Bölüm 6: Araba

1925 Words
Yeni bir güne gözlerimi açarken derin bir nefes aldım, Bora ile geçirdiğimiz o günün üzerine birkaç hafta geçmişti, bu kısa zaman içerisinde ise biraz daha samimi olmuş ve onunla daha rahat vakit geçirir olmuştum. Tabi bu süreçte onu biraz daha tanımıştım. Birçok erkek bana yaklaşmaya çalışmıştı ama hepsinde iğrenmek ve tiksintiden öteye geçememişti bu duygular. Nedenini bende bilmiyorum ancak ciddi anlamda çoğu erkek midemi bulandırıyordu. Bilmiyorum belki de bunun nedeni etrafça çokça gördüğüm ve şu sıralar yaygınlaşmış olan tecavüz haberleri de olabilirdi. Bu haberlerin beni psikolojik olarak çok etkilediğini varsayarsak olası bir durumdu. Tecavüze uğrayan genç kızlar, çocuklar hatta ve hatta hayvanlar! İşte insanlık tam olarak bu noktada ölmüş, kendine derin bir mezar kazmıştı. Nasıl mideleri kaldırıyordu böyle bir onursuzluğu? Peki ya aynı durum kendi evlatlarının, kendi kadınlarının veyahut bacılarının başına gelse ne yapacaklardı? Oturup zevkle izleyecekler miydi? Hiç sanmıyorum. Davet gecesi abimin yanında uyuya kalmış olmalıydım ki o günün sabahına uyandığımda evimdeydim. "Tanya!!" Abimin sesini duyunca yatakta biraz daha gerindim ve doğrularak melül melül etrafıma bakmaya başladım. Sabah kendi isteğim dışı uyanmak beni geriyordu ve kendimi açıkçası ölü biri gibi hissediyordum. "Ne var?" Onun bana doğru seslenmesi gibi sesimi yükselterek bende cevap vermiştim, neden bir insan sabahın köründe kuyruğuna basılmış kedi gibi bağırırdı ki? "Gel kahvaltı yapalım. Seni okula ben bırakacağım." "Tamam!" Seslenmemin ardından ayağa kalktım ve saçlarımı kaşıyarak lavaboya ilerledim. Sabah vücudum fazla kaşınırdı, her insanın garip bir yönü illaki vardı ve benimki de bu olmalıydı. Elimi yüzümü yıkayıp birbirine girmiş saçlarımı taradım. Ardından üzerime pantolon ve tişört ikilisini geçirip siyah şişme montumu üzerime geçirdim. Hızla aşağı indiğimde mutfaktan gelen koku ile sırıttım, normalde sabah kahvaltı yapmayı pek sevmezdim. Abim yapınca ayrı oluyordu, adam benden iyi kahvaltı hazırlıyordu ki sırrı neydi henüz çözememiştim. Bakın altını çiziyorum, kahvaltı. Malum o gün olan yemek faciasından sonra güzel yemek yapıyor diyemeyecektim. Evi neredeyse yakacağı konusunu ele alırsak kesinlikle güzel yemek yapamıyordu. "Ooo abilerin en güzeli! Yine döktürmüşsün?" Dediğimde abim bana dönüp o ışıltılı gülümsemesini ortaya koydu. Yanıma gelip alnıma bir öpücük bıraktı ve beni çekiştirerek masaya oturttu. Bu hali yüzümde tatlı bir gülümsemeyi peyda etmişti. "Ye de azcık kilo al." Ona gözlerimi devirdim ama gülmeden de edemedim. Karşıma geçip oturduğunda bol sohbetli güzel bir kahvaltı etmiştik. Tabii bu kahvaltı benim okula geç kaldığımı anlayana kadardı. "Abi kalk kalk kalk, daldık sohbete okulu unuttum." Dediğimde abim bana şaşkınca bakıp hızla masadan kalktı ve ikimizde koşturarak evden çıktık. Abime çemkirmelerim ile okula sonunda varabilmiştik, hızla yanağını öpüp arabadan indim ve koştura koştura okula girdim. Ders başlamıştı ve hoca okulun en ters hocalarından biriydi. Hele ki geç kalındığında insanın burnundan getirmekte üstüne tanımıyordum. Bende omuz silkerek kantine girdim ve direk tost ve sıcak çikolata aldım. Tamam bu ikili biraz garip olabilirdi lakin ben çok seviyordum. Biraz önce yemek yemiş olmama rağmen ilk defa yine açlık hissettim. Masalardan birine oturup yiyecekleri bitirdim ardından, cebimden telefonumu çıkarttım. Telefonun kapalı olmasıyla homurdanmaya başladım. Kantin sorumlusu Şefika ablaya şarj aleti sorduğumda içerdeki masanın üzerinde var demişti. Hemen okulun mutfak tarzı görevli yerine girip kahverengi masanın üzerindeki beyaz şarj aletini aldım ve yerde duran üçlü prize takıp yanıma bir sandalye çektim. Telefon açılınca hemen şifreyi girip mesajlara girdim. Ne? Mesaj atmış mı merak ediyordum. İyi uykular güzelim. (00.00) Günaydın rus kızı. ( 07.01) Rus kızım? (07.30) Uyanamadın mı? (07.36) 2 cevapsız arama Okula gitmiyor musun? (08.17) Güzelim? Merak ediyorum artık! Neredesin? Kötü bir şey mi oldu? (08.30) 14 cevapsız arama Yanına geliyorum.!! (08.40) Gözlerim irice açıldı ve mesajın atış saatine baktım. Yaklaşık 15 dakika önce atılmıştı. Hızla ellerim klavye üzerinde ilerlemeye başladı. Mesajların hepsi whattsap üzerinden gelmişti ki aramaların yarısı oradan yarısı normaldendi. İyiyim! Telefonumun şarjı bitmiş. (08.55) Çok geçmeden telefonumun bildirim sesi duyulunca kapatmamış olduğum telefonu hızla kavradım ve gelen mesaja baktım. S*kerim telefonunu, neredesin?!(08.56) Gözlerim şaşkınlığın verdiği etki ile irice açıldı. İlk defa argo bir kelime kullanıyordu ve ister istemez bu şaşırmama neden olmuştu. Ne ara bu kadar samimi olmuştuk? Bana hangi hakla küfür edebiliyordu? Benimle konuşurken kullandığın kelimelere dikkat et. Okuldayım. (08.57) 5 dakikaya ordayım, kapının önünde ol. (08.57) Kafamı geriye yatırıp sinirle inledim ve hızla ayağa kalktım. O küfürün hesabını verecekti. Tamam bende aşırı terbiyeli bir kız değildim lâkin kimin yanında nasıl konuşmam gerektiğini gayet iyi biliyordum. Bir erkeğin yanında küfür edecek değildim ve aynı şekilde onlarında benim yanımda küfür etmesine karşıydım. Ancak bunlarım hiçbiri şu an sinirli olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Aslında tam olarak neye sinirlendim bende bilmiyorum ama sinirlenmiştim işte. Beni düşünmesi çok güzeldi ama bana emir verilmesinden nefret ederdim ki ettiği küfür de cabasıydı. Telefon %3 şarj olmuştu. Telefonu şarjdan çıkarıp Şefika teyzeye teşekkür ettim ve kantinden çıkıp çantamı Şefika teyzeye emanet ederek dışarı çıktım. Çıkar çıkmaz bedenimi saran soğuk hava ile hemen ellerimi ovuşturup nefesimi elime üfledim. Havalar çok dengesizdi. Dün hava ılıkken bugün soğuktu ve benim burnum hemen kızarıyordu. Soğuk tıpkı bir cellat gibi yanı başımda bekliyor, en zayıf anımı kolluyordu. Okulun çıkış kapısına gelip demir kapıyı ittirdim ve arasından geçerek dışarı çıktım. Allahtan görevli amca burada değildi. Sırtımı duvara yasladım ve kaşlarımı çatarak beklemeye koyuldum. Yaklaşık iki dakika sonra asfaltı ağlatan bir fren sesi duyulunca yüzümü buruşturup gelene baktım. Siyah BMW İ8 'in içinden çıkan Bora’yı görmem ile az kalsın küçük dilimi yutuyordum. O araba... benim hayalimin ötesinde bir arabaydı. Aman Allah’ım şu an sırf bu araba için bile Bora ile evlenebilirdim! Sonra bakışlarım Bora’ya kaydı. Arabanın kapısını hızla kapatıp sinirli bir şekilde bana doğru yürümeye başladığında seslice yutkundum. Ürkütücü gözüküyordu. 'Boku yedin Tanya.' Diyen iç sesime hak vermedin edemedim. O yüz ifadesi de neydi öyle? Sanki babasını vurmuşum gibi bakıyordu bana. Yeşilimsi gözleri içinde barındırdığı alevleri bana püskürtmek için can atıyor gibiydi. "O siktiğimin telefonunu bir daha kapalı görmeyeceğim!" Bağırması ile irkilip geri adım atmaya çalıştım fakat sırtım zaten duvara yaslı olduğu için daha da yaslanmaktan başka bir şey yapamadım. Bu kadar sinirlenecek ne vardı? Sadece küçük bir ihmalsizlikti ve bu bana durmadan küfredebileceği anlamına gelmiyordu. "Bana bağırma." Sesim gür çıkmak yerine cılız çıkmıştı. Bana bağırıldığı zaman bir tuhaf oluyordum tabii bu bağırma bir erkek tarafından olursa eğer kendimi nedensizce yetersiz hissediyordum. "Ödüm bokuma karıştı lan sana bir şey oldu diye." Tamam bir bakıma haklı olabilirdi ama uyur gezer gibi uyanıp telefonu şarja takacak halim yok ya? Niye bilmiyorum onun bana bağırması daha da gururumu incitmişti. Hani bana en son zarar veren kişi bile olmayacaktı? Daha şans tanıdığım ilk günlerden beni kırmaktan çekinmiyordu. Allah aşkına bu durumda benim suçum neydi? Gece uyuyakalmıştım sabah ise abimle ağız tadıyla kahvaltı yapmak istemiştim. Hem yanlış hatırlamıyorsam biz sevgili değildik ve bana ulu orta yerde bağırmaya hakkı yoktu. Kim olursa olsun bu değişmezdi. "Bilerek mi yaptım sanki? Ayrıca durmadan küfür edip durma, haddini bil." Bu sefer ben bağırdığımda elini saçlarına daldırdı ve sinirle geriye iterek yanıma doğru gelmeye başladı. Gözlerim korkuyla açıldığı zaman yumruğunu kaldırdığını görünce çığlık atarak elimle yüzümü kapattım ve yanımdan geçerek duvara vuran yumruğunu hissettim. Gözlerim bir anlık kapıldığı dehşetin izlerini taşıyarak yaşlarını gözlerimden boşalttı ve benden izinsiz akmaya başladılar. Hala ellerim yüzümde kapalı bir şekilde duruyordum ve göz yaşlarıma hıçkırıklarımda eklenmişti. Bedenimden ufak bir titreme gelip geçti. Bir an… sadece bir an bana vuracağını sanmıştım. "Güzelim..." hemen kulağımın dibinden gelen mırıltılı sesi ve ılık nefesiyle bir kez daha hıçkırdım. Dengesiz herif! Ben daha olan olayların şokunu atlatamadan belimden tutup beni kendine çekti ve sol elini saçlarımın üzerine koydu ve sıkıca bedenimi sararak beni mengenesi altına aldı. Elleri saçlarımı okşarken acı çekercesine çıkan sesi daha da ağlamama neden oldu. Bilmiyorum sadece bana mı oluyor ama şöyle bir şey vardı, biri bana ilgili davranınca daha da çok ağlayasım geliyordu. "Lütfen ağlama, dayanamıyorum. “Peki ben ağlamayı bırakabildim mi? Tabii ki hayır. Hıçkırıklarım bir süre sonra iç çekişlere dönüştü ardından ise tamamen durdu. Bora bedenini bedenimden çekip çenemden tutup başımı kaldırdı ve hafif kızarmış gözlerini gözlerime dikti. Sanki...ağlamamak için kendini zor tutar gibi? Hafif bir şekilde afallasamda kendimi hemen toparladım. "Ağlama, yakıyor göz yaşların içimi." Fısıldayışı ruhumun daracıklarını ezip geçerek, kalbimin derinliklerinde habersiz olduğum bir şeyi bana hatırlatmaya çalışır gibi tekletmişti. Tuzlu gözyaşlarım yanağımda iz bırakarak yere düştüğünde gözyaşlarım ile beraber birçok şeyin düştüğünü hissettim. "Özür dilerim güzelim, çok özür dilerim. Ben...ben seni üzmek istemedim ki? Sadece sana bir şey oldu sandım. Grip olsan ağlar yüreğim sen diye, yokluğunu kaldırabilir miyim sence?" Sözlerini öyle bir seçiyordu ki, cidden bir insanın ona kızacağı varsa da kızmıyordu. Bilerek mi yapıyordu? "Bana bağırman gerekmiyordu. Sadec-" "Biliyorum, sana bağırılması kendini savunmasız hissettiriyor. Ve telefonun şarjının olmaması senin suçun değildi. Ama bir an…," onu sözünü ben devam ettirdim. "Endişelendin?" Kafasını hızla aşağı yukarı salladı ve özür dilercesine sarıya çalan yeşilimsi gözlerini gözlerime dikti. "Hani beni üzemeyecektin? Sana şans tanıdığım ilk haftadan ağlattın beni?" Dediğimde gözleri korkuyla açıldı. "Hayır, hayır, lütfen beni bırakma. Gerçekten sadece endişelendiğim için böyle bir şey yaptım. Seni seviyorum kızım, seven insan ne yapmaz? Sevdiğinin kılına zarar gelse yıkar ortalığı. Senin bana cevap vermediğin anlarda kaç kez ölüp dirildim haberin var mı?” kırpıştırarak onu dinledim ve şaşırmadan edemedim. Gerçekten böyle sevebilir miydi bir insan? Bu sevmek mi hastalık mı? Ya da büyük bir takıntı… Bence aşk diye bir şey yoktu. Şimdi çoğu kişi düşünüyordur ilerde belki sende ona âşık olacaksın diye ama şöyle bir şey vardı, tamam sevgiye saygım sonsuzdu veya değer verebilirdin, alışabilirdin de ama o büyük duyguyu üç harften oluşan 'aşk' sıfatına yakıştırmıyordum. Bu sevgisine hakaret gibi bir şeydi. Aşk herkesleştirilmiş basit bir kelimeydi, Şimdi ben Bora’yı sevsem bile âşık olmazdım çünkü ben seversem tam severdim ve benim sevgim üç kelimelik saçma bir şeyden ibaret olmazdı. Sana aşığım derdim sevsem belki ama o daha fazlası olduğunu bilirdi. "Tamam, sus artık." Dedim ve gözlerimi ellerine çevirdim. "Lanet olsun, elin kanıyor. Aptal! Ne diye erkeklik taslayıp duvara vuruyorsun ki?" Diyerek tısladığımda öyle bir gülümsedi ki... Öldüm. Bittim. Eridim. Elini ellerimin arasına aldım ve geçen gün montumun cebine tıkıştırdığım fuları ve mendili çıkarıp önce mendille birikmiş kanı sildim ardından birazını yaranın üzerine koyup üstüne fuları bağladım. O sırada beni izlediğinin farkındaydım ama ona bakmaya nedense utanıyordum. İşim bitince kafamı yukarıya kaldırdım ve göz göze geldik. Gözlerinde ki ışıltı karnımda bıraktım kelebeği, büyük bir fırtına oluşturmuş olabilirdi. "Sen benimle böyle ilgileneceksen, varsın ölüm döşeğinde olayım." Ters ters ona baktığımda gülümsemesi daha da genişledi. Ardından beni kendine çekti. Nefesim ben daha ne olduğunu anlayamadan kendi kendine hızlanmıştı bile. Kan akışım tersine yol almış gibi içimde öyle bir döngü yaratıyordu ki bu fazla yakınlık ile başımın döndüğünü bile hissettim. Sağ elinin tersi ile yanağımı okşayıp hayranlık ile yüzümü inceledi. Tıpkı benim onu incelediğim gibi. Keskin elmacık kemikleri ışıltılı gözleri sivri çenesi ve dik burnu ile heykeltıraştan çıkma gibiydi. "Neden bu kadar güzelsin? Keşke çirkin olsan da hep bana kalsan." Diye mırıldandığında yutkundum ve dudağımı yalama ihtiyacı hissedip dilimi dudağımın üzerinde gezdirdim. Bakışları anında dudaklarıma düştü ve bedenini bedenime biraz daha yasladı. Onunla birlikte istemsizce benimde gözlerim dudaklarına kaydı. Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Nefesi dudaklarımı sıyırıp geçti. Ilık nefesi aralık dudaklarımdan içeri sızdı ve içimde hoş bir kıpırtı yarattı. Dokunduğu yerler alev alev, tebessümleri birer yaraydı. O benim acımdı. Çünkü kaybetmediğim ve benimle olan tek şeyim acımdı. "Şimdi seni öpeceğim, ama önce bunu senin de istediğine emin olmalıyım." Bakışlarım yukarı tırmandı ve gözlerini buldum. Anlamazca ona bakıp; "Nasıl?" Diye fısıldadım. Beni öpmesini istiyordum. Daha tanışalı belki de 1 ay bile olmamıştı ama istiyordum işte, nedense ilk deneyimimin bu adam olmasını istiyordum. Beni herkesten daha iyi tanıyan biriyle bunu paylaşmak istiyordum. Yanımda olan tek adama kendimi ömür boyu adamak… Gözleri bir tık koyulaştı ve gözlerindeki karanlık içime kazındı. “Seni öpmemi istiyor musun?” gözlerim hafifçe irileşti, bir an için yutkunamadığımı hissettim. Bu kadar açık sözlü ve utandırıcı olmamalıydı. “Ulu orta yerde mi? Saçmalama.” Yüzünde sinsi bir tebessüm oluştu, anlam veremedim. "O zaman arabada devam ederiz.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD