: "Aması maması yok." derken biraz daha yaklaşması da sürprizdi. "Milhan lütfen..." diye mahçup bir tavırla konuşan kadını: "Hiç yoktan peşinize biri takıldığında geride kalıp onu engellerim." diyerek susturdu. Konuşamadı Niran. Bu adamın bu memlekette hala nasıl olup da bu kadar iyi kaldığını anlamıyordu. İnsan biraz olsun değişmez miydi? Böyle bir memlekette, öyle bir ailede biraz olsun gözü dönmez miydi? "Neden yapıyorsun bunu?" diye sordu istemsizce. Gerçekten merak ediyordu. Omuz silkti Milhan. Elleri ayrılırken bile yüzü gülüyordu. "Bir genç kız daha sevdasından olmasın diye." dediği an uzaklara bakar gibi gözlerine gömüldü Niran. Boğazı düğüm düğüm oldu, gözleri dolu dolu... Arkasından duyduğu: "Niran." sesini duymamış gibi bekledi. Yüreğinin atışı içini titretirken bekledi. Başıyla işaret eden genç adamın gülerek arabasına yönelmesi üzerine o da indiği yüksek araca yerleşmiş, bakışlarını ayırmadığı dikiz aynasından görünen arabayla yeniden yola koyulmuştu. ... Dakikalar sonra konaktaki eğlence sürüp giderken beklendikleri köyün girişine peş peşe girmiş, karşılarına geçip gülerek el sallayan genç adamla arabalarını park etmişlerdi. Daha araba durmadan kapıyı açarak atladı Revan. "Revan yavaş." demeye kalmadan kuzeninin koşarak kendisine açılmış kollara atlayışını izledi Niran. Araçtan inip onlara doğru adımlarken uzun uzun sarılan, birbirlerine hasret ve aşkla bakan ikiliye aynı güler yüzle bakınıyordu. Nasıl da sarıp sarmalıyorlardı şimdi birbirlerini, nasıl da korkunun verdiği heyecanla dolmuştu yürekleri. Şu aşk ne garip şey diye düşündü. İnsanın düşünmesine engel olduğu yetmezmiş gibi her şeyi yapabileceğine olan inancını da artıyordu. Gözünün önüne indirdiği perdenin karalığını bile toz pembeye çeviriyordu. Keşke bir de her şey aşkın ön gördüğü kadar tatlı ve kolay olsaydı. Kendisi gibi arabanın kaputuna yaslanıp kollarını göğsünde birleştiren genç adamı fark ederek ondan yana döndü. "Aşk kazandı ha?" diye soruşuyla işaret ettiği yöne baktı tekrardan. İkili hala sarılıyor, biri diğerinin saçlarını, öbürü sakallarını okşuyordu. "Göreceğiz." dedi omuz silkerken. Aşka uzaktı, tecrübesiz ve bilgisizdi. Yarının ne getireceğini ise, kim bilebilirdi. Kendisi gibi ikiliyi izlemeye koyulmuş yanındaki adama döndü. Saçlarında, sakallarında, kirpiklerinde gezdirdi gözlerini. Hiç değişmemişti. Ne saçı, ne kaşı gözü, ne de yüreği. Nasıl bıraktıysa öyleydi işte. Kendisini buldu gizliden gizliye izlediği kahve gözler. Aynı bakıyordu. Utançla gülümseyerek bakışlarını kaçıracak oldu. Derken çekik gözlerine takılan alyansla bedeninde bir yelin estiğini hissetti. Yanılmıştı değil mi? Yine yanılmıştı. Değişmemişti Milhan, evet. Lakin nasıl bıraktıysa öyle, nerede bıraktıysa orada değildi. Derin bir nefes aldı. Zor oldu ama yutkundu. "Sahi." dedi bir şey olmamış gibi. "Sen nasıl buldun bizi?" Aynı şekilde gülümsüyordu Milhan. Yönünü biraz daha Niran'dan yana çevirerek: "Fısıldaşıp duruyordunuz. Gözlerini ayırmayan birinin fark edeceği kadar tedirgindiniz." dedi. Sözlerindeki gizli itirafı fark etmeden başını salladı Niran. "Teşekkür ederim." dedi. "Teşekkür yabancılar arasında olur." diyen adamın bakışları uzarken kendilerinden yana gelen el ele çift ile gözlerini kaçırabildi. "Seymen." diye elini uzatan genç, esmer adamın