Karanlık, hayatımızı bir çarşaf gibi örter ve bizi himayesi altına alırdı. Biz ise sızlayan avuçlarımızdan damlayan kanla karanlığı sarıp sarmalar, iyi olacağını düşünürdük.
Oysa karanlık kötüydü.
Bütün renkleri içinde barındırdığı gibi, bütün renklerin katiliydi.
Karanlık olunca hırsızlar ortaya çıkar, katiller cinayet işler ve birçok masum tacize uğrardı.
Karanlık benim gözümde kara lekeden başka bir şey değildi.
Heyecanın damağımda bıraktığı tat, yutkunma hissiyle dolup taşmama neden olsa da bunu yapmak yerine, omuzumdan düşen çantamı eski haline getirmekle yetindim.
Uçuşan saçlarımı hızlı bir şekilde at kuyruğu yapıp okulun çıkışına doğru ilerledim. Merak, ilmek ilmek içime işlemiş usulca zihnimi okşuyordu.
Attığım her adımda, düştüğüm bataklık beni içine daha çok çekiyor, ölümün nefesini ensemde hissetmeme neden oluyordu.
Her şey gibi bu da garipti.
Sahile doğru hızlı bir şekilde adımlarken arada gözüm telefonuma ilişiyor, ondan bir haber geldi mi diye adeta an kolluyordu. Ancak telefonumda ne bir bildirim ne de farklı bir numaraya dair hiçbir şey yoktu.
Okula yakın olan sahil kenarına yaklaştığımda içimi saran heyecan tekrardan nüksetmişti. Her zaman gittiğim taş yola doğru yürümeye başladım. Saçlarım uçuşuyor uçuştukça yüzüme doğru savruluyordu.
İçime deniz kokusunu çektim ve yüzümü buruşturmaktan kendimi alıkoyamadım.
Etraf yosun kokuyordu. Yosun kokusunu pek sevmezdim ama arkasında ki hoş koku etkileyiciydi.
Koy boyunca ilerleyip her zaman oturduğum taşa ilerlerken dilim damağım kurumuştu. Adeta diken üstündeydim. Gözüme ilişen taşa ilerlediğim sıra çalan telefonum ile irkildim.
Acaba o muydu?
Ancak bütün hayalim aryanın Şimal olduğunu görmem ile son bulmuş, yüzümü buruşturma isteğiyle dolup taşmama neden olmuştu. Oflayarak yeşil çubuğu kenara kaydırdım ve telefonu kulağıma dayadım.
"Efendim Şimal?"
"Gittin mi?!" Heyecanla sorduğu soruya karşı gülümsemeden edemedim. Cidden meraklı melehatın tekiydi.
"Yeni geldim." Karşı tarafta birkaç hışırtı sesi geldi.
"Anne bir dur ya, geleceğim birazdan Tanya ile konuşuyorum." Sonra birkaç hışırtı sesi daha geldi.
"Boncuk gözlüm." Şimal'in annesi Zümra teyzenin sesini duyduğumda kıkırdamadan edemedim. Beni çok severdi, gerçi bende onu severdim. Hele mantısını daha çok severdim.
En çokta bir anne sıcaklığıyla terbiye edilmiş avuçları, şefkatle saçlarımı okşadığında dünyalar benim olurdu.
"Zümrüt'üm."
"Ne yapıyorsun kuzum?"
"Hiç sahil kenarında oturuyorum sen ne yapıyorsun?"
Karşı tarafta yine Şimal ile kavgaya tutuştuklarını duyduğumda elimle alnımı kaşıdım.
"Bayanlar sakin olun, biliyorum beni çok seviyorsunuz ama kavgaya gerek yok." Karşı taraftan yükselen kahkaha sesleri ile dudağımı ısırıp tekrar etrafımı süzdüm ama ortada bir erkek yoktu. Ortada insan yoktu.
Acaba beni izliyor muydu?
Bir süre sonra Şimal annesini odasından atmayı başarmıştı.
"Buldun mu?"
"Sen aramasaydın buluyor olacaktım."
"Of sus be, ay çok heyecanlandım."
"Heyecanlı olması gereken ben değil miyim?"
"Değil misin?"
"Tabii ki de heyecanlıyım." Deyip güldüğümde oda bana eşlik etmişti. Birkaç dakika daha konuştuktan sonra kapama butonuna bastım ve aramayı sonlandırdım.
Telefonun kapanma sesi ile kulağımdan uzaklaştırıp tekrar cebime koydum ve dikkatli gözlerle sanki hayatımın dönüm noktasıymış gibi taşa baktım.
Elim yavaştan terlemeye ve titremeye başlamıştı.
İri taşı biraz zorlanarak da olsa kaldırıp kenara koyduğumda anında gözüme çarpan beyaz kâğıda irileşen göz bebeğimle baktım.
Ah Tanrım oradaydı.
Diğer taraftaki böceklere tiksinerek bakıp hızlıca kâğıdı aldım ve taşı eski yerine koyarak böceklerin göz hizamdan çıkmasını sağladım.
Böceklerden nefret ediyorum.
Sanki maratona çıkmış gibi hızlı atan kalbime bir türlü söz geçiremiyordum. Güneş kaburgalarımı yakıp kavuruyor, kürek kemiğim dakikaların kurbanı oluyordu.
Taşın üzerine oturup derin bir nefes çektim içime. Aldığım soluklar, soluk borumu yakıyor olsa da bunu heyecana bağlıyordum.
Özenle katlanmış kâğıdı açtım.
Bu kâğıda o dokunmuştu değil mi? Ah, ne diyordum ben? Platonik olan benmişim gibi davranmaktan vazgeçmeliydim.
Beyaz kâğıda işlenmiş çokta iyi olmayan el yazısına çok fazla dikkat etmeyerek baktım.
Surların altından geçen sular,
Ay gibi parlardı benim sen dolu mabedimde.
Bu da neydi?
Ben bunun neresinden isim çıkartacaktım ki?
Kesinlikle çıldırmak üzereydim.
Tanıdığım biri miydi?
Başlarda kimseye benzetemediğim adam şimdi bana hiçte yabancı gelmiyordu.
Bunun bir sebebi olabilir miydi?
Hele son zamanlarda yaptığı değişiklikler, garip sözleri ve baskıcı yapısı daha da işkillenmemi sağlıyordu.
Ayrıca bu el yazısı... Sanki kitapların arasına sıkıştırılan özenli notlarla bir değil gibiydi. Ben mi yanlış hatırlıyordum?
Delirecektim.
Ben düşüncelere dalmış kendi kendime boğuşurken titreyen telefonum irkilmeme sebep oldu.
Terleyen avuç içlerimi kotuma silip telefonu cebimden çıkarırken, tanımadığım numaradan gelen mesaj kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu.
İçimde cereyan eden duygular, zihninde kurguladığım oyunlara mesken tutuyordu.
Gönderen: 0539*******
İsmim baş harflerde gizli.
Cevap vermeden telefonu geri yerine koyup tekrar okudum satırları.
O zaman ismi S ile başlıyordu. Ve isminin içinde A harfi de vardı. İki satırın da ilk iki harfini birleştirdim.
Suay?
Hayır, saçma oldu.
Aysu?
Bu kız ismi hiç olmaz.
Kafam allak bullak olmuş, zihnimde susturamadığım yanlarım avaz avaz bağırır duruma gelmişti.
Neden direk söylemek varken kelime oyunu yapıyordu ki? Saçmaydı.
Sinirli bir soluk verip dudağımı yalayarak gözlerimi tekrardan etrafta gezdirdim.
Sonuç sıfır.
Kayalıktan uzaklaştım ve evin yolunu tuttum, bu süreçte ne o bana mesaj attı ne de ben bulamadığımı söyledim. Büyük ihtimalle sakin kafayla daha net düşünmemi istiyordu.
Eve vardığımda içeriden gelen tıkırtılar ile abimin işten erken çıktığını anlamıştım.
Bu benim açımdan iyiydi, onunla vakit geçirmeyi özlemiştim.
Tıkırtıları takip ederek mutfağa yöneldiğimde burnuma dolan yanık yemek kokusu ile gözlerim irice açıldı.
Kahretsin, abim yemek yapmayı bilmiyordu ki!
Elimdeki çantayı bir hışım koltuğa doğru fırlatıp mutfağa koştururken adeta kalbim boğazımda atıyordu.
İçeri girdim.
Girmemeyi diledim.
Önce gözlerim irice açıldı sonra,
Sonra...
Dumura uğradım.
Ve galiba...
Tükürüğüm boğazıma kaçtı.
Hiçbir şey yanılgı değildi, her şey gerçekti. Yanılgıların içinde boğulduğumuz anlar, bileklerimize dayanan jileti hiç düşünmeksizin çekmekten farksızdı. Gerçekçi olmak varken ruhumuza yediğimiz darbeleri bir başkasına yaşatmak adına kendimizi yalanlar ile paralıyorduk.
Her şey gibi bu da saçmaydı.
Tükürüğümün boğazıma kaçması ile haykırırcasına öksürmeye başladım, öyle ki ciddi anlamda boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ben öksürmeye başlayınca, abimin bakışları bana dönmüş şaşkın bakışları beni hedef almıştı. Ancak hemen kendini toparlamış ve tavanın içindeki yemekleri ele almış yangını bir umut söndürme peşindeydi. Tavayı hızlıca musluğun altına sokup ateşi söndürürken rahat bir soluk alarak nefeslendi.
"A-abi ne oldu burada?" Dudaklarım bir balık gibi aralanmıştı. Mutfak ise savaş alanıydı.
Kim temizleyecekti bu mutfağı?
Umarım bana kalmazdı.
Benim gibi üşengeç bir kız böyle bir karmaşadan katiyen çıkamazdı.
"Bir sus kızım ya, zaten ortalık mahvoldu. Siktir, niye aptal gibi yemek yapmaya çalıştıysam. Senin neyine oğlum yemek yapmak dışarıdan sipariş etseydin ya." Başta bana ithafen olan cümlesi sonradan kendi kendine konuşuyormuş gibi bir hâl aldı. Ben ise ibretle onu izliyordum.
Musluğun altındaki tavadan çıkan dumanlar evi sarmış genzimi yakmaya başlamıştı. Hızla gidip mutfak camını açarak dumanın odayı terk etmesi için küçük bir atakta bulundum.
Sis bulutu halinde etrafı çevreleyen duman rüzgârın yelesine kapılıp dışarıya doğru süzülürken, hâlâ daha homurdanan abime kısa bir bakış attım.
"Yaptığın gibi temizle şimdi, hiç de temizleyemem." Dediğimde bakışlarını bana çevirip ters ters bakmayı ihmal etmedi.
O savaş alanına dönmüş mutfağı temizlenmeye koyulurken bende içeri geçerek telefondan ikişer tane hamburger siparişi verdim.
Bir tanesi yetmiyordu.
Hızlı bir şekilde odama çıkıp üzerimi değiştirirken, eşofman ve askılı ile rahat bir duruma gelmiştim. Saçlarımı tepeden topuz yaparak tekrar aşağıya indim, inerken telefonumu da yanıma almayı ihmal etmedim.
"Cadı, ne yaptın bakalım bugün?" Dedi abim onun yanına yürüdüğüm sıralarda.
Omuz silktim.
"Sıradan bir gündü işte." Dedim mırıldanırcasına. Islak elini kurulayıp gözlerini üzerime dikti ve baştan aşağı beni süzdü.
"Bu aralar sende bir şeyler var, bir sıkıntı yok değil mi?" Kaşları çatılmış gözler temkinli bir hal almıştı.
Gözlerimi kaçırırsam anlardı bu nedenle hiç gözlerimi gözlerinden ayırmadım.
"Bir sorun yok abi, gereksiz yere evhamlanma."
"İyi o zaman." Diyerek üzerindeki tişörtü çıkartıp yüzünü buruşturdu. Büyük ihtimalle üzerine yanık kokusu sindiği için yüzünü buruşturma gereği duymuştu.
"Yemeği dışarıda yiyelim istersen?" Diye bir fikir sunduğunda, "Sipariş vermiştim, biraz geç kaldın. "diyerek omzumu kapı pervazına yasladım.
"İptal et." Dedi normal bir şeyden bahseder gibi, gerçi anormal olduğu söylenemezdi.
Dudağımı büzüp arkamı döndüm ve siparişi iptal ederek hazırlanmak amacıyla odama çıktım.
Yırtık siyah kot ve beyaz dar tişört ile oldukça sadeydim. Tişörtün göğüs dekoltesi biraz olsa da umursamayarak aşağıya indim.
Abim benden sonra aşağıya gelerek tüm odunluğunu konuşturdu. Ses etmeden birlikte dışarı yöneldik.
Ben kapının önünde beklerken o arabayı getirmiş ve saniyeler içinde evden uzaklaşmıştık. Uzun zaman sonra abimle ilk defa bir aktivite yapacaktık.
Özlemiştim.
"Sakin bir yere gidelim." Aksi takdirde beni lüks bir yere götürürdü ve bu tiple lüks bir yere gidemezdim.
Bir şey demese de beni onayladığını biliyordum. Nitekim geldiğimiz elit lokanta buna örnekti.
Arabayı park eder etmez aşağıya inerek hızla girişe yürümüş ve gözüme kestirdiğim masaya ilerlemiştim. Cam kenarında oldukça güzel duran masaya yerleşip abimi bekledim.
Kısa süre içinde yanıma gelerek oturdu ve garsonlardan birini çağırarak siparişlerimizi almasını istedi.
"Ben köri soslu tavuk istiyorum ortaya da bir tane çoban salatası olsun lütfen."
"Bende ızgara köfte alayım." Dedi abim.
"İçecek?" Çocuk gözlerini abime bakmadan bana diktiğinde yerimde biraz kıpırdandım.
"Şişe kola olsun."
"Ayran." Elindeki deftere hepsini not edip yanımızdan ayrılmadan önce bana son bir bakış attı.
Yavşak.
Yemekleri beklediğimiz sırada biraz sohbet etmiş, ara sıra kahkahalarımızı tutmakta zorlanmıştım. Abimin ofiste yaşadıkları istemsizce kulağıma komik geliyordu.
Yemekler geldiğinde büyük bir açlıkla yemeklere gömülmüş, hiç konuşmamıştık.
Tabağı silip süpürüp kolayı bitirdiğimde midem sonunda rahatlamıştı. Kendimi iki gündür yemek yememiş gibi hissediyordum.
Yemek önemliydi.
Yemeğin ardından waffle siparişi verip beklediğimiz sırada üzerimize bir gölge düştü.
Kafamı kaldırdım ve gölgenin sahibine baktım.
Yüzü tanıdıktı ama tam seçemiyordum.
"Oo Suray." Dedi abim ayağa kalkıp onunla erkekçe tokalaşırken.
Hatırladım.
Abimin çalıştığı şirkette hisse sahibi olan adamın torunuydu, birkaç defa görmüştüm.
Yakışıklıydı.
Fazlasıyla.
Biraz heyecanlansam da stabil durmayı başarmıştım.
"Naber Akın?" Dedi elini ceplerine sokup cool bir tavır sergilerken.
Abim yerine oturdu. "İyi koçum senden naber? Geç otursana." Dedi yan tarafımdaki boş sandalyeyi işaret ederek. Bana baktı, ben zaten ona bakıyordum.
Gözleri bir anda gözlerime değdiğinde içimi bir titreme sardı.
Gözleri neden bu kadar tanıdıktı?
Kaşlarım çatıldı.
"Merhaba küçük hanım."
Küçük hanım lafına alınmadım.
Saçma sapan ben küçük değilim tiriplerine girmeyecektim.
"Merhaba." Dedim boş boş suratına bakarken.
Yanıma geldi oturdu.
Sonra abimle bir konuşmaya daldı.
Bu sefer de kokusu aklımda soru işaretleri oluşturdu.
Ne oluyordu?
"Hayırdır seni buraya hangi rüzgâr attı?" Dedi abim geriye yaslanıp parlak kahverengi gözlerini Suray'a dikerken.
Ben ise iki ara bir derede kalmışçasına onları izliyordum.
Zihnime çöreklenen düşüncelerin başını çeken etken Suraydı. Tanıdık olup aynı zamanda bana olan yabancılığı kafamı karıştırmış. Zihnimde oluşturduğum kördüğüm, içimde oluşturduğum ilmeklerle yarışır vaziyete gelmişti.
Terleyen avuç içlerimi kotuma silip derin bir nefes aldım.
Şu an en çok ihtiyacım olan şey, derin derin nefesler almaktı. Lakin o nefesleri bırakabilecek miydim bilmiyordum.
"Buradan geçiyordum, arabanı gördüm bir yanına uğrayayım dedim."
"İyi yapmışsın." Dedi abim gülümseyerek. Suray olduğu yerde biraz daha yayıldı ve dizinin dizime çarpmasına neden oldu.
İrkildim.
Aynı anda bakışlarımız birleşti.
Sanki kilitlenmiş gibiydik.
Kahretsin ne oluyordu?
Boğazımı temizleyerek abime döndüm.
"Ben lavaboya gidiyorum." Diyerek cevap vermesini beklemeden hızla ayaklanmış ve rotamı lavaboya yöneltmiştim.
Yüzümde hakimiyetini sürdüren kızarıklık yabancı olduğum bir durumdu.
Ben kızarmazdım ki!
Çok nadir zamanlarda kızarırdım. Sanırım şu an o nadir zamanlardan birindeydim.
Lavaboya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra suratımı kuruladım ve dikkatle aynaya baktım.
Suray kimdi?