3-İNCE HASTALIK

3047 Words
Halil, emektar Tofaş'ını, her sabah olduğu gibi kampüsün dışında, gözden uzak arka sokaklarda kalan küçük kırtasiyenin önüne park ederken her okul günü olduğu gibi gergindi. Olaysız geçen günleri neredeyse yoktu ve dünkü çatışmadan sonra ocağın karıştığına emindi. Dün saldıranlar solculardı ve emindi ki tüm ocak atak sırasının onlarda olduğunu düşünüyor, dünün öcünü istiyordu. Fakülte reisi olarak onları reddetme gibi bir şansı yoktu. Mevzu yüksek ihtimal üniversite reisine gidecekti ve Göktuğ reisin gidip intikamlarını almalarını söyleyeceğine emindi. Bu göreve onu öneren bir önceki fakülte reisine söverken buldu kendini. Bu sorumluluğu üstlenmeyi hiç istememişti. Emir kulu olmak kolaydı ancak emir vermek, yönlendirmek öyle basit iş değildi. Üzerinde çok fazla vebal vardı. Arabanın motorunu durdurup el frenini çekerken, hissettiği gerilimle dudaklarını dişledi. Derin bir nefes alıp, yan tarafında uyuklayan kıvırcığa kısa bir bakış attı. Vereceği herhangi bir kararın ona zarar verebileceği düşüncesi ona kafayı yediriyordu. Ancak karşısında o var diye de vereceği kararlarda çekingen davranırsa davasına ihanet etmiş olurdu. Bu arada kalma hali onu son zamanlarda çok yıpratıyordu. Sakallarını sertçe iki eliyle sıvazlayıp, ofladı. "Neye dertlendin sabah sabah bu kadar elma kurdum?" dedi Ali, büzüldüğü koltukta yavaşça dikelirken. Halil'in kara gözleri onun uyku sersemi yüzünde ve birbirine girmiş kıvırcıklarında dolandı bir süre dalgın dalgın. 'Bugün size saldıracağız. Hem de çok sert saldıracağız. Bugünlük eve gitsene.' falan diyerek onu uyarabilirdi. Ancak yaptığı uyarının tüm bölücü piçlerin kulağına gideceğini biliyordu. Ali'nin bu bilgiyi kendine saklamayacağını biliyordu. Ve öyle durumda istemese de davasına ve yoldaşlarına ihanet etmiş olurdu. Ali, bir süre düşünceli gözlerle sessizce onu izleyen esmeri süzdü. Ardından derin bir nefes verip, "Bugün bize saldıracağınızın farkındayım Halil İbrahim. O yüzden şu bir tarafa ihanet ediyormuş kafasından çık. Kendini boşuna yıpratıyorsun." dedi tek nefeste. Halil'in karaları onun profilini izlerken, "Bugünlük eve git desem, gitmezsin değil mi?" dedi yorgun bir fısıltıyla. "Gitmem." dedi Ali, kesin bir sesle. Halil, bir kez daha sertçe yüzünü sıvazlayıp yutkundu. "Arkalarda kalmaya çalış en azından Ali. Beni endişelendirme. O kargaşanın içinde bir de seni düşünmeyeyim." İki günde bir benzer bir tartışma içine girmekten yorulmuş olan Ali kafasını sallayıp onu onayladı. Ancak ikisi de bunun bir geçiştirme olduğunu biliyordu. Söz konusu olan Ali ise asla arkalarda kalıp, seyirci olması mümkün değildi. Hep en ön safta, hep belanın merkezinde olmak eski bir huydu onda. "Bugün önden sen git. Ben bir sigara içip öyle geçerim." "Ben de içeyim seninle bir tane, öyle geçerim." dedi Ali, onun endişeli ruh halinden sıyrılmasını umarak genişçe gülümsemeye çalıştı. Tüm gün esmerle kurdukları tek iletişim, kampüste bir binadan diğerine geçerken denk gelirlerse bakışmaktı. Birlikte yürüdüğü, birlikte büyüdüğü, canı olan adama üniversite içindeyken bu kadar yabancı hissetmek onu mahvediyordu. Bu nedenle arada bir sırf onunla iletişim kurabilmek, sesini duyabilmek için denk geldiklerinde ona laf atıyordu. Yumruk yemeyi göze alarak, "N'aber kurtçuk reis? Bugün de çayır çimen de uluyor musunuz?" diyordu. Bazen sadece yanından geçerken, "Auuu!" diye bağırıyordu. Her seferinde Halil ona sert ve uyarıcı bir bakış atıp, "Ben dilini koparmadan kaybol komünist." gibi tehditkâr cümlelerle karşılık veriyordu. Akşama doğru aynı arabanın içinde buluştuklarında ise yol boyu ağzını sıçıyor, sinirden pancara dönmüş yüzüyle işaret parmağını ona doğru sallaya sallaya azarlıyordu. İşte bu durumdan ötürü, onunla geçireceği üç-beş dakikayı bile yanına kar sayıyordu. Halil, kafasını sallayarak onu dalgınca onaylayınca, arabanın vites kolunun arkasındaki ağzı açık bölmedeki esmere ait sigara paketini alıp bir dal ona, bir dal kendine çıkardı. Kendi payını dudaklarının arasına koyup, diğerini Halil'e uzattı. Esmer delikanlı ona uzatılan dalı alırken, o da paketin içine sıkıştırılmış çakmağı çıkardı. Önce kendi dalının, ardından Halil İbrahim'in dalının ucunu tutuşturduktan sonra arkasına yaslanıp kapının üzerindeki kolu çevirerek camını biraz araladı. Bir süre oluşan rahatsız sessizliği paylaşarak sigaralarını içseler de Ali birkaç saniye içinde daha fazla dayanamayıp, dudaklarını aralayıp sessizliği kırdı. "Küçükken başımı sürekli derde sokardım, hatırlıyor musun?" diye sordu, gözlerini arabanın ön camından boş gözlerle sokağı izleyen esmere çevirirken. Halil kafasını yavaşça çevirip ona kısa bir bakış atınca beklemeden devam etti. "Ben sürekli yaramazlık yapar, başımı derde sokardım. Sen de benim önüme geçip o dertleri üstlenirdin. Dükkanların camını kırardım, önüme atlayıp ben yaptım diyerek benim yerime dayak yerdin. Ödevimi yapmayı unuturdum, kendi ödevini bana verip öğretmenden azar yerdin. Nuri amcanın bahçesine dadanıp kümesinden yumurta, ağacından dut aşırırdım, benim yerime özür dilerdin. Okulda birine bulaşırdım, babanın çok kızacağını bile bile benimle birlikte kavga eder, benden çok dayak yerdin." Ali'nin her sözüyle Halil'in dudakları biraz daha kıvrılırken, kafasını çevirip sevgiyle kısılmış karalarını kumrala dikti. "Geçen gün bunları yüzüne vuruyorum diye surat asmıyor muydun sen kıvırcık, hayrola? " Ali, omuzlarını silkip yeşillerini sevgiyle bakan karalara dikti. Kalbi tekleyip, yüreği yine ağırlaşınca gözlerini kaçırıp gülümsedi. Son günlerde sık sık, durup dururken ve anlam veremediği bir şekilde kalbinin şirazesi kayıyordu. "Kendini benden sorumlu hissettiğini, benim için endişelendiğini biliyorum. Sen hep böyleydin çünkü. Senin kadar dile getirmiyor olabilirim ama ben de senin için endişeleniyorum Halil İbo." Elinde ziyan olan sigaradan derin bir nefes çekip, zehri yuttuktan sonra izmariti arabanın aralık camından dışarı attı. Ardından kafasını tekrardan, onun nereye varmaya çalıştığını anlamaya çalışan esmere çevirip devam etti. "Ama endişeleniyorum diye, bana ters diye seni baş koyduğun yoldan çevirmeye çalışmıyorum. Sen de yapma bunu artık. " Halil'in biraz önce dudaklarını sarmış gülümseme yavaşça yerini düz bir çizgiye bıraktı. "Ulan, ben seni yolundan döndürmeye mi çalıştım şimdi?" diye yükseldi, çatılan kaşlarıyla. Aslında yapmak istediği tek şey buydu. Ali'yi silkelemek, gittiği yolun yanlış olduğunu ona göstermek için canını ortaya koyabilirdi ancak kıvırcığın nasıl inatçı bir yapısı olduğunu, kendi fikirlerinde nasıl sabit olduğunu bildiği için bunu denemiyordu bile. Yalnızca zarar görmesin, incinmesin, kanamasın istiyor, sözlerini de buna yönelik ediyordu. "Farkında olmadan bunu yapıyorsun." dedi Ali, huzursuzca yerine kıpırdanırken. "Ali, beni dellendirme sabah sabah! Tek söylediğim şey; senin için endişelendiğim ve biraz geride durmanı istediğimdi. Dün gelip mekanımız bastıktan sonra, her zamankinden daha sert dalacağımızın sen de farkındasın. " Elindeki sigarayı hışımla candan atıp devam etti. "Tamam, senin de elin armut toplamaz biliyorum ama o kavgadan zarar almadan çıkamayacaksın Ali. Benim başlattığım bir kavga yüzünden incindiğinde vicdan azabından uyuyamıyorum ben oğlum, bunun neyini anlamıyorsun? Böyle hissediyorum diye seni yolundan döndürmeye çalıştığımı düşünüyorsun, yazıklar olsun sana derim başka da bir şey demem." Ali, Halil'in tek nefeste döktüğü içindekilerle önce afalladı sonra pişmanlıkla yüreği ezildi. Halil'i avucunun içi gibi biliyordu, böyle hissettiğini de tahmin ediyordu. Keza o da aynı endişeleri Halil için taşıyordu ama onun ağzından duymak farklıydı. Burnundan derin bir nefes çekip, kafasını onun tersine çevirmiş sinirle göğsü inip kalkan esmere baktı. "Elma kurdum..." dedi suçlu bir çocuk gibi çekingence. Halil, ona bakmayınca bir elini uzatıp esmerin omzunu dürttü. "Baksana bana bir dakika." Halil, "Yürü git Ali ya. Karışmıyorum bundan sonra, ne halin varsa gör." diye homurdanınca, bu sefer omzunu kavrayıp sertçe sarstı onu. "Bir bak ya, bir şey diyeceğim." Halil sinirli bir nefes verip kafasını ona çevirince, yeşillerini Halil'in gözlerine dikip, "Bugün arkada kalmaya çalışacağım. Zarar görmemeye, vicdan azabın olmamaya çalışacağım." dedi ciddi, ikna edici bir sesle. Halil'in gözleri onun yeşillerine dikilirken, bir kez daha hızlanan kalp atışlarını bu sefer görmezden geldi. "Söz ver." dedi Halil, kaşlarını çatıp, otoriter bir sesle. "Söz." diye fısıldadı Ali, sertçe yutkunurken. Bu sözü tutup tutamayacağından emin değildi. Çünkü karşısında davasına hakaret eden, onu küçümseyen kurtçukları görünce tepesi atıyordu ve yapmaması gerekenler o atan tepeyle birlikte kafasından uçup gidiyordu. Halil de işte tam da bu nedenle onun verdiği bu söze hiç güvenmiyordu. Yine de kabullenmekten başka şansı yoktu. Yanaklarını şişirerek ofladıktan sonra kafasını dalgınca salladı. Ali, birazcık da olsa esmerin gönlünü aldığı gerçeğiyle gülümseyip, yanağından bir makas alırken, "Akşama görüşürüz elma kurdum, ben önden gideyim." dedi. Dalgın olan Halil, onu kafasıyla onaylayıp, başparmağındaki tuğralı yüzüğü bir tur çevirdi. Ali, onun düşünceli ifadesine son bir bakış atıp arabadan çıktı. Yüzüne vuran ayaz soğuğu anında titremesine neden olunca boynuna sardığı örme atkının içine burnuna kadar gömüldü. Seri adımlarla fakültesine doğru yürürken arkasında bıraktığı esmerin düşünceli hali ve çekeceği olası vicdan azabı yüzünden onun da ruh hali kötüleşmişti. Kendisi için endişelenmesinden nefret ediyordu. Ancak fikirlerinden, baş koyduğu davasından da geri adım atmak istemiyordu. Onu endişelendirmemek için geride durmak çok büyük bir ödündü. Ve Ali, Halil İbrahim canını istese gözünü kırpmadan verirdi ancak bu ödünü veremezdi. Yalnızca bugünlük, esmerin içi biraz rahat etsin diye o ödünü bir kerelik verecekti. Düşünceler içerisinde İletişim Fakültesine giden yolu bitirip, kendini sıcak binaya attı. İlk dersinin yapılacağı 102 numaralı dersliğe giden merdivenleri çıkıp sınıfına girdi. O içeri girer girmez üzerine yönelen düşmanca birkaç bakışla sert bir ifade takınıp, o bakışlara aynı duygularla karşılık verdi. Dersliklerde kolay kolay kavga ya da tartışma çıkmaz, herkes kendini olabildiğince tutardı. O yüzden bu bakışların boş lakırtı olduğunun bilincinde olarak gözlerini faşistlerden çekip sınıfta dolaştırdı. Cam kenarında birkaç arkadaşını görünce adımlarını oraya yöneltti. "Günaydınlar olsun yoldaşlar." dedi kendini uzun 5-6 öğrencinin yan yana rahatça oturabileceği sıraya bırakırken. Dört arkadaşından da aynı anda günaydın selamlaması yükseldi. "Dün nereye kayboldun? Merak ettik seni." dedi hemen yanında oturan Kasım. "Sorma kardeş, güvenliklerin geldiğini görünce sıvışayım dedim, peşime iki kurtçuk takıldı. Bellerindeki silahları göstere göstere peşime düşünce, ben de okulun dışına topukladım. Sonra da izimi kaybettirip, eve attım kendimi." "Vay şerefsizler. Silahı nasıl sokmuşlar içeri? Girişte güvenlik didik didik arıyor bütün mimlileri." dedi Cüneyt, kaşları çatılırken. "Güvenliğin içinde bunları kollayan çok var. Birkaç kez denk geldim hoş sohbetlerine." Bu sefer konuşan Yasemin'di. "Şaşırmadım." dedi Ali, omuzlarını silkerken. O da birkaç kez Halil'in okul girişindeki güvenliklerle ettiği sohbete denk gelmiş, çocuğa kaşlarını çatarak baksa da takılmamıştı. Ortamda gergin bir sessizlik oluştu. Bu zamana kadar kampüs içindeki ve dışındaki hiçbir kavgada silah çekilmemişti. Kimsenin derdi can almak değildi ve hem sağ hem de sol taraflar eskiye nazaran birbirine karşı daha ılımıydı. Bu nedenle bu zamana kadarki kavgalarda tahta sopa, taş, yumruk, tekme genellikle kullanılan saldırı araçlarıydı ancak silah... İşte bu herkesin sertçe yutkunmasına ve düşünceli gözlerle sessizleşmesine neden olmuştu. 1989 yılına kadar süren askeri cunta baskısı insanların seslerini çıkarmaya korkar olmasına neden olmuştu ve şu günlerde ortalık çok da karışık sayılmazdı. Küçük grupların çatışmaları da üst kademelerin dikkatini daha çekmemişti anlaşılan ki, o kadar kavgaya rağmen hiç ciddi bir tutuklama geçirmemişlerdi. "Bugün bize saldırırlar mı dersiniz?" diye fısıldadı Yasemin, sessizliği bozarak. "Bugün ya da ertesi gün, mutlaka intikam için geleceklerdir. Özgür Başkan bu sabah yanına çağırıp hazırlıklı olun dedi." "Gelmezlerse hatrım kalır." dedi Kasım, elindeki kalemi parmaklarının arasında sıkıştırırken. "Birkaç faşist tokatlamaktan asla gocunmam." Ali, ilk defa kendini arkadaşları kadar hevesli hissetmiyordu. Halil'in endişeli hali, sözleri onu ilk defa geri basmaya itiyordu. Kara gözlü adamın iki arada bir derede kalmış hali, Ali'nin de onun için endişelenmesine neden oluyordu. Halil'in gönlünü darlayan dert olmak istemiyordu. Bu düşüncelerle, burnundan derin bir nefes alıp verdi. Birkaç gündür traş olmadığı için dipleri belirginleşmiş ancak daha uzamamış sakallarını kaşıdı. Bu seferlik gerçekten arkada durmaya çalışsa iyi olacaktı. ** Saatler önce sınıfta aldığı kararın, kara gözlü adama verdiği sözün aksine karşısında davasına hakaret eden, alay eden kurtçukları görünce kanı damarlarında kabarmış ve yine, tahmin ettiği gibi kendini tutamamıştı. Sağcılar, onların genellikle toplanma yeri olarak kullandıkları Meslek Yüksek Okulunun önündeki kantini bastığında, Ali çayını yudumluyor, tostunu tırtıklıyordu. Önce seslerini duymuşlardı. Marşlarla, sloganlarla geldiklerini yedi düvele haber vermek ister gibiydi sesleri. Seslerle yerlerinden ayaklanmış, kantinin şeffaf kapılarının önü, kırık kadar adamın siluetiyle kararınca kendilerini kapı önüne atmışlardı. Savundukları her fikrin temelinde adalet ve işçi hakları varken, kantinin işletmecesine arkalarında bir döküntü bırakmak onlara yakışmazdı. Geniş ağaçlık alanda karşı karşıya geldiklerinde, Halil bir elini kaldırıp arkasındaki kalabalığı susturdu. Bir süre kimseden ses çıkmadı. Sessizliği, çocukluğundan beri her gününü süsleyen kalın tını bozunca, gözleri herkes gibi ülkücülerin en önünde duran esmere kaydı. "Selamın aleyküm." dedi Halil İbrahim, sesi çıt çıkmayan alanda gürledi. Ali istemsizce onu süzdü. Böyle anlarda karşısındaki adamı tanıdığından şüphe ediyordu. Gözlerindeki alev de, mağrur duruşu da, kibirli gülüşü de ona yabancıydı. Her şeyden önce onun elma kurdu sıcacık gülümserdi. Ancak karşısındaki bu adamın gülüşünde yalnızca büyüklenme ve art niyet vardı. Omuzları dik, bacakları yer sağlam basarken, ellerini arkasında kavuşturmuştu esmer olan. Grubun lideri olduğunu duruşuyla bile ortaya koyuyordu. Ona cevabı Özgür başkan verdi. "Aleyküm selam ülkücü. Hayırdır, hangi rüzgar attı sizi buraya?" dedi yüzünde alaycı bir gülümsemeyle, ellerini montunun cebine koydu. Halil İbrahim'in yüzünde Özgür'ün yüzündekini aratmayan alaylı bir gülümseme belirdi. "Dün senin birkaç afacan gelmiş durup dururken mekanımızın önünde yaramazlık yapmış. Abileri de onlara haddini bildirmiş. Değil mi arkadaşlar?" dedi omzunun üzerinden arkaya bir bakış atarken. Onu onaylayan birkaç keyifli nida gelince yüzünü solcu gruba çevirdi. "Biz de dedik ki, iadeyi ziyaret yapalım, çocukların hatırı kalmasın." Özgür'ün dudakları hafif hafif seğirmeye başladı. Faşistin seçtiği kelimeler damarına basmayı amaçlıyordu ve başarmıştı da. "İyi yapmışsınız tabii." dedi Özgür, hissettiği siniri yansıtmamaya çalışarak. "Yalnız..." dedi Özgür, duraksayıp Halil'in deli deli bakan karalarına dikti gözlerini. " Durup dururken lafını kabul etmiyorum ülkücü. Dün yoldaşlarım senin kapına, bir kardeşimize yapılan alçakça saldırının hesabını sormaya geldi, hesaplarını sorup döndüler. Bizim derdimiz kralcılarla değil, kralın kendisiyle." Halil'in kaşları solcu liderin neyden bahsettiğini bilmediği için çatılırken, bilgi istiyormuş gibi kafasını yana doğru çevirdi. Arkasındaki adamlardan biri yavaşça ona yanaşıp kulağına olayın aslını fısıldayınca sinirle dişlerini sıktı. Kulağına konuşan dava kardeşine sert bir bakış gönderse de bir şey demeden yüzünü tekrardan solcu grubun liderine çevirdi. "Senin kendini bilmez afacanlardan biri ocağımızın karşısındaki duvara komünizm propagandası barındıran bir şeyler yazacak cüreti göstermiş, davadaşlarım da gerekeni yapmış. Bozkurdun inine gelen çakal, canı yanmadan çıkamaz solcu, siz hala bunu öğrenemediniz mi?" Özgür onun sözleriyle dişlerini sıktı. Ülkücülerin içinde en çok bu adamdan nefret ediyordu. Esmer reisin hem laflarıyla hem yumruklarıyla hem de icraatlarıyla baş etmek her baba yiğidin harcı değildi ve Özgür'ün her karşı karşıya kaldıklarında sinirden gözü dönüyordu. "O zaman sizi bir silkeleyip, ininize geri gönderelim Halil kardeş. Faşizmin ve emperyalizmin uşakları olan sizleri, her yerde ve her koşulda silkelemek bize keyif verir. " diyerek gülümsese de, elleri çoktan yumruk olmuştu. Halil'in yüzünde soğuk bir gülümseme, gözlerinde keskin bir bakış belirirken, "Eh, görelim bakalım nasıl silkeliyorsunuz bizi?" dedi alaylı bir sesle. O sırada ülkücülerin arasında elden ele dolaşan tahta sopalarla Ali sertçe yutkundu. Onların eli boştu. Anlaşılan o ki, bugün iyi bir dayak yiyeceklerdi. Biraz sonra kızılca kıyamet ansızın kopmuştu. İki grup hınçla birbirine girerken, Ali önüne gelen ilk bıyıklının yüzüne kafasını geçirdi. Aldığı sopa darbeleriyle inlememek için dişlerini sıkıyordu ancak aldığı darbelere rağmen şimdilik iyi gidiyordu. Yediği her sopa darbesinden sonra öfkesi daha da harlanıyor, karşısındaki bıyıklıya ayarsız yumruklarıyla ve tekmelerle karşılık veriyordu. Önündeki bıyıklıyı yere serince bir an için soluklanıp çevresine bakındı. Gözleri o hengâmede bile esmer delikanlıyı anında buldu. Allah yarattı demeden önüne gelene kafa göz daldığını görünce homurdandı. Her zaman deli kuvveti olmuştu kara gözlüsünde ve şu an onun önüne çıkan yoldaşlarına acımaktan kendini alamıyordu. Halil'in gözleri ise fırtınanın başından beri ondan kopmamış, indirdiği her darbeden sonra dönüp kıvırcığın durumunu kontrol etmişti. Bir an için göz göze gelseler de gözleri öteki saniye birbirinden zoraki olarak koptu. Kıvırcığın üzerine atlayan ülkücü genç, mühendislik fakültesinin ağır toplarındandı. Herif duvara yumruk atsa, duvar kırılırdı. Adamlarının becerilerini iyi bilen Halil, bu sahneyle sert, endişeli bir nefes çekti içine. Kıvırcığın yüzüne inen yeni bir yumruk darbesini gördüğünde şalterleri ansızın attı. Çevresindeki kaosu umursamadan, hala onunla kapışmaya çalışan örgüt elemanını sert bir ayak darbesiyle hemen arkasında dövüşen ikilinin üzerine düşürdükten sonra sert adımlarla Ali'yi yere yatırmış yumruklayan yoldaşına ulaştı. İri adamı ensesinden tutup, kulağına eğilirken kara gözleri alev saçıyordu. "O benim." dedi dişlerinin arasından. Ensesinden tuttuğu arkadaşının tedirgin gözleri onu bulurken, sertçe yutkunup, "Tamam reis." dedi sorgulamadan. Ali ile arasındaki yakınlığı bilenler yalnızca üst sınıflar olduğundan, iri delikanlı bu çocuğun reise bir yamuk yaptığını düşünüp sorgulamadan başka bir ava yöneldi. Halil, ayaklarının altında yatan ve karnını tutan çocuğa bir süre nefes nefese baktı. Ardından hissettiği öfkeyle, onu omuzundan tutup sertçe ayağa kaldırdı. Ali'nin şaşkın yeşilleri onu bulurken, "Halil?" dedi gayri ihtiyarı. Biraz önceki kurtçuk onu çok sert yumrukladığından bir an için nevri dönmüştü. Esmer delikanlı, bir elini Ali'nin ensesine sarıp, sanki onu sürüklüyormuş gibi bir hava yaratarak, "Yürü." diye fısıldadı. Gerçi o kaosun ortasında koluna girip götürse de kimsenin fark edeceğini düşünmüyordu. Ali'nin şaşkınlığından yararlanıp onu sürükleyerek kantinin arkasındaki tuvaletlerin olduğu boş alana sürükledi. Biraz sonra Ali'nin sırtını sertçe duvara yaslayıp, üzerine eğildi. "Hani geride duracaktın lan?" diye bağırdı yüzüne doğru. Ali, fazla yakınındaki öfkeden kuduran yüzle sertçe yutkundu. "Tepem atınca unuttum." diye mırıldandı suçlu bir sesle gözlerini kaçırırken. Nefesleri biraz önceki boğuşmadan kaynaklı olarak hızlıydı ancak biraz öncekinden farklı olarak karnında garip bir kasılma vardı. Sanki bütün organları karnına doğru çekiliyordu. Halil ise aldığı cevapla gülse mi, daha mı çok sinirlense karar veremedi. Sık solukları Ali'nin yüzünde can verirken, gözleri çocuğun yeniden berelenmiş yüzünde dolandı. Tekrar açılmış kaşında, yüzünde anında şişmeye başlamış birkaç noktada gezindi gözleri. En son patlamış ve kanayan dudağında durdu kara gözleri. Elinin tersiyle kanayan dudağı sertçe silerken, nefeslerini düzenlemek adına birkaç kez yutkundu. "Sen beni çıldırtacak mısın kıvırcık?" Ali, dudağını silen elle içine titrek bir nefes çekti. Şimdi de dudakları uyuşmuştu durduk yere. Vücudu son zamanlarda çok garip tepkiler veriyordu gerçekten. Hala kanayan dudağını ağzının içine çekip, metalik tadın ağzına dolmasına izin verdikten sonra, "Sen zaten küçüklüğünden beri hafif kafadan çatlaktın elma kurdum. Bu konuda çok da gayret göstermeme gerek yok bence." dedi dudakları engelleyemediği bir sırıtmanın esiri olurken. Halil İbrahim ona sert bir bakış atıp, sırıtan dudakların üzerine elinin tersiyle hafifçe vurduktan sonra, sinirini dudaklarından verdiği kuvvetli nefesle salıp, yılgınlıkla kafasını yere eğdi. "Dönme bir daha oraya. Eve mi gidiyorsun, dersine mi gidiyorsun nereye gidiyorsan git ama o alana bir daha dönme Ali." Ali ağzını açıp itiraz edeceği sırada megafondan kapıdaki güvenliklerden birinin bağırtısını duydular. Halil, sesin geldiği yöne bir bakış atıp aceleyle tekrar Ali'ye döndü. "Git haydi." deyip, cevap vermesini beklemeden ona uyarıcı bir bakış atıp koşar adım çatışmanın çıktığı alana geri döndü. Yüksek ihtimal güvenlikler tarafından grubun elebaşları olarak dekanının yanına sürükleneceklerdi. Bu nedenle orada olmalı ve sorumluluğu üstlenmeliydi. Ali ise zaten cevap verecek halde değildi. Biraz önce yüzüne vuran nefesler, sanki içinde sürekli şişen bir yağmur bulutuna son nemini vermiş gibi ansızın bir sağanağa yakalanmıştı ve bu nedenle afallamıştı. Onun gidişini izlerken şaşkın bir nefes verdi. Kalbinde bir uyuşma vardı ve elleri titriyordu. Gözleri titreyen ellerine kayınca kafası iyice karıştı. Son zamanlarda ne zaman Halil'le gereğinden fazla yakınlaşsa vücudunda böyle anlamsız reaksiyonlar baş gösteriyordu. Ona ne olduğunu bilmiyordu. Aynadaki aksi kadar tanıdık olan esmerin kokusunun, soluklarının, gözlerinin ya da gülüşünün sanki ilk kez görüyormuş gibi onu afallatmasına; daha saçması karnını ağrıtmasına mantıklı tek bir açıklama bulamıyordu. Acaba yeni bir tür ince hastalığa mı tutulmuştu? O sırada, iç sesi yıllardır bastırdığı o gerçeği çığlık çığlık bağırıyordu. Ali ise o sesi duymamaya öylesine kararlıydı ki; o ayarsız çığlık, kulaklarında önemsiz, anlaşılmaz bir fısıltıya dönüşüyordu. Kafasının arkasını, arkasındaki soğuk betona sertçe yaslarken kirpikleri kontrolsüzce titreşti. Gözlerini bulutlu semaya dikerken, hala kafesinde bir kuş gibi çırpınan yüreğinin bir an önce sakinleşmesini umdu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD