-Kış Çiçeği-
‘Kaybettiklerini düşünmek yerine yeni sulara yelken aç. Belki kazanacakların daha da mutlu edecektir seni. ‘
Rüzgar, bir şeyler bana anlatmak istercesine uğuldadı kulağımda. İçinde fısıltılar vardı, nasıl anlamak istediğin sana bağlıydı. Açık penceren içeri süzülen tatlı meltem elimdeki kitabın arasına iliştirilmiş notu neredeyse uçuşturacaktı. Bugün ile beraber bana ulaşan elli ikinci kitap, onun bana hediyesiydi. O kimdi bilmiyorum ama sevgisini hiç gocunmadan bana göstermeye çalışan, bunu beni korkutmadan yapmak için elinden geleni yapan bir şahıstı. Her hafta bana bir tane kitap bırakır, içine beni gerek hayatım gerekse okulumda yaşadığım olaylar için motive edecek notlar yazar ve dışarıdaki babamın yaptırdığı posta kutusunun içerisine koyardı. Başlarda buna anlam verememiş, ürkmüş olsam da şimdi öylesine kıpır kıpır yapıyordu ki içimi polise gidip şikâyetçi olduğum dönemler nedeniyle yüzüm kızarıyordu. Günümüzde tanıdığım insanlardan çok farklı bir düşünce yapısı vardı. Önce kitapları kendisi okur, sevdiği yerlerin altını çizer sonra bana notlar koyup kitabın arasına bir gül ile sıkıştırıp gönderirdi. Evimi nerden biliyordu bilmiyorum, okuldan biri olduğunu düşünüyordum. Zaten okuldaki herkes evimi bilirdi. Doğum günü partimde babamın bana yaptığı bir sürprizdi. Her ne kadar sevmediğim insanlar gelmiş olup beni sinir etmiş olsalar da o güne özel hep yüzümü güldürmüştüm.
Son zamanlarda monotonlaşan hayatımın bana kattığı en canlı renkler bu kitaplardı. Elimde tuttuğum kitap Aşk ve Gururdu. Bugün itibariyle kısmen tanışmamızın birinci yılıydı. Kısmen tanışmamızdan kastım sevdiği şeyleri az çok bilmemden kaynaklıydı. Kitaplarda altını çizdiği bazı yerlerde kendi sevdiği şeyleri de belirtiyorum. Bazen uzun notlar yazardı ve o zamanlar sanki onunla konuşuyormuş gibi olur, heyecandan kalbim yerinden çıkardı. El yazısı çok güzeldi, yazdığı not kâğıtları renkli ve kokuluydular. Öyle güzel ve özenliydi ki her şey bende onun için bir şeyler yapmak istiyordum. Ama ne yazık ki o cesareti kendimde bulamadım hiçbir zaman. Ne ona gel diyebildim ne de benden git diyebildim. Şu çıkmaz sokaklara dolu hayatımda sevgisini dibine kadar hissettiğim ikinci insandı. Birincisi zaten babamı.
Babam...
Anne ve babamın ölümünden sonra beni evlatlık alan koruyucu ailem şimdi özüm gibiydiler. Kendi öz ailemi ne yazık ki tanıyamamış olsam da bana yerlerinin eksikliğini hiç hatırlatmadılar. Bu nedenle onlara ayrı minnettardım.
Yüzümde oluşan gülümsemeyle kırmızı not kağıdını elime aldım ve arkasını çevirdim. Kalbim aniden hızlandı. Arkasında da yazı yazıyordu.
Bugün birinci yılımız, beni kabullendiğin ve benden korkmadığın birinci yıl. Her hafta beraber kitaplar okuduk. Bunların benim için önemini bilmiyorsun değil mi? Seninle aynı cümleleri okudum, aynı hisleri hissettim. Beraber aktivite yaptık, kimi zaman çok gülüp kimi zaman sinirlendik. Her şey çok güzeldi, her şey seninle güzeldi. Hani bir gün bankta okurken mırıldandı ya bundan bir yıl önce, “Mezarlıkta bile büyür çiçek, beni neden sevmediler? Çok mu kuru kaldı topraklarım.” İşte o cümleye şimdi özgürce yanıt veriyorum. Ben seni seviyorum. Tanışmamıza çok az kaldı Kış Çiçeğim, görüşmek üzere.
Neden kalbim sanki hiç durmayacakmış gibi atıyordu? Tanrım, kötü bir yolda mıyım bilmiyorum ama ben iyi değilim. Daha önce böyle şeyler hiç hissetmedim!
Üzülmek istemiyorum ama üzmek de istemiyorum. Ne yapacağım bilmiyorum.
Kalbimin gürültüsünden zar zor duyduğum telefonumun bildirim sesiyle elimi ayak ucumdaki telefona uzatıp kavradım. Elimdeki notu ise sıkı sıkı kalbime bastırdım. Yeni mesaj iletisini gördüğümde kaşlarım kalktı. Bilinmeyen numaradandı.
Yeni mesaj:
“Yarın akşam odanda olacağım. “
Zorlu bir sınavdı yaşantım, bilmediğim konuda yapılmış sınavdan kalışım gibi, bu sınavdan da kalmıştım. Sevmenin kurşuni bir izle sıyırdığı kalbim hissetmek istiyor ama bazı noktalarda bu hissetme eylemi yetersiz kalıyordu. Hayatımın her anında çelişkili bir duruma kulaç atarken buluyordum kendimi. Bilmiyorum, belki ben fazla abartıyorumdur ama küçük bedenim ne kadar kaldırabilirdi bu bilinmezlikleri?
Mesajı beni bozguna uğratmakla birlikte içime korku ve heyecan filizlerini naifçe dikti.
Bedenim yangının ortasına atılmışçasına zangır zangır titrerken ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Midem kasılıyor, içindeki her şeyi çıkarmak istiyordu.
Çok can sıkıcı bir durum olduğunu inkar edemezdim.
Onca zamanın, onca yaşanmışlığın ardında hep onun olması işaret miydi? Hiç kimse olmasa bile 'o' hep var gibiydi.
O benim hiç kimsemdi. Aynı zamanda çok şeyim. Binlerce kelimeyi zihnimizde aralayıp içimize misafir etmiştik. Her ne kadar yan yana olmasa da sanki onunla binlerce saat tüketmiştik...
Fakat ne kadar inkar etmek istesem de, bazı şeyler beni yormaya başladı. Mesela durmadan onun kim olduğunu düşünmem, nasıl biri olduğuyla ilgili varsayımlar da bulunmamak yıpratıcıydı. Dün gelen mesajın ardından apar topar Şimal’i aramış ve olanları anlatmıştım. Abimin gelmesiyle detaylı konuşacağız diyerek aramayı sonlandırmış ve şimdi ise bir aradaydık.
"İyi misin Tanya?" Gözlerimi boşluktan çekip endişeyle bana bakan Şimal'e baktım ve bankta doğrulup iki dirseğimi de dizlerime yasladım. Ardından parmaklarımı saçlarıma koyup sinirle sarı- kahve arasındaki saçlarımı sıktım. Ağlamam burnumdaydı.
"Yoruldum artık Şimal..." fısıldamam toz bulutu gibi rüzgara karıştı gitti. Her ne kadar sessizce söylesem de beni duyduğunu biliyordum. Bunu sırtımı sıvazlayan elinden anlamak mümkündü. Arkadaşımdı o benim, hep anlamıştı, yine anlardı. “Biliyorum ama ayakta durman gerekiyor. Bazı şeylerin seni yıkmasına izin verecek bir kız değilsin.” Dediğinde ona minnetle baktım. Hayata karşı olan yorgunluğum çok küçük yaşlarda başlamıştı. Hep dışlanan, sırf para için sevilen taraf ben olmuştum. Abimin ortaya çıkmasıyla beraber üvey ailemin yanından ayrılıp onunla yaşamaya ve ayaklarımın üzerinde durmaya başlamış, birkaç hastalık atlatmıştım. Şimdi ise her şey yeni yeni düzeliyordu ve tam düzeldi derken hayatıma yeni bir renk katılmış olmakla birlikte gecelerimi ve gündüzlerimi de esir aldı. Sadece hafta sonları onu düşünmeden durabiliyordum. Tabii onun en büyük nedeni part time çalışıyor olmamdı ya neyse...
Şimal’e cevap vermek yerine gülümsedim. Kafamı sağ tarafıma çevirdiğimde okula yeni gelen çömez tayfanın bana bakıp fısıldaştığını görmek canımı sıktı. Allah aşkına beni bir rahat bırakın! Hepsinin ilgisi resmen üzerimdeydi. Neden? Çünkü okulun zengin ve gözdesi olan Pamir Kağan'ın kalbini kazanan kız kimdi merak ediyorlardı. Bu platonik işleri biraz can sıkıcı olmaya mı başladı ne?
Her şeyden yorucu bir hal almaya yeminli gibiydi, insanların bana önyargıyla yaklaşması, sırf okulun popüler çocuğuna yüz vermiyorum diye adımın küstah, lezbiyen gibi iğrenç sıfatlara yakıştırması ve ilk defa istediğim bir şeyin ters tepesi..
Şimdi, kalbimi attırmaya başaran kişinin benimle odamda buluşacağım söylemesi ne anlama geliyordu biliyor musunuz? Korkutucu! Şok şok şok, bir yıldır onu sevdiğini söyleyen adama inanıp odasında buluşan T. Ö banyosunda ölü bulundu. Bence çok etkileyici bir haber...
Korkmam bence gayet normaldi. Ayrıca ilk kez bana mesaj atmıştı. Madem numaramı falan biliyorsun o zaman neden yazmadın daha önce? Neden kitaplar? Amacın neydi ki? Sevmek, ürkütmek miydi? İçimde kötü bir his vardı.
Aniden duyulan korna sesi ile ikimiz aynı anda sağ tarafa döndük.
Gözlerim abimin beyaz arabasına takılınca hemen ayaklandım ve Şimali de peşimden sürüklemeyi ihmal etmedim.
Camın indirdiğinde ona 'ne var?' Adlı muazzam derecede havalı olan bakışlarımı gönderdim. Yani bence öyle.
"Hadi atla seni eve bırakayım."
"Şimal de bizimle gelsin mi Akın?" Abim olabilirdi ama bir insanı sinir etmek en büyük zevklerimden biriydi. Hatta başı çeken bu desek yeridir.
Kabul edin çoğunuz insanları sinir etmeyi seviyorsunuz.
"Sana kaç kere daha söyleyeceğim bana abi de diye? Ayrıca gelebilir evi zaten yolun üstü." Ona dil çıkardım ve Şimal'i arabaya bindirdim. Kızarmış yanakları ile bana 'seninle daha sonra görüşeceğiz' bakışları hayra alamet değildi.
Evet evet, birileri daha platonik takılıyordu. En yakın arkadaşım abime aşıktı ve biliyor musunuz, sanırım beni Bay Kitap Kurduna ısındıran Şimal’in yaşadıklarıydı. Abimi çok seviyor ama bir türlü açılmaya cesaret bulamıyordu. Bay K’den öğrendiklerimi ona söyleyeyim de uygulansın. Bence güzel taktikti.
Daha fazla düşünmemek adına elimi radyoya attım ve kulağıma;
Nicki Minaj – Dit İt On em şarkısın dolmasına izin verdim. Bu tarz şarkıları pek sevmesem de şu an harekete ihtiyacım vardı. Ne olursa olsun kendini mutlu etmeyi seven bir kızdım. Başımı cama yasladım ve gözlerimi kapatıp şarkıyı dinledim.
Gece olacaklardan korkuyordum. Ben bu adamdan belki de ilk defa bu denli korkuyordum!
***
Zaman...
O kadar vakitsiz bir şeydi ki, bekleyince hiç geçmiyordu. Bu durum tıpkı bir balıkçının oltaya yemi takması ve balığın yeme takılmasını beklemesi kadar can sıkıcıydı.
Akrep yelkovanı takip ediyor saatler dakikaların üzerine devriliyor, kum saati usulca aşağı süzülüyordu ancak yine de vakit geçmiyordu.
Saat gece 4.12 idi. Bu saate kadar gelmeyen insan bundan sonrada gelmezdi. Yatağın içinde iki büklüm uzanarak gözlerimi cama diktim. Ama ortalarda ne bir insan silueti nede ona dair bir belirti vardı.
Koca bir hiçlik...
Daha fazla beklemenin saçma olacağı kanaatine vardım ve uyumak için iyice yatağıma yerleştim. Uykusuzluktan yanan gözlerimi nihayet refaha ulaştırdım.
***
Telefonun alarmı kulaklarımda tiz bir şekilde çınlarken bu iğrenç melodi ile yüzümü buruşturmadan edemedim. Gözlerim uykusuzluktan acıyla yanarken tek emeli tekrar kapanmak ve sonsuz bir uykuya kucak açmaktı. Kafamı tekrar yastığa gömdüm ve burnuma gelen o nahoş farklı parfüm kokusunu içime çektim.
O kadar ferahlatıcıydı ki...
Ne? Parfüm mü? Farklı mı?
Gözlerim yeni farkına vardığı gerçekler ile dehşetle sonuna kadar açıldı. Hızla yatakta doğruldum ve etrafıma bakındım.
Hayır, hayır, hayır.
Odama girmiş olabilir miydi? Bu abimin kokusu değildi! Zaten o odama girmezdi ki zaten kapı da kilitliydi. Her şeyi geçtim bildiğin yatağımda kokusu da vardı.
Tanrım, ben bunu nasıl hissetmem! Korku ve tedirginlikle etrafa bakınırken bıraktığım gibi olmayan perdeye ve hafif Aralık cama uzun uzun baktım. Evime bu kadar rahat girip çıkabiliyor muydu yani? Ben... Ben nasıl bu kadar aptal olabilirdim! Korkarak tıpkı deli gibi etrafa bakın aya ve düşünmeye devam ettim. Elim ayağım titriyor, nefesim kesiliyordu. Beni öldürebilecek, Taciz edebilecek kadar yakınımda bulunduğu gerçeği bıçak gibi saplandı göğüs kafesime.
Sinirden dolan gözlerim ile kafamı yukarı kaldırdım ve gelen yaşların geri gitmesini istercesine yutkundum.
Ona bir defalık da olsa güvenmeyi seçip, bana gerçekten kendini göstereceğini düşünmüş olmak benim salaklığımdı. Zaten platonik takılan birine ne kadar güvenebilirdim ki? Hayat filmlerde göründüğü gibi eğlenceli ve romantik olarak işlemiyordu. Zaten o filmlerden yola çıkmak benim gibi çocukların hayal dünyasında yeşerirdi!
Aptaldım.
Gelen göz yaşlarımın çoğunluğu sinirdendi.
Sinirlenince ağlayan tek insan olmadığımı umuyordum.
O sıralarda duyulan telefonumun melodisi ile daha yeni kendime gelmiştim. Titreyen ellerimle telefonu elime aldığımda bilinmeyen numara yazısını görmemle seslice yutkunup titreyen dudaklarım ve buğulu gözlerim ile telefonu açtım. Heyecan, korku, üzüntü ve hayal kırıklığı... Hepsi boğazımda yumrudan ibaret.
"Neden?" diyebildim sadece, bir kelime içinde milyonlarca anlam barındırabilir miydi?
Neden bana kendini göstermedin?
Neden ben uyurken geldin?
Neden yalan söyledin?
Neden beni üzdün? Ve daha bunun gibi birçok soru...
"Ben korkak bir adamım güzelim, üzgünüm cesaret edemedim." açıklaması yeterli değildi. Hiçbir şekilde beni tatmin etmedi. İlk kez sesini duyuyor olmak bile etkilemedi beni. Zaten net anlaşılır sesi yoktu, boğuk, sert ve vurgulayıcıydı.
"Bu mu yani? istediğim tek şey lanet olası yüzünü görmek! Kiminle muhatap olduğumu bilmek. Sen, bence beni sevip sevmediğini tekrar düşün, çünkü seven insan böyle yapmaz." ardından bir damla yaş usulca süzüldü yanağımdan aşağı bir yol çizercesine.
"Sevgimden şüphe etme. Sadece çıkmamam için bazı sebepler var."
"1 yıldır mı?" sessiz kaldı.
"Sana bana gelebilen için şans verdim. Seni kabullendiğimi muhakkak gördün ve bunu belli etmeye çalıştım. Yolda giderken izlediğimin dahi bilincindeyim ama korkmak yerine yine sana güvenip sığınmaya tercih ettim. Her şeyi geçtim seni sahiplendim ya! Daha ne istiyorsun? Platoniğini kabullenip tanışmak isteyen kaç kişi kaldı artık dünya da? Platoniklik artık insanlar için sapıklık oldu ama ben bir sapık olduğunu reddedip sana kucak açtım. Fakat anladım ki sen tam da düşünülmesi gereken sıfattaymışsın. Odama gizlice girip yatağıma yatmak ne ya? Nasıl bir psikopatlık bu! ." inci taneleri gibi gözyaşım yanağımı ıslatırken yaptığım tek şey aptallığıma ağlamaktır. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum resmen. Umarım abim işe gitmiştir...
Hızla telefonu kulağımdan uzaklaştırdım ve tam kapatacağım sırada telefondan yükselen ses ile kaskatı kesildim.
"Güzelim, kapatma." Karşıdan duyulan hoş ve sert ses yutkunma kabiliyetimi yitirme sebebimdi. Nihayet tekrardan konuşması beni duraksattı.
"Ne? Neden yapmayayım? Yeterince hak etmedin mi? Peşimde sapık gibi dolaşman artık bitirdi beni. Yoruldum anlıyor musun? Seviyorsan çık karşıma dedim, çıkmadın. Söylesene ne istiyorsun benden?" En sonunda bağırmam ile sert bir soluk aldı.
"Senden istediğim tek şey ağlamaman." Burun kemerimi sıktım ve odada kısa bir volta attım. O mu maldı yoksa ben mi anlatamıyordum?
"Hasbin Allah ya, bak sinirlerimi germen eline zarardan başka bir şey vermez. Rica ediyorum, bana ne istediğini söyle. Söyle ki ona göre davranayım, sana yumuşak davranıyorum olmuyor, sert davranıyorum olmuyor, amacını bileyim ki ona göre davranayım." Dedim uysal bir sesle ve saniyesinde ağlamayı kestim. Bunu nasıl yaptım bilmiyorum ama biraz önceki sinirli halimden eser yoktu.
"Kimseyi sokamadığın küçük kalbini istiyorum, dahası yok." Enkaz gibiydi sesi, ne beni anlıyor ne de kendini anlatıyordu. Onu tanımak, tanımamaktan daha beterdi sanki ve mutsuzluk, kıyısı uçuruma denk düşen aciz bir duyguydu.
Çetrefilli hayat prangalarını hiç acımadan en hassas bölgemize vuruyordu, vurdukça daha dibe batmamız ve ölümle yüzleşmemiz kaçınılmaz bir gerçekti. Lâkin yapılabilecek bir şey olmadığı bariz bir şekilde açıktı. İnsanlar o kadar acımasız varlıklardı ki, bir yudum suyu hor görebilecek kadar düşük kalitedeydiler.
Onlardan biri olmak istemiyordum.
Sabah olan konuşmaların ardından Şimal Kitap Kurduna bir güzel saydırmış, sonra da sıkıcı derslere girip günü bitirmeye çalışmıştık. Ha birde aptal Pamir yine beni kuytu köşe de sıkıştırmaya çalışma eyleminde bulunmuş olsa da sonuç tekrar ve tekrar başarısızdı. Okul çıkışı abim beni almaya geldi ve beraber yemek yedik. Açıkçası lahmacun delisi biri olarak küçücük vücuduma zıt beş tane lahmacun yedim.
Evet, bazılarınızın az dediğini duyar gibiyim ama ne yapayım, yavaş yavaş açılacağım. Şimdi ise ne mi yapıyoruz? Bilirsiniz, klasik abi kardeş atışmaları.
"Ya abi bırak şu saçımı yırtacağım ağzını bak!!"
"Abinin ağzı yırtılmaz, ne biçim kardeşsin sen?"
"İyi bir abi olsaydın da iyi bir kardeş olsaydım. Ya bıraksana hayvan!!"
"Abiye hayvan denmez!!"
"Bak hala çekiyor!!"
Dünyanın bu acımasızlığa rağmen mutlu olduğum anlarda mevcuttu. Belki biraz gaddar bir hayattaydık ama çirkin hayat yelesini biraz daha aralayıp bize bazen güzellikleri de tattırabiliyordu. Benim en güzel yanım abimdi.
"Kumandayı ver bırakacağım." Diyen abime karşı ters ters bakmak istesem de ellerinin arasındaki saçım yüzünden, bunu yapmam pek olası değildi. Ellerimi ellerinin üzerine koydum ve uzaklaştırmaya çalıştım ama nafile. Olmuyordu. Unuttuğu bir şey vardı o inatsa ben daha da inattım.
En sonunda geleceğimden daha parlak beynimi kullanma kararı alıp karnına dirseğimi geçirdim ve kollarından uzaklaşıp sinsice sırıttım. Anı hareket yaptığım için afallayıp geri çekilmişti, aksi takdirde o kaslı bedene zarar vereceğim tartışılırdı.
"Seni kumral çıyan!!" Ona dilimi çıkardım ve en rahat koltuğa kurulup kumandayı TV’ye doğrultup, yeni başlamış olan Kana kan; Hesaplaşmayı merakla izlemeye başladım. Vurdulu kırdılı filmleri aşırı derecede çok seviyordum ama her filmde ironi olan şey; filmin sonlarına doğru o kadar dayak yiyor sonra aklına birinin sözleri geliyor intikam veya hırsın verdiği güçle kimsenin yenemediği adamı yeniyordu.
Böyle bir şey mümkün mü? Diye kendime soru sormaktan alıkoyamamıştım zihnimi. Başımı iki yana salladım ve filmin bitmesiyle gözlerimi ovuşturdum.
Kafamı yan tarafa çevirip sere serpe uzanmış uyuklayan abime baktım. Ardından ayaklanıp üst kata çıktım ve bir tane örtü alıp üzerine örttüm. Kollarımı iki yana açtım ve esneyerek yukarı çıkmaya başladım.
Kısa şortumu biraz aşağıya çekeleyip askılı tişörtümü düzelttim. Elimdeki telefon titreşince bakışlarımı telefona çevirdim.
Yeni mesaj
Yazısını görünce bir an kaşlarım çatılsa da alışkanlıktan olsa gerek hızlıca şifreyi girip mesaj kısmını açtım.
Gönderen: Bilinmeyen Numara
Abin dahi olsa kimsenin yanında şortla dolaşmanı istemiyorum.
Kalbim benden bağımsız bir şekilde korkuyla atmaya başladığında gözlerim tedirgin bir şekilde etrafı tarıyordu. Beni mi gözetliyordu? Ayrıca bana emir vermesi onun sözünü dinleyeceğim anlamına gelmiyordu. Sabahtan beri ona çok sinirliydim ve sinirim hâlâ daha geçmiş sayılmazdı. Sahi o benimle emir verircesine konuşmazdı. Ne olmuştu? Ciddiyim, kesinlikle benim kıyafetime karışacak bir insan değildi.
Eğer öyle olsaydı, bunu durmadan bir şekilde gösterirdi diye düşünüyorum. Abimin yanında ilk defa şort ile gezmiyordum, dışarı dahi birçok defa şort ile çıkmıştım, gıkını dahi çıkarmamıştı ki, çıkarmaya hakkı yoktu zaten o ayrı konuydu. Bana kitap satırlarla gelip naif notlar yazan adamla bugün tanıştığım adam arasında uçurumlar vardı. Kaşlarımı çatıp;
Ne saçmalıyorsun sen? Sarhoş falan mısın?
Diye bir mesaj yazıp gönderdim. Sarhoş olması olası bir ihtimaldi. Aksi takdirde emindim ki, bana bu tarz cümleler kurmazdı.
Gözlerim telefonun ekranına kilitlenmiş gelecek cevabı bekler olmuştu. Kendimi bir balık gibi hissediyordum oltaya gelmiş balık...
Gönderen: Bilinmeyen Numara
Sana sarhoşum. Biliyorum bana sinirlisin ama az kaldı. Bütün soruların cevap bulacak ve sende beni bulacaksın.
Kalbim öyle bir çırpınıyordu ki bu çırpınış minik bir serçenin kaçış planları kadar ürkek ve kanadını çırpışı kadar hızlıydı.
Cevap vermedim.
Veremedim.
Elimle kahverengi saçlarımı geriye ittim ve dudaklarımı üstün körü yaladım.
Tekrar gelen bir mesaj ile sıkkın bir nefes koy verdim, odamdan içeriye girip yatağa kendimi atıp mesajı açtım.
Dudaklarını yalaman beni tahrik ediyor, benim dudaklarımı da yalasan fena olmazdı.
Gözlerim yazan şeyler ile haddinden fazla büyürken bir an yutkunamadığımı hissettim. İlk defa sapıkça bir mesaj atıyordu ve ben ciddi anlamda şok üstüne şok yaşıyordum. Ne oluyor ya? Eğer azıcık da olsa onu tanıdıysam bunu yazacak kadar cesaretli olduğunu düşünmüyordum. Zaten cesareti olsa karşıma çıkardı ya o ayrı konu.
Seni aptal, ne oldu sana böyle? İnanamıyorum. Bu sondu bir daha bana yazma, engel atacağım.
Hırs ile yazdığım kelimeler ile düşünmeden edemedim. Ne malum başka kızları da böyle taciz etmediği? Bu sevmek değil bildiğin tacizdi.
Gönderen: Bilinmeyen Numara
İstediğin kadar engelle, her daim ensendeyim.
Dediğinde kaşlarım aheste bir şekilde yukarı kalktı.
Kim bilir kaç kızın peşinden böyle koşuyorsun, düzenbaz pislik.
Dedim ve gönder tuşuna bastım. Cevap hiç gecikmemişti.
Gönderen: Bilinmeyen numara
Ben kimsenin peşinden koşmam.
Kalkan kaşlarım anında çatıldı.
Farkında mısın bilmiyorum ama benim peşimde koşan sensin?
Cevap saniyesinde geldi.
Gönderen: Bilinmeyen Numara
Sen bir istisnasın.
Sinirle numarasına tıklayıp engelle tuşuna bastıktan sonra, kafamı yastığa gömüp sessiz bir çığlık attım.
Lanet olası adam beni katil edecekti!
Egosuna tükürdüğümün evladı!
***
Beynim girdiği savaşta mağlup olmakla birlikte bitkinlikle çöküşlerdeydi.
Bakışlarım siyah kalem ile tartaklanmış beyaz tahtada dolaşırken hocanın itici sesi kulaklarımı tırmalamaktan çekinmiyordu.
"Şinasi'nin batılılaşma konusunda ki hareketlerinden kim bahsedecek? Tanya ?" Dediğinde bakışlarımı hocaya çevirdim ve sırada biraz daha dikleşip aklıma gelen şeyleri söyledim. Açıkçası pek bilmiyordum ama aklımda kalanları söyleyebilirdim.
"Fransa'ya gittikten sonra yazdığı kasideler ile batılılaşma konusunda ki yazıları gözle görülür bir biçimde değişmiştir." Hoca başıyla onaylayıp,
"Evet kesinlikle öyle. Pekâlâ Selim Bize biraz Ahmet Mithat Efendiden bahseder misin?" Üzerimden kalkan yük ile başımı sıraya gömdüm ve hocayı dinlemeyi kestim. Şairleri tekrar ediyorduk ve sıkıcı bir konuydu. Zil çalsa da yemek yesem diye düşünüyordum kurt gibi açtım. Sabah okula geç kaldığım için kahvaltı edememiş olmam canımı sıkmadı değil...
Sanki birileri içimi okumuş gibi zil çalınca mutlulukla başımı sıradan kaldırdım ve yanımda horul horul uyuyan Şimal'i dürtükledim.
"Hadi kalk kantine inelim, çok açım." Dediğimde Şimal uykulu gözlerini gözlerime çevirdi.
"Sen hep açsın Tanya, hiç gidesim yok." Deyince ona baygın bir bakış attım.
"Çikolata ısmarlarım." Çikolatayı duyunca kantine benden önce gittiği gerçeği ile gülmeden edemedim.
Kızların genel olarak bayıldığı şey çikolatadır. Bende severdim tabii ki ama sıcak çikolatayı daha çok severdim. Vazgeçilmezim oydu.
Kantinde sıraya girdim ve kendime iki tost bir sıcak çikolata alırken Şimal'e de bir tane Karam aldım. Şefika teyzeden istediğim tepsiye yiyecekleri koydum ve Şimal'in oturduğu masaya ilerledim. Şimal direkt Karamı kaptı ve paketi yırtarak hayvan gibi saldırmaya başladı. Onun bu hallerine alışmışlığın etkisi ile bende tostumu yemeye başladım. İkinci tostuma geçtiğim sırada üzerimde oluşan gölge ile kafamı kaldırıp gelene baktım.
Bingo!
Pamir Kağan.
Kaşlarımı çatıp elimdeki tostu tabağın içine koydum ve ağzımdakini çiğnemeye koyuldum.
"Yemek yerken ayrı bir güzel oluyorsun." Diyerek bütün yavşaklığıyla sırıttığında gözlerimi devirmeden edemedim. Tostu yutup sıcak çikolatamdan bir yudum aldım ve rahatsızlık hissiyle dudaklarımı yaladım. Bu isteyerek yaptığım bir şey değildi, alışkanlıktı. Her insan bunu yapardı.
Gözleri dudaklarıma düşünce kendime küfür etmekten çekinmedim.
"Sende bana yavşayınca ayrı bir itici oluyorsun, git kendine başka bir oyuncak bul Pamir. İstediğin her şey olacak diye g*tünü yırtmana gerek yok. Ben hariç istediğin her şey senin olabilir." Dediğimde yüzü asıldı. Arkasındaki arkadaşlarına bir göz atınca Aslı'nın bana sinirle baktığını gördüm. Pamir'in grubundandı ve muhtemelen Pamir'i seviyordu.
"Sen ne kadar inkâr edersen et, hep benimdin. Benim olacaksın." Söylediği sözler beni güldürmekten öteye gitmemişti. Klasik 'benimsin' lafları. Acaba ergenliğin hangi evresindeydi? İnsan bir süre sonra beziyordu.
İvana Sert moduna bağlayarak, ‘bizimle diğılsın’ tatlım. Dememek için kendimi zor tutuyordum.
"Git başımdan Pamir, beni sinirlendirmek istemezsin değil mi?" Sakin sesime zıt bir şekilde sert olan yüz hatlarım ile ona bakmaya devam etmiştim. Ellerini cebine soktu ve üzerime eğildi.
"Böyle yaparak beni daha çok kendine çekiyorsun." Dedi ve arkasını dönüp sürüsüyle birlikte kantinden çıktı.
Salak.
Kafamı camdan dışarıya doğru çevirdiğimde okulun kapısında gördüğüm kapüşonlu yüzü gözükmeyen birinin bu tarafa baktığını gördüm. Kaşlarım bir an çatıldı, dalgınca oraya bakmaya başladım. Ardından aklıma gelen ihtimalle gözlerim irice açıldı ve masada ayaklanıp dışarıya depar atarcasına doğru koşmaya başladım. İki gün önce olan son konuşmamızdan sonra bir daha yazmamıştı. İlk defa engel yedikten sonra başka numaradan mesaj atmıyordu.
Şimdi ise belki de ilk kez ona bu denli yaklaşmışım.
Acaba o muydu?