?3.BÖLÜM: KAYIP RUH

3211 Words
Kratas yüzünde beliren şaşkınlık ifadesiyle öylece duruyor, merak taşıyan bakışları sessizce bileğimin üzerinde geziniyordu. Öfkesi geçmiş gibi görünüyordu, yerini anlamakta güçlük çektiği bir şaşkınlık ve dehşet duygusu almıştı. Bir an için her şey durdu, sadece nefes alıp verişimiz duyuluyordu. Sanki konuşmayı unutmuş gibi "Bu... Bu..." diye kekelediğinde dayanacak gücüm kalmadığı için acı dolu bir haykırışla sözünü kestim. "Canımı yakıyorsun!" Gözlerime baktı. Sonra da damgaya. Kratas kısık sesle küfür edip ateşe dokunmuş gibi elini geri çekerken acıyla homurdanarak elimi dizlerimin üzerine çektim. Damganın etrafındaki tenim anında kızarmıştı. Kötü görünüyordu. İçimdeki pişmanlık giderek artan bir yoğunlukla beni sararken, bu acıyı hak ettiğimi düşünmeden edemedim. Başıma gelen her şeyi hak ediyordum ben. Acıyı bile. Bir adım gerileyerek benden uzaklaşırken "Neden damgalısın?" diye sordu, Kratas. O kadar şaşkın görünüyordu ki ayakta kalmak için kolonlardan birine tutundu. Başını eğdiğinde altın rengi saçları alnına döküldü. "Anlamıyorum. Sen onlardan biri değil misin?" Damgaya parmak uçlarımla dokunurken, onu biraz bile umursamadan, acı dolu bir sesle "Kahretsin!" diye mırıldandım. "Neden bu kadar acıtıyor bu?" "Çünkü yeni yapılmış!" Neden bunu beni suçluyormuş gibi söylüyordu? Kratas'a verebileceğim bir cevabımın olmasını tüm kalbimle dilerdim fakat düşünebildiğim tek şey lacivert gözlere sahip bir adamdı. Öyle çok Kafam karışmıştı ki zihnimden tek bir tane bile doğru düzgün bir düşünce geçmiyordu, uzun bir sürede geçmeyecek gibiydi. Baş parmağımın ucunu bileğimdeki kelebeğin kanatlarında dolaştırırken 'Damien,' diye geçirdim içimden. Hüzün bütün bedenimi ikinci bir deri gibi kapladı. Onu görmek istiyordum; Onu görmeye, sesini duymaya, yüzüne bakmaya nefes almak kadar ihtiyacım vardı. Keşke o da beni benim onu görmek istediğim kadar görmek isteseydi ama istemiyordu. Bunu biliyordum. Bana karşı hissettiği nefret öyle ruhumu boğuyordu ki, Kratas'ın nefreti canımı bile yakmıyordu... Fakat sonra daha da kötü bir şey oldu. Abraham, oturma odasından fırladı ve koridoru beni bile endişelendirecek kadar endişeli bir ifadeyle geçtikten sonra yanıma, dizlerinin üzerine çöktü. "Vanessa!" diyerek, uzun, güvenli kollarının omuzumun etrafına sardı ve beni karşımdaki heriften koruyabilecekmiş gibi keskin bakışlarını Kratas'ın üzerine dikti. Az önceki haykırışlarımı duymuş olmalıydı. Muhtemelen Kratas hakkında hiç de iyi şeyler düşünmüyordu. Elbette Peter'da duymuştu. Peter, Kratas'ın yakasına yapıştıktan sonra derinden gelen, son derece öfkeli bir sesle "Ona ne yaptın sen?" diye hesap sordu. Suratımı buruşturdum. Neyse ki Abraham yanındaydı. Onun varlığından yapabildiğim kadar güç alırken "Bırak onu Peter!" dedim, yeniden ikisi arasında kavga çıkacağı için panikleyerek. "Ne? Ama sen bağırdın ve..." Yumuşak bir sesle "Bir şey yapmadı