BEŞİNCİ BÖLÜM

1084 Words
Akşam üzeri saat tam 17.00’da restoranın önüne gelmiştim. Onun için acele etmemem gerektiğini biliyordum, ama içimdeki haz, düşüncelerimi darma duman ediyordu. Vaktin daralıyor. Yeterince bekledin, daha fazla da beklemenin bir anlamı yok! Ailem dönmem için baskı yapmaya başlamıştı. Biricik oğullarının boşluğunu bir nebze doldurmam için beni çağırdıklarını biliyordum. O yeri almaya hazırdım. Onu seçmem kafamdaki bütün boşlukları doldurmaya yetiyordu. Hiç kimsesi yoktu. Dalgınlığı sayesinde akıl oyunlarını kolay oynayabilecektim ve hepsinden önemlisi o bir ışıktı. Karanlığıma süzülmesi beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Onu, o siyahlığa hapsetmem gerekiyordu. Aslında onun için mutluydum. Hiç kimsesi olmadan bir insanın yaşaması zoraki olurdu, bu yüzden ona sonsuzluğu verecektim. Ailesini bir yangında kaybetmişti. 3 yıl önce gerçekleşen olayın gazete manşetlerini internette bulabilmeme sevinmiştim. Sarındığı paltosunun üstüne şalını dolayıp dışarı çıktığında göz göze geldik. Tam o an her şeyin başlangıcı için geri sayım yapmaya başlamıştım. Uzun bir akşam olacaktı. “Zamanlamaların mükemmel.” dedi gülümseyerek. Yanağında beliren küçük gamzesine baktım. Onu sandalyesine bağladığımda ilk işim orayı öpmek olacaktı. “Bekletmeyi sevmem.” dedim ben de gülümseyerek. Sakin adımlarla yürümeye başlamıştık. İlk aşama onun sakin olması ve kendini bana bırakmasıydı. Yaşayacaklarımız tamamen onun istedikleri doğrultusunda olmalıydı ki sürprizim için fırsatı yakalayabilmeliydim. “Eee… Nereleri gezdireceksin bakalım?” “Fazla alternatifimiz yok ne yazık ki. Ama buranın güzel yürüme yolu var. Oraya gidiyoruz.” Yürüyüş alanına gelene kadar ikimiz de sessizliğimizi korumuştuk. Bu fazla can sıkıcı olmaya başlamıştı. Anlat bakalım, senin yolunu buralara düşüren şey ne?” diye lafa girdim. Ellerini cebine sokup içli bir nefes aldı. Aile dramını ondan dinlemek eğlenceli olacaktı. “Yaklaşık 2 yıldır buralardayım. Ailemi... Bir yangında kaybettim…” dedi duraksayarak. Büyükçe yutkundu ve devam etti. “O gün arkadaşlarımla eğlenmeye çıkmıştım. Eve döndüğümde de ortalık çoktan karışmıştı. İkisi de evden çıkmayı başaramamışlar. Üstelik annem hamileydi.” dedi git gide sesi kısılırken. Ne dramdı ama. Acılar içinde boğulan küçük kız. Yaşamın o ince çizgisinde tutunmaya çalışmak onun için fazlasıyla yorucu olmalıydı. Ve ben buna bir son vermek için gönderilmiştim. “Daha sonrasında da buraya gelmeye karar verdim. Türkiye ile bütün ilişkimi kesmek az da olsa iyi geldi ya da ben öyle hissetmeyi istiyorum. Ne düşünürsen artık.” dedi gülümseyerek.  Zor zamanlar geçirdiğin belli, ama ayaklarının üstünde durmayı başarabilmişsin. Kendinle gurur duymalısın.” dediğimde daha çok gülümsedi. “Küçük bir kasabada garsonluk yapan kız kazandı diyorsun yani? O zaman kendimi ödüllendirmeliyim.” dedi koluma girerek. Şaşkınca ona bakmaya başladığımda aynı hızla kolumdan çıktı. “Özür dilerim. Bazen fevri davranabiliyorum.” “Hayır sorun yok, sadece... Bana bir anda nasıl bu kadar ısındığını merak ettim. Geldiğim 1 ay içinde fazla yüzüme bakmadın da.” dedim sabahki düşüncelerimi sonunda ona sormayı başararak. Ellerini tekrar cebine soktu. Yüzü olması gerekenden solgundu ve ağız kenarında çatlaklıklar oluşmuştu. Yüzde doksan kansızlık ile boğuşuyordu. “Bugün istifamı verdim. Başka yere taşınacağım ve 1 aydır sıkılmadan restorana gelen bu adamı tanımak istedim.” İşte o an hayatının hatasını yaptın küçük kız! “Tamam, bu baya şaşırtıcı oldu. Nereye taşınıyorsun ki?” diye sorduğumda içimde oluşan sinir dalgasına engel olmadım. Tedbiri elden bırakmamış, gerekli olan her şeyi ormanlığa götürmüştüm, ama bu akşam bir kurban vermeyi planlamıyordum. İnsanların saçma düşünceleri yüzünden bütün işim alt üst oluyordu. Hepsine koca bir lanet olsun! Sen ne zaman dönmeyi düşünüyorsun Türkiye’ye?” “Eh, bir amaç uğruna buradaydım o da gittiğine göre sanırım bir iki güne dönerim.” dedim sırıtarak. Kocaman gülümsediğinde vakit tamamdı. Benliğim bir alev misali kavruluyor, her şeyiyle onu istiyordum. Gamzesini öpüp bacaklarını tenimde hissetmek istiyordum. Yutkundum ve aniden bastıran duygu silsilesini sakinleştirmeye çalıştım. Onu korkutmamam gerektiğini kendime hatırlattım ve konuşmaya başladım. “Açıkçası ne tepki vereceksin bilmiyorum, ama artık söylemem gerektiğini düşünüyorum.” dedim durarak. Beklentiyle bana baktı. Gözleri adının anlamı gibi gece karanlığıydı. Bunu görmek ise paha biçilemezdi. “Sana bir sürpriz hazırladım. Küçük bir şey, ama seni mutlu edeceğine eminim.” dediğimde bakışları şaşkınlığa dönüştü. “Neden böyle bir şey yaptın?”  “Amerika’ya. Aynı yerde durmak bunaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Biletimi ayarladım. 2 gün sonra yola çıkıyorum.” dedi yürümeye başlayarak. Arkasından yavaş adımlarla onu takip ederken yapacağım şeyleri tekrar tekrar aklımdan geçirmeye başladım. Tam 1 ay önce karanlıkta saklanan ışığı bulmuştum. Ve onu kaybetmenin günahını üstlenemezdim... Yürüyüş yolu boyunca özlediği günleri iç çekerek anlatışını dinledim. Eskiden keman çaldığını ve saçlarının beline kadar uzun olduğunu öğrendim. Şimdi ise ensesinde olan saçları katman katman yok olmuştu. Bir kadının belki de en iyi ilacıydı. Saçlarından kurtulduğu an yaşadığı şeyleri geride bırakma hissi ile dolup taşıyordu güzel kalpleri. İlk ışığım da böyleydi.  Bilmiyorum, sadece... İçimden geldi.” Gözleri heyecanın etkisiyle parlamaya başladığında daha fazla dayanamayacağımı anladım ve elini kavradım. Ormanlığa doğru yürümeye başladığımızda hiçbir şey sormuyor, adımlarıma ayak uydurmaya çalışıyordu. Buranın küçük yer olması riskli olması kadar avantajımaydı da. Çoğu bölge de kamera bulunmazdı ve kimse kimseye karışmadan sakin bir hayat yaşamayı tercih ederdi. Burada durduğum zaman boyunca ne bir olaya rastlamıştım ne de bir polise. Tek risk onun narin bedenini orman çevresini korumak için gezinen korucuların çabuk bulacak olmasıydı. “Gece gece ormana gelmek baya aksiyonlu olacak gibi.” Bu gece ay ve karanlık savaşacak, sonunda bir ölüm olacaktı. “Bu gece dolunay en tepeye çıkacak. Bu manzarayı görebileceğin bir yere getiriyorum seni.” dedim daha hızlı çekiştirerek. Tik tak tik tak zaman geçiyor! Ormanlığın en tepesine doğru çıkmaya devam ederken hazırladıklarımı tekrar aklımdan geçirdim. Onun kuğu bedeninin dinlemesi için sandalyesi hazırdı. Ağacın büyük boşluğuna sakladığım malzemelerim ve asıl önemlisi şarap şişesi, kadehlerle olması gerektiği yerdeydi. Tam 1 saat içinde işimi halletmeliydim, çünkü korucular aşağı bölgeleri kısa bir turladıktan sonra kulübelerine dönüyorlardı ve eve geri dönüş yolunda kulübenin oradan geçmek zorundaydım. Ay en tepede alacakaranlığın içinde ışığını süzerken durdum ve ışığıma döndüm. Biraz ürkek, ama bir o kadar da heyecanlı gözlerle bana bakıyordu. Ona doğru bir adım attım. Ayak parmak uçlarımız birbirine değiyordu.  Gözlerini kapa.” dedim dudaklarına doğru fısıldayarak. Dediğimi yaptı. Soğuk ellerinin parmak uçlarından kavradım ve onu sandalyeye doğru getirmeye başladım. Sağ omzuna elimle baskı yapıp sandalyeye oturmasını sağladım ve onunla birlikte ben de yere çöktüm. “Bana gamzeni gösterir misin? Onu son kez doyasıya izlemek istiyorum.” Dediklerim onda hipnoz etkisi yaratmaya başlamıştı. Dudakları iki yana kıvrıldı ve o eşsiz güzellik yanağında belirmeye başladı. İstemsizce dudaklarını yaladım. Ona doğru yaklaşırken parmağımdaki yüzüğe son bir ayar yaptım ve dudaklarımı gamzesiyle buluşturdum. Ardı ardına öpücüklerimi sıralarken o sadece duruyordu. Sıkılmaya başlamıştım. “Gözlerini aç.” diye fısıldadım bu defa. Siyah gözleri benimkilerle buluştuğu an dudaklarına minik bir öpücük kondurdum ve en güzel gülümsememi yüzüme koydum. “Kısa bir uykuya ne dersin?” Parmağımdaki yüzükte saklı olan küçük iğneyi kolunu kavrayarak batırdım ve onu kısa bir yolculuğa uğurladım
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD