Henüz altı yaşındayken ve yeni bir okula başladığımda hemen bir arkadaş edinmiştim. O zamanlar, şimdinin aksine sosyal bir çocuktum. Benden gerçekten hoşlanan birine sahip olduğum için çok mutluydum ama yıllar sonra bana o gün bana iyi davranmasının tek sebebinin babasının ona böyle davranması gerektiğini söylediği için olduğunu söylemişti. Herhangi bir ayrıcalık ya da harçlık alamayacaktı. Henüz çocuk olmama rağmen bu bilgi karşısında hissettiğim ihaneti, bana arkadaşım olduklarını söyleyen insanlara bile nasıl güvenemediğimi keskin bir şekilde hatırladım. Yıllar geçtikçe başkalarına karşı şüphem daha da arttı ve kimsenin beni soyadım nedeniyle değil, sadece kim olduğum için önemsemeyeceğine olan inancım da arttı.
Bana karşılıksız sevgi gösteren tek kişi biricik annemdi. İki kardeşimi ve babamı da onun gibi çok sevmiştim ama onların sevgisi beklentilerle geldi. Onlar sert ve şiddet yanlısı adamlardı, tıpkı şu anda karşımda duran adam gibi. Koruyuculukları artık koruyuculuk hissi vermiyordu. Sahiplik gibi hissettiriyordu. ‘Doruk olmak’ dışında kendi hayatımı yaşamak istiyordum ama bunu nasıl yapabilirdim ki?
Üzerimdeki cekete daha da sarıldım ve parfümünün kokusunu solumamaya çalıştım. Yüzünü, dolgun dudaklarını, mavi gözlerinin üzerindeki koyu kirpiklerini, elmacık kemiklerini inceledim. Yağız Arhan gibi birinin böyle görünmesi haksızlıktı.
Güzel ama zehirli bir çiçek gibiydi. O, kesinlikle mavi zakkumdu. Güzelliğiyle cezbediyordu. Dokunduğun anda ise seni acı içinde yanmak ve kızarıklıklarla baş başa bırakıyordu.
Onu bu denli incelemek ve bu düşünceleri çıkarma şaçmalığı, şu anda bulunduğum durumda kendime alayla gülümserken buldum kendimi.
"Komik olan ne?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.
"Hiç bir şey. Senin gibi adamların bir kızın sağlığı için iyi olmadığını düşünüyordum.”
“Sence hangi erkek kendini öldüresiye döven bir adama aşık olabilir?”
O alayla gülerken alt dudağımı ısırdım. Bu kadar ileri gider miydi? Belki. Bu düşünceyle ürperdim.
"Peki şimdi seninle ne yapacağım?"
İç çektim. "Bilmiyorum. En azından bu gece için, bir otele gitmeyi planlıyorum.”
“Ailen nerede olduğunu merak etmez mi?”
Ederler mi? Babamla tartıştıktan sonra her zaman olduğu gibi babam evime gittiğimi düşünmüş olabilirdi. Arkama bir adam takmadığına göre bu kesindi.
"Muhtemelen, dışarıda olduğumu bile bilmiyorlar. Onlar için evinden başka yer bilmeyen akıllı bir kızım.”
"İyi bir küçük kız," diye tekrarladı. Dili alt dudağının üzerinde gezindi. "Doğru."
Sözleri üzerine tüylerim diken diken oldu, bu daha önce yaşamadığım tuhaf bir heyecandı. Bir yanım bunu tekrar söylemesini isterken derin bir nefes aldım.
İyi bir küçük kız.
Bu düşünceyi kafamdan uzaklaştırdım. Benim sorunum neydi? Az önce yaşadıklarımdan sonra düşünmem gereken son şey buydu. Belki travmaya bir tepkiydi? Herkes farklı tepkiler verirdi değil mi?
Mavi gözleri karanlıkta daha koyuydu ama hala güzelce parlayabiliyordu. Ceketi vücuduma daha sıkı sardım. Üzerimdeki eksikliği fark ettiğimde telaşlandım. Çantamı bulmak için etrafıma baktım. "Kahretsin."
"Ne?"
"O şerefsizler çantamı aldılar."
Kalın, koyu kaşlarının arasında çizgiler belirdi. "Emin misin? Kaçarken ellerinde hiçbir şey yoktu.”
"Küçük bir el çantası. İçinde sadece telefonum, anahtarım ve kredi kartım vardı. Ah, tanrım! Şimdi nasıl otel tutacağım?”
"Ben ödeyeceğim" diye teklif etti birden.
"Neden bunu yapasın ki?"
Ona şüpheyle baktım. Herkes Yağız Arhan'ın Doruklara karşı sevgisi olmadığını biliyordu. Sokaklarda babasının ölümünden bizi sorumlu tuttuğu söylentisi vardı. Belki de suçlu olan bizdik. Babam ya da erkek kardeşlerim bana güvenerek bunu asla söylemezlerdi.
“Nerede yaşadığımı biliyorsun, değil mi?”
Tek kaşını kaldırdığında hatırlamak için kaşlarımı çattım.
“Otelinizi mi kastediyorsunuz?”
“Bu halde sokakta mı kalmayı tercih ediyorsun? Gidelim ve kendini temizle. Kız kardeşimin bazı eşyaları hala eski odasında duruyor. Senden uzun ama eminim olacak bir şeyler bulabilirsin."
“Kız kardeşin Sedef mi? O artık bir İhsan, değil mi?”
Sözlerim üzerine gözleri sertleşti ve çenesindeki bir kas seğirdi. Tepkisini ilgiyle izledim. Anladığım kadarıyla, kız kardeşinin İhsanların gelini olmasına çok da razı değildi. Ben de iki ailenin birleşmesini, mutlu aile tablosunun gerçek olduğunu düşünüyordum. Evliliğin asıl amacı bu değil miydi? Yani, İhsanlar ve Arhanlar bir olmuş ve bizden daha büyük bir bölgeye sahip olmuşlardı? Mehmet Arhan bu olayın ön saflarında yer almıştı ve o artık ölmüştü.
İttifak dağılabilir miydi?
Babamın Mehmet Arhan'ın ölmesini istemesinin nedeninin bu olup olmadığını merak ettim. Onun ölümünden sorumlu olanın kendisi olmadığını varsayıyordum ama yapacağı bir şeye de benziyordu.
Yağız homurdandı. “Evet, bir de küçük bir İhsan daha çıkarmak üzere.”
“Yani dayı oluyorsun. Bir yeğenin olacak.” dediğimde yüzünü buruşturdu.
"İhsanlara kan yoluyla bağlı. Şanslıyım."
Aileye yeni bir bebek geldiği için mutlu olduğunu düşünmüştüm. Bebek her zaman birleştirir, gergin olan ortamı yumuşatır ve insanı mutlu ederdi ama şimdi bunu ona dayatmanın zamanı değildi.
"Benim de sizin otelinize giderken görülmemem gerektiğini düşünüyorum" dedim asıl konumuza dönerek.
Sinirli bir şekilde içini çekti. "Peki o zaman seninle ne yapacağım?"
"Benimle hiçbir şey yapmana gerek yok." diye çıkıştım. "Ben senin sorumluluğunda değilim."
Hafifçe kaşlarını çattı. “Değil misin? O zaman neden öyleymişsin gibi hissediyorum?”
"Dedim ya, değilim. Öyle hissetmene de gerek yok."
Ceketini ona geri vermek istedim ama yırtık askı yüzünden bunu yapamadım. Ayrıca az önce olanlardan sonra sabahın bu saatinde şu koca şehrin ortasında tek başıma öylece yürümek istemedim. O iki adam hala yakınlarda bir yerde gizleniyor olabilirdi.
Taksi istemek için telefonum yoktu, param yoktu, hatta anahtarlarım bile yoktu.
Kahretsin! Şimdi ne yapmam gerekiyordu?