"Kratas?"
Gözlerim şaşkınlıkla karşımda duran adama kilitlenmişken bu ismi sanki ilk defa söylüyormuş gibi söylemiştim. O... Buradaydı. Tam karşımda. Evimin önünde. Sabahın altısında. Ama niye? Niye buraya gelsindi ki? Kalbim göğsümde hızla çarpıyor, adeta kulaklarımda yankılanıyordu çünkü bir parçam Kratas’ın niye evimin önünde duruyor olduğunu çok iyi biliyor, sadece kabullenmek istemiyordu. Tepki vermeyi bırakın, doğru düzgün düşünemiyordum bile. Sadece ona bakıyordum. O da bana bakıyordu. Yüzündeki derin çizgiler, sert bakışları ve kararlı duruşu dikkatimi tamamen çekmişti. Oldukça öfkeli görünüyordu, ki bu beni pek de şaşırtmadı. Kratas her zaman bana karşı öfke doluydu, sadece bu seferki daha kişisel ve daha yoğundu.
Utanıyordum.
Kaçmak istiyordum.
Peter, Kratas’ı daha önce hiç görmemişti fakat yanıma yaklaşıp, başını eğerek, “Vanessa, bu kim?” diye sorana kadar bunu unutmuştum. Ellerimi yumruk yaptım. Başımı çevirip Peter'a baktığımda gözlerimdeki acıyı görebilirdi, ve çaresizliği...
"O..."
Kelimeler dudaklarımdan bir türlü dışarı çıkmıyordu. Neden Damien'ın adını söylemek birden çok zor olmuştu? Kratas'ın öfkeyle sertleşen sesinin bir şimşeğin aniden çakması gibi yükseldiğini duyduğumda şaşkın bir ifadeyle Peter'ın yüzüne bakmaktan başka bir şey yapmıyordum. "Damien'ın arkadaşıyım." demişti Kratas ve ben de dediği bu şeyin Peter'a neler hissettirdiğini net bir biçimde görmüştüm; Öfke. Peter, Damien'a ait olan hiçbir şeyden hoşlanmıyordu. Özellikle de sabahın köründe kapıma gelen bir şeyse. Yüzünde önce şaşkınlık belirdi, ardından kaşlarını çattı ve Kratas'a bakmak için başını çevirdiğinde çene kaslarının nasıl kasıldığını gördüm. Yapabildiğim tek şey endişeyle alt dudağımı ısırmaktı. İtiraf etmem gerekir ki, ne yapacağım hakkında zerre kadar fikrim yoktu. Ayvayı yemiştim kesinlikle.
Kratas'a geri bakarken dudaklarımın üzerine cılız bir gülümseme kondurup "Naber, Kratas?" diye sordum ama sesim çok gergindi. Öyle gergindi ki boğazımda iğrenç bir his bırakmıştı. Kratas tepki olarak kaşlarını daha da çattı, yumruklarını iki yanında sıktı. Nasıl oluyorsa, bir anda daha da öfkeli görünmeyi başarmıştı.
"Şu an havadan sudan konuşmak istiyor gibi mi duruyorum sence?"
Şey... Hayır.
Bugün iyi bir ruh halinde gibi görünmüyordu.
Büyük ihtimalle benden nefret ediyordu.
Kratas sanki bir hamam böceği görmüş gibi tiksintiyle burnunu kıvırarak, "Sana katlanamıyorum." dedi. "Seninle ilgili hiçbir şeye katlanamıyorum."
Verandaya doğru bir adım attım ve sanki cevabı bilmiyormuş gibi, "Sorun nedir?" diye sordum, yumuşak ve anlayışlı bir ses tonuyla.
"Sorun ne mi? Dalga mı geçiyorsun lan benimle? Aptalın teki olduğumu mu düşünüyorsun? Ya da senin neler yapabileceğini bilmediğimi mi? Nasıl hâlâ rol yapabiliyorsun?" Kratas birden üzerime doğru yürümeye başlayınca bir anda kendimi müthiş bir tehlikenin tam ortasındaymış gibi hissettim çünkü bakışlarla birini öldürmek mümkün olsaydı, eminim ben o an ölürdüm. Endişeyle gerilediğimde Peter'ın göğsüne çarptım. Daha da korkarak yerimden sıçradım. Peter’ın yanımda durduğunu hissetmek bana biraz cesaret verdi ama Kratas’ın gözlerindeki öfke tüm cesaretimi kırıyordu. "Sen de en az o başkan kadar pisliksin. Hatta daha kötüsün. O hiç değilse kimseyi önemsiyormuş gibi yapmıyordu! Senin derdin ne be? Kimseye böyle bir şey yapamazsın, ondan nefret etsen bile!"