o." diye açıklarken ne demek istediğimi iyice anlasın diye yavaş ve tane tane konuşmuştum. "Çek ellerini üzerimden!" Kratas, Peter'ın onu tutan ellerini sert bir şekilde ittirerek onun tutuşundan kurtuldu. "Sen de duydun işte. Hiçbir şey yapmadım ona." Teknik olarak, gerçekten de doğruyu söylüyordu. Her ne kadar bileğimi tutarak canımın yanmasına sebep olan kişi Kratas olsa da aslında tutuşu canımı yakacak kadar sert değildi. Bunu derken pembe gözlük falan takmıyordum. Ne kadar bana gıcık olsa da, o anki tek amacı gitmeme engel olmaktı. Ben sadece damgaya dokunduğu için o kadar büyük bir tepki vermiştim. Burada sorumlu tutabileceğim tek bir kişi vardı, o da beni damgalayan kişiydi; Başkan Eugine. Eminim şu an o lüks evindedir ve kendi kendine bu saçma, anlamsız zaferinin tadını çıkarıyordur. O günden beri beni ziyaret etmemesi de bir garipti zaten. Peter huysuzca homurdanarak parmakların saçlarındaki dalgaların arasından geçirdi, cidden sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Başka bir çarem kalmadığı için "Abraham?" dedim yardımını isteyerek. "Git buradan evlat," diyerek geldiğinden beri ilk kez bir şey söyledi Abraham. "Gördüğün gibi burada hiç hoş karşılanmıyorsun. Anladığım kadarıyla da iyi bir niyetle de gelmemişsin." Kratas, Abraham'ın dediğini yapıp çekip gitmeden önce bir kere daha bana baktı. Garip ama bana olan bakışlarında bu defa en ufak bir öfke ya da nefret yoktu. Sadece merak ve şüphe vardı. Bakışları yavaşça yüzümden bileğime doğru kaydı, kaşlarının arasında huzursuz bir çizgi belirdi. O an ne düşünüyordu acaba? Bana söyleyeceğini bilseydim eğer ona sorardım. Yine de sadece onun şehrinin damgasını taşıyorum diye benden nefret etmeyi kesmezdi... Değil mi? Daha fazla dayanamayarak gözlerimi kaçırma ihtiyacıyla dolduğumda ve bunu yaptığımda daha da kötü bir şey oldu. Abraham'a bakmıştım ve o da bana bakıyordu ama yüzüme değil, bileğime. Hızlıca diğer elimle bileğimi örtmeye çalışsam da ne kadar geç olduğunun farkındaydım, çoktan görmüştü ki! Abraham, gözlerini aşırı yavaş bir biçimde kaldırıp -Sanki bana bakmaya korkuyormuş gibiydi- gözlerimin tam içine baktığında kanın tüm yüzüme doluştuğunu hissettim. "Vanessa," dedi. Tek yaptığı ismimi söylemekti ama bu dediğinin arkasında bir sürü şey yatıyordu. Anlayış, acı ve kabulleniş. O, Kratas gibi değildi ki. Belki de beni dünyadaki herkesten daha çok tanıyordu. Neler olduğunu damgayı gördüğü ilk anda anlamıştı. Anladığını biliyordum çünkü yüz ifadesi bana bilmem gereken her şeyi söylüyordu. Peter, her şeyden habersiz bir şekilde "Ne gıcık herifti." diye araya girerek dikkatimizi üzerine çekene kadar Abraham'a onu sakinleştirmek için ne söyleyeceğimi düşünüp durdum. Abraham, gözlerini Yeraltı Damga'sından zorlukla çekti ve dalgın bir bakışla oğluna baktı, o an yapabileceği tek şey buymuş gibi cansızca gülümserken hiç olmadığı kadar neşeli olmaktan uzak görünüyordu. "Evet, öyleydi. Hadi, içeri geçelim artık. Burası çok soğuk. Biraz daha kalırsak eğer hasta falan olacağız." "İyi misin, Vanessa?" Peter, bana bakıyordu. Konuşabilecek bir hâle geldiğimde "Evet," diye yanıt verdim, hemen. Sonra da kendimi gülümsemeye zorladım, muhtemelen en az Abraham kadar gergin görünüyordum. "Bir şeyim yok benim. Endişelenmeyin lütfen." Bunu en çok Abraham'a söylüyordum. Peter alçak sesle güldü. "Eğer beladan uzak durmayı başarırsan biz de senin için endişelenmeden durabiliriz. Hadi, gel. Kalkmana yardım edeyim." diye alay ettikten sonra ondan destek almam için avucunu bana doğru uzattı. Bu durum bana çocukluğumuzu hatırlattı. Ne zaman diğer çocuklar tarafından tuhaf olduğum için dışlansam ya da yaptığım bir şeyler ters gitse bana böyle elini uzatır, gülümserdi. O, benim tek arkadaşımdı. İki kez düşünmeden uzanıp elini yakaladım ve beni yerden kaldırmasına izin verdim. Abraham, kapıyı ardımızdan kapatırken Peter bana bir şeyler söylüyordu ama aklım tamamen başka bir şeyle meşgul olduğu için ne dediğini duymuyordum bile. Sanırım beni teselli etmeye çalışıyordu. Onun tesellisine ihtiyacım olmadığından değil ama o an diyeceği hiçbir şey beni rahatlatamazdı. Gergin bir şekilde oturma odasının ortasında durduğumuzda Peter'dan uzaklaşmak için bir adım geriledim. Kıyafetimin üzerindeki olmayan tozu temizliyormuş gibi yaparken "Ah, ne korkunç bir sabahtı. Gidip biraz dinlensem iyi olur." diyerek beni bekleyen o karşılaşmadan kaçmaya çalıştım. "Onun öncesinde..." diyerek oturma odasına girdi Abraham. Sanki oğlu tam yanında durmuyormuş gibi doğruca gözlerimin içine bakıyordu. "Bana ısıtma sistemi konusunda yardım eder misin, Vanessa? Sanırım bozulmuş. Doğru düzgün çalışmıyor." Sen ve ben, konuşacağız küçük hanım. Bunun açıklaması tam olarak buydu. "Tabii, geliyorum." Kabul etmiştim çünkü bir şekilde şu anki durumdan kaçmayı başarsam bile bir gün bunu zaten yapmak zorunda kalacaktım. Peter'ı arkamızda bırakıp malikanedeki en sıcak yer alan kontrol odasına girdiğimizde Abraham hızla bana doğru döndü ve canımı yakmamak için bileğimi büyük bir dikkatle yakaladıktan sonra çevirip damgaya baktı. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki... Sanırım yanlış gördüğünü falan düşünüyordu ya da umut ediyordu ama doğru görmüştü. Yeraltı Şehri'nin damgası tam oradaydı işte. Abraham'ın yüzü hissettiği kaygıdan değişirken bileğimi serbest bıraktı ve ileri geri yürümeye, kendi kendine bir şeyler söylemeye başladı. Onu daha önce hiç o kadar kaygılı görmemiştim. Alt dudağı kemiriyor, ellerini durmadan hareket ettiriyor, nefes almayı bile düzgün bir şekilde yapamıyordu. Bana doğru döndü ve birden sesini yükselterek onun adına daha da endişelenmeme neden oldu. "Seni aptal, sorumsuz çocuk! Bana bunu nasıl söylemezsin!" "Seni endişelendirmek istemedim." "Umurumda değil, Vanessa. Ne olursa olsun bana söylemeliydin. Ne kadar kaygılandım, bir fikrin var mı? Ne doğru düzgün yemek yiyor ne de doğru düzgün uyuyorsun. Tanrı aşkına! Kendine bir baksana! Günde toplasan beş cümle bile etmiyorsun." "Söylesem ne yapabilirdin ki?" diye mırıldandım ve iyice görsün diye bileğimi kaldırıp kelebeği gösterdim. Abraham derin bir nefes alırken -O an ne düşündüğünü çok iyi biliyordum- hissettiğim çaresizlikle başımı iki yana salladım. "Zaten iş işten geçmişti. Başkan böyle biri işte. Yeraltı Şehri'nin simgesiyle beni damgalayarak beni aşağıladığını sanıyor." "Hayır, seni kontrol edebileceğini sanıyor. Bunu Yeraltı Şehri'ne gitmemen için yaptı, değil mi? Damien'ı bir daha asla görmeyeceğinden emin olmak için. Ben de neden hâlâ onu görmek için gitmediğini merak ediyordum. Bir şeylerin ters olduğunu hep biliyordum ama bu... Bu çok fazla! Onun için bile fazla! Nasıl seni damgalar! Sen bir asilsin!" "Bunun bir önemi yok." Ve gerçekten de yoktu. Abraham, inanmaz bir ifadeyle güldü. "Tek umurunda olan Damien, değil mi? Senin için bir önemi olmayabilir ama benim için var. Dünyada seni umursayan insanlar var, Vanessa. O küstah, kendini bir halt sanan başkan bozuntusu sana bunu yapmaya cüret edemez. Seni damgalayamaz. Özellikle de babanın yaptığı bir çiple! Nasıl bu silahı sana karşı kullanır?" İşte, acımasız gerçek. Bileğimdeki çipe baktım ve onu babamın yaptığını düşününce bu düşünceden tiksinerek yüzümü buruşturdum. Asıl sorun, Damien hayatıma girmese bu şeyin ne kadar büyük bir sorun olduğunu göremiyor olacak olmamdı. Bana damgasını gösterdiği ilk gün gerçekten şaşırmıştım çünkü babam bu çipi Yeraltı Şehri'nde yaşayan insanlar için yapmamıştı. Sınır hayvanlarının yerini kolayca tespit etmek için yapmıştı ama bir şekilde o insanlar bunun bir parçası olmuştu. Damien bir parçası olmuştu. Aslında bu komikti. Babam bu çipi yaparken bir gün benim de bileğimde olacağını asla düşünmemiştir. Buna karma deniyordu sanırım. İçimden bir ses zehir gibi bir fısıltıyla 'Babanın bu çipi hayvanlar için yaptığından emin misin? Sana söylediği buydu ama gerçek her zaman duyduklarından ibaret değildir.' dediğinde başımı şiddetle iki yana salladım ve babam hakkında böyle şeyler düşündüğüm için kendimden nefret ettiğimi hissettim. Neler düşünüyordum ben böyle? Babam kötü biri değildi. Hele bir yalancı, hiç değildi. İnsanlara bunu yapmazdı. Bundan emindim. Benim sadece... Kafam karışmıştı o kadar. Tüm mesele bundan ibaretti. Kendimi buna yeteri kadar inandırdığımdan emin olduktan sonra kendi kendime bir daha asla böyle bir şey düşünmeyeceğime dair söz verdim. Hem çok daha önemli sorunlarım vardı benim. Beni utandıran bir gerçeği itiraf eder gibi "Damien'a çipi babamın yaptığını hiç söylemedim." dediğimde Abraham bana sanki kafayı sıyırdığımdan emin olmuş gibi baktı. İfadesini görmezden gelerek umutsuz bir biçimde kolilerden bir tanesinin üzerine oturdum. "Sanırım bunu öğrenirse benden nefret eder diye korktum çünkü bu çip olmasaydı eğer buradan çok uzaklara kaçabilirdi. Kimsenin onun kim olduğunu bilmediği bir yere giderdi. Özgür olurdu. Oysa şimdi daha da tutsak oldu. Hem de benim yüzümden. Ben de oldum. Dünya üzerinde istediğim yere gidebilirim ama onun yanına değil. Her şeyi batırdım, Abraham. Hem de çok fena bir şekilde." "Konumuz bu değil, Vanessa." Değil miydi? Ne garip. Oysa tüm konu bundan ibaretmiş gibi hissediyordum ben. En azından Damien gittiğinden beri öyleymiş gibiydi. "Bana güvenmişti." dedim. "Vanessa, sana konumuz bu değil dedim." Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Oysa ben ne yaptım?" derken alnıma sertçe vurdum, kafamın içindeki sesler bir türlü susmuyordu; Bir de utanmadan onu görmek mi istiyorsun? Elini uzattığın her şeyi mahvediyorsun. Hepsi senin suçun. Kötü birisin sen... "Sen hiçbir şey yapmadın!" diyerek karşı çıktı Abraham. "Kendini suçlayıp durmayı kes artık. Korkman kadar doğal bir şey yok. Herkes korkar, Vanessa." Korkmak. Uzun süredir hissettiğim tek duyguydu bu. Kendim için korkmak. Damien için korkmak. Abraham için korkmak. İnsanlar için korkmak. "Abraham..." Ellerimle yüzümü kapattım. Kendimi çok zayıf hissediyordum. "Benim canım çok yanıyor." "Biliyorum." "Ama anlamıyorsun. O gittiğinden beri sanki nefes alabileceğim hiçbir yer yokmuş gibi hissediyorum. Düşünemiyorum. Uyuyamıyorum. Yemek yiyemiyorum. Hayatımın büyük kısmını onsuz geçirdiğimi düşününce, bunun ne kadar saçma olduğunu biliyorum ama bu pişmanlıktan bir türlü kurtulamıyorum. Her yer onun yokluğuyla dolu sanki." Tüm bunları sonunda biriyle konuşabilmek öyle çok rahatlatıcıydı ki, kelimeler dudaklarımın arasından çıktığı anda kalbimdeki yükün biraz hafiflediğini hissettim. Abraham, şimdi daha da endişelenmiş görünüyordu. "Ah, çocuğum. Bir gün iyileşeceksin. Bir gün her şey geçecek. Sanki hiçbir şey olmamış gibi olacak." diye söz vererek başımı okşadı. Yapabileceği tek şeyin bu olduğunu ikimiz de biliyorduk ama bir an için bu yeterli olmuştu. Bir an için bir soluk almıştım. Bir an için... Gözlerimi kapattım ve bir gün gerçekten iyileşebilmeyi dilerken buldum kendimi. Günün geri kalan kısmında yürüyen bir ceset gibi dolaştığımı söylesem hiç de yalan olmaz. Tek yaptığım kanepede oturtup camdan dışarıya, yağan kara bakmaktı. Peter bir ara bana yiyeceklerle dolu bir tepsi getirmişti, hepsi de en sevdiğim yiyeceklerdendi ama o kadar iştahım yoktu ki sadece birkaç lokma alıp kaşığı tepsinin üzerine geri bırakmıştım. Peter endişeli bir şekilde tepsiyi sehpalardan birinin üzerine bırakırken biraz daha kendimi zorlarsam o pahalı halının üzerine kusacağımı düşündüm. Abraham bundan pek hoşlanmazdı herhalde. "Doğru düzgün yemek yemen gerekiyor." dedi Peter, yüz hatlarımı bariz bir endişeyle incelerken. "O kadar şeyle doymuş olmana imkân yok, Vanessa." "Hiçbir zaman çok yiyen biri olmadım ki." "Ama hiçbir zaman az yiyen biri de olmadın. Ateşin de yok." Uzanıp bundan emin olmak için parmaklarının tersiyle alnıma dokundu. İliklerime kadar irkildim. Bu dokunuş bana istemsiz bir şekilde onu hatırlatmıştı. Hasta olduğumda benimle ilgilendiği tüm o zamanları düşündüm. Bir asır önceymiş gibi geliyordu şimdi. Peter'ın parmaklarının altından aceleyle kaçarken o da onaylamaz bir ifadeyle başını iki yana sallıyordu. "Vanessa, sadece üzgün olduğun için kendine bunu yapamazsın. Bu hiç adil değil. Hayatına bakman gerekiyor artık." "Üzerime gelme, Peter." Kanepeden, daha doğrusu Peter'in yanından aceleyle kalkarken surat ifademin ne hissettiğime dair hiçbir şey belli ediyor olmaması için ekstra çabalıyordum. Tek bir açıklama bile yapmadan, sanki yangından kaçıyormuş gibi yürüyerek oturma odasından çıktım. Kendi odama gitmek için merdivenleri çıkarken öfkeden tırabzanları canımı yakacak kadar çok sıkıyor, kafamı duvara duvara vurmak istiyordum. Bu haksızlıktı, biliyordum. Saçmaydı da. Sırf bana Damien'ı anımsatıyor diye Peter'dan kaçmak... Üstelik o ikisinin benzer hiçbir yanı bile yoktu! Hemen kendime gelmem gerekiyordu. Abraham'la merdivenlerde karşılaştığımızda dalgınlığım yüzünden karşımda bulana dek onu fark etmedim. "Uyumaya mı?" diye sordu, anlamsızca. "Evet." "Ben de seni görmeye geliyordum. Sana bunu vermek istedim." Bana ceketinin cebinden çıkardığı bir merhemi uzattı. Yüzümün bembeyaz kesildiğinden emindim çünkü bu merhem Damien'a aitti. Yaraları ve ağrıları için kullanıyordu. Bana neler hissettirdiğinden tamamen habersiz bir şekilde "Bileğine sür. Ağrıyı hafifletir." diyerek devam etti, Abraham. Kalbim hızla çarparken merhemi ondan aldım ve yüz ifademi görmesin diye başımı yana eğerken Abraham'ın yanından neredeyse uçarcasına geçtim. Ayak seslerim koridorun sessizliğinde yankılandı. Abraham'ın arkamdan baktığını hissedebiliyordum. Odama girdiğimde sırtımı kapıya yaslayıp gözlerimi kapattım. Damien'a ait olan merhemi iki elimle tutup, kaybolmasından korkuyormuş gibi göğsüme bastırırken derin bir nefes alarak kalbimin ritmini sakinleştirmeye çalıştım. Ah, bu çok tatlı bir acıydı. Ondan kalan bir şeyi görmenin ve hissetmenin böyle hissettireceğini bilseydim, belki de daha önce buna cesaret ederdim. "Damien..." Yumuşak bir fısıltı gibi ismini söyledikten sonra bu ismin dudaklarımda bıraktığı tadın keyfini çıkarırken hafifçe gülümseyerek gözlerimi yavaşça araladım. "Onu bu kadar çok mu özlüyorsun yani?" Hem yabancı hem de tanıdık olan bu ses kulaklarıma ulaşırken tüm düşüncelerim susuverdi ve gözlerim irice açıldı. Çığlık atmak için dudaklarımı araladım çünkü bu saatte odamda kimi görsem çığlık atardım. Işıklar açık olmadığı için ve akşam şehre çökmek üzere olduğu için uzun bir gölge şeklinde görünen figür hızla atıldı ve ben herhangi bir şey söyleyemeden dudaklarımı eliyle kapattı. Sırtımı iyice kapıya yaslarken Kratas'ın gözlerine bakakaldım. Cidden odamdaydı. Tam karşımda. Buraya nasıl girmişti bu? Hayır, asıl soru bu değildi. Asıl soru buraya neden geldiğiydi? Bu sabahki tartışmamızı düşününce aklıma hiç de iyi şeyler gelmiyordu doğrusu. "Şşş. Sakın bağırma. Sana zarar vermeyeceğim. Yemin ederim." O zaman neden odamdasın? Kratas, çığlık atmayacağına emin olana dek bekledikten sonra parmaklarını yavaşça dudaklarından çekti. Sormak istediğim asıl soruyu unutarak, sanki bu çok önemli bir şeymiş gibi, "Buraya nasıl girdin sen?" diye sordum. "Balkondan. İyi bir tırmanıcıyımdır." Kratas'ın alayla parıldayan gözlerine bakarken şaşkınlıktan kaşlarımı kaldırabildiğim kadar kaldırdım. Benimle alay mı ediyordu yoksa gerçekten ciddi miydi anlayamıyordum ama üzerine düşününce, başka nasıl yatak odama girmiş olabilirdi ki? Bu konuda tam olarak ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Beni boğmaya ya da benimle yeniden kavga etmeye gelmiş gibi görünmüyor olsa da tedbiri elden bırakmak istemiyordum. Aşırı yavaş bir şekilde konuşarak "Pekâlâ," dedim ve kıpırdamaya dahi korkarak Kratas'a tüm bu durumu ne kadar garip bulduğumu belli eden bir bakış fırlattım. Ardından da sırtımı kapıya biraz daha yasladım ve sordum. "Gerçekten, Kratas. Neden buradasın?" Kratas, huysuz bir tavırla gözlerini odamın içinde gezdirdi. Ani sessizliği "O damganın sen de ne işi var?" diye sorarak bozduğunda hissettiğim şaşkınlığın daha da arttığını hissettim. "Yani, buraya bunu merak ettiğin için mi geldin?" "Evet." dedi, neredeyse hiç çekinmeden. Gerçi neden benden çekinsindi ki? "Daha önce orada olmadığından çok eminim. Zaten yeni yapıldığı da belli oluyor... Ama bir türlü anlamıyorum. Sana bunu yapmaya kim cesaret eder?" "Sana dürüstçe cevap vermemi istiyor musun? O zaman bir daha bana öyle bağırmayacağına ve evime gelip öyle olay çıkarmayacağına söz vermen gerekiyor." Kratas, ne düşündüğümü çözmeye çalışıyormuş gibi ifademe dikkatle baktı. Oysa gayet ciddiydim ben. Her ne kadar şart koşmam doğru bir şey olmasa da bugün olan şeyin bir daha asla olmayacağından emin olmam gerekiyordu. Kratas bir an teklifimi reddedecek gibi olup başını iki yana sallasa da yüzünde ikilemin belirmesi uzun sürmedi. Sanırım gerçekten de ne cevap vereceğimi merak ediyordu. O her zamanki suratsızlığıyla "Tamam, dediğin gibi olsun." dediğinde bunu bir söz olarak algıladım ve biraz cesaret bulmak için ciğerlerimin içini havayla doldurdum... "Başkan Eugine'di." "Ne? Neden? Sen onun küçük, eğlenceli oyuncağı değil miydin? Sana neden bunu yapsın ki?" Bunun kulağa geliş şeklinden hiç mi hiç hoşlanmamıştım. Kratas ne dediğini iş işten geçene kadar fark etmemişti. Şaşkın ve öfkeli bakışlarımı görünce alt dudağını ısırdı. Eh, az da olsa utanç duyabildiğini görmek güzeldi. "Affedersin," dedi. "Ağzımdan kaçtı işte." Buruk bir biçimde gülümsedim. "Düşündüğün şey neyse onu söyledin, değil mi?" Kratas cevap vermeden gözlerime baktı. Bu bir onaydı. Hiç şaşırmadım. İğrenç biri olgunluğumu düşündüğünü biliyordum zaten. "Neden sana bunu yaptığını bana söyler misin?" "Neden bunu bu kadar umursadığını anlamıyor olsam da tamam. Bunu yaptı çünkü Yeraltı Şehri'ne gitmemi istemiyor. Çip yüzünden gidip gitmediğimi rahatça anlayabilir." "Neden Yeraltı Şehri'ne gitmeni istemiyor?" Diyecek bir şey bulamadığım için sessiz kaldım. Kratas, gözlerini kısınca aklımdan nelerin geçtiğini anlayacağından korkarak gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Garip bir sessizlik oldu. Ardından da davetsiz misafirim usulca fısıldadı... "Damien yüzünden mi?" "Evet," dedim, dediği şeye itiraz etmenin bir anlamının olmadığının farkına vararak. Olanları hatırlamak canımı yaktığı için bir an sessiz kalarak acı hissine alışmayı beklerim. "Onu görmemi asla istemiyor, Kratas." "Neden onu görmemen konusunda bu kadar ısrarcı davranmak istesin ki? Sen zaten onu..." Aniden sustu. Her şeyi anladığını o anda anladım. Kratas'ın gözleri ani bir farkındalıkla irileşti. Yüz ifadesi öyle komikti ki bu kadar karamsar bir ruha sahip olmasaydım gülebilirdim bile. "O istedi diye mi Damien'ı Yeraltı Şehri'ne geri gönderdin? Aptal mısın? O başkan bozuntusu..." "Damien'ı öldürebilir, Kratas." Yumruklarımı sıktım. Kahretsin. Bunu söylemek istememiştim ama ağzımdan kaçmıştı. Kratas aptal ya da kör değildi. Sert bir şekilde ürperdi ve başını öne eğerken omuzundaki tüm kasların nasıl gerildiğini gördüm. Gözlerindeki şaşkınlık, daha önce hiç fark etmediği bir şeyi keşfetmiş gibi parlıyordu. "Seni bununla mı tehdit etti?" "Biliyorum, inanmayacaksın ama Damien benim için çok önemli, tamam mı? Onu gerçekten önemsiyorum. Bence o dünyadaki tüm mutlulukları hak ediyor... Ama ona bir şey olursa bununla yaşayamam. Yapamam. Başkan Eugine, Damien'ı ondan koruduğum için benden öyle çok nefret ediyor ki onu öldürmekte en ufak bir tereddüt göstermez. Ona o şekilde davranmam çok yanlıştı ama ölmesindense benden nefret etmesini tercih ederim. Sadece yaşamasını istiyorum. Bunun için de benden uzakta olması gerekiyor. Benim de ondan uzak olmam gerekiyor. Bu çok berbat bir şey çünkü hakkım olmadığını bilmeme rağmen onu merak ediyorum ama değil onu görmek, ondan haber almaya bile çalışsam Başkan Eugine'nin bundan haberi olur. Zaten olanlar yüzünden kendimi yeterince berbat hissediyorum. O yüzden evime gelip bana ne kadar korkunç bir insan olduğumu hatırlatmana gerek yok! Bunu zaten biliyorum ben!" Ona resmen bağırdığımı fark ettiğimde nefes nefese bir hâlde dudaklarımı birbirine bastırdım. Düşündüğüm ne varsa Kratas'a söylemiştim resmen. Tanrım, Kratas'a! Yanaklarım yanıyordu ve kalbim kulaklarımda gümleyecek kadar kuvvetli bir şekilde çarpıyordu. Kratas öylece yüzüme bakıyordu. "Beni anlıyorsun, değil mi?" diye sordum, pek ihtimal vermesem de. Dudaklarını araladığında bir an sesi çıkmadı. Şaşkınlıktandı sanırım. Benden böyle bir itiraf duymayı beklemediğini biliyordum. Kratas gözlerini benden uzaklara kaçırdı ve daha sonrasında da beni gerçekten şaşırtan bir şey söyledi. "Anlıyorum."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD