Soluklar insanın yaşam kabiliyetini güçlendirdiği kadar hayatını yitirme sürecini de hızlandırmayı başarabiliyordu. İçime aldığım derin ve sık nefesler göğsümde büyük oyuklar açmakla birlikte o oyukların içerisine biriktirdiği telaş, merak ve saf korkuyu içine hapsediyordu.
Sokak boyunca koşmama rağmen aldığım cevap bir 'hiç' den ibaretti. Bulamamıştım.
Ellerimi dizime koydum ve derin derin solumaya başladım. Gözlerim etrafı atmaca misali tararken hiçbir şey bulamamam yine sinirlenmeme neden oldu. Artık onu gördüğümde boş boş durmayacaktım. Aksine yüzünü görmek için elimden geleni yapacaktım.
Gerekirse üzerine atlayacaktım ama yine de kim olduğunu görecektim.
"Lanet olsun..." kendi kendime mırıldanıp geldiğim yolu geri teptim. Hangi akla hizmet o kadar geldiysem! Ders başlamış olmalıydı. Homurdana homurdana okuldan içeriye girip sınıfa çıkmaya başladım. Kapıyı çalıp içeriye girdiğimde gözlüklerinin üzerinden bana bakan Nuri hocaya mahcup bir bakış attım.
Kural 1: kendini affettirmek istiyorsan şirin ol.
"Oo Tanya Hanım, sonunda teşrif edebildiniz?" İğneleyici laflarını es geçip yalandan gülümsedim.
"Kusura bakmayın hocam, bir daha olmaz." Eliyle beni geçiştirip;
"Geç yerine." Dediğinde sırama yürüdüm ona arkamı dönüğüm an gülümsemem yüzümden silindi.
Bana merakla bakan Şimal’in yanına geçip oturdum ve hocaya yan gözlerle bakarak kulağına fısıldadım. “Onu gördüğümü sandım ama yanılmışım. Ondan geç kaldım. “
Gözlerini merakla açıp o da hoca bakıyor mu diye arada yokluyordu. “Ya oysa? “ bilmediğimi belirtircesine omuzlarımı indirip kaldırdım. Ardından hocadan yükselen “Sessiz olun! “ nidasıyla kendi halimize dönüp derse odaklanmaya çalıştık. Daha doğrusu ben uyumak için kendime zemin hazırladım ama düşünmekten ne yazık ki onu da yapamadım. Saatler geçmek bilmezken nihayet gelen paydos saati yüzümde güller açtırdı.
Edebiyat dersinden kalan ödevleri bize giderek yaptık, sonra da Şimal annesinin araması üzerine yanımdan ayrıldı. Abim henüz işten dönmediği için ona hızlıca ne zaman geleceğine dair bir mesaj attım. Attığı mesaja göre ek mesaiye kalacaktı. Tek kalmaktan tedirgin olsam da işi bırakıp gelmesini isteyemezdim, benim yüzümden zor durumda kalırsa kötü hissederdim. Aslında insanların düşüncelerini önemsemezdim ama o abimdi. Tek değer verdiğim insandı.
Benim için değer başka minnet duymak başkaydı. Bana yardımı dokunanlara minnet duyar beni benimseyenlere değer verirdim.
Herkes geçiciydi sanki hayatımda abimden başka. Koşulsuz şartsız beni sevecek, benden beklentisi olmayacak çok nadir kişilerden biriydi.
Acıkan karnımı doyurmak amacıyla mutfağa girdim ve birkaç şey atıştı biraz televizyon izledikten sonra, gelen mesajlara bakma gereksinimi duymadım. Ya instagramdan ya da whatsapptandı. İnstagramdakiler Pamir nedeniyle yazarken, whatsapptakiler ödev nedeniyle yazardı genellikle.
Odama çıktım ve bir duşun iyi geleceğini düşünüp dolabın alt tarafında bulunan çekmecelerden zehir yeşili dantellere sahip iç çamaşırlarımı aldım ve banyoya girdim. İç çamaşırı ve ayakkabılara önem veren bir kızdım. Nedeni yoktu, sadece önem veriyordum
Duşumu aldıktan sonra iç çamaşırlarımı giymiş ve aynanın karşısına geçip üst dolaptan saç kurutma makinasını alarak saçlarımı kuruttum.
Banyonun ışığını kapatıp odaya girdiğimde etraf fazlasıyla karanlıktı. Ben ışıkları açık bırakmamış mıydım? Bıraktığımı hatırlıyordum. Işığa doğru ilerlediğimde ensemde hissettiğim nefes ile yerimde kalakaldım.
Bu yastığıma sinen kokuydu.
O buradaydı.
Lanet olsun o buradaydı!
Kalbim korkuyla kasılırken kendime lanet ettim. Üzerimde iç çamaşırlarımdan başka hiçbir şey yoktu.
"Güzelim..." bana kış çiçeği diyen adam son zaman mesajlarında hep güzelim diyordu. Ama düşünmem gereken şey şu an bu değildi. Ne düşünmem gerekiyordu ki? Ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum.
Cevap veremedim.
Dilim tutulmuş gibiydi.
Korkudan taş kesildim.
Arkamdaki bedeninin hareketlendiğini hissettim. Şu an yapmam gereken ışığı açmak ve yıllardır peşimde olan adamın yüzünü görmekti. Ama ne bacaklarım gitmek gibi bir girişimde bulunuyordu ne de dilim çözülüp konuşabiliyordu.
Sıcak ve iri bir elin belimi kavraması ile irkildim ve gözlerim kocaman oldu.
Allah'ım ne yapmalıydım?
Belimdeki eli ile beni kendisine çekti ve vücudumu vücuduna yasladı. Kemerinin tokasını çıplak belimde hissetmem ile daha da irkildim.
Kokusu... o kadar güzeldi ki neye benzediğini bile tahmin edemiyordum.
Ah tanrım, kokusu şimdi düşünülecek şey miydi?
"O kadar güzelsin ki...yıllardır bu anı bekledim. Sana senin haberin varken dokunmak. Sana dokunmak bile hayalimin ötesinde bir ihtimaldi ama şu an kollarımdasın." Diğer elini de belime attı ve beni arkamdan doğru sımsıkı sardı. Her yer karanlıktı. Görmek istesem dahi göremezdim.
Dudaklarını omzumda hissettiğimde nerdeyse ağlayacak kıvama geldim. Oysa ki o kadar ağlayan bir kız değildim. Arkamda platonik bir aşık vardı ve bana tam da şu an zarar verebilirdi.
"Konuş benimle güzelim, duyayım o ilahi sesini. Mahrum etme beni kendinden." Sesi nedensizce tanıdıktı. Soğuk ellerim havalandı ve kendi ellerimi onun ellerinin üzerine koyarken buldum. Arkamdaki beden öyle bir kasıldı ki, bir an ne yapıyorum diye düşündüm. Sahi ben ne yapıyordum?
Ellerini belimden ayırmaya çalıştığımda buna izin vermeyip beni kendine çevirdiğinde korkuyla hıçkırdım ve ağlamaya başladım. Bulanık gören gözlerim karanlıkta sadece boğazımdaki yumruyu artıran gözleri görebilmişti.
Sarıya çalan bal rengi gözlerine serpiştirilmiş yeşil kırıntılar o kadar muazzamdı ki... Yüz hatları keskin görünüyordu lakin tam olarak tanımlayamıyor ve kavrayamıyordum. Ona vursam bana saldırır mıydı?
"N-ne olur bırak beni." Beni dinlemedi.
Aksine sağ elimi tuttu ve gözlerime bakarak yukarı kaldırdı. Ardından dolgun olduğunu hissettiğim dudaklarını avcuma bastırıp derin bir soluk alarak öptü. Elimi aşındıran hafif yeni yeşerdiğine emin olduğum sakallar canımı yakmak yerine beni gıdıkladı.
"Sakın benden korkma. Zaten korkmak sana göre değil, yıllardır konuştuğun adamdan korkman imkânsız değil mi?" Boğuk ve kadife gibi sesi beni rahatlatmak için var olmuş gibiydi.
Derince yutkundum.
"Neden rahat bırakmıyorsun beni? Sadece korkutmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Beni kendine böyle bağlayamazsın."
"Bağlamama izin vermiyorsun ki, sen sevmek nedir bilmiyorsun, çünkü kalbini kimseye açmıyorsun. İzin ver bana seni dünyanın en mutlu kadını yapayım. O kadar muhtacım ki senin nefesine ... nefesin olmadan nefes alamayacakmış gibi hissediyorum. Sevdiğin kadına yakın olup da bir o kadar da uzak olmak nedir bilir misin?" O kadar içten ve o kadar acılı konuşuyordu ki ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Ben kimseye karşı bir şey hissetmemiştim ki, hissetmek istememiştim aslında hissetmiştim...ama, geçmişte kaldı işte. Erkekler benim için arkadaştan ibaretti dahasını hiç düşünmemiştim. Ki düşünemiyordum zaten, çünkü erkeklere karşı hissettiğim tek şey tiksintiydi. Bir nedenden dolayı değildi bu tiksinti, kendi kendine bedenimin verdiği tepkilerdi ve ben bundan korkuyordum.
"B-ben yapamam. Evet sana alıştım, at...tanımıyorum seni. O kadar uzak tuttun ki kendini benden, sana adımladıkça sen geri kaçtın." Belimde ki eli sıkılaştı ve diğer eli elimi bırakıp yanağımı avuçladı. O kadar yakındı ki nefesi dudaklarıma vuruyordu.
Şu an iç çamaşırlarımla karşısında olmamı unutmaya çalışıyordum. Utanıyordum.
"Yemin ederim beni tanıman için kimseye açmadığım kalbimi sana açacağım." Dediğinde duraksadım.
Yakışıklı olduğunu iddia etmişti peki ya neden ben?
"Yakışıklı olduğunu iddia ediyorsan etrafında birçok güzel kız olmalı, hatta sevgilin bile olmalı."
"Var." Dediğinde kaskatı kesildim. Duyduklarımın şokunu atlatır atlatmaz hızla yumruğumu göğsüne indirdim.
"Piç kurusu birde utanmadan var mı diyorsun? Varda neden yıllardır peşimdesin, Hangi akılla geldin buraya defol evimden!" Çığırışlarımı kesmek amacıyla eliyle ağzımı kapatınca daha da sinirlenip daha çok vurdum.
"Kızım bir dur ya, ne kadar hırçınsın sen? Evet sevgilim var, o da sensin." Durdum ve ikinci şokun bedenimi ele geçirmesini bekledim.
Şaka mı yapıyordu? Eğer şaka ise hiç komik değildi.
İnsanlar tahammülü olmayan varlıklar olmalı ile birlikte yanıltıcıydılar. Bir insanın en büyük düşmanı insandan başkası değildi. Bir insana en büyük korkuyu insan verdiği gibi en büyük heyecanı ve mutluluğu da verebiliyordu.
Korkmak bana aykırı bir durumda lâkin karşımdaki bu adamdan korkmamak elimde değildi.
Yüzünü tam olarak göremesem de kendisinin de dediği gibi yakışıklı olduğu aşikardı.
Tanıdık siması göz doldururken, nereden tanıdığımı düşündüm. Ancak herhangi bir sonuca varamamıştım.
"Git artık." Bu da benim korkumu belli etmeme çabalarımdan biriydi. Ne kadar başarılı olabildim bilinmezdi lâkin parmak uçlarıma kadar hissettiğim korku, bütün iliklerimi etkisi altına almıştı.
"Gideceğim ama bir şartla."
"Bana şart koşabilecek bir durumda değilsin." Sert olmasını dilediğim kelimeler istediğim kıvamda dudaklarımdan dökülünce sevinmedim değil.
"Pekâlâ o zaman şöyle diyelim, şart değil de bir istek?"
"Söyle." Sesi o kadar naif ve yumuşaktı ki bir an gözlerimi kapayıp onun sesiyle uyuyabileceğimi hayal ettim ama dediğim gibi, sadece bir an böyle düşündüm.
Acaba erkekliğine vurup kaçsam beni öldürür müydü?
Zihnim kendi kendine oyunlar oynamaya başlayıp, saçmaladığında gözlerimi kapatıp açarak nefeslendim.
Kendime gelmeliydim.
Ben bu değildim.
"Beni bul." her şeyi bekleyebilirdim ancak böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordum. Titreyen parmaklarımla ondan biraz daha geri çekildim, kahretsin ki yüzü tam olarak belli olmuyordu. Cam gibi parlayan gözleri şu an için en çok ilgimi çeken noktaydı.
"Ne? Bulmam için fırsat tanıdın da ben mi bulmadım?" ufak serzenişlerimi umursamadan elini kaldırıp yanağıma yasladı. İrkilerek bir adım ondan uzaklaştım ve elinin boşluğa düşmesini sağladım.
Kuruyan göz pınarlarım sızlarken, başım yavaştan yavaştan ağrımaya başlıyordu.
"Şimdi sana o fırsatı vereceğim."
Heyecanlanmış mıydım?
Evet.
Belli edecek miydim?
Hayır.
"Nasıl?"
"Yarın her zaman gittiğimiz sahil kenarına gel. Genellikle oturduğun taşın altına ipucu bırakacağım. İpucunun içinde, ismim saklı olacak bulacağını umuyorum."
Yutkundum.
Ne diyeceğimi bilemez hâle geldim.
"Pekâlâ." diyebildim sadece.
Başka ne diyebilirdim ki?
"Beni bul." dedi tekrardan.
Durdum ve yeşil gözlerimi, parlak gözlerine kilitledim.
"Seni bulacağım."
●
Odamdan gidişini sadece izlemekle yetinmiştim. Camdan atlayarak ortadan kaybolması ile eve nerden girdiğini anlamıştım. Hızlıca üzerimi giyinip bir daha iç çamaşırlarım ile oda da gezmeyeceğime dair kendimi tembihledim. Mutfaktan çerez alıp laptopumun karşısına geçtim ve sosyal medya hesaplarımı gözden geçirdim.
Facebook'a dün attığım fotoğrafın 3.149 beğenisi 400 yorumu vardı. Yorumların bazılarını okumaya başladım.
Ceren k.
[Ay Pamir bunun neresini sevmiş be kesin hep boya küpü.]
Samet Ç.
[Of anasını satayım lan bir bize gelmedi böyle taş hatun.]
Semih M.
[Çok güzelsin.]
Sinem L.
[Şimdi hakkını yemeyelim kız harbi taş.]
Selçuk M.
[Sen kimsin lan facemde böyle bir hatunun ne işi var? Şoklardayım.]
Fikri E.
[Kesin fake.]
Cansu T.
[Ben daha güzelim kıçımın kenarı.]
Talha S.
[Benimle evlenir misin?]
Gibi daha bir sürü yorum vardı. Yarısı hakaretlerle dolu yarısı iltifatlarla doluydu. Pamir sayesinde artan ünüm, paylaştığım fotoğraflar ile daha çok benimsenir olmuştu. Birkaç kişinin 'tumblr girl' seslenmelerine maruz kalıyor oluşum bundan kaynaklıydı.
Önüme düşen kahverengi saç tutamını, kulağımın arkasına yerleştirip ağzıma çerezlerden birini atmayı ihmal etmedim. Ardından seri şekilde İnstagrama girdim, uzun zamandır girdiğim söylenemezdi.
Lâkin girer girmez beni tesiri altına alan bildirimler ile kısa çaplı bir şok yaşadım.
32K takipçi ne zaman olmuştu? En son 7K diye hatırlıyordum.
Pamir'in işi olmalıydı.
Gelen mesajlara hiç bakmadan eve gelirken çektiğim fotoğrafı attım. Saniyesinde gelen beğenileri göz ardı edip instagramdan çıktım ve laptopumu kapatıp masanın üzerindeki suya uzanarak bir yudum aldım. Elimdeki çerez tabağını da masanın üzerine bıraktım ve telefonu şarjdan çıkartıp komodine gelişi güzel attım. Ardından, yatağa girip gözlerimi kapatarak yorucu geçen bir günü arkamda bırakarak uykuyu gözlerime misafir ettim.
●
"Ne demek çocuk akşam odana girdi?"
"Kapa çeneni Şimal sinirlerimi bozuyorsun."
"Tamam, tamam sustum....yani şimdi ciddi ciddi odana mı girdi?"
"Şimal!!"
"Aman be tamam." Deyip kıçını bana döndü ve üzerini giyinmeye başladı. Soyunma odasındaydık ve olayları üstü kapalı bir şekilde Şimal'e anlatmıştım. İki saattir başımın etini yiyordu, yok nasıl oldu da bilmem ne falan filan...
Üzerime siyah kenarlarında pembe şeritleri olan taytı giydim. Ardından üst olarak beyaz yarım atlet giyip göbeğimi kapatması için pembe salaş askılıyı üzerime geçirdim, siyah pembe karışımı spor ayakkabılarımın bağcıklarını bağladım, ardından saçlarımı tepeden at kuyruğu yaptım ve Şimal ile birlikte salona girdik.
Ders beden eğitimiydi, hoca voleybol kaptanını seçecekti. Seçmeden önce ise herkesin oynayışını izleyecekti. Voleybol da iyi olduğum için pek dert etmesem de Ece benim için dişli bir rakipti.
Sıraya girdik ve ısınma hareketlerinden sonra erkekler futbol veya basketbol oynamaya giderken bizde filenin iki tarafına yerleşmiştik. En ön ortaya geçtim benim ardımdan Zehra ve Simge iki yanıma geçerken arkamda Melis vardı. Melis'in iki yanında da Sevda ve Filiz bulunmaktaydı.
Karşı tarafta benim bulunduğum yerde Ece onun iki yanında Pamir'in grubundan aslı diğer tarafta ise Petek vardı. Arka üçlü ise Dilay, Senem ve Gamze üçlüsüydü.
3-2 maçı biz kazandığımızda Ece ve Aslının düşmancıl bakışlarını üzerimde hissetsem de pek takmadım. Yenmeyi seven biriydim ve genel olarak her zaman istediğim şeyi elde etmiştim.
Bilirdik ki imkânsız diye bir şey yoktu.
Zoru başarırdık, imkânsız ise biraz zaman alırdı.
"İyi işti sahipsiz." Diyerek Zehra elini kaldırdığında sırıtıp beşlik çaktım. Hepimiz bir sıraya girdik ve rahat pozisyonu ile ellerimiz arkada Özgür Hoca, yani beden hocamızın ağzından çıkan sözleri dinlemeye başladık.
"Çok uzatmaya gerek yok, kararımdan sonrada kimse ağlayıp zırlamasın veyahut ben daha iyiydim gibi cümleler kurmasın. Burada eğitimli olan benim ve doğal olarak kimin daha iyi ve kurallara göre oynadığını görebiliyorum. İzledim ve istediğim kişiyi buldum.
Kararıma saygı duyarsınız umarım, yeni kaptan Tanya ÖZŞAN, serbestsiniz." İsmimi duyunca yüzümde oluşan gülümseme ile Ece ve Aslıya baktım. Yüzünde oluşan sinir ifadesi şu an için pekte umurumda değildi.
Sınıftakiler yalakalık amaçlı beni tebrik edip konuşma çabalarına girmelerine göz devirdim. Bir süre Şimal ile birlikte badminton oynadıktan sonra teneffüs zilinin çalışıyla, spor salonunun çıkışına yönelmiştik.
Terden kokan vücudum, yüzümü buruşturmama neden olmuştu.
Soyunma odasına girip hızla üzerimi değiştirdim, ter kokusu hâlâ kendini koruyordu. Bezgin bir şekilde nefesimi dışarıya verip, her zaman yanımda bulundurduğum deodorantı koltuk altlarıma sıkarak kokuyu bir nebzede olsa önlemeyi amaçladım.
Eve gider gitmez duş almam gerekiyordu.
Soyunma odasında işimiz bittiğinde, Şimal ile sohbet ederek kantine ilerlemiştik. Ancak kapıdan girer girmez çarptığım beden ile neye uğradığımı şaşırmıştım.
Geriye savrulan bedenim ile belime sarılan eller, kesinlikle midemde bir şeyleri harekete geçirmişti. Hele ki, gördüğüm yüz Pamir'e aitken, bulanan midem doğru yolda olduğumun kanıtıydı.
"Önüne bakmayı dene." dedim sesime yansıyan siniri saklama gereği duymadan.
"Bakıyorum."
Bir eli cebinde rahatça söylediği cümle ile insan ister istemez sinirlenebiliyordu.
Sonra bana neden Pamir'e şans vermiyorsun diyorlardı.
Gel de böyle bir insana şans ver.
"Belli, şaşı olmuş gibisin. Her neyse, önümden çekilir misin?" bir adım yana kaydı ve bana yol verdi.
Tam yanından geçerken kulağıma,
"Sen istersin de çekilmem mi?" dediğinde umursamadan yoluma devam ettim.
Umursadığım tek şey, okul çıkışı gideceğim sahil kenarıydı.