Bakışlarımı ayırmadım aksine diken üzerinde olduğunu hissetmesi için daha da dikkatli baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi, yerinde rahatsızlıkla kıpırdandı ve bakışlarını benden kaçırdı. Dudaklarım hafif bir açık arayla kıvrıldı.
Bakışlarımı onlardan alıp masa da dönen konuşmaya çevirdim.
"Yeni nesil fazla yaratıcı olmakla birlikte bu yaratıcılığı kullanmayı reddediyor. Saçma sapan işlere beyinlerini yoruyorlar. Mesela benim torunum Suray, şirketle uğraşmaktan nefret etmekle birlikte aptalca bir araba sevdasıyla yanıp tutuşuyor." Suray'ın ismini duymam ile birlikte bakışlarımı saçları kırlaşmış yüzünde kırışıklıklar oluşmuş hafif sakallı adamı buldu. Tatlı bir yapısı vardı. Yanakları hafif tombuldu ve yüzünde sıcak bir gülümseme vardı.
Demek Suray arabaları seviyordu.
Ağzım benden bağımsız bir şekilde aralandı.
"Size göre akıllıca olan şeylerde başka kişilere göre mantıksız olabilir. Herkesin düşüncesi kendine. Siz sevmediğiniz veya ilgilenmediğiniz bir şey ile uğraşmak ister miydiniz? Size göre şirkette çalışmak üstünlük veya akıllıca bir iş olabilir ama başkasına göre durmadan dosyalarla uğraşmak yerine turizmle iç içe olarak değişik alanlarda yeni şeyler öğrenmek daha ilgi çekici olabilir. Demek ki torununuz arabalarla ilgileniyor, peki ona hiç olanak sağladınız mı araba galerisi gibi bir yeri işletmesi için? Birinin size saygı duymasını istiyorsanız, sizde karşınızdakine saygı duyun ki anlaşabilesiniz." Diyerek konuştuğum da birçok göz şaşkınlık ve hayranlık dolu ifadelerle bana döndü. Suray'ın dedesi olarak tahmin ettiğim adam, ‘vay be' dercesine bana baktı.
"Açıkçası hiç bu şekilde düşünmedim. Güzel konuşmaydı, etkilenmedim desem yalan olur. Söylediklerinizi değerlendireceğim küçük hanım."
"Memnun olurum." Dedim ve ardından bakışlarımı babama çevirdim gururlanırcasına bana bakmasına sonra gülmeyi aklımın bir köşesine not ettim.
"Ben biraz dolaşacağım, bana ihtiyacın olursa mesaj atman yeterli."
"Tamam prenses, dikkatli ol." Diyerek gülümsedi.
Bende ona gülümseyip bakışlarımı Suray'ın masasına çevirdim ama orta da bir Suray yoktu. Bir kişiye arka kapıyı sordum ve tarif üzerine loş koridordan geçerek siyah demir kapıyı ittirdim ve ılık esintili rüzgârın etkisiyle derin bir nefes aldım, ardından kapıyı kapatıp önüme düşen saçlarımı geri ittim.
Ilık rüzgâr yanağımı okşayarak saçlarımı geriye ittiğinde içime dolan ferahlığa engel olamadım. Bu aylarda esen meltem beni benden alıyordu. Tıpkı küçük bir kız çocuğu gibi doyasıya dışarıda oynamak istiyordum. Belki de daha fazlasını…
"Klasik olacak ama O elbisenin üst tarafı neden yok?" Diyen Suray'ın sesini duymam ile irkilerek yan tarafa döndüm ve bütün yakışıklılığı ile elleri cebinde bana bakan Suray'a baktım.
Kaşlarım çatıldı.
Tamam önceden tanışmış olabilirdik ama bu samimiyet nereden geliyordu ve onun burada ne işi vardı? Ne zamandan beri oradaydı? Beni mi izliyordu?
"Pardon da bundan sana ne? Daha dün bir bugün iki, bu samimiyetin sebebi ne?"
Sorgulamam normal değil miydi?
Bence çok normaldi.
Aylardır bir tanışıklığımız olmasına rağmen bir kere bile bana bu tarz sözlerde bulunmamıştı ki, bulunmaya da hakkı yoktu.
Abim dahi ses çıkarmıyorken o kimdi ki?
"Samimiyet...tabi ya doğru." Dedi bir adım atıp bana yaklaşırken, aynı saniyeler içerisinde bende geri adım atarak ondan uzaklaşmayı diledim.
Ne oluyordu?
Bugün neden onda bir tuhaflık vardı?
Acaba içmiş miydi?
"Suray Bey," dedim resmiliğimizi gözüne sokmak istercesine. “Siz iyi değilsiniz sanırım, bir arkadaşımı bekliyorum müsaadenizle." Diyerek arkamı dönmeyi amaçlamıştım lakin hiçbir şey istediğim doğrultuda ilerlemedi.
Beklemediğim bir anda kolumu tuttu ve beni kendine çekti.
Gözlerim irice açıldı.
Onun teninden benim tenime akın eden tonlarca alev, tonlarca acı ve azap vardı. Bu bir rüzgârdan daha fazlasıydı.
"Demek arkadaşını bekliyorsun." Diyerek bir elini kaldırdı ve yanağıma koydu.
İrkildim.
Kesinlikle bu işte bir terslik vardı.
Korkmaya başlıyordum.
"Ne yapıyorsun çek kolunu!" Çemkirmem üzerine bir anda,
"Yeterince tenin tenimden uzak kaldı zaten!" diye bağırması ile irkilerek geri bir adım attım ve gözlerimi kırpıştırıp biraz önce ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ben olayı çözemeye çalışırken Suray dibime kadar gelip ben duvara yasladı ve aynı saniyeler içerisinde vücudunu vücudumla tek beden haline getirmişti.
Vücudum ilk defa bir erkeğin bu denli yakınlığı ile benden habersiz bir şekilde tepkiler verirken nefesim sıklaşmıştı. Beynim çığlık çığlığa bağırırken kendi sesimi duyamaz hale gelmiştim. Sol elini duvara yasladı ve sağ elini yanağıma koydu. Harelerinde kaderine boyun eğmiş minik bir çocuk saklıydı.
"Ben yıllardır kendimi senden uzak tuttum, bu kadar ayrılık yetmez mi?" İşkence çeker gibi dillendirdiği kelimeler içime ilmek ilmek işleyen sessizliği bir çığ gibi bölmüştü.
Yıllardır?
"S-suray, sen ne diyorsun?" Dedim biraz önceki sesime nazaran daha sakin ama temkinli bir tonda.
"Senden beni bulmanı istemiştim. Ne çabuk unuttun." Zaman durdu, beynim işlevini yetirdi ve kan akışım rotasını kaybetti. Damarlarım patlamak istercesine tenimi zorlarken yeşil hareleri kesilen nefesimi daha da kesiyordu. Sanki elimde uzun zamandır tuttuğum bir şey vardı ve ben şu an onun ellerimin arasından kayıp gitmesini izliyordum. Artık avuçlarım bomboştu ve yokluğu hissedilebilir vaziyetteydi. Okyanusun ortasında kalmış küçük bir adadaydım ne ileri gidebiliyordum ne de geri…
Yapabildiğim tek şey kaderime boyun eğmek ve olacakları beklemekti. Elimde yazıları silinmiş bir kâğıt vardı. Ben ise boş bir çabayla o kâğıtta ki yazıları okumaya çalışıyor, yeniden tıpatıp aynısını yazmaya çalışıyordum.
Yaşadıklarım tıpatıp aynısı yazacağım kadar kolay ve anlaşılabilir değildi. Hem de hiç değildi.
Aklım almıyordu.
Kesinlikle almıyordu.
Suray o muydu?
Yani, yalnızlığım mıydı?
Gerçekten o olabilir miydi? Yoksa ben mi yanlış anlamıştım? Bence ben yanlış anlamıştım başka açıklaması olamazdı.
"Anlamadım? “Dedim durumun gerçekliğini teyit etmek istercesine.
"Güzelim. “Dedi tıpkı onun sesleniş biçimiyle. "Bana seni bulacağım demiştin. Sence de artık vakti gelmedi mi?" Ayaklarım beni taşımayacak duruma geldiğinde titreyen bacaklarım bir anlık bozguna uğradı ve kendini saldı. Ancak Suray sıkı sıkıya belimi tutarak bedenimi bedeninden ayırmadı ve dudaklarını alnıma bastırdı.
"Sakin ol. Buradayım, buradayız. Artık beni buldun." Kelimeler benden bağımsızca ağzımdan döküldü,
"Seni buldum." Lakin hâlâ daha olayın gerçekliğine inanmakta güçlük çekiyordum.
Ne yani beni yıllardır seven ve her daim dibimde olan platoniğim şirket ortaklarımızdan biri olan ve ara ara, yüz yüze gelerek konuştuğum Suray Yetkiner miydi?
Olanaksız gibi geliyordu
Hele onun beni sevme olasılığı...
O bütün camiada sert biri olarak biliniyordu. Beni sevmesi, daha doğrusu yıllardır sevmesi tuhafıma kaçmıştı.
Bu inanılmaz bir duyguydu.
Kabul onunla ilk karşılaştığımda ondan etkilenmiştim ancak o sıralar sevgili meseleleri ile uğraşmak istemediğimden dolayı yaklaşmamıştım ki, yalnızlığım olarak hitap ettiğim kişiye de haksızlık etmek istemediğimden kendimi geri planda tutmuştum.
Nerden bile bilirdim ki iki farklı kişiliğin aslında aynı kişi olabileceğini?
Tekrardan ona baktım.
Bu sefer perdelerini indirmiş bir şekilde bakıyordu bana.
Gözlerinden okunan duygu tuhaftı,
Sanki aşık?
"Neden bu zamana kadar karşıma çıkmayıp, türlü türlü oyunlar oynadın?" Bakışları buğulandı, dudakları düz bir hâl aldı. Elini sarı kahve arasındaki tutamlara daldırıp etrafa bakındıktan sonra tekrar gözlerime baktı.
"Ben çok mu mutluydum sensiz olmaya sanıyorsun? Başımda onca problem varken karşına çıkamazdım. Şirket biliyorsun ki bir ara batma derecesine geldi ve toparlamak zaman aldı. Ondan önce ise ailemin vefatı üzerine karşına çıkacak gücüm yoktu." Duyduklarım ile ağzım aralanırken kendime kısa bir küfür savurdum.
Ben aptal gibi ona karşıma çık derken, o milyonlarca problem ile uğraşıyordu.
Tam bir aptaldım.
"Anladım. Başın Sağ olsun." Dedim kedi gibi mırıldanırcasına.
"Sağ ol." Dedi ve alt dudağını ısırdı. Birkaç dakika boyunca ne o konuştu ne ben. Lâkin hâlâ aynı pozisyondaydık. Eli sıkıca belime sabitlenmiş, vücudu vücuduma yaslıydı.
"Senden bir şey isteyeceğim." Dedi kararsız bir tonda. Tek kaşım usulca havalandı.
"İste?"
"Sarılabilir miyim?" Nefesim kesilecekmiş gibi oldu, avuç içlerimde gezinen ölü cesetler gözlerimde can buldu.
Ne diyeceğimi bilemez durumdaydım.
"Pekâlâ." Dedim neden onay verdiğimi bilmeden.
Hiç beklemedi.
Zaten ona yaslı olan küçük bedenimi heybetli bedeniyle sardı. Küçücük kaldım kollarında.
"Ee?" Dedi hâlâ sarılmaya devam ederken," Beklediğin gibi miyim?" Kısık sesle güldüm.
"Aslına bakarsan daha tipsiz birini bekliyordum. " dediğim anda sessizce güldü. Hafif geri çekilip gülerken kısılan gözlerine ve kırışan yanaklarına baktım.
Şerefsiz çok yakışıklıydı.
"Bu kadar açık sözlü olmana bayılıyorum." Diyerek gülümsemesini tebessüme çevirdi.
"Bende gülümsemene bayılıyorum." Tabii ki de diyemedim. Açık sözlülükte bir yere kadardı. Çenesini omzuma yaslayıp derin bir nefes aldı.
"Artık gitmeliyim babamlar beni bekliyor olmalı." Diye mırıldandım ve omzumda ki çenesini yok saymaya çalıştım.
"Seni sevdiklerimi ezebilecek kadar çok seviyorum rus kızı." Fısıldayışı kulaklarımı istila ettiğinde yutkundum.
Böyle bir itirafı açıkçası beklemiyordum.
Ellerini belimden çözdüm ve ona döndüm.
"Şey... ben artık gideyim." Bana gülümsedi, hep gülümsesen?
"Git, ama bir dakika." Dedi ve ben daha ne olduğunu anlamadan dudağım ve yanağım arasında ki o boşluğu öpüp geri çekildi ve daha da geniş gülümsedi.
"Şimdi gidebilirsin. Bu gece daha huzurlu uyuyacağım." Şaşkınlığın verdiği etkiyle onu başımla onayladım ve elbisemin eteklerini hafif yukarı kaldırıp içeriye doğru yürüdüm ve demir kapıyı açıp arkamdan bana bakan Suray'a son bir bakış attım ve içeriye girdim.
Şu an sarhoş gibiydim, biraz önce ne olmuştu?
İçeriden yükselen slow müzik sesi ile yüzümü buruşturdum.
Dans müziklerinden pek haz etmiyordum. Ben içeriye doğru adımlarken önümün kesilmesi ile irkildim.
Kafamı kaldırıp önümü kesen kişiye baktım.
Masaya ilk geldiğim zaman bana göz kırpan kumral çocuktu ve yüzünde adi bir gülümseme vardı.
"Benimle dans eder misin partinin en güzel kızı?" Onun bu gevşek hallerine göz devirdim.
"Yok sağ ol, almayayım." Dedim ve yanından geçerek masaya doğru ilerledim. Bu sefer bileğimin tutulması ile sinirle ona dönüp;
"Bana dokunma hakkını sana kim verdi?" Sesimi hafif yükseltmem ile birkaç kişi bize dönmüştü. Bu sefer irkilerek geri çekilen taraf o oldu.
Şaşkın bir şekilde bana bakması sinirlerimi daha da bozuyordu.
"Tamam ya sakin ol, bir şey mi dedim?"
"Diyemezsin zaten." Dedim ve arkamı dönerek masaya ilerledim. Üzerime görevliden aldığım ceketi geçirip fermuarını boğazıma kadar çektim. Abim ve babam sohbet ederlerken yanlarında ki boşluğa oturup kafamı geri yasladım ve gözlerimi kapattım.
Bugün yaşadıklarım aklıma bir bir gelirken, dudaklarımda peydahlanan gülümseme geleceğimden bir kesit gibiydi.
Her şey garipti.
En garibi ise beni tanıyan ama benim tam olarak tanımadığım bu yabancı ile aramızda ki tutku idi.
Biraz abim ile dışarıda dolaşma kararı aldıktan hemen sonra çıkışa doğru ilerlemiştik. Ancak dışarı çıkacakken önümüze akın eden muhabir sürüsüyle ne yapacağımı, daha doğrusu ne yapacağımızı şaşırmıştık.
“Tanya Hanım, Akın Bey dün şirketin ortaklarından Suray Yetkiner ile oldukça samimi pozlarınız yakalandı. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?”
“Tanya Hanım. Suray Bey ile ilişkiniz var mı?”
“Akın Bey, yakında üst kademeye terfi edecek misiniz?”
“Tanya Hanım, babanızın hisseleri size devredeceği, yani veliahttı yapacağı doğru mu?” Üst üste gelen sorular nedeniyle gerilen abim, sağ eliyle kravatını gevşetmekten kendini alıkoyamamıştı. Aynı şekilde bende gerilirken tam olarak ne yapacağımı şaşırmıştım lakin yelkenleri hemen suya indirerek onlara istediklerini vermeye hiç ama hiç niyetim yoktu.
Yüzüme naif bir gülümseme yerleştirdim.
“İlginiz için çok teşekkür ederin ancak, Suray Bey ile aramda ilişki yok. Sadece bir arada bulunması gereken iki insanız.”
“Babanızın veliahttı olacağınız yönünde ki dedikodular doğru mu?” önüme düşen saç tutmanı kulağımın arkasına yerleştirip tebessümümü silmeden konuştum.
“Dediğiniz gibi sadece dedikodu.” Diyerek aralarından geçmeye çalışırken hala soru sorma ve cevap alma peşindeydiler.
Onları umursamadan dışarı çıkarak yol boyu ilerledik ve bir banka oturarak i-bizi selamlayan geceye kucak açtık. Karanlık sinsi bir zehir gibi içimize işleyerek etrafımızı sarmaladı. Ay ve yıldız bize bu güzel gecede eşlik etti. Her ne kadar yorucu bir gün olsa da istediklerimi elde etmenin verdiği huzur ile kendimi oldukça iyi hissediyordum.
“Muhabirler beni her zaman germiştir.” Dedi biraz önceki muhabirle karşısındaki sessizliğine ima yaparak. Kasılmış vücudu önceye nazaran daha gevşek ve rahatlamış gözüküyordu. Ela göz bebekleri biraz genişlemişti.
“Biliyorum.” Dedim samimiyetle ve abime tebessüm ettim. Bunu yadırgayacak değildim. Benimde muhabirleri çok sevdiğim söylenemezdi, sadece daha sakin kalmayı başarabiliyordum. Bana cevap vermedi ve ileriyi izlemeye koyuldu. Bende bu sıra kafamı onun omzuna yaslayarak gözlerimi kapattım, açıkçası benim için yorucu bir gün olmuştu ve uyku bu durum için kaçınılmazdı.
Uyku bir kaçıştı ve ben kaçmayı tercih etmiştim.