Ve gün, Narin Niran için zorluğunu gözler önüne serer olmuştu.
Dillere destan bir güzelliği olmamasına rağmen akıllara kazınan narinliğini yıllar sonra bir kez daha görmek için kapının önünden geçenlerin çoğunluğu şaşırtır cinstendi.
Giyinip peşlerine takılacak şoförü reddederek konaktaki arabalardan birinin anahtarıyla kapıya çıktığı an karşılaştığı kadınlar hoşgeldin bahanesiyle ilk gelenlerdi.
Yine en mağruru Şahbanu hanım olmuştu işte. Mirzanlara kız gibi güzel bir erkeğin ardından çirkin bir kız çocuğu doğrururken eğilen beli kızının narinliğiyle doğrulmuş, geri dönüşüyle de başı inmemek üzere havalanmıştı.
Gelenler önce eskisi kadar silik olmayan yüzüne bakıyorlar, güzelleştiği hakkında aralarında fısıldaşarak bu dedikoduya üstünün başının değişikliğini de katıyorlardı.
Daha da önemlisi, apar topar gönderilişi hâlâ bir sır olurken yurtdışında tahsil görmüş olması dillerdeydi.
Bu zamanda zengin bir aile içinde zor değildi, lakin insanlar yine de dedikodusunu yapacak bir şeyler buluyorlardı.
Eskiden güzelliği sebebiyle yanında takıp takıştırmak zorunda kaldığı Revan yine tüm sadeliğiyle yanına gelirken o da dünkü kısa elbisesiyle arabaya yerleşti.
Tam o sırada konağın önünde bir jeep park etmiş, direksiyondaki genç adam güneş gözlüğünün ardından etrafı süzerek tüm karizmasıyla arabadan inmişti.
"Niran." Diye içinde büyüyen korkuyla elini tutan Revan'a baktı.
Gördüğünü görebiliyor, karşılarındaki adamı tanıyordu.
"Korkma." Deyip konaktan topallayarak çıkan Hasan'a baktı.
"Geliyorum şimdi." Deyip ellerini Revan'ın korkudan terlemiş ellerinden ayırarak arabadan inip Hasan'dan yana adımladı. Fakat Hasan kendisini görmüyor, neşeyle yanına gelen sözlüsü Gümüş'e doğru yürüyordu.
İkisi Azad'ın ölümcül bakışları önünde birbirlerine gülümserken yumruklarını sıksa da bir şey demek yerine kendisini odaklanan Azad'a baktı Niran.
Yalnızca o değil, arabasının ön koltuğunda oturan annesi Zana hanımın da tüm dikkati genç kadının üzerindeydi.
Dün geceki konuşmadan sonra yüzüne bakamıyordu Azad'ın.
Utancından ya da korkusundan değildi.
Artık ondan ürkecek kadar küçük değil, utanacak kadar da narin değildi.
"Na-nasıl yapalım?" Diye soran Hasan'a döndü.
Azad sorusunu çok önemsemezken Niran konaktan çıkan annesi ve yengesiyle:
"Annemleri ben alırım." Diye söylendi.
"Gerek yok." Diye konuşmaya dahil oldu Azad.
Gümüş abisinin daha fazla olay çıkarmaması için diken üstünde beklerken Azad'ın şuan kâle aldığı tek kişi Niran'dı.
Her ne kadar Niran kendisini görmezlikten gelse de.
"İki araba gideceğiz."
"Sığmayız." Diye söylendi Niran. Diğerleri susmuş kendilerini dinlerken aradaki belirli mesafeyle karşı karşıya duruyorlardı.
Gözlüklerinin ardından genç kadının içine işleyen bakışlar atarak, yönünü bile çevirmeden:
"Gümüş." Diye söylendi. Gümüş hazır komut beklerken bakışlarının menzil noktası değişmemişti.
"Kaynananın yanına." Deyip karşısındaki Niran'ın direksiyondan indiği arabayı işaret etti.
Arabanın içinde oturmaya devam eden genç kızı zerre umursamayıp Niran'dan söz edercesine:
"Sizde buraya." Şeklinde emrini vererek arabasına bindi.
Duyduğu emir kipiyle neye uğradığını şaşıran Niran:
"Sen kimsin bana emir veriyorsun ya?" Diye söze girerken yanına gelen annesinin koluna girerek:
"Niran, yavrum, sakin ol." Sözleri hiç yardımcı olmuyordu.
"Şu günü bir alnımızın akıyla geçirelim kuzum, gözünü seveyim sen karışma." Diyen annesine baktı.
"Ben onun emir eri değilim anne." Diye söylendi öfke içinde.
Bu kadarı da yeterdi.
Karşısında hâlâ o narin genç kızın olduğunu mu sanıyordu?
Eğer öyleyse çok büyük bir yanılgıdaydı.
Neydi bu emir vermeler, lafını söyleyip kapısını kapatmalar?
Arabanın içinde olsa da, o pek pahalı güneş gözlükleri gözünde olsa da hâlâ kendisine baktığını biliyordu.
İçinden boynundaki kolyeyi çıkarıp pek kıymetli, milyon liralık arabasına güzel bir çizik atmak geçerken yanlarına gelen Revan'ı fark etmeden söylenmeye devam etti.
"Arabasına falan da binmiyorum. Çok gerekirse arkadan başka bir arabayla gelirim." Derken sakinliğini korumaya çalışıyordu.
Ama görünen oydu ki, karşısındaki herkes sesini çıkarmadığı sürece aynı narinliği bulacaklarını zannediyorlardı.
"Niran." Diye birden bire eline koluna yapıştı Revan.
"Nolursun beni yalnız bırakma." Diyerek arabanın içindeki Zana hanımı işaret etti.
Rojda ile Şahbanu hanım Hasan ile Gümüş'le gidecek, kendisi ise Azad ile annesi Zana'ya katlanmak zorunda kalacaklardı.
Tek başına yolu yok o arabadan sağ inemezdi. Yüreği bu korkuya, bu gerginliğe dayanır mı bilmiyordu.
Yalvaran gözlerle amca kızına baktı.
"Nolursun." Dedi fısıltı misali çıkan sesiyle.
Revan'dan aldığı bakışlarını arabanın içindeki anne oğula yönlendirdi Niran.
Eskiden olsa, kendisi de Revan gibi düşünürdü.
Azad'dan daima ödü kopmuş, yanına her gelişinde, kulağına her fısıldayışında soluğunu tutmak zorunda kalmıştı.
Annesinin korkunç yüz ifadesinden bahsetmiyordu bile.
Hangi genç kız böylesi bir kadına gelin olmak isterdi ki?
"Peki." Dedi en nihayetinde pes edercesine başını sallayarak.
Şahbanu hanım kızının hoşgörüsüyle böbürlenerek saçlarını öpüp diğer arabaya yerleşirken Mirzan kızları da Ağaoğlu'nun arabasına binmişlerdi.
İkisi de camdan bakıyor, bir an olsun konuşmuyor, öndeki anne oğula bakmıyorlardı.
Zaten Zana hanım elleri kucağında tüm kaynanalık iç güdüsüyle söylene söylene otururken ortama ayak uydurmak mümkün değildi. Hem, normal bir evlilik yapılmadığı için sohbete de gerek olmuyordu.
Zana hanımın söylenmeleri sürerken bakışlarını yoldan alıp yanında oturan Revan'a çevirdi Niran. Genç kız kucağındaki elleriyle oynayarak dışarıyı izlemeye devam ederken eğilen kaşlarının altından ön tarafa bakmış bulundu.
Yola değil, dikiz aynasına takıldı gözleri. Bir çift kara gözle karşı karşıyaydı şimdi.
Güneş gözlüklerini çıkarmış, yoldan aldığı bakışlarını sık sık dikiz aynasına, kendisine dikiyordu Azad.
Yüzündeki ürkütücü gülüşle birlikte göz kırptığında irkilerek bakışlarını çevirdi Niran.
Görünen o ki, gün epey gergin olacaktı.
Tabii bu yalnızca onlar içinde olsa gerekti.
Şehrin göbeğinde, göğsüne kadar açık salaş gömleği içerisindeki kalıplı bedenini salına salına gezdiren genç adam her zamanki rahatlığını takınmış, yüzündeki arsız ifade ve altındaki son model arabasıyla güya iş yapıyordu.
Oldu olası işten kaytarmayı seven adamlardandı Şiyar.
Uzun boyu, kalıplı, kaslı bedenine cuk oturmuş olan yakışıklılığı ve her çiçekten bal alan çapkınlığıyla yine ortalıktaydı.
Ağzında dolandırdığı kürdanı ardından geçen kızlara gülerek çıkarıp yere atarken kırptığı gözünden ateş fışkırıyordu.
Elinden de, gözünden de bir uçan kuş kaçardı zaten. Gördüğü her güzeli aklına kazır, aklına kazıdığı her birinin tadına bakmadan peşini bırakmaz, yakasından düşmezdi. Zaten bu vakte kadar ulaşamadığı bir tek güzel bile olmamış, gözüne kestirdiği her biri kaslı kollarının arasında yer bulmuş, yatağının sıcağında terlemişti.
"Bilal ağaya selam söyle." Diyerek para üstünü uzatan yaşlı adamla başını sallayıp çarşı içindeki kızları süzmeye devam etti.
"Aleykümselam." Dedi en sonunda yaşlı adamdan yana dönerken.
Para üstünü cebine iliştirirken dükkan çırağının uzattığı poşetleri alan adamıyla arabasının yanına adımlamıştı ki bir başka dükkandan seslenilmesiyle duraksadı.
"Hayırlı uğurlu olsun Şiyar." Diye bağıran adama döndü.
Tanıdık esnafın sözlerini anlamazken kaşları çatışmıştı.
Bildiği kadarıyla şuan için hayırlı bir işleri yoktu. Abisinden sonra henüz kendisi evlilik derdine düşmemişti. Zaten evlilik adamı olduğu da söylenemezdi. Tek bir kadınla ömrünü geçirebileceğini sanmıyordu. Ablası da yeni evli sayılırdı ki duymayan kalmamış olmalıydı. Hem neredeyse yedi ay geçmişti. Yani hayırlı olsun demek için az biraz geçti.
"Hayırlı, olsun?" Diye esnafın sözlerini sorarcasına tekrar ederken konuşan adamın yanına varan diğeri de söze girdi.
"Amcan Behram ağa gelin alıp verirmiş." Diyen adamla çatık kaşları bir an için havalanıp yeniden çatılmıştı.
Behram bey, gelin mi alıp veriyordu?
Doğru ya, onun bir kızı vardı dimi?
Neydi adı?
Hah, Revan.
Demek güzel ama mıymıntı Revan evleniyordu.
"Bir hayırlı olsun da ben edeyim." Diyerek gelen başka bir adamla düşünceleri bölündü.
Esnaf hayırlı olsuna giriştiğine göre tüm ahali duymuş olmalıydı.
Kendilerinin duymamasına şaşırmıyordu elbette.
Yüzüne en sahtesinden bir gülüş oturtarak konuşan adamlara bakınırken:
"Narin Niran dönmüş." Diye sarf edilen sözler bu kez dikkatini cezbetmişti.
Kalabalık çarşıda yanlış duyduğunu sandı önce.
Tezgahtan yana bir adım daha atarak:
"Anlamadım?" Diye seslendi.
"Niran diyorum, Bekir ağanın kızı. Yok mu şu tahsil görmeye giden, geri dönmüş ya." Diyen adamla dudakları kıvrıldı Şiyar'ın.
"Ya." Diyerek yüzüne oturan gülüşüyle bakındı.
Duydukları kafasının içinde yankılanıyor, aklı geçmişin tozlu sayfalarına dalıyordu.
Narin Niran dönmüş!
Narin Niran dönmüştü ha?
Hem de onca yıl sonra...
Yüzündeki gülüş biraz daha genişlerken bakışları başka tarafa kaydı.
Karşısındaki adamlar hâlâ düğün dernek işinden, yıllar sonra okulunu okuyup geri dönen amca kızından bahsediyorlardı.
O ise kafasında aynı şeyi evirip çeviriyor, duyduğu isim kulaklarında çınlama yaparken arsız gülüşler sergilemekten hiç gocunmuyordu.
Bir daha gelmez sanıyordu.
Bir daha karşılaşmazlar...
Oysa kader, onları bir kez daha yüz göz edecekti.
Şiyar pençelerini uzatırken bir kez daha yol açacaktı.
Dişlerini gıcırdatmaya, avuçlarını kaşımaya başladı.
Ulaşamadığı, kokusunu alıp tadına bakamadığı bir güzel yok diye düşünürdü ya hani, yanlıştı aslında.
Niran, Şiyar'ın bir kadına hissettiği ilk hasret, ulaşmak için didindiği ilk heyecan, kolları arasına alamadığı ilk arzusuydu.
Çok güzel değildi, doğru.
Lakin çok narin, çok nazikti.
İşte bu da Mirzan kızını güzel bir kadının aksine biraz daha arzulanır kılıyor, bir nebze daha meraklandırıyordu.
İlk merakıydı Şiyar'ın.
Demişti ya, ilk arzusuydu.
Adı ne zaman geçse hâlâ içi titrer, ne olduğunu, nerede olduğunu düşünmeden edemezdi.
E madem geri dönmüştü, bir selam vermeden olmadı değil mi?
Hem hissedebiliyordu.
Çok daha güzel, çok daha ilgi çekici olduğuna emindi.
Şiyar ise bu defa o eşsiz narinlikteki çiçeği koklamadan bırakmayacaktı.
...
Yoğun bir alışveriş günü henüz sona ererken Niran'da Revan kadar bitip tükenmiş, günün sonlanması için dua eder olmuştu.
Hayta diyebilirdi ki, Revan'dan bir nebze daha bıkmıştı. Nasıl bıkmasındı?
Ne Zana hanımın bakışları eksik oluyordu ne de biricik oğlu Azad'ın.
Berdel olan Revan'dı güya.
Ne dibinden ayrıldığı vardı, ne gözünü üzerinden çektiği.
Yeniden kendisini korkutmaya çalıştığını düşündü ama bu yersiz olurdu.
Akşamki sözleri ise aklına geldikçe içinde yeller esmesine sebep oluyor, beynini kemiriyordu.
O yüzden düşünmemeye çalışıyordu Niran.
Mümkün mertebe, Azad'a kör olmaya çalışıyordu.
Son mağazadan çıktıklarında günel batmak üzereydi. Gerçi AVM'de olduklarından onlar için bir anlam ifade etmiyordu ancak yorulmuşlardı da.
Revan Şahbanu ile Rojda hanımın koluna girip dip dibe olan Hasan ile Gümüş'ü annesi kadar görmezden gelerek önden önden yürürken gerilerinde kalanlarda birbirlerinden uzakta yürüyorlardı.
Günün artık biteceğini fark eden Azad annesinin memnuniyetsizliğine aldırmadan öndekileri durdurmak amacıyla kız kardeşine seslendi.
"Gümüş." Dedi durduğu yerde. Niran'ın duymazlıktan gelip vitrinlere bakınırken:
"Yemek yiyelim." Diye söylendi. Bu sözüyle Gümüş herkesi yönlendirmeye çalışıyor, anneleri Zana hanım ise yüzünü biraz daha ekşiterek koluna girme gayretindeki kızını tersliyordu.
Oğluna kızacak değildi ya, tabii ki sinirini bu işleri başlarına açan kızından çıkaracaktı.
Birazdan mecburen hep birlikte bir restorana oturduklarında bir sofraya daha gecikiyordu Niran. Daha doğrusu herkes yerini alırken çalan telefonuna odaklanmış, kendisine pek de hoş bir sandalye kalmamıştı.
Masanın bir ucunda oturan Hasan bir yanına annesini diğer yanına sevdiğini alırken, diğer uçta Azad yer almış, bir yanına Zana hanım otururken diğer yanı boş kalmıştı.
Revan oturduğu orta kısımda başını kaldırmıyor, Azad'ın olduğu tarafa göz ucuyla bile bakmıyordu.
Niran ise yine burnundan solumaktaydı.
Keşke annesi oraya otursaydı da Revan'la karşısında kendisi yer alsaydı.
Birden göz göze geldiği Azad'la yüzü biraz daha asıldı.
Gülümseyerek utanmadan, kimseden çekinmeden başıyla yanındaki boş sandalyeyi gösteriyordu Azad.
Göz devirerek yüzünü çevirdi Niran.
Garsonun gelmesi ve annesinin çağrılarıyla da elinden bir şey gelmeyerek sirke satan bir yüz ifadesiyle kendisini süzmekte olan Zana hanımın karşısına, Azad'ın tam sol yanına oturdu.
Hâlâ sırıtarak yüzüne bakan Azad elini kalbine koyup göz kırparken o bir kez daha öfkeyle gözlerini süzdü.
Önüne bırakılan menüye odaklanmaya çalışırken, herkesin kendi menüsüyle ilgilendiği o dakikalarda yeni bir öfke patlaması yaşamak üzereydi.
Menü sayfalarını çevirirken birden bire elini tutuverdi Azad.
Heyecanı biri görecek korkusuyla bütünleşirken hızlıca yerinden kalktı.
İşte şimdi herkes kendisine dönmüş şaşkınca bakıyordu.
"Ellerimi bir yıkayayım." Deyip kaçarcasına masadan ayrıldı.
Restoranın uzun koridorunu aşıp lavaboya girdiğinde elleri titriyor, nefesi tekliyordu.
Hayır, ondan korkmuyordu.
Bununla alakası bile yoktu.
Artık korkmuyordu.
Fakat böyle davranması onu delicesine tedirgin ediyor, ne yapacağını şaşırmasına sebebiyet veriyordu.
Neden kendisinden uzak durmuyordu ki?
Amca kızıyla berdel olacağının farkında değil miydi?
Öyle olmasa bile ne cüretle kendisine böyle yakın durur, dokunmaya çalışırdı?
Başını kaldırıp aynadaki aksine baktı.
Sakin olmalıydı.
Bir an önce sakin olmalı, ona fırsat vermemeli, ipleri eline almalıydı.
"Sakin ol." Diye telkin etti kendisini.
"Biraz daha katlanabilirsin. Sakin ol."
Lavabonun başından ayrılıp üstüne başına şöyle bir çeki düzen vererek kapıya döndü.
Açtığı an ise...
"Bir kez daha uzaklaşacak olursan benden kaçtığını düşüneceğim." Derken kapının iki yanına dayadığı elleriyle kendisine bakıyordu Azad.
Ne zamandır oradaydı?
Öne doğru adımlamaya başlamasıyla istemsizce geriledi Niran.
Kapı yeniden kapanırken az önce önünde sakin olma çabasına giriştiği lavabo ile bu herifin arasında kalmıştı.
Ağır kokusuyla nefesini daraltan parfümü yüzünü çevirmesine neden olurken kemikli elinin çenesini kavramasıyla önüne döndü.
Çenesindeki ele hızlıca vurarak sanki çok yeri varmış gibi geriye çekilmeye çalıştı.
"Napıyorsun ya, dokunma bana!" Diye çıkıştı.
Yani genç ağaya karşı durmakta dün akşamkinden pek fazla bir yol kat edememişti.
"Umarım benden kaçmıyorsundur Narin Niran." Diyerek yüzü ciddi bir hâl alırken uzanıp lavaboya tutundu Azad.
Niran şimdi gerçekten kapana kısılmıştı.
Genç adam aradaki boy mesafesini azaltmak için hafifçe eğilirken o başını geriye doğru çekmekle yetindi.
Şimdi aynı hizadalardı ve Azad'ın bakışları hiç de sağlıklı görünmüyordu.
"Çünkü bir kez daha olmasına izin vermeyeceğim." Diye söylendi fısıldarcasına.
Yutkundu Niran.
Bilinçli yaptığı bir şey değildi.
Kaşları biraz daha çatıldı ama karşısındaki adamınkine oranla hâlâ düz görünüyor olmalıydı.
"Bu kez kavuşacağız." Diyerek alnındaki saç tellerine dokunan Azad'la huzursuzca kıpırdandı.
"Biz diye bir şey yok." Dedi en sonunda karşı çıkmayı akıl edebilerek.
"Hiçbir zaman da olmadı." Dediği an genç ağayı güldürmüştü.
"Biz..." Diye söze girerek kısa bir an susup bakışları daha korkunç bir hâl alırken devam etti Azad.
"Hiç bitmedik, hiç tükenmedik. Sen hep buradaydın." Diyerek kalbini işaret etti.
"Hep burada." Derken de şakağını. Telaştan göğsü inip kalkarken söyleyecek bir şey bulamıyordu Niran.
Bu adam kafayı yemiş olmalıydı, başka bir açıklaması olamazdı.
Bunca yıl aptalca saplantısından hiç vazgeçmemiş miydi?
"Revan'la evleneceksin." Diye söylendi bir çıkış yolu ararcasına.
Azad ise yeniden gülmeye başladı. Lakin bu sefer ki epey uzun sürmüştü.
Başını eğip sürdürdüğü gülüşü birden bire kesilirken eli yeniden çenesini kavradı.
Ve bu kez bırakmaya hiç de niyetli değildi. Diğer eli genç kadının belini sararken sesi bir kez daha fısıltıya bürünmüştü.
İşte şimdi eski korkusu uyanır gibi olmuştu Niran'ın.
"Bir Mirzan kızı benim olacaksa, o sen olacaksın." Diye söylendi.
"Sana söz." Dedi tıpkı yıllar evvelki gibi.
"Söz Niran. Senden başkasına gözümün yanıyla bile bakmayacağım. Senden başkasını, koynuma almayacağım. Söz Niran. Seni bu sefer gözümün önünden ayırmayacağım."
...
Güneş çoktan batmış, gergin yemeğin üzerinden saatler geçmişti.
İndiği arabanın kapısını var gücüyle çarparak kapattı Niran.
Arabalarına pek düşkün olan Ağaoğlu ise direksiyonda oturmayı sürdürürken dişlerini sıkmakla yetindi. Tamam, sorun değildi. Onun için birkaç kapı çarpmasına katlanabilirdi.
Galiba.
"Hayırlı akşamlar." Diye el sallayarak orta yolu bulma gayretini sürdürerek Zana hanımdan yana seslenen Şahbanu hanıma başıyla selam vermekten geri durmazken Niran hâlâ kendisine öfkeliydi.
Gümüş arabaya binerken gaza yüklenmeden önce genç kadına göz kırpmayı ihmal etmedi.
Niran ise arkasından bakıp diliyle dişi arasında söylenmekle meşguldü.
İçeri girsin diye elini tutan annesini izlemek yerine yola bakmaya devam etti.
Vakti zamanında bu adama nasıl katlanmış, her gün sıkıştırmalarına nasıl göz yummuştu anlayamıyordu.
Öyle görünüyor ki yine katlanmak zorunda kalacaktı.
Hayır hayır, öyle olmamalıydı.
Buna müsaade edemezdi.
Karşısında artık o küçük genç kız yoktu ki. Genç bir kadındı o. Bu ukala tavırlarıyla baş edebilir, sıkıştırmalarına kafa tutabilirdi.
Kendisine kızdı birden bire.
Hâlâ aptaldı işte, hâlâ genç kızlığındaki şaşkınlığını sürdürüyordu.
Maden karşı koyabilirdi, yapsaydı ya birkaç saat önce lüks bir restoranın tuvaletinde sıkıştırılırken.
Ama yok, Niran büyüdüğünü, güçlü bir kadın olduğunu sanıyordu.
Sanıyordu işte.
Bir gram öteye gidememişliğin verdiği sinirle konaktan yana döndü ki başka bir araba durdu kapıda.
Bu defa inen kişi çok daha başkaydı.
Akşamın bu vaktinde, yüreklere korku salmaya gelircesine karşılarındaydı.
Anne kız bakakaldılar genç adama.
On yıl öncesine gitti Niran.
İğrenç sırıtışıyla üzerine abanan genç adamın tam karşısında yer alışı bir kez daha geçmişe sürüklenmesine sebep olmuştu.
"Ne işin var senin burada?" Diye avazı çıktığınca bağırmaya başladı Şahbanu hanım.
Kızı kadar şok olmuş, onun kadar içi yanmaya, yüreği titremeye başlamıştı.
Niran ise az evvelki sinirini, sinirinin sebebini unuttu.
Şimdi çok daha başkası vardı önünden.
Geçmişin karanlık çukurundan çıkan bir başka yüz...
Konaktan koşup gelen adamların elini kolunu tutarak uzaklaştırma çabaları arasında direniyor, ha bire kendisine adımlamak için efor sarf ediyordu.
"Niran." Diye bağırışıyla yutkundu Niran.
Adı hiç bu kadar ürkütücü, hiç bu kadar tiksinç gelmemişti kulağına.
"Niran lütfen." Diyordu aynı adam.
"Çok pişmanım Niran."
Pişman mıydı gerçekten?
Hiç sanmıyordu.
"Niran affet." Deyişine annesi uzanıp kızının kulaklarını tıkamış, elini tutup narin bedenini kanatları altına alarak dakikalar içinde bir yaygaraya ev sahipliği eden kapı önünden uzaklaştırmaya çalışmıştı.
Genç adam ise bağırmaya devam ediyordu.
Takındığı tüm masumiyetiyle..!
"Çocuktum Niran, gençtim, çok gençtim. Cahildim, bilemedim. Kalbimin atışına telaşlandım, yüreğimin arzusuna yenildim. Affet Niran, nolursun affet." Deyişiyle dönüp baktı son kez.
Affet mi diyordu?
Affet!?
Utanıp sıkılmadan, hiç gocunmadan bir de af mı diliyordu?
Narin Niran onun yüzünden yıllarca memleketinden, yuvasından, anasından babasından ırak yaşamıştı.
Şimdi affet mi diyordu?
"Niran nolur, ayaklarına kapanmaya hazırım. Her hatamı telafi etmeye hazırım, yeter ki yüzüme bak."
Kızaran dolmuş gözleriyle annesinin kolları arasında konağa sürüklenirken bağırmayı sürdüren genç adam yaka paça sokaktan uzaklaştırılmış, arabası daha o binmeden ileriye çekilmişti.
"Tamam, tamam dedim bırak." Diyerek kendisini tutan adamı itekledi henüz otuzuna varmamış genç adam.
Yanında yöresinde kimsecikler kalmazken aynı ağlamaklı yüz ifadesiyle aracına binip torpidoya uzandı.
Akşamın eğlencesi üzerine iyi gideceği düşüncesiyle aldığı bir dal sigarayı çabucak yakarak derin bir nefes çekti.
Lüks jeepinin içi dumanla kaplanırken keyifle gülmeye başladı.
Gözleri dikiz aynasından görünen büyük Mirzan konağındaydı.
Torpidoya bir kez daha uzanıp eski bir cüzdan çıkardı. Açtığı cüzdanın arka gözlerinden birinden çekip çıkardığı küçük fotoğraf karesine baktı bu defa.
Gülmeye başladı yeniden.
Karedeki masum gülüş üzerinde gezdirdi parmaklarını.
Sigarasından derin bir nefes daha alırken fotoğrafı dikiz aynasının tam yanına iliştirdi.
Şimdi ikisi yan yanaydı.
Eski günlerdeki gibi...
Mirzan konağı.
Ve Narin Niran.
Güldü yeniden.
Sesi her kahkasında biraz daha yükseldi.
Gerçekten oydu.
Gerçekten geri dönmüştü.
Ve narinliğiyle nam salmış o küçük genç kız, tahmin ettiğinden çok, çok daha güzelleşmişti.
Hoşgeldin Narin Niran.
Hoşgeldin!