Sabah odaya dolan ışık huzmeleriyle gözlerini kırpıştırdı genç adam. Şiddetli ağrıyan başı yüzünden, gözlerini açmadan kolunu uzatarak eliyle başucundaki komodinin üzerini yokladı. Telefonu yoktu. Bir önceki gece Allah bilir nerede bırakmıştı. Başını yastıkta geriye atıp gözlerini ışığa alıştırmaya çalıştığında, yanında uyuyan kadının sesini işitti. “Erkencisin.”
“Bu sabah toplantı vardı. Saat kaç oldu?”
Genç adam yataktan inerken, sevgilisi Yelda yastığın altındaki kol saatini çıkartıp ekranını gösterdi. “07.00 olmak üzere.”
“Bir an önce hazırlanıp şirkete geçmezsem abim canıma okur.”
Genç adam duş almak için banyoya yöneldiğinde ,Yelda da onunla birlikte hareket etti. “Yusuf! Akşam görüşür müyüz? İrem’in doğum günü partisi var.”
Yusuf olumsuz anlamda başını sağa sola çevirirken, bunun mümkün olmadığını söyledi. “Akşam şehir dışında olacağım.”
Aldığı cevap yüzünden Yelda’nın suratı asıldı. Nereye gittiğini, şehir dışında ne işi olduğunu sordu.
Duyduğu sorularla genç adam yüzünü Yelda’ya döndü. “Seninle en başından bunları konuşmuştuk, unuttun galiba. Biz evli değiliz. Bana karımmışsın gibi davranmandan rahatsız oluyorum. Eğer yapamayacaksan, bu şekilde yürütemeyeceksen söyle, bitsin. Bir daha görüşmeyelim.”
Genç kadın yaptıkları o konuşmayı bugün gibi hatırlıyordu. Hiç unutmamıştı. Bağlanmak yok demişti Yusuf. “Aramızda bundan fazlası olamaz.”
Öylesine başlayan bu ilişkide, Yelda âşık olmuştu genç adama. Yusuf ona umut vermese bile zamanla her şeyin değişeceğine, bir gün sevdiği adam tarafından sevileceğine inanmayı tercih etmişti. Birkaç ay öncesini hatırlayan genç kadın gülümsemeye çalışarak, “Beni yanlış anladın,” dedi. “Sadece merak ettiğimden sordum. Akşam partide bana eşlik edersin diye düşünmüştüm. Amacım sana hesap sormak değildi.”
Son zamanlarda Yelda’nın tavırlarından rahatsız olan Yusuf, genç kadının yüzüne şüpheyle baktı. Karşısındaki kadın güzeldi, alımlıydı, zekiydi. Ondan çok hoşlandığı bir gerçek olmasına rağmen, daha fazlası yoktu. Fakat aynı şey Yelda için geçerli miydi, işte ondan emin olamıyordu artık. Âşık olmasa bile değer veriyordu bu kadına. Üzmek istemiyordu.
***
Öğle saatlerinde toplantı bittiğinde, abisi Gürkan Yusuf’tan bir ricada bulundu. “Dün görüştüğümüz şirket fiyatı kırmak istiyor. Senin ikna kabiliyetin bana kıyasla daha yüksek. Bugün adamlarla görüşüp, onları bizim verdiğimiz fiyata ikna eder misin?”
Abisinin isteği üzerine Yusuf itiraz etti. “Bu akşam Antalya’ya uçuyorum abi. Sana Arif ve Orhun ile program yaptığımızı söylemiştim. Hafta sonu çocuklarla takılacağız. Pazartesi döndüğümde adamlarla görüşürüm.”
Gürkan kardeşinin umursamaz tavrına sinirlenerek, imzalayacakları anlaşmanın önemini hatırlattı. “Oğlum, elimize büyük bir fırsat geçti. Riske mi atalım. Orhun ve Arif ile yine görüşürsünüz. Hem bugün sen adamları ikna et, sana benden bir hafta izin. Söz, bütün işlerini ben halledeceğim. Senden sadece, şu heriflerle görüşüp onları ikna etmeni istiyorum, o kadar.”
Yusuf kısa bir an için düşündü. Bir hafta tatil hiç de fena bir teklif değildi. Abisine elini uzatıp, “Yemin et,” dedi. Sarıya yakın ela gözlerini kısarak, muzip bir gülümsemeyle “Senin sağın solun belli olmaz. Sonradan caymak yok.”
“Söz lan söz! Hadi şimdi sırıtmayı bırak da hazırlan. Akşam altıya senin için randevu ayarladım. Git şu işi bağla.”
Genç adam abisinin aceleciliğine inanamıyordu. “Kabul edeceğimden o kadar emindin yani,” dedi.
Gürkan gülerek, Yusuf’un önünde duran kahveden bir yudum içerken, “E malımı tanıyorum demek ki,” diye cevap verdi. “Tatil, eğlence deyince, senin için akan sular durur. ”
“Ya abi yapma şu pisliği! Kaç kere diyorum benim fincanımdan içme diye.”
Gürkan kardeşini sinirlendirmenin keyfiyle koltuğuna oturup, geriye yaslandı. “Kime çektin oğlum sen. Aşeren kadınlar gibi her şeyden miden bulanıyor. Yelda sana iyi katlanıyor.”
Yelda mevzusunun açılması Yusuf’un tadını kaçırdı. Bunu fark eden abisi bir sorun olup olmadığını sorduğunda, kafasında oluşan soru işaretlerini, sıkıntısını anlattı. “Ben hiçbir zaman ona umut vermedim. Gelecek vaat etmedim. İlk günden beri bir gün biteceğini biliyordu ama sanırım aramızdaki bu şey, onun için başka bir boyuta ya geçti ya da geçmek üzere, bilmiyorum.”
Yusuf’un sözlerinden sonra Gürkan ciddileşerek, “Peki ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi.
“Hiç bilmiyorum abi. Bu tatilde, ne yapmam gerektiğine karar vereceğim sanırım. Yelda iyi kız. Ona değer veriyorum. Boş hayallere kapılarak üzülmesini istemem.”
Gürkan kardeşini anlamıyordu. İlişkiler ya ciddi olmalıydı veya ciddi değilse hiç başlamamalıydı. Kısa bir an düşündükten sonra, “Baştan beri saçmaydı sizin bu beraberliğiniz,” dedi. “Oğlum bize ters bu işler. Modern çağ dediğin, yani karı koca gibi yaşayıp sonra bana bağlanma demek falan. Ne bir kadına ne de erkeğe yakışıyor.”
Abisi ağır ağır ahlaki değerlere girmeye başladığında, Yusuf acele edercesine ayağa kalktı. “Ben gidip adamları nasıl ikna edeceğimi düşüneyim iyisi mi. En azından seni bu konularda ikna etmekten daha kolay.”
Genç adam dışarıya çıkmak için kapıya doğru adımladığında, içeriye kız kardeşi Seval girdi. “Ooo küçük beyimiz de buradaymış. Gece evde yoktun.”
Seval’in imalı sözlerine karşılık, “Bana laf mı sokuyorsun küçük cadı,” dedi. “Hem yataktan çıkmışsın gibi, bu halin ne? Şu saça başa bak, bakımsız şey.” Yusuf bir yandan Seval’in saçlarını karıştırıyor, bir yandan da kardeşi geçmek için hareket ettikçe, önüne geçip ona engel oluyordu.
Morali bozulan Seval, Yusuf’u itmeye çalışırken, Gürkan’dan yardım istedi. “Abi şuna bir şey söylesene! Dev gibi cüssesiyle geçmiş önüme yol vermiyor.” Kardeşlerinin atışmalarına, Gürkan gülümseyerek yanıt verdi. “Benim kardeşim her haliyle çok güzel. Senin sevgililerin gibi makyaj güzeli değil. Rahat bırak kızı.”
Abisinin ofisinden kaçar gibi çıkan Yusuf, önce Arif’i sonra Orhun’u arayarak, akşam onlarla birlikte gidemeyeceğini söyledi. “Siz gidin, ben yarın arkanızdan gelirim,” dedi. “Burada halletmem gereken işler çıktı.”
***
Akşam abisinin ayarladığı yemeğe giden Yusuf, yaptıkları küçük toplantıda adamları ikna etmeyi başarabilmişti nihayet. Tatili hak ettiğine göre, gönül rahatlığıyla gidebilirdi.
Ertesi sabah Antalya da uçaktan inip kiraladığı araca bindiğinde, neşesi yerindeydi. Tatil köyüne ulaşmak için yolda ilerlerken, arabası bozuldu. Araçtan inip öfkeyle tekmesini lastiğe vurdu. “Allah kahretmesin!” Sanki bu tatile gitmesini engelleyen gizli bir güç vardı. Sevgilisi tarafından terk edilen Arif’e moral vermek için planladıkları bu seyahatte, asıl psikolojisi bozulan kendisi olmuştu.
Yardım çağırmak için telefonunun ekranına bakan genç adam, sinyal olmadığını gördüğünde of çekti. Arabanın motor kapağını açıp, anladığı kadarıyla biraz uğraştı. Eline ve üstüne bulaşan yağı gördüğünde sinirden tepesinin atacağını hissetti. Var gücüyle motor kapağını kapattığında, ıssız yolda gideceği yönde doğru gelen bir otobüs belirdi. Elini kaldırarak yolun ortasında durduğunda, kaybettiği neşesi yerine geri geldi. Çünkü otobüs gitmesi gereken yere gidiyordu. Apar topar açılan kapıdan girip şoföre teşekkür etti, oturacağı bir koltuk aradı. Alnında biriken teri sildiğinde eline bulaşan motor yağını çoktan unutmuştu. İçinden bu duruma söylenirken, gözüne takılan boş koltuğa ilerledi. Yaklaştığı iki kişilik koltukta, cam kenarında genç bir kız oturuyordu. Nezaketen, “Oturabilir miyim?” dediğinde, Jülide kitabından başını kaldırıp ters bir bakış attı. “Boş olduğuna göre.”