elini sıkarak: "Niran." dedi. Aynı şekilde Milhan'la da el sıkıştı Seymen. Elini tutan Revan'ın yüzündeki gülüş ne kadar mutlu olduğunu belli ediyordu. "Size ne kadar teşekkür etsem az." diyen adamla gülümsedi Niran. Başını eğip ayağının altıdaki toprağı eşeler gibi yaptı. Seymen Revan'ı kolunun altına alırken yeniden bakabilmişti. "Bizim için öyle büyük bir şey yaptınız ki." diye minnetle bakarak konuşuyordu genç adam. "Bu yaptığınızı asla unutmayacağım." dedi sesindeki teşekkürün en yoğun hazzıyla. Hepsi tebessüm eşliğinde birbirine bakarken: "Bende." diyen bir ses duyuldu. Hava birden bire soğur gibi üşütürken hepsi aynı yöne dönmüş, sesin sahibini görme ümidiyle korkulu gözlerini aracın arkasına doğru çevirmişlerdi. Gördükleri yüzle tüyleri diken diken oldu her birinin. Revan geri adım atan Seymen'e biraz daha sindi. Şimdi önlerini kapatan Milhan, onun da önünde Niran yer alıyordu. Ve artık aklı almıyordu. Gerçekten her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırmış olma ihtimallerine aklı almıyordu. Ya da aptallık etmişlerdi, başka bir ihtimal daha yoktu. Aptallık etmiş, her birine ayrı ayrı kan kusturacak gibi bakan bu adamı epey hafife almışlardı. "Gizlice yaptığınız bu hainliği bende unutmayacağım." diyerek yanlarına doğru adımlıyordu Azad. Onun burada olmaması gerekiyordu. Geride, konakta kalmalı, kendilerini fark etmemeliydi. Lakin Niran'ın, sözlerindeki gizi fark etmediği Milhan'ın her bir kelamı doğruydu. Gözlerini ayırmayan birinin yokluklarını fark etmemesi aptallık olurdu, hem de en büyüğünden. "Niran." diye fısıltıyla seslenen Revan'a bakamıyor, duysa da bir tepki de bulunamıyordu Niran. "Niran ne yapacağız?" sorusuna Niran ile bir adım gerisinde duran Milhan'ın tam önüne geçen Azad söylenmiş: "Güzel soru." diyerek boynunu eğip keskin gözlerini Niran üzerine odaklamıştı. "Şimdi ne yapacaksınız..." diye sorarken bir adım daha atıp kulağına doğru: "Narin Niran?" diye fısıldadı. Hızlıca bir çıkışla geriye çekildi Niran. Allah kahretsin ki bilmiyordu. Onunla karşılaşırsa, yakalanacak olursa ne yapacağız diye düşünmemiş, bu ihtimalin korkusuyla düşünmek bile istememişti. "Ben söyleyeyim." diyerek geriye çekilen dörtlüden yana adımlamayı sürdü Azad. "Ya hep birlikte, tıpış tıpış benimle geleceksiniz..." derken beline uzanmış, ceketinin altında saklı duran silahını çıkararak namluyu arkada kalmış genç adama doğru çevirmişti. "Ya da hükümmüş, büyüklerin kararıymış dinlemeden, şu arkadaşında alnının tam ortasında, hemen, buracıkta bir delik açacağım." diye işaret ettiği Seymen'le küçük bir çığlık kopararak sevdiğinin önüne dururcasına sarıldı Revan. Geri geri adımladıkları karanlık arazide etrafları çevrilmeye başladığında ne yapacaklarına dair hiçbir fikirleri yoktu. Azad'ın ardından iş çevirmek delilikti evet, ama karşı gelip diklenmek şu konumda çok daha büyük bir delilik olurdu ki, bunu yapabilecek tek kişi öne çıkmıştı bile. "Abi, sakin ol." diyerek silah tutan eline uzanmaya çalıştı Milhan. "Sen karışma Milhan." diyerek silahın emniyetini açtı Azad. Sözleri Milhan'a, silahın namlusu arkadaki ikiliye yönelmiş olsa da, gözlerinin gördüğü tek şey ortada bir yerde dilinin tutulmasıyla kalakalmış Niran'dan başkası değildi. "Abi..." diyen kardeşinin bir kez daha silah üzerine yürüme girişimiyle silahı ona doğru çevirip: "Karışma dedim." diye söylendi. Sakin bir tavırla konuşuyordu güya ama fazlasıyla sinirliydi. Arkasından oyun oynayabilecek oluşlarına dair inançlarını kuvvetlendiren neydi? Kendisini aptal mı sanıyorlardı? Özellikle Niran... Nasıl bir kere daha gözlerinin önünden ayrılma cesaretine erişebilir, kendisini gözü önünden ayıracağını düşünebilirdi. Arkalarında durmuş sızlanan ikili umurunda bile değildi ama bu kadar çabuk ve kolay bir şekilde kendisinden kurtulmalarına izin verecek değildi. Niran istediği kadar kaçabilir, istediği oyunu oynayabilirdi. Hiç yoktan eğlenirler, bu saçma nişanlılık sürecinde vakit geçirmiş olurlardı ama hayır. Narin Niran bir daha asla, asla ama asla gözünün önünden kaybolamaz, bir adım ötesinde bile nefes alamazdı. Peki ya kendi kardeşine ne demeliydi? Kendisi çok mu zeki sanıyordu? O kızların fısıldaşmalarını ve akabinde ortadan kaybolmalarını fark edecekti ama kendisi kör mü olacaktı yani, bu muydu? Bir işler çevirdiklerini anlayacak kapasitede bir kendini mi görüyordu? "Seninle sonra görüşeceğiz." dedi kardeşine doğru silahın namlusunu göğsüne bastırarak. "Çekil şimdi ayağımın altından, ezmeyeyim." diyerek namlusunu bastırdığı silahla iteledi Milhan'ı. "Abi bir du..." "Çekil dedim bak elimin tersindesin." deyip kardeşini bir kez daha iteleyerek öne doğru adımladı. Şimdi karşısında Revan ve Seyhan, iki çaprazında Niran ile Milhan bekliyordu. Eli gram titremeden tuttuğu silahın emniyetini açarak adımlarını durdurup namlunun ucunu Seymen'e konuşlandırdı. Geçen saniyelerde kimse bir şey söyleyemiyor, Revan çaresizce hıçkırıklarla ağlayarak bedenini sevdiğinin önüne siper ediyordu. Etraflarını saran adamların Milhan'ı geriye çekme çabaları gergin geçen sürede sonuçsuz kalırken artık birinin bu karışıklığa bir son vermesi gerektiğini düşünen Niran büyüyen çatışmanın dışında kalmış gibiydi. Milhan abisinin çıkışmasına, öfkesine rağmen onu durdurmaya çalışıyor, Revan gece karanlığında bas bas bağırıyordu. Hissettiği yoğun baş dönmesiyle dizlerinin büküldüğünü zannederek tutunacak bir yer aradı Niran. Yeterdi bu kadar. Ondan korkmamalıydı. Korkmayacağına dair yeminler etmişti. Artık korkmadığına dair yeminler etmişti. Ama yine bir adım geri kaçıyor, yine ürkeklik gösteriyordu. Kırık bir değnek gibi ikiye katlanacak bedenini derin bir nefesle dikleştirdi. Yumruklarını sıkarak adımladı ve tam da namlunun ucuna denk gelecek şekilde Azad'ın önüne geçti. Saniyelik bir şokla kaşlarını çattı Azad. Bu Niran'dan beklemeyeceği bir çıkıştı. Sıktığı dişleriyle namlunun ucundaki genç kadına baktı. Bir şey söyleme gereği duymadı, kaldı ki söylese bile dinleyeceğini sanmıyordu. Başını biraz daha dikleştirişine hayran kalmamak elde değildi ama mantıklı düşünmesi gerekiyordu. Şuan duygusallığa gerek yoktu. Fakat bu korkusuz bakışlar atan genç kadının bakışları onu bir adım da olsa geri püskürtüyor, kendinden emin düşüncelerinden şüphe duymasını sağlıyordu. Çattığı kaşlarının altındaki gözlerini öfkeyle yumup silahın emniyetini geri kapattı Azad. Gözlerini açıp genç kadına aynı öfke dolu bakışları atarken silahı indirmesi de uzun sürmemişti. Lakin bu hareketi yanıltmasındı. Korkulan olacak, her birine tek tek kan kusturacaktı. Hiçbir şey söylemeden ardını dönüp ilerlemeye başladığı an Niran rahat bir nefes almış, soran gözlerle kendisine bakan kuzenine tebessüm edecek olmuştu ki bu rahatlığın yersiz ve oldukça erken olduğunu anlaması birkaç saniyesini aldı. Revan'ın koluna giren iki adam genç kızı sevdiği adamdan ayırıp sürükleye sürükleye götürürken Seymen'i de almışlar, alırken birkaç yumruk sallamaktan geri durmamışlardı. Milhan hiçbirine engel olamazken Niran da çekiştirilmeye başlanmış, konvoy halinde gerisin geri konağa dönülmüştü. Geldikleri konağın avlusuna tıpkı Gümüş gibi, bir suçu, bir günahı olduğu her bir bakıştan anlaşılırcasına savruldu Revan. Alnı taş zemine çarparken yüzünü kapatan saçlarının arasından ağlayarak bakıyordu. Tam karşısında duran annesi ise ayak altındaki kızına öfke değil, ayrı bir tiksintiyle bakmaktaydı. Yalnızca Rojda hanım değil, babası Behram ağa da aynı bakışları atmaktaydı. Kızından utandığı yüzüne oturttuğu mimiğinden, öfkesi seğiren gözlerinden belliydi. "Anne." Diye sürünerek ağlayan Revan'a sırtını dönerek uzaklaştı Rojda hanım. İtelenen bir diğer kişi de Niran'dı. Kendisini bizzat getiren Azad genç kadını itelememişti aslında, zorla yürütülürken ayağının takılmasıyla tökezlemişti Niran. "Bırak." Diye söylendi kolunu kurtarma gayretiyle. "Dokunma, bırak." Dedi tekrardan. Göz göze gelişleri içten bir sabır diletiyordu Azad'a. "Niran." Diye bağıran annesi Şahbanu hanım koşacak olmuş, kocası Bekir ağanın bileğini tutmasıyla yerine mıhlanmıştı. Annesinin ağlayarak hesap sorarcasına attığı bakışlara oldukça donuk bir tavırla karşılık veriyordu Niran. Ne yapsaydı? "Yüzümüzü yere eğdiniz." Diye ellerini ardına atmış, heybetlice dikilerek söylenmişti Behram ağa. Dudağının bir yanı alayla havalandı Niran'ın. "Sizin yüzünüzde eğilecek yer arıyor maşallah." Diye söylendi ama pek kimse duymamıştı. Bakışlarını kendisinden çekmeyen annesi ise hâlâ çırpınıyor, kocasının bileğini bırakması için yalvarıp yakarıyordu. Şahbanu hanımın aksine Rojda hanım kızının yüzüne bile bakmıyor, Revan yerlerde sürünerek kendisine adımladıkça geriye çekiliyordu. Bu kızı böyle yetiştirmemişti ki o. Bu kadar aptal yetiştirmemişti. Bir halt yiyorsa, yediği haltı eline yüzüne bulaştırmayacak kadar akıllı büyütmüştü. Şimdi ne dese boş, ne yapsa nafileydi. Hele bir toz duman dağılsın, nasılsa bir hal çaresini bulurdu. Lakin şimdi ne yüzüne bakabilir, ne sözüne kanabilirdi. Üstelik kocası Behram ağanın bakışlarının menzilindeyken istese de bir stakta bulunamazdı. Ateş püskürüyordu Behram ağa. İçin için yanıyor, yakacak yer arıyordu. "Biz kan akmasın, düşmanlık olmasın dedikçe, siz başa buyruk hareket edip adımıza, sanımıza leke sürdünüz." Sözleri bir kez daha güldürdü Niran'ı. Dejavu yaşıyor olabilir miydi? "Biz ne yapmışız ya?" Diye seslendi birden. Kendisi de dahil kimse bunu beklemiyordu. Avludaki tüm sesler kesilirken duyulan tek şey ortadaki süs havuzunun suyuydu. Yeğeninden yana döndü Behram ağa. Onun başına buyruk hareket edeceğini düşünmüştü ama bu kadar çabuk olacağını akıl edememişti doğrusu. Ya kendi kızı? Revan nasıl olup da ona uymuştu? İki günde aklını nasıl karıştırmıştı kızının? Kendi gibi onun da mı kopup gitmesini sağlamaya çalışıyordu yoksa? "Ne yapmışız biz?" Diye tekrar etti Niran. Babası Bekir ağanın öfkeli bakışları yere düşerken annesinin gözyaşları ardı arkası kesilmeden akmaya devam ediyordu. Olan yine kendi kızına olacaktı biliyordu. En masumu oyken yine kapılar ona kapanacaktı. "Bu kız ne yaptı size?" Diye yerde alnını beton zemine yaslamış içli içli ağlayan kuzenini gösterdi. Kimse ondan yana bakmıyor, hiçbiri gözlerini yıllar sonra dönüp aykırı olduğunu her hareketiyle belli eden Niran'dan ayırmıyordu. "Oğlunuzun canını kurtarmak için yalandan onu ortaya atan sizken, suç yine bizde, yine bende mi oldu?" Derken sesi beklediğinden daha yüksek çıkmıştı Niran'ın. Yılların hesabını sorar gibiydi. "Ne haddine bu sözler?" Diye gürleyerek kendisinden yana adımladı amcası. Niran da durmadı elbet, geriye çekilmedi. avlunun tam ortasında karşı karşıya geldiği amcası gözleri yuvalarından çıkacakmışçasına öfkeyle bakınırken onun gibi açtı ağzını, yumdu gözünü. "Bir kez olsun sordun mu, tek kızımsın, var mı bir derdin, var mı gönlün diye? Varsa yoksa adınız, sanınız değil mi? Varsa yoksa yere batasıca töreniz." "Senin gibilerin yüz çevirdiği o töre, onurumuz, namusumuz içindir. İnsan ki, onuru için yaşar, namusu için ölür." Diye söylendi Behram ağa. "İnsan kendisi için yaşar Behram ağa." Diye içinde tutamadıklarını tükürürcesine dudaklarından dökmeye devam etti Niran. "İnsan kendisi için yaşar, yaradan için ölür. Haşa sen yaradansan..." Diye bir adım daha öne çıkarak söylenmeye devam ederken suspus avluda bir ses daha duyuldu. "Niran!" Diye gürledi babası Bekir ağa. Geldiğinden beridir ilk defa adını ağzına alıyor, ilk defa kendisiyle konuşma zahmetinde bulunuyordu. Behram ağadaki gözlerini babasına çevirmeden sustu Niran. Babasının sözleri sürüp gelirken, o da dönüp bakma zahmetinde bulunmuştu. "Amcan, baba yarısıdır. Amcana ettiğin bu lafları, kendime edilmiş sayarım bilmiş ol." Diyen babasına farkında olmadan tiksinir bir yüzle bakınarak: "Tasa etmeyesin Bekir ağa, bu lafım sanadır zaten." Dediğinde herkes yeni bir şok dalgasıyla titremiş, bu aile kavgasına şahit olan Azad'da sessizce beklediği köşede çatılan kaşları altındaki bakışlarını yere indirmişti. Bir şeyler döndüğünü seziyordu ama... Derken beklenmeyen bir şey daha oldu ve Behram ağa: "Senin o dilini..." Diyerek karşısında durmuş kendisine diklenen yeğenine indirmek üzere elini kaldırmıştı. Başını kaldırıp mümkünmüş gibi kaşlarını biraz daha çatarak harekete geçti Azad. Onun gibi birkaçı daha koşacak olmuş, Şahbanu hanım, gelini ve Hevin'in ağzından bir çığlık kopmuştu. Lakin beklenen olmadı. Daha doğrusu, olamadı. Behram ağanın yüzüne indirmek üzere kaldırdığı elini tüm gücüyle tuttu Niran. Çığlıklar kesilmiş, korkulu bakışlar yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Şimdi daha büyük bir korku vardı herkesin yüzünde. Evlerine aldıkları, kendi kızları sandıkları bu hırçın kız, kimdi? Narin Niran'a ne olmuştu böyle? "Sakın!" Diye sıktığı dişleri arasından söylenmesi zar zor duyuluyordu. "Sakın bir daha deneme!" Diyordu bakışlarını çekmeden. Ve daha da önemlisi, narinlik göstermeden. "Sakın bunu yapabileceğini düşünme!" Diyerek nasıl tuttuğu bilinmeyen güçlü bileği itelemeden önce son sözlerini sarf etti. "Sakın, beni Narin Niran'la karıştırma. Benim adım Niran. Sadece Niran." ... Gece çökmüş, dolunay kızıl örtüsüyle göğe yerleşmişti. Kapatıldığı odada hâlâ ağlıyor, hâlâ yakarıyordu Revan. Gözlerinin önünde dövülerek