Ah, hayır!
Kratas gerçekten çok kızgındı!
Ondan nefret etmiyorum, diye bağırmak istedim ama Kratas'ın dedikleri beni resmen şaşkına uğratmıştı ve üzmüştü. Yine de ona kızamıyordum. Onu boğazlamak bile istemiyordum. Dışarıdan yargılamak kolaydı, özellikle de her şeyi bilmiyorken.
Büyük bir zorlukla konuşup "Ben..." dediğimde ve devamını getirecek gücü kendinde bulamadığımda Kratas öfkeden beni ürkütecek kadar yüksek bir sesle gülerek elini havada sertçe salladı.
"Ah, lütfen! Ne olduğunu zaten biliyorum ki ben. Sen tam bir sahtekarsın! Sadece kendini düşünen bir..."
Hakkımda pek de hoş bir şey söylemeyeceğini fark ettiğimde mideme keskin ağrılar saplandı. Zaten benden nefret ettiğini biliyordum ama hakaret etmeye başlaması durumun cidden ne kadar kötü olduğunu gösteriyordu. Daha da kötüsü, Peter'ın da tam orada duruyor olduğunu unutmuştum. Ne olursa olsun, kimsenin benim hakkımda böyle konuşmasına izin vermezdi. Boğazından öfkeli bir ses çıkararak Kratas'ın cümlesini tamamlamasına engel oldu. "Hey, ağır ol! Kapısına dayanıp ona hesap sorabileceğini mi sanıyorsun sen?" Arkamdan çıkıp Kratas'ı omzundan hiç de kibar diyemeyeceğim bir şekilde ittirdiğinde gerileyen Kratas yanımda duran Peter'a kısa bir an için şaşkınlıkla baktı. Başını iki yana salladı. Şimdi yüzünde hem alaycı hem de öfkeli bir ifade vardı. Yumruğunu kaldırıp Peter'a doğru atıldı ve göz ucuyla Peter'in da aynısını yaptığını görebildim. Hissettiğim korku artıp dehşete dönüşürken parmaklarımla 'O' şeklini alan ağzımı kapattım. Kavga çıkacağını fark ettiğim anda buna bir şekilde engel olmam gerektiğini biliyordum. Bu ikisinin kavga etmesine kesinlikle izin veremezdim. Kahretsin. Peter benim arkadaşımdı, Kratas ise Damien'ın... Yani, sayılır...
Bu işin sonu hiç ama hiç iyi bitmeyecekti!
Dişlerimi kıracak kadar çok birbirine bastırırken bir Kratas'a bir de Peter'a bakıp 'Bir şeyler yapsana aptal!' dedim kendi kendime.
Hiç düşünmeden harekete geçtim ve beni dinleyeceğini düşündüğüm için atılıp iki elimle de Peter'ın kolunu yakaladım. Onu seçmiştim çünkü Kratas bunu yapmadığında dünyanın sonu gelecek bile olsa beni dinlemezdi. Yalvarır gibi bir tonla "Dur, yapma! Vurma ona!" dediğimde Peter başını çevirerek bana omzunun üzerinden baktı. Yüzümdeki ciddiyeti ve çaresizliği fark ettiğinde "Ne?" diye haykırdı ama ne hissettiğini az çok tahmin edebildiğim için bunun gayet normal bir tepki olduğunu biliyordu. Bunun onu sakinleştireceğini bildiğim için kolunu hafifçe sıktım. Garip bir şekilde işe yaramadı; Peter’ın yüzündeki öfke ve karışıklık ifadesi değişmedi. "Vanessa, sen cidden normal değilsin! Neden bunu yapıp duruyorsun, anlamıyorum." Sesi hem kızgın hem de korumacı bir ton taşıyordu. "Bu herif az önce sana..."
Sözlerini yarıda keserek "Biliyorum," dedim, yapıyordum da. Durumu tamamen kavramıştım ve ne yaptığımı biliyordum. Yine de Peter'ı durdurmak zorundaydım. Onun öfkesi kontrolsüzdü ve bu durumu daha da kötüleştirebilirdi. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. "Peter, lütfen. Bana güven. Ona vurmak hiçbir şeyi çözmez. Sadece durumu daha da kötü bir hâle getireceksin. Gidip beni oturma odasında bekleyebilir misin? Hemen geleceğim."
"Vanessa, hayır..."
"Sadece dediğimi yap, lütfen."
Sözlerimle ona ulaşmaya çalışırken kalbim deli gibi atıyordu. Peter'ın nefesleri hızlanmış, öfkesi daha da artmıştı ama sonra bir mucize oldu ve sözlerimi duymak için biraz da olsa durakladı. Bana bakarken gözlerindeki öfke, acı ve beni koruma içgüdüsüyle birleşmişti. Bunu anlamak zor değildi ama şimdi cidden sakin olmalıydı.
"Tamam," dedi sonunda ama sesi hâlâ gergindi, ifadesi de. Kratas'a baktı, sonra yeniden bana baktı. İsteksiz bir biçimde devam etti. "Bir sorun olursa haber ver bana. Hemen gelirim. Sadece adımı söyle yeter."
İçimde bir rahatlama hissettim ama aynı zamanda bu durumun ne kadar kırılgan olduğunu da biliyordum.
"Tamam," dedim.
"Ve on dakika içinde gelmezsen buraya geri gelirim."
"Tamam," dedim yine çünkü kabul etmezsem asla gitmeyeceğini bilecek kadar onu tanıyordum. Peter nihayetinde ikna oldu ve yanımızdan tamamen uzaklaşmadan önce Kratas'a tehditkâr bir bakış fırlatmayı unutmadı. Gittiğinde ve Kratas ile yalnız kaldığımızda artık kendim için korkmaya başlayabileceğimi düşündüm ve yapıyordum da. Gerçekten korkuyordum. Gergin bir şekilde Kratas'a dönerken hislerim başımı döndürecek kadar yoğun olduğu için ifademi kontrol etmekte zorlanıyordum. Kratas bir açıklama istemekten çok kavga etmek için gelmişti, bunu görebiliyordum. Hem zaten nasıl bir açıklama yapabilirdim ki ona? Bana karşı öyle güvensizlikle doluydu ki Başkan Eugine'i anlatsam bile onu kandırmaya çalıştığımı düşünürdü.
Hem hava soğuk hem de kendimi çok savunmasız hissettiğim için kollarımı karnımın üstünde kıvırarak "Bu yaptığın hiç hoş değildi, Kratas." diye yakındım.
"Hoş olmayan şeyler hakkında konuşmak istediğinden emin misin?"
Sanki olan her şey kalbimi kırmıyormuş gibi davranmak çok zordu.
"Bak. Kızgınsın, anlıyorum. İnanmayacaksın ama sana hak veriyorum da." dedim tüm bu durumdan bezmiş bir hâlde. Devam etmeden önce gözlerimi kapatıp yüksek sesle iç çektim. "Ama buraya gelip de kavga çıkarmayı amaçladıysan sana yardımcı olamam. Asla yapmam. Senin ayarında biri değilim ben. O yüzden hemen gitsen iyi olur. Peter buraya yeniden gelirse bu defa onu durduramam."
Kratas gözlerini kısarak, yapmacık bir endişeyle, "Çok korktum!" diye alay ettiğinde dilimin ucuna kadar gelen o sözcükleri yutmak zorunda kaldım. Bunun yerine yağan kar yüzünden yer yer buz kesmiş olan verandaya doğru bir adım attım ve çok daha masum olan başka bir soru sordum.
"Neden biraz daha iyi bir insan olmayı denemiyorsun?"
"Gerçekte nasıl biri olduğunu düşününce iyi bir insan olmaktan bahsederken çok komik görünüyorsun. Sana güvenmemekte, inanmamakta ne kadar da haklıymışım. Sen nasıl..." Öyle çok kızgındı ki kelimeleri güçlükle yuttu. Elini bana doğru salladı ve kaşlarını daha da çattı. Sonra adeta bağırarak konuştu, ki oturma odasında beni bekleyen Peter'ın bunları net bir şekilde duyduğundan emindim. "Nasıl Damien'ı satışa çıkarırsın? Eğer yapmıyorsan neden onu umursuyormuş gibi davrandın? Gerçi neden şaşırıyorsam? Kendine heyecan arayan bencil, korkak kaltağın teki olduğunu hep biliyordum zaten. Sadece bu kadar adi olduğunu hayal edememiştim. Sen sadece rol yapmıyorsun, insanlarla oyuncak gibi oynuyorsun da."
Lafını hiç sakınmıyordu cidden.
Kendimi sakin kalmaya zorlarken, ismini özel bir vurgu ile söyleyerek, "Kratas..." dedim. "Kes şunu hemen. Sus."
"Gel de sustursana."
Onu kendine getirmek için ona vurmak istiyordum çünkü söyledikleri... Damien'da mı hakkımda böyle düşünüyordu? Suratımı astım. Sanırım bunu bilmek istemezdim.
Hiçbir anlamı olmamasına rağmen sanki bir anlamı varmış gibi "Hiçbir şey bildiğin yok senin." diye mırıldandım.
"Asıl senin hiçbir şey bildiğin yok. Damien sana güveniyordu. Sana gerçekten güveniyordu. Bunu bana kendisi söyledi. Dedi ki 'Onun ellerine tüm hayatımı bırakırım.' Bunun onun için ne kadar büyük bir şey olduğu hakkında bir fikrin var mı? Birine güvenmenin, özellikle de bir asile... Ve şimdi de ona yaptığın şeye bak! Kırılmış bir oyuncak gibi onu bir köşeye atıyorsun."
"Kratas, sana kes şunu dedim!"
Kratas'ın ağzından dökülen acımasız cümleler canımı herhangi bir fiziksel darbenin yapabileceğinden daha çok acıtıyor, her cümlesiyle birlikte biraz daha küçüldüğümü hissediyordum. Kahretsin. Susması için ona yalvarabilirdim. Yüz hatlarımı acıyla gerilirken parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Tek istediğim o lanet çenesini kapamasıydı. Sözleri beni incitiyordu. Onun karşısında gözyaşlarına boğulmak istemiyordum ama kahretsin ki tam on ikiden vuruyordu. Bazen bana karşı hissettiği nefretin hiçbir zaman geçmeyeceğini düşünüyordum ve şu an tam da o anlardan biriydi.
"Hayır, kesmiyorum." diye inat etti Kratas, gözlerimin tam içine korkunç bir öfkeyle bakarak. Bir an şaşırarak donup kalarak ona baktım. Daha önce ondan daha inatçı bir insanla tanışmamıştım. Alaycı bir kahkaha attı. "Gerçeklerle yüzleşmekten mi çekiniyorsun?"
"Hayır. Bu tartışma bizi hiçbir yere götürmeyecek." diye mırıldandım, zayıf bir sesle. Başımı pişmanlıkla eğdim. "Ben ne yaptıysam Damien'ın iyiliği için yaptım." dedim ama bunu Kratas'dan daha çok kendime söylemiştim. Dahası beni duymasını falan istememiştim. Ne yazık ki duymuştu. Hem de her bir harfini, her bir hecesini...
"Onun iyiliği mi?" diye yineleyerek sertçe karşılık verdi. Sonra da sesi alaycı bir tonla yükseldi. "Bu mu senin yaptığın iyilik? Onu kırık bir oyuncak gibi bir kenara atmak mı?"
"Ben öyle yapmadım!"
"Tabii, sen öyle diyorsan öyledir değerli meclis üyemiz."
Sessizlik kısa bir süreliğine aramıza çöktü. Meclise geri dönmek, konsey üyelerinin onayını yeniden almak için mi bunları yaptığımı sanıyordu? Öfkelerimiz birbirine karışırken Kratas'ın gözlerindeki hırçınlık ile benim çaresizliğim arasında bir mücadele vardı. Biraz bile sabrım kalmamıştı. 'YETER!' diye gürledi içimden bir ses. Neden burada durup bunları dinliyordum ki? Damien'ı tanıdığı için mi? Bunu yapmak zorunda bile değildim!
"Sen ne biliyorsun ki?" diye sordum başımı ona doğru eğerek. Başarmıştı işte, beni cidden sinirlendirmişti. Gözlerimi kıstım. "Ne bilebilirsin ki? Hiç kimseyi anlamaya çalışmıyorsun. Tek yaptığın o sinir bozucu bakışı atıp yargılamak, yargılamak ve yargılamak. Sonra da nefret etmek. Git buradan. Seninle uğraşmak istemiyorum, Kratas. Hele ki Peter'la kavga etmeni asla istemiyorum."
"Ben Damien değilim. Asla da olmayacağım. Bana ne yapıp yapmayacağımı söyleyemezsin sen."
Kratas'ın keskin ve meydan okuyucu sesinden kendimi korumak ister gibi gözlerimi kapattım. Kelimeleri yüzüme bir tokat gibi çarparken öfkenin içimde kabardığını hissedebiliyordum. Hemen sakinleşmem gerekiyordu. Yoksa sonrasında pişman olacağım bir şey söyleyecektim. Bu da durumu daha iyi bir hâle getirmezdi.
"Hayır. Öyle değil. Ben sadece..." diyerek kendimi açıklıyordum ki, tam arkamdan bir ses yükseldi. Dondum kaldım ve kelimeyi zorlukla yuttum; Sorun çıkmasını istemiyorum... Ama artık çok geç, değil mi?
"Vanessa? Bir sorun mu var?"
Kahretsin.
Yavaşça arkamı döndüm. Gözlerimin içinde panik ve endişe vardı çünkü Abraham'ı göreceğimi biliyordum. Göz göze geldiğimizde yüzündeki ifadeden hiçbir şey anlamadığı belli oluyordu. Bakışları benden Kratas'a doğru kaydı ve sanki tüm meselenin ne olduğunu bir anda anlamış gibi hüzünlü bir ifadeyle başını iki yana salladı. Ona çaresizce bakışlarla bakmaktan kendimi alamadım...
"Hayır," dedim, daha sonra. "Bir sorun yok."
"Emin misin? Bu adam..."
"Evet, o." dedim, yalan söylemenin bir anlamının olmadığını bildiğim için. Düşünürken kolumu kaşıdım. "Bizi biraz yalnız bırakabilir misin? Peter, oturma odasında. Biraz sakinleşmeye ihtiyacı var sanırım."
Abraham, kuşku dolu bir ifadeyle önce Kratas'a sonra da bana doğru baktı. Bizi yalnız bırakıp bırakmama konusunda tereddüt ediyordu ama bununla başa çıkabileceğimi düşünüyor olmalı ki, en ufak bir ikazda bulunmadan bize sırtını dönüp oturma odasına doğru yürümeye başladı. Giderek uzaklaşan Abraham'ın arkasından bakarken kollarımı bedenime sarıp başımı eğerek suratımı daha da astım. Ne kadar da berbat bir geceydi ve eminim ki daha da berbat olacaktı.
Yeterince sakinleştiğimden emin olduktan sonra saçımı kulağımın arkasına sıkıştırarak Kratas'a doğru döndüm. Onu dikkatlice süzerken, gözlerim onun her hareketini takip ediyor ve duruşunu inceliyordu; bu esnada kafamın içinde sürekli olarak, onu buradan nasıl kavga çıkmadan, sakin bir şekilde gönderebileceğime dair planlar yapıp duruyordum. Acele etmeliydim; zamanım kısıtlıydı ve her saniye kıymetliydi, çünkü Peter'ın yanımıza geri gelmesi, umduğum kadar uzun sürmeyecekti. Onun dönmesi durumunda işler daha da karmaşık bir hal alabilirdi. Yüzüme daha kararlı bir ifade yerleştirebilmek için içimdeki tüm gücü toplarken, Kratas da gözlerini Abraham'ın gittiği yönden ayırıp bana çevirdi. Sadece bakış şeklinden bile -Dudaklarının hafifçe kıvrılışından ve gözlerindeki alaycı ışıltıdan- beni sinir edecek bir şey söylemek üzere olduğunu anlayabiliyordum; bu yüzden zihnimi hazırlamaya çalışarak derin bir nefes aldım ve ona karşı sabırlı ve sakin kalmaya çalıştım.
"Bu adam senin gerçekte nasıl biri olduğunu biliyor mu? Ne biliyor musun? Biliyorsa hiç şaşırmam."
İçimdeki öfkeyi dizginleyemeyerek "Abraham'ı bu işe karıştırma!" diye çıkıştım. "O benim babam gibi. Hiç kimsenin ona saygısızlık etmesine izin vermem."
"Ah, ne şirin. Demek baban gibi. Gerçek baban nerede peki?" Konunun buraya nasıl geldiğini anlamıyor olsam da Kratas'la babam hakkında konuşacak değildim. Bu konunun beni rahatsız ettiğini belli edercesine ona anlamaz bir bakış attım. Benden tiksinerek başını iki yana salladı. "Baban da başkan için çalışıyordu, değil mi? Senin gibi. En azından o durması gereken yeri bilecek kadar mantıklı bir insanmış."
"Babam hakkında konuşma!"
"Neden? Seni terk edip gitti diye mi?"
Vay canına. Bu cidden acıtmıştı. Kratas bel altından vurmayı çok iyi beceriyordu.
Yüzümü acı ve şaşkınlıkla buruşturdum. "Çok adisin."
"Bunlar sadece gerçekler."
"Babam burada olsaydı..." dedim kısık bir sesle, kelimeleri boğazımdan zorla çıkarak. Parmaklarımı sinirle kıyafetimin kumaşına geçirip sertçe kavradım. "Karşıma geçip de bu konuşmayı yapıyor olamazdın. Aslında, ne biliyor musun, ortadan kaybolduğu için siz insanlar ne kadar da şanslı olduğunuzu fark etmiyorsunuz."
"Neden bahsediyorsun sen?"
"Babam silahlar yapan bir mucitti, Kratas."
Kahretsin. Neden bunu ona söylemiştim ki? Bunu Damien'a bile söylememiştim. Ona bile! Çoğu zaman kendime de itiraf etmezdim.
Gözlerinin etrafındaki ince çizgiler belirginleşirken Kratas gözlerini daha da kıstı. Yüzünde derin düşüncelerin ve hafif bir huzursuzluğun izleri görünüyordu. Yüksek sesle oflayarak, derin bir nefes alıp vererek bakışlarımı karla kaplı gökyüzüne diktim; gökyüzünün beyaz örtüsü altında saklanan gri bulutları ve huzur verici sessizliği seyrederken içimdeki sıkıntının biraz olsun hafiflediğini hissettim. "Ben gidiyorum. Daha sakin olduğun bir zamanda gel, belki o zaman konuşuruz." diyerek geri dönmeye, kapıyı kapatmaya yeltendiğimde bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu, ardımda bıraktığım kişinin sessizliğinde gizlenen öfkeyi bilmiyordum. Kratas, "Daha konuşmam bitmedi!" diye gürledi ve kolunu kaldırıp kapatmak üzere olduğum kapıyı büyük bir güçle iterek ardına kadar açtı. Aniden gelen bu beklenmedik hareket karşısında şaşkınlıkla geriledim; kalbim hızla atmaya başladı ve içimdeki tedirginlik giderek arttı. Kratas cidden sinirlerimi bozmaya başlıyordu, hem de çok...
"Hey, kes şunu! Bu yaptığın hiç hoş değildi!"
Kratas'ın yüzüne bir gölge gibi çöken kızgınlık net bir şekilde okunuyor, gözleri alev alev yanıyordu sanki. "Öylece kaçıp gidemezsin!"
"Hayır. Buna gerek de yok. Burası benim evim. Gitmesi gereken biri varsa o da senden başkası değil."
Onu kapının ardına doğru ittirdiğimde Kratas ani bir refleksle uzanıp bileğimi sertçe yakaladı. Parmakları sanki çelikten yapılmış gibiydi; Taktığım bilezik anında kırıldı, parçaları ayaklarımın ucuna dağıldı. Kratas, "Seni küçük..." diyerek bana hakaret etmeye hazırlanıyordu ki nefesimin kesildiğini hissettim çünkü sıkıca tuttuğu bileğim tam da Yeraltı Şehri'nin damgasını taşıyan bileğimdi. Aslında bileğimi öyle canımı yakacak kadar çok sıkmıyordu ama damga henüz çok yeni olduğu için sadece dokunmak bile canımı müthiş yakıyordu. Acı öyle yoğundu ki derimin altında kalan bir ateşten farksızdı. Gözlerim irice açıldı, koluma bıçak gibi saplanan sancı yüzünden yüz ifademde beliren değişiklik Kratas'ın kaşlarını daha da çatmasına neden oldu. Daha fazla tepkisiz kalamadım. Çığlık atarak dizlerimin üzerine düşerken bileğim havada, Kratas'ın parmaklarının arasında kaldı. Acının şiddetiyle birlikte bedenim şiddetle titredi. "Çok acıyor!" diye fısıldadım. Bileğim resmen alev alev yanıyordu. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı bile. Öfkesi büyük oranda geçmiş olan Kratas şaşkın görünüyordu. Neden böyle aşırı bir tepki verdiğimi çözmek için bileğimi yana çevirip elini biraz yukarı kaydırdı ve kolumu çekmeye çalışsam da kaçınılmaz olarak onu gördü; Yeraltı Şehri'nin damgasını, derimin altındaki çipe dokunduğu için hafif mavi bir ışık yaymaya başlayan o gri kelebeği...