Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. "Bak. Seni şehrin ortasında yırtık bir elbiseyle, çantan ya da telefonun olmadan bırakmayacağım. Bir pislik olabilirim ama o kadar da bir pislik değilim. Teklifimi yeniden düşün. Kendine çeki düzen ver ve sonra seninle ne yapacağımıza karar verebiliriz.”
"Bu konuda seçme şansım yok mu?"
Aslında sorum ona değildi. kendi kendime başka bir çözüm arıyordum. En azından bunun için çabalıyordum.
"Sence? Başka seçeneğin var gibi mi duruyor?”
En sinir bozucu şey onun haklı olmasıydı.
"Peki," diye mırıldandım.
Farları açık siyah bir taksi caddenin aşağısında bize doğru geliyordu. Yağız dışarı çıktı ve onu durdurmak için kolunu kaldırdı. Elinin arkasında ve parmak eklemlerinde yer alan dövmeleri gözüme çarptı. Takım elbise giymişti ama dövmeler onun gerçekte kim olduğunu ele veriyordu.
Bir gangster. Mafya ya da onlara ne denirse o olan adam.
Taksi kenarda durdu ve Yağız arka kapıyı açmak için hareket etti. İçeri girmem için işaret yaptı. Söylediği gibi pek fazla seçeneğim yoktu. Ceketinin içinde ürkek görünsem de topuklarımın üzerine hala sağlam basabiliyordum.
Taksi şoförü dikiz aynasından baktı ve kaşlarını çattı. Şakağımdaki kanlı izi görmüş olmalıydı ama iyi olup olmadığımı sormadı. Bunun nedeni bu işe karışmak istememesi miydi, yoksa Yağız Arhan'ın kim olduğunu biliyor muydu?
Soğuk havadan bir anda sıcak alana geçince bedenim uyuştu. Yorgunluk beni ele geçirdi ve bir anlığına gözlerimi kapattım. Sonra birden aklıma gelenle Yağız’a döndüm.
"Telefonunu kullanabilir miyim? Kartımı iptal ettirmem gerekiyor. O pislikler şu anda benim paramla içiyor olabilirler.”
"Elbette."
Bana uzandığında refleksle geri çekildim. Bir anlık duraksadıktan sonra üzerimdeki ceketin cebinden telefonunu çıkarıp yüzümün üzerine, telefonu görebileceğim bir yere kaldırdı. Telefonu elime aldığımda ışığı yandı.
Kilit ekranında kendisinin ve kız kardeşinin birlikte çekildiği bir fotoğrafı vardı. Her ikisi de daha küçüktü. Belki lise zamanlarıydı. İkisi de klasik bir selfie pozisyonunda kameraya sırıtırken kolunu Sedef'in omuzlarına atmıştı. Fotoğraftaki bir şey beni ona karşı yumuşattı.
Fotoğrafa bakmaya son verip bankacılık uygulamamı indirdim ve giriş yapıp kartı iptal ettim. Böylece en azından endişeleneceklerim arasında bir şey azalmış oldu.
Uygulamayı sildikten sonra telefonu ona uzattım. "Teşekkür ederim."
Tarafsız bölge olarak kabul edilen şehrin merkezinden ayrılarak batı tarafına, Arhan bölgesine doğru ilerlediğimizin farkına vardım.
İçimden keskin bir panik dalgası geçti. Ne yapıyordum? Çok büyük bir hata mı yapıyordum? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak ya da denize düşen yılana sarılır sözleri tam da bu durum için geçerliydi sanırım.
Yağız'ın babasının ölümüyle ilgili sorular sorduğu ve asıl şüphelinin benim aile üyelerim olduğu bir sır değildi. Ya babamdan ve kardeşlerimden intikam almak için beni kullanma ihtimali bile vardı, değil mi? O potansiyele sahip bir adamdı ve ben ona güvenmiştim?
Belki o zaman önemsediklerini görebilirdim.
Göğsüm sıkıştı. Şu yaşa kadar verdiğim çaba aklıma geldi. Artık alışmam gerekiyordu. Ben bu şekilde düşünemezdim. Eşit muamele görmek istiyordum ama kadınların bu kadar erkek dolu bir toplulukta olması pek sık görülen bir durum değildi.
Kardeşlerimin kadınları nasıl oyuncak olarak kullandıklarını, barlarda toplayıp istediklerini elde ettikten sonra duygusuzca tekrar bir kenara attıklarını gördüm.
Onların bulunduğu bu topluluk sevgi nedir bilmiyordu. Önemsemek, şefkat, merhamet… Onlara güzel olan tüm kelimeler uzaktı.
Ha, babamı örnek alarak sevgi kelimesini ele alalım, kesinlikle benim bildiğim ‘sevgi’ye sığmıyordu. Sağlantıya dönüşen bir kurtçuktu ve annemle arasında ne varsa kemirmişti.
Fakat uzaktan gördüğüm kadarıyla onlar için farklı olabilirdi.
Yağız, Arhan-İhsan evliliğini pek düşünmüyor olabilir ama ben kalbimde özlem gibi bir şeyle izlemiştim. Sedef ve Tamer açıkça birbirlerini seviyorlardı. Bir zamanlar düşman olan insanların ‘onların sevgisiyle’ aralarındaki öfke ve nefreti yenerek başka bir hale gelmesi mümkündü.
Hayatımdan ne istediğimi bile bilmiyordum. Sedef gibi beni de soyadım yüzünden değil de ben olduğum için sevecek birini… Bunu istemek çok mu fazlaydı?
Taksi beş yıldızlı otelin büyük ön cephesinin önünde durdu ve bir görevli, taksinin arka kapısını açmak için aceleyle ileri doğru ilerledi. Param olmadığı için Yağız'ın ödemesine izin verdim. Kartımı değiştirdiğimde ona borcumu geri ödeyecektim. Paraya ihtiyacı olduğundan değil, borçlu kalmayı sevmezdim. Zaten önümüzdeki otele bakmak bile bana onun elindeki servet hakkında az çok fikir sahibi olayı sağlıyordu.
Saat sabahın erken saatleri olduğundan ortam sessizdi.
Gösterişli lobide utangaç bir halde başımı eğik tuttuğum için kumral saçlarım yüzüme düşmüştü. Kimsenin beni görmesini istemiyordum ve gerçekten kimsenin beni tanımasını istemiyordum. Elbette bir Arhan'ın bana yardım teklif etmesini açıklayabilirdim ama yine de sorular sorulacaktı ve bunlardan biri de sabahın ikisinde şehrin merkezinde tek başıma yaptığım şey olacaktı.
Ailemi düşününce bu, cevaplamak istemediğim bir soruydu.
Ama belki birisi nerede olduğumu bilse daha iyi olabilirdi. Yağız ailemin intikamını almak için beni kullanmaya karar verdiyse ya da verirse birinin konumumu bilmesi iyi bir fikir olabilirdi.
Midem burkuldu. Doğru şeyi yapıp yapmadığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece o an ne oluyorsa ayak uydurmak zorunda bırakılmışım gibi hissediyordum.
Yağız mermer zeminde arkadaki asansör sırasına doğru yürürken bana seslendi. "Bu taraftan."
Teknik olarak artık geceden çok sabaha yakın olmasına rağmen yanından geçtiği herkes başını sallayarak selam veriyor ya da "İyi geceler Yağız Bey" diye selam veriyordu.
Birkaçı bana meraklı bakışlar da atmıştı ama patronlarına soru sormamaları gerektiğini bildiklerini sanıyordum.
Asansörü çağırmak için özel bir anahtar kullandı ve asansör geldiğinde ikimiz de içeri girdik. Alanın küçük olduğunun ve her tarafta yüzümüzü bize yansıtan aynaların fazlasıyla farkındaydım.
İlk defa kendimde saldırının sonucunu gördüm. Şakaklarımdaki saçlarım kandan yapışmıştı. Göz makyajım tamamen akmış ve her iki bacağımda da kirli izler vardı. Yağız'ın ceketi basenimin ortasında bitiyordu. Bacaklarımı gizleyemiyor olsa da en azından yırtık elbisemi örtüyordu.
Aynada gözlerimiz buluştu ve nefesim kesildi. Bakışlarımı kaçırdım. Onun karşısında bu kadar düştüğüm için kendimden ve soyadımdan utandım.
Bir an ne düşündüğünden korktum. Bana gerçekten iyi kalpliliğinden mi yardım ediyordu? Gerçekten, Yağız Arhan'ın bir kalbi var mıydı?
Asansörün kapısı açıldı ve oradan çıktığım için minnettar olarak ciğerlerimi boşalttım.
Açık planlı bir çatı katına girdik. Az mobilyalarla sade, geniş alanı inceledim. Her ne kadar güzel olsa da, alanın genişliğinde pek rahatlatıcı ya da davetkar bir şey yoktu. Burada tek başına yaşamak nasıl bir duyguydu acaba?
Yağız hiç yalnız kalmış mıydı ki? Kendisini eğlendirmek için partiler düzenlemekle ve bir dizi kızı buraya davet etmekle meşgul olabilirdi. Tıpkı kendi kardeşlerim gibi.
Benim o kızlardan biri olacağımı düşünmediğini umuyordum.
Anahtarlarını ve telefonunu koridordaki konsola atarak, "İhtiyacın olduğu sürece burada kalabilirsin," dedi.
Yağız Arhan'ın yüzüne baktım. Hayatımın büyük bölümünde onun kim olduğunu biliyordum ama onu tanımak için hiçbir nedenim olmamıştı. Ailelerimiz yeminli düşmanlardı. Elbette çeşitli etkinliklerde, hatta restoranlarda veya kulüplerde yollarımız kesişmişti ama birbirimize her zaman mesafe vermiştik. Sadece onun içki ve parayı önemseyen, çapkın biri olarak ününü biliyordum. Bir dönem, ailem onun sorumsuz serseriliğiyle dalga bile geçmişti.
Onun benim hakkımda ne duyduğunu merak etmeden duramadım.
Her zaman ailesinin ona söylediklerini yapan iyi bir kız? Aşırı korumacı kardeşleri tarafından korunan kişi?
Hayatım boyunca hep özel okullarda okumuştum. Başımı eğmiş ve uslu bir kız olarak sınavlarımda iyi sonuçlar almıştım.
Aşağı yukarı aynı yaşlardaydık. Benden bir ya da iki yaş daha büyüktü ama yaşından daha büyük duruyordu. Erkek olduğu için miydi? Yoksa artık omuzlarında taşıdığı sorumluluktan mı kaynaklanıyordu bu?
Farklı görünüyordu. Sanki babasının ölümü onu yaşlandırmıştı. Koyu saçları ve uçsuz bucaksız bir okyanusu anımsatan mavi gözleri, orta kalınlıktaki dudakları ve sivri çenesiyle her zaman yakışıklı ve çekici bir adam olmuştu.
Bir tutamını tutacak kadar uzun olsa da eskiye göre saçları daha kısa kesilmişti ve yüzü daha sert görünüyordu. Elmacık kemikleri daha belirgin, çenesindeki kaslar daha keskindi.
Gözlerinde farklı bir tür parıltı vardı. Belki de hep oradaydı, onu bundan emin olacak kadar iyi tanımıyordum. Kıyafetleri de farklıydı. Yırtık kot pantolonlar ve deri ceketler gitmiş, yerini ölçüsüne göre özel dikilmiş ve binlerce dolara mal olan türden bir takım elbise almıştı.
Bana yardım etmesine izin vermek muhtemelen bir hataydı ama başka seçeneğim mi vardı?