götürülen sevdiğinin silueti vardı, hiç ayrılmıyordu. Kim bilir nereye götürmüşler, o cani Azad'ın emriyle hangi karanlık zindana atmışlardı. Bu düşüncenin ağırlığıyla başını kaldırıp elini sıkışan kalbine koyarak derin bir iç çekişle göğe baktı. Aldığı soluklar ciğerlerine yetmiyor, ince bedeni geniş odasına sığmıyordu. Dört duvar üstüne yürüyordu şimdi Revan'ın, içi kan ağlıyor, yüreği dağlanıyordu. Sevdaya düşmüştü bir kere, bin kere de uğraşsalar vazgeçmeyecekti. Bir dilbazda oydu şimdi. Sevdiği için gözünü kırpmadan canını ortaya koyacak bir Gümüş de oydu. Hıçkıra hıçkıra eli kalbinde ağlayışlarını sürdürürken açılan kapı sesiyle sustu. Gözleri yaşlı, yüreğinin korkusuyla titrek dudakları solgundu. Yine annesi geldi sandı. Yine bağırıp çağıracak, madem bir halt yiyecektin yakalanmayaydın ya diye kızacak sandı. Bunca beceriksizliğine az bile bu, beter ol diyecek sandı. Lakin gelen ne annesiydi, ne de yemediği bilmem kaçıncı tabağı tazelemeye gelen çalışanlardan biri. Aslında karşısına yine bir genç kız dikilmişti ama, onu tanımıyordu. "Sen kimsin?" Diye sordu ay ışığında yaklaşan keskin bakışlı kıza. "Ağaoğlu'nun selamını getirdim." Diyen genç kız başını hafifçe eğerken Revan'ın kaşları çatılmış, sırtı bir yay gibi gerilmişti. Duyduğu isimle ruhunu teslim edecek oldu. Dizleri çözüldü, kanı çekildi sandı. Bir şey demedi. Ne aldı gelen selamı, ne yok saydı. Ardından hafifçe başını sallayıp selamı kabul ettiğini belirtmiş oldu. Ne yapsaydı? Gelen Allah'ın selamıydı. Revan ise gönderenle selamı almadığı için ahirette bile karşılaşmak istemiyordu. "Sizi görmek ister." Diyen kızla yanağından süzülen yaşı önemsemeden ayaklandı. "Şeytan görsün yüzünü." Diye çıkıştı ayaklarını olduğu yere sabitleyerek. Lafları anlamsızdı. Zira biliyordu. Ağaoğlu şeytanın ta kendisiydi. Derken odaya iki gölge daha süzüldü. Çatışmış kaşları düzleşti Revan'ın, gözleri korkuyla açıldı. "Dedi ki..." Diye söylendi karşısında dikilen genç kız. "Lütfen." Fakat bu rica, tam anlamıyla beklendiği etkiyi vermemiş, gecenin kara örtüsü altında ağzı bağlanan, eli kolu tutulan Revan yaka paça konaktan çıkartılmıştı. Mirzan konağı uykuya geç dalmış, amma uyanmamıştı. Evin kızı bir çuval misali taşınırken bir tek gören, bir tek duyan olmadı. Elinden çırpınmaktan başka bir şey gelmeyerek götürülüşüne mâni olamadı Revan da. Avazı çıktığınca bağırmaya çalıştı, nafileydi. Bir yerlere tutunmayı denedi, hepsi boşunaydı. Bir ruh kadar sessiz gelen Ağaoğlu fedaileri, aynı sessizlikle verilen emri yerine getirmiş, genç kızın narin bedenini huzura çıkarmak üzere kimsenin ruhu duymadan almışlardı. Dakikalar sonra gerildiği odada yere doğru iteklendi Revan. Bu gün ne çok düşmüş, ne çok düşürülmüştü. Ağzındaki bezi çıkarıp öfkeyle bir kenara savurdu. Bakışları tam karşıyı, karanlığında heybetlice oturan adamı bulduğu an kısa süreli bir korkuyla irkilmiş, dizlerinin üzerine doğruluğu yerde geriye düşecek olmuştu. "Ne istiyorsun benden?" Diye sordu ağlamaktan kızarmış gözleriyle bakarak. O kadar çok ağlamıştı ki gözleri şişip kızarmakla kalmamış, göremez olmuştu. O yüzden kaşlarını çattığı gibi gözlerini de kısıyor, karanlıklar içindeki genç adamı görmeye çalışıyordu. "Niye getirttin beni buraya?" Diye sorusunun devamını getirdiğinde Azad henüz başını kaldırmış, genç kıza bakmıştı. Güzel bir kızdı aslında. Ama dikkatini çekmeyecek kadar garip bir basitliği söz konusuydu. Üstelik kalbi ağzına kadar keskin, hırçın bir narinlikle doluydu. Yani Revan'ın güzelliği en az diğerleri kadar zerre umurunda değildi. "Demek, abinin ölümünü göze alacak kadar çok seviyorsun onu." Diye söylendi. Genç kızın yutkunduğunu duymasa da karanlıklar içinde olmasına rağmen fark edebilmişti. Cevap veremeyişine, gözlerini kaçırışına bakılacak olursa duygularından o kadar da emin değildi. "Yoksa o kadar değil mi?" Diye sordu bir dirseğini dizine yaslayarak. Kaçırdığı gözlerini gerisin geri Azad'a çevirdi Revan. Elbette o kadar çok seviyordu. Hem abisi de sevdası uğruna onu silmemiş, yok saymamış mıydı? Revan neden onu düşünsündü? O bir kez olsun yanına gelip halini hatrını sormuş muydu? Bir kerecik berdelin yüreğinde açacağı yarayı düşünmüş müydü? Varsa yoksa Gümüş, varsa yoksa sevdasıydı. Belki biraz olsun ailesine değer verse, bir kardeşi olduğunu hatırlasa, ona gelecek zararı düşünmeyi akıl edebilseydi, bu durumlara düşmezlerdi. "Seviyorum." Dedi sakin ses tonuyla. Tek kaşını havalandırdı Azad. "Her şeyi, herkesi ardında bırakacak kadar çok mu?" Diye yeni bir soru yönelten Azad'ın gözlerinden gözlerini ayırmadan başını salladı. Onu sevdasının büyüklüğüne inandırmak zorunda değildi. "Ölecek, biliyorsun değil mi?" Deyip rahat bir tavırla geriye yaslandı Azad. Telaşla başını iki yana sallayarak: "İzin vermem." Diye söylendi Revan. "Napacaksın? Onun yerine sen mi öleceksin?" Diye gülen adama karşın o gülmüyor, işin ciddiyetini anlayabiliyordu. Cevap vermedi yine. Ama emindi. Ne yapar eder, kaçmasını, kaçırmasını bilirdi. Gerekirse bu uğurda, ölürdü. "Dudağımdan çıkacak en ufak bir lafla, hayatın değişebilir Mirzan kızı, bunu ikimizde çok iyi biliyoruz." Derken kendinden emin bir tavırla söylenen, oturduğu yerde tüm haşmetiyle gücünü belli eden adama baktı. Evet, biliyordu. "Amma bilmek istediğim bir şey var." Diye bir kez daha öne doğru eğildi Azad. "Gerçekten kurtulsun istiyor musun?" Diye sorduğunda bakışmaları uzuyor, Revan'ın karşı koymak adına aldığı gardı usul usul düşüyordu. "Gerçekten, onu her şeyi, herkesi bırakacak kadar seviyor musun?" Diye sorarak cevap vermesi için sessizleşti Azad. Yine cwvapsız kalacağını düşünmemişti. Lakin istediği cevap, Revan'ın şuan verdiğinden çok başka olmalıydı. Eğdiği başıyla daha fazla dayanamamanın verdiği yorgunluk ile ağlıyordu Revan. Diz çöktüğü yerde ikiye katlanarak alnını zemine vura vura ağlıyordu. Abisinin düşüncesizliğine, kendisinin toyluğuna, sevdasının imkansızlığına ağlıyordu. Ses çıkarmadan izledi Azad. İç çekişlerini, hıçkırıklarını dinledi. "Tamam." Dedi birden. Daha fazla uzatmanın lüzumu yoktu. Gereğinden fazla uzamış bu saçma gece bitmeli, gün artık onun için doğmalıydı. "Affettim." Deyişine şaşırarak susan genç kızın başını kaldırıp yaşlı gözlerle bakınmasına ukala bir tavırla gülerek karşılık verdi. "Sevdiğini serbest bırakacağım." Dedi geriye yaslanıp rahat, varaklı koltuğuna yayılarak. Ayağını dizi üzerine atarken genç kızın meraklı bakışlarının farkındaydı. Korktuğunun da. "Ama..." Diye söze giren kızla öne eğilerek işaret parmağını kaldırdı. "Ama." Dedi gözlerini büyüterek. "Tek bir şartla."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD