4-DOKUNUNCA SIZLAYAN

2733 Words
Günler peşi sıra birbirini kovalarken, şu sıralar fazlasıyla durgun olan kampüs hayatı neticesinde o günlerde Ali'nin canı çok sıkılıyordu. Son kavgalarından sonra ülkücü gençlerin reisi Göktuğ ve devrimci grubun başkanı Özgür rekörün makam odasında ağırlanmış, uzun bir nasihat işkencesine maruz kalmışlardı. Rektörün söylediklerine göre son günlerde tüm şehirlerde artan gerilimle polis sıkı önlemler almayı planlıyor, çıbanın başını tekrar büyümeden söndürmeyi hedefliyorlardı. Hükümet, 70'li ve 80'li yıllardan alması gereken tecrübeyi almış, gençlerin örgütlenmelerine müsaade ederlerse olabilecekleri öngörmüştü. Ali, üniversitenin bütün kampüslerinin girişinde bekleyen polis araçlarını her gördüğünde bakışları sertleşiyor, adımları öfkeye bulanıyordu. Şeytan, bulduğu ilk taşı o aracın camına fırlatmasını söylese de bu eyleminin sonuçlarını kestirebilen tarafı sayesinde yumruklarını sıkarak da olsa her sabah o araçların yanından sakince geçiyordu. Bu durumun birkaç olumlu tarafı da yok değildi elbette. Bir kere yüzündeki ve bedenindeki morlukların iyileşmesi için ihtiyacı olan zamanı edinmiş, vücudundan hiç eksik olmayan berelerden sonunda kurtulmaya başlamıştı. Sonra polis ablukası tüm üniversiteleri kapsadığından haftalardır DEV-GENÇ bünyesinde planladıkları öğrenci haklarına dair büyük çaplı eylemin detaylarına ayıracak bol bol vakitleri olmuştu. Ve en önemlisi Halil İbrahim ile birbirlerine girmeden geçirdikleri koca bir haftaları olmuştu. Açıkçası o bir hafta Ali'ye aynı anda hem çok iyi hem de çok kötü gelmişti. İyi gelmişti çünkü Halil'le tartışmak ruhunu yıpratan bir çıkmazdı. Kötü gelmişti çünkü kalbini ele geçiren ince hastalık son günlerde varlığını iyice belli eder olmuştu. Halil ona ne zaman gülse oturup yüreğinde yoktan var olan anlam veremediği sızıya ağlayası gelir olmuştu. Halil'in kolu ne zaman omuzlarına düşse beyni sanki zor bir soruyu çözmeye çalışır gibi insanı deli eden ince bir sızının esiri olmuştu. Ne zaman kara gözler sevgiyle yeşillerine tutunsa, aldığı her nefes ciğerlerine batar, kara kara, sevgi sevgi kendi içine kanar olmuştu. Gözleri odasının rutubetli tavanını izlerken, son zamanlarda bünyesinde gerçekleşen bu akıl almaz olayları kendi içinde bir yere oturtmaya çalışıyor ancak bir türlü yol kat edemiyordu. Günlerden cumartesi, saat mahallenin en hareketli olduğu öğle saatiydi. Ali, istikrarlı bir insan olarak her cumartesi yaptığı mahalle turunu yapacak enerjiyi bir türlü bulamıyor, kahvaltıdan sonra yığılıp kaldığı yatağında içine işleyen soğuğu umursamadan uzanıyordu. Biraz sonra kapısı tıklanınca, gözlerini tavandan çekmeden kapıdaki kişiyi ufak bir onay nidasıyla içeri buyur etti. Kapı yavaşça aralanıp, kapı koluna iki eliyle asılmış erkek kardeşi görüş açısına girdi. 6 yaşındaki kardeşinin parlayan gözlerine kısa bir bakış atıp, "Ne oldu Asım?" diye sordu. "Abi, ne yapıyorsun burada?" diye sordu çocuk merakla. Kapı koluna asılmış, zaten gıcırdayan kapıyı bir öne bir arkaya çekiştirmek suretiyle sallanıyordu. Ali gayet ciddi bir sesle gözlerini tekrar tavana dikerken konuştu. "Tavanımda sinema filmi oynuyor, onu izliyorum." Asım'ın elleri kapı kulunu hızla bırakıp, abisinin baktığı yere meraklı bir bakış attı ama hiç film falan göremedi. Basbayağı beyaz bir tavandı işte. "Tavanda film mi oynarmış hiç akıllım? Yine kandırıyorsun kesin beni." dedi Asım, kaşlarını çatarken. Ali, yüzünde beliren çarpık sırıtmaya engel olamayarak, "Oynar tabii ama senin durduğun yerden gözükmez. Böyle benim gibi yatağa uzanman gerekir." dedi yüzündeki gülümsemeye rağmen ciddi sesini koruyordu. "Neyse sus, rahatsız etme beni. En heyecanlı yerindeyim filmin." Asım yerinde huzursuzca kıpırdandı. İçeri doğru birkaç adım atıp, "Abi, ben de izleyebilir miyim?" diye sordu yüzünde hevesli bir merakla. "Ama bu filmin sonu çok acıklı bitiyor bak. Sonra ağlarsın." dedi Ali, tek kaşını kaldırıp kardeşine uyarı dolu bir bakış attı. "Ağlamam!" dedi Asım, ellerini aceleyle iki yana sallarken. "Vallahi bak. Ne olursun abi, ben de izleyeyim, lütfen. Annem hava soğuk diye dışarı çıkmama da izin vermiyor zaten, çok sıkıldım." Abisi kafasını yavaşça yatağından kaldırıp onun gerçekten ağlayıp ağlamayacağını ölçmek ister gibi yüzüne bakınca, Asım göğsünü kabartıp, güçlü bir duruş sergilemeye çalıştı. "İyi hadi, gel izle bari." dedi Ali, yanındaki küçük boşluğu patpatlarken. Asım geniş ve hevesli bir gülümsemeyle koşup kendini yatağa atınca Ali kıkırdadı. Kardeşi, Ali'nin kolunun üzerine yatıp, gözlerini tavana çevirince yüzündeki gülümseme yavaşça soldu. Kaşları çatılırken, "Yine kandırmışsın beni işte. Burada hiç film yok." dedi kızgın bir sesle. Ardından dolan gözleriyle abisinin yanından kalkmaya yeltense de Ali onu tutup tekrar yatırdı koluna. "Dur bir dakika aslan parçam. Bu sinema çok özel. Öyle herkes izleyemez filmi." dedi Ali gülerek. Asım'ın çatılı kaşları formunu kaybederken, "Yaaa, peki kimler izleyebilir?" diye sordu merakla. Ali, kardeşinin saçlarının üzerine bir öpücük kondurdu. "Yalnızca hayal gücü çok geniş olan insanlar izleyebilir." "Benim hayal gücüm geniş midir sence abi?" diye sordu Asım, hevesle parlayan gözlerini abisinin gözlerine çevirirken. "Sınamadan bilemeyiz, hadi bir deneyelim." dedi Ali, çocuğun masum sorusuna sıcak bir gülümsemeyle karşılık verirken. "Çevir bakalım şimdi gözlerini tavana." Asım onun komutunu uygulayınca aklına gelen ilk masalı anlatmaya başladı. Anlatırken karakterleri seslendiriyor, bazen sesini inceltiyor, bazen kalınlaştırıyordu. Asım'ın gözünde canlanabilmesi için sahne tasvirlerini tüm detaylarıyla yapmaya çalışıyordu. Bir süre sonra Asım'ın gözleri boş tavanda heyecanla gezmeye başlayınca Ali de daha bir coşkulu anlatmaya başladı. Sonunda masal sona erince kollarındaki kardeşi içli bir nefes çekti. "Beğendin mi filmi?" dedi Ali, Asım'ın kıvırcık saçlarını karıştırırken. "Çok güzeldi abi. Sonu da hiç acıklı değildi." dedi Asım, heyecanla yerinde doğrulurken. "Sonra bir daha izleyebilir miyiz?" Hevesli ifadesi ve soğuk oda dolayısıyla kızarmış yanaklarıyla öylesine tatlıydı ki, Ali iki eliyle başından tutup kardeşinin kızarık yanaklarını öpmekten kendini alamadı. "İzleriz tabii oğlum. Sen ne zaman istersen. Ama şimdi git biraz sobanın yanında dur da ısın. Hasta olursan sultanımız yakar bizi." Asım üşümüş burnunu çekip, bu güzel filmi onunla paylaştığı için abisine bir teşekkür sarılması verdikten sonra odadan çıkınca, Ali tekrar düşünceleriyle baş başa kalmamak adına ayaklanmıştı. En iyisi gidip biraz Sabiha teyzesiyle dedikodu yapmaktı. Vestiyerden parkasını alıp üzerine geçirdikten sonra karı müjdeleyen soğuk havadan korunmak için siyah beresini kıvırcık saçlarının üzerine geçirip kendini sokağa attı. Dudaklarına konan ıslık, Asım'la yaptıkları film saati sayesindeydi. Mahalle erkânına takıla takıla Halil İbrahim'in evine giden yolu arşınladı. Dünden beri kara gözlü çocukla hiç görüşmemişlerdi. Halil dün okul çıkışı ocağa geçip, o ay yapacakları etkinliklerin görüşüldüğü toplantılara katılmış; Ali ise bir sonraki hafta katılacakları eylemde kullanacakları pankartları hazırlayan arkadaşlarına yardım etmişti. Davaları, yine uzun ince bir yol olup hasretlik dizmişti aralarına. Evet, yalnızca bir gündür görüşmüyorlardı ama Ali'nin ince hastalığının bir belirtisi de Halil ile ilgili olan her şeyi abartmaktı. Dik yokuşun başındaki üç katlı krem rengi binaya vardığında içini dolduran özlem duygusuna bir kez daha hayret etti. Apartman kapısının sağındaki düğmelerden ikincisine basıp, üşümüş ellerini yüzünün önünde kovuşturup sıcak nefesini ellerine üfledi. Kapının açıldığını bildiren tiz sesi duyduğunda demir kapıyı itip içeri girdi. Merdivenleri üçer beşer çıkarken, yüreğinde anlamsız bir heyecan vardı. İkinci kata ulaşıp yumruk yaptığı eliyle önünde durduğu kapıyı çalarken içine titrek bir nefes çekti. Gözleri postallarının yıpranmış ucuna sabitlenirken, soğuktan hafif sıcağa geçer geçmez akmaya başlamış burnunu çekti. Tam o sırada kapı açıldı. Gözlerini yavaşça postallarından kaldırıp, kapıyı açan uykulu delikanlıya baktı. Gözleri Halil'in karalarıyla buluşunca, istemsizce iç çekti. "Günaydın elma kurdum." dedi, yüzünde yüreğindeki anlamsız telaşa zıt bir gülümsemeyle. Halil İbrahim, bir elini yüzüne atıp boydan boya sıvazlarken, "Günaydın kıvırcık, sabah sabah rüyanda mı gördün beni?" dedi, ayakkabılarının bağcıklarını çözen çocuğa yüzünde yan bir gülümsemeyle bakarken. "Ne sabahından bahsediyorsun sen, öğleni geçiyor saat. Ayrıca sana gelmedim ben kara oğlan, Sabiha'ma geldim." Halil beklediği cevabı duyduğu için sessiz bir gülüş bırakıp bir adım geri çekilince, Ali de soğuktan bir an önce kurtulmak için hızla kendini içeri attı. Halil onun arkasından kapıyı kapatırken, "Şansına küs, annem sabahın köründe Yonca ablalara gitti yardıma. Haftaya düğünü var ya, bohça mı yapacaklarmış ne." dedi keyifle. Ali'nin suratı bir miktar asılırken, "Hadi ya, tüh!" diye hayıflandı. "Keşke gelmeden arasaydım, boşuna geldim." Halil onu omzundan hafifçe sıcak salona doğru ittirirken, "Ağzını kırarım senin, hain domdom. Biz bostan korkuluğu muyuz?" diye yalandan homurdandı. Ali'nin dudakları keyifle kıvrıldı. Esmerin tepkisi hoşuna gitmiş, yüreğine ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmadığı sıcak bir şeyin akmasına neden olmuştu. "Seni ne yapayım oğlum ben, sıkıcısın sen." dedi keyifli ifadesini saklamadan. Halil ağzının içinde homurdandı. Salonun kapısını açmış, soluğu cayır cayır yanan sobanın yanında almış çocuğa kötü bir bakış atıp, "Ben bir karnımı doyurayım eğlendireceğim seni, sen merak etme." diye bir kez de sesli söylendi. Ali, buz kesmiş ellerini sobaya tutarken, "Aç ayı oynamaz diyorsun yani." dedi yüzündeki hain sırıtmayı korurken. "Oğlum sen sabah sabah beni zıvanadan çıkarmaya mı geldin yine?" "Sen topu ayağıma bırakınca kaleye yollamadan duramıyorum elma kurdum, ne yapayım?" Halil, kafasını bir tarafa eğip kıvrılmak için çırpınan dudaklarını birbirine bastırdı. "Ulan var ya, tam dayaklıksın!" Ali, onun sözlerine kıkırdayınca, sonunda onun da dudakları kıvrıldı. Ali'nin karşısında ne kadar zorlarsa zorlasın ciddi ya da sert kalamıyordu. Bir süre sonra, ne kadar asap bozan bir durumun içerisinde olursa olsunlar Halil kendini gülümserken buluyordu. Yine bir gülümsemenin esiri olan dudaklarını yalayıp, bir elini ensesindeki saçlara atıp, zaten karmaşık olan tutamları iyice birbirine soktu. "Neyse, hadi git sen Hamza'yı uyandır, ben de kahvaltı hazırlayayım bari." dedi kafasıyla salonun çıkışını gösterirken. Halil onun cevap vermesini beklemeden salondan çıkınca, "Önce bıraksaydın da bir ısınsaydım ya, vicdansız!" diye ardından sessizce söylendi Ali. Hamza, Halil'in küçük kardeşiydi. 10 yaşındaki çocuğun uykusu o kadar ağırdı ki, başında top patlasa en fazla suratını buruşturup, uyumaya kaldığı yerden devam ederdi. Yüksek sesle oflayıp, kafasındaki bereyi çıkarıp kahverengi kanepenin üzerine fırlattı. Onu bekleyen zorlu mücadeleyle omuzlarını düşürüp sıcak odadan çıktı. Adımlarını Hamza ile Halil'in birlikte kaldığı odaya sürüdü. Odanın kapısını açıp, kalın yün yorganın altında gözden kaybolmuş mışıl mışıl uyuyan çocuğa hoşnutsuz bir bakış attı. Kapıyı açık bırakıp, üzeri sakızlardan çıkan stikerlarla ve gazetelerden oyulmuş futbolcu fotoğraflarıyla süslü yatağın başında durdu. On dakika boyunca çocuğa seslendi, sarstı, gıdıkladı ama yok, ara ara gözlerini açsa da anlaşılmaz sesler çıkarıp uykusuna geri dönüyordu. Sonunda pes edip, bu işi profesyonele bırakmaya karar verdi. Yüzündeki somurtuk ifadeyle mutfağa girdiğinde, kesme tahtasındaki domatesleri keserken, ara ara cızırdayan radyodan yükselen türküye bir mırıltıyla eşlik ederek, yerinde sağa sola sallanan esmeri görünce ifadesi anında bir sırıtmaya evirildi. Halil İbrahim, "İnsandan doğanlar insan olular, havyandan doğanlar hayvan olular." diye mırıldanarak sallanmaya devam ederken, Ali omzunu kapı pervazına yaslayıp yüzündeki gülümsemeyle onu izledi bir süre. İnce hastalığı, dokununca sızlayan bir şişlik gibi yüreğini sızlatsa da sevgiyle kısılmış yeşillerini yüreğini sızlatan dokunuştan çekmedi. Bir süre sonra kestiği domatesleri tabağa dizen Halil, kafasını çevirip kapı pervazında dikilen kıvırcığa kısa bir bakış attı. Dudakları yan bir sırıtışın esiri olurken, "Hayırdır kıvırcık, nereye dalıp gittin öyle?" dedi keyifli bir sesle. Ali onun sözleriyle irkilse de istifini bozmadı. Ellerini hala üzerindeki yeşil parkanın geniş ceplerine sokup omuzlarını silkti. "Hamza'yı uyandıramadım yine." diyerek onu geçiştirdi. Halil, bu duruma şaşırmadığını belli etmek ister gibi gülüp kafasını iki yana salladı. "Kış uykusuna yatıyor her gece eşek sıpası." dedi eline bulaşmış domates suyunu tezgahın üzerindeki sarı beze silerken. "Gel sen şu yumurtaları çırp, ben abi şamarıyla uyandırayım paşayı." Ali, kafasını sallayıp daha rahat hareket etmek için üzerindeki parkanın fermuarını indirdi. Kafasını eğip parkasını omuzlarından indirerek mutfağın içine yönelince kapıdan çıkmaya yeltenen Halil'le burun buruna geldiler. Parkasının omuzlarındaki elleri öylece kaldı, gözleri Halil'in gözlerini bulurken, kalbi koca bir gümbürtüyle göğüs kafesine çarptı. Yeşilleri titrerken, nefesin nereden alındığını unutmuş gibiydi. Halil'in ise kaşları havalanmış, tam ağzını açıp alaylı birkaç kelime söyleyecekken, karaları Ali'nin o an adını koyamadığı ifadesinde takılı kalmıştı. Bir saniye sonra şaşkınlık dedi o ifadeye. Bir elini kaldırıp, kabarmış kıvırcık saçların arasına koyup sevgiyle karıştırıp kafasını ittirdi, "Neye şaşırdın bu kadar kıvırcık? İlk defa mı yakında gördün nur cemalimizi?" dedi yüzünde geniş bir sırıtmayla. Ali, gözlerini esmer delikanlıdan kaçırırken boğazını rahatsızca temizledi. Omuzlarında kalan parkayı çıkarıp hemen yanındaki sandalyenin başına atarken, "Ağzının kenarında salyan kurumuş, git bir elini yüzünü yıka pis herif." dedi yüzünü buruştururken. Halil'in kaşları havalanırken, elinin tersiyle ağzının kenarını yokladı. Oysa ki mutfağa girmeden önce elini yüzünü yıkamıştı. Ardından, "Hadi oradan lan!" deyip bir elini kaldırıp, Ali'nin kafasını tokatladı. "Daha düne kadar sümüğünü yiyen herifsin sen, benim salyama pis demek senin ne haddine oğlum?" Ali darbe aldığı kafasını tutup ahlarken, "Eskiyi önümüze serip durmasana şerefsiz." diye söylenerek kaşlarını çattı. Halil onun tepkisine sırıtıp, ani bir hareketle Ali'nin kafasını kolunun altına sıkıştırdı. Kıvırcık saçların üzerine can yakmayan tokatlar indirirken," Şerefsiz ha!" diyerek söyleniyor ancak yüzündeki sırıtmayı bozmuyordu. Ali, ahlayarak, "Lan bıraksana ayı!" diye bağırarak boynunu sarmış koldan kurtulmaya çalışsa da nafileydi. Yediği seri tokatlardan sonra sinirlenip, kafasını sertçe çekti. Kıpkırmızı olmuş yüzü ve çatılı kaşlarıyla, şebek gibi sırıtan esmere sert bir bakış atıp, "Ulan ben senin..." diyerek kalçasına sert bir tekme geçirmeye çalışsa da, senelerdir girdiği kavgalarla refleksleri güçlenmiş Halil gülerek o tekmeden sıyrıldı. Mutfak kapısından hızla kaçarken, "Çok konuşma, yumurtaları çırp." diye bağırdı. "Yumurtana sokayım Halil İbo!" diye arkasından bağırınca, Halil'in kıkırtısı doldu kulaklarına. Kıkırtı git gide uzaklaşınca o da homurdanarak tezgaha yaklaştı. Avuç içlerini tezgaha dayarken hızlanmış soluklarını yavaşlatmak için göğsünü şişiren derin bir nefes çekti içine. Biraz dedikodu yapıp, modunu yükseltmeye geldiği evde yirmi dakikadır duygudan duyguya geçiş yapıyordu. Sık sık nükseden ince hastalık da cabasıydı. Gözlerini sertçe kapayıp, yüksek sesle ofladı. Bu adını koyamadığı ancak her geçen gün biraz daha ruhunda kabarıp, kabını kırmaya çalışan duygudan bir an önce kurtulmazsa çıldıracaktı. *** Kıvırcık saçlı delikanlı portmantonun tek kapaklı aynalı dolabını açıp içinden yeşil parkasını alırken, biraz önce sofradan zorla kaldırılırken son anda ağzına attığı köfteyi hızlı hızlı çiğniyordu. Sabiha teyzesi yine döktürmüştü ve Ali hiç çekinmeden, Halil'in iğnelemelerini bir yerlerine takmadan üç kişilik yemek yemişti. Ona rağmen bir türlü enfes köftelere doyamayınca Halil'in tabağındaki köftelerden de bol bol tırtıklamış, eline yediği tokatların acısını umursamamıştı. Aslında aşağıdan sürekli otomata basarak onları taciz eden Yücel olmasa daha da yerdi. Ancak Yücel'in tacizleri, Halil'in de, "Yeter lan, hadi be, lan oğlum patlayacaksın , midende kurt mu var acaba, dondu çocuk..." gibi söylenmeleriyle mecburen sofradan kalkmıştı. Parkasını üzerine geçirip, fermuarını yukarı çektikten sonra aynadaki aksine bir bakış attı. Kabarmış kıvırcıklarını görünce kaşlarını çatıp homurdandı. Kış ayının tek nefret ettiği tarafı, kuru havayla birlikte elektriklenip kabaran saçlarıydı. Parmaklarını elektriklenmiş saçlarına geçirip, nafile bir çabayla onları yatıştırmaya çalışırken hemen arkasındaki delikanlının kıkırtısıyla aynadan ona baktı. "Gülme lan, hep senin yüzünden bu hale geldi saçlarım." dedi suratını asarken. Halil kaşe montunun düğmelerini iliklerken aynadan kumralın kızgın yeşillerine bakıp sırıttı. "Ben ne yaptım oğlum, kıvırcık olman benim suçum mu?" "Daha ne yapacaksın kurtçuk, ellerini sürekli saçlarıma sokup karıştırıyorsun." Halil'in gülümsemesi yaramaz bir hal alırken, "Böyle mi?" diyerek inadına yapar gibi iki elini birden kabarmış kıvırcıkların arasına atıp hızlı hızlı karıştırmaya başladı. Ali, küfrederek kafasını çekmeye çalışsa da o kaçtıkça Halil üzerine gitmeye devam etti. Ali sonunda durup, pes etmiş gibi kollarını iki yana düşürüp somurtunca Halil gülüp ellerini çekti. Karşısında, kumral saçları birbirine girmiş, bir muharebeden çıkmış gibi gözüken çocuğa bakıp, "Tipe bak!" diyerek keyifli bir kahkaha atınca, Ali ona sert bir bakış attı. "Ağzına sıçayım senin." diyerek bir bacağını kaldırıp, esmerin kalçasına sert bir tekme attı. Halil acıyan etinin ovuşturup sırıtmaya devam ederken, Ali kendini tekrardan aynanın önüne attı. Aynadaki dağılmış aksine bakıp, yüksek sesle homurdandı. "Git bana briyantin getir. Bu saçla insan içine çıkılmaz." "Kime beğendireceksin kendini oğlum akşam akşam?" Soruyla birlikte Ali'nin elleri saçlarının üzerinde durakladı. Gözleri botlarını ayağına geçiren esmere kayarken, kalp atışlarının bu soruyla neden hızlandığını sorguladı. Sertçe yutkunup ellerini saçlarından indirirken, "Sana." dedi tereddütlü bir sesle. Ona mıydı gerçekten? Soru zihnine doluştuğu an savuşturdu. Halil'in yere eğik yüzü bir sırıtışla kaplanırken, kafasını kaldırıp kumrala baktı. Onun yüzündeki ciddi, hatta bir nebze çekingen ifadeyi görünce sırıtışı genişledi. Doğrulup, dudaklarını yalarken, "Biz seni kıvırcık bulduk, kıvırcık sevdik Gülali, uğraşma saçlarınla boşuna." dedi. Ali'nin aralanan dudakları ve afallayan ifadesini görünce, sırıtışı yerini sevgi dolu bir tebessüme bıraktı. Ali, titreyen gözbebeklerini ondan kaçırırken beyaz yanakları hafifçe kızardı. O, telaşlı elleriyle hiçbir şey söylemeden tekrar saçlarıyla uğraşmaya başlayınca Halil İbrahim bir an için afalladı. Şu sıralar kumral çocuğun tepkileri bir garipti. Ali'yi o kadar uzun zamandır tanıyordu ki, yüz ifadesindeki ufak bir değişimi, ruh halinde minicik bir bozulmayı bile anında fark edebiliyordu. Ali'yle büyümüş, tüm hayatını onun ifadelerini izleyerek geçirmişti. Ancak ilk defa o ifadeleri anlamlandırmakta zorlanıyormuş gibi hissediyordu. Yüzündeki afallamış ifade, yerini hafif bir kaş çatışa bırakırken portmantonun askılığındaki Ali'ye ait siyah bereyi aldı. Çocuğu kolundan tutup kendine çevirdi. Gözleri Ali'nin titreyen gözbebeklerini buldu. Karaları yeşil küreler arasında dolandı bir süre. Yine bir garip bakıyordu kıvırcık. Yeşilleri her zamanki gibi sevgi doluydu ama oradaki bir parça korku ve telaş çok anlamsızdı. Elindeki bereyi Ali'nin kabarmış kıvırcıklarının üzerine geçirip berenin kenarlarını kulaklarının üzerine doğru çekiştirirken, "Yücel'in küfürleri yedi ceddimize ulaşmadan inelim aşağı." dedi. Ali derin bir nefes alıp burnundan sertçe verirken, gözlerini kaçırıp kafasını hafifçe salladı. Halil'in dikkatle onu izleyen karaları üzerinde dolanırken, rahatsızca kıpırdanıp aceleci hareketlerle portmantonun altındaki ayakkabılık bölümünden botlarını çıkarıp ayaklarına geçirdi. Elinin ayağının birbirine girdiğini çaktırmamaya çalışarak demir kapıyı açıp dışarı çıktı. Onun her hareketini izleyen esmer delikanlı ise bu telaş karşısında kaşlarını çattı. Kesinlikle ama kesinlikle Ali'nin kafasında bir şeyler döndüğüne, kendisiyle alakalı bir sorun olduğuna emin oldu. "Gelmiyor musun?" dedi Ali, hala portmantonun önünde durmuş çatılı kaşlarıyla onu izleyen esmere endişeli bir bakış atarken. Halil silkelenerek düşüncelerinden sıyrılırken, "Geliyorum." dedi kısık bir sesle. Neyse, nasıl olsa yakında çıkardı kokusu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD