Kratas'ın beni anladığını söylemesi üzerimdeki tüm yükü almasa da hiç değilse biraz hafifletmişti. İstemsiz bir şekilde gülümsediğimi fark ettim. Benden ne kadar nefret ettiğini bilmeseydim eğer ona sarılabilirdim ama şükürler olsun ki bunu yapmayacak kadar da kendimdeydim. Ondan uzak durmam gerekiyordu; beni anladığını söylemiş olsa bile. Gerçi bunu neden söylediğini bile anlamamıştım. Belki de bana, içinde olduğum bu duruma acıyordu. Ya da sadece mızmızlanmamı duymak istemediği içindi. Bilemiyorum. Ne kadar sinir bozucu olduğumu tahmin etmek zordu... Ve ikimiz de böyle susup kalmışken durum daha da garip oluyordu. Kratas konuşmaya karar verip aramızdaki bu garip sessizliği bozduğunda -Nihayet!- aradan en az birkaç dakika geçmişti.
"Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?"
Şey... Sanırım bu çok mantıklı bir soruydu.
Keşke verebileceğim bir cevabım olsaydı.
"Hiçbir şey." Dudaklarındaki yarım tebessüm gözlerimdeki hüzünle uyuşmuyordu. "Ne yapabilirim ki?"
"Pes ediyorsun yani."
"Ben... Hayır.... Evet... Demek istediğim, elimden bir şey gelmez ki. Başkan Eugine çok güçlü bir adam. Benden öyle çok nefret ediyor ki dediğini yapar." Kratas, hiç olmadığı kadar asık bir suratla alnını ovuşturarak iç çekti. Sanırım bu bir çeşit kabullenişti. Bir anda aklıma gelen fikir yüzünden Kratas'a doğru bir adım attım ve Damien için yapabileceğim tek şey bu olduğundan ondan ilk defa bir şey istedim. "Kratas, dinle. Benden nefret ettiğini ve benimle hiçbir şey yapmak istemediğini biliyorum ama yardımına ihtiyacım var. Damien'ın belaya bulaşmasını istemiyorum. Bunu benim için yapar mısın? Ona göz kulak olur musun?"
"Oradan bakınca bakıcı gibi mi görünüyorum ben? Hem Damien'a nasıl göz kulak olmamı bekliyorsun? Onunla birlikte o arenaya çıkamam ki."
Tüm hücrelerimle dondum kaldım, ki bu iyi bir şeydi çünkü hareket edebilseydim eğer kesinlikle yere yığılırdım. Kratas'ın söylediği şeylerden duyduğum tek şey 'arena' sözcüğüydü. İfadem değişmemiş olsa da dünya başıma yıkıldı sanki. Arena. Arena. Arena. Ah, kahretsin. Bunu düşünemeyecek kadar bile üzgündüm.
Alacağım cevaptan korkarcasına "Arenaya mı çıkıyor?" diye fısıldadım.
"Senden sonra onu kimin aldığını bile bilmiyorsun değil mi?"
Bilmiyordum ama kesinlikle tahmin edebiliyordum. "Ah, hayır..." dedim şaşkınlıkla kaplı bir acı dalgası kalbime çarpıp canımı yakarken. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve açtım, sanki böyle yaparak gerçeklerden kaçabilecektim ama bu mümkün değildi, gerçeklerden asla kaçamazsınız. Asla.
"Ah, evet." dedi Kratas.
Başkan Eugine.
O'ydu.
O pislik herifin Damien'a nasıl davrandığını hayal etmek bile mideme krampların girmesine neden oldu. Kendimi hiç o an olduğum kadar savunmasız hissetmemiştim. Olanlar bir yana, Damien dünyada onu öldürmek ihtimali en fazla olan insanın yanındaydı. Bense bir şeyler yapmak yerine burada durmuş doğru düzgün bile tanımadığım bir adama söylemiyordum. Zaten onun hakkında yeteri kadar endişeleniyordum, şimdi bu endişe iki... Hatta yüz katına çıkmıştı.
"İşler nasıl bu kadar berbat oldu?" diye mırıldandım, içimdeki endişeyi bastırmaya çalışırken başımı iki yana sallayıp kendi kendime konuşarak. "Ben sadece onun mutlu olmasını istemiştim."
"Şey... Cevap ben de değil."
"Kimse de değil." Kratas'a geri bakarken kirpiklerim ıslaktı ama neyse ki odamın ışığı yanmıyordu da Kratas bunu fark edemezdi. Yumuşak ve kırılgan bir sesle "Yine de elinden geldiği kadar ona göz kulak olur musun?" diye sormadan edemedim. Kratas yüzünü hafifçe buruşturarak başını iki yana salladı.
"İstediğin cevabın bu olmadığını biliyorum ama bunu yapabileceğimi sanmıyorum, Vanessa. Her şey bir yana, Damien onu kontrol etmeme asla izin vermez ki. Hele bunu senin için yaptığımı öğrenirse canıma okur."
Ama onu merak ediyorum, cümlesi dudaklarımın ucuna kadar gelse de çıkmasına engel olmak için elimden geleni yaptım ve dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Sanki bunu söylemeye hakkım yokmuş gibi hissediyordum. Sanırım öyleydi de. Hem ne cüretle Kratas'tan böyle bir şey istiyordum ki ben? Hemen çenemi kapatmalıydım. "Peki." dedim, başımı öne eğerek. Onu derken sözcük dudaklarımın üzerinde çok kırılgan durmuştu. Kendimi paramparça hissediyordum. Paramparça ve yalnız.
"Ama..." diyerek konuşmayı sürdürdü, Kratas. "Eğer için rahatlayacaksa sana Damien'ın durumu hakkında bilgi getirebilirim."
Şaşkınlığın tüm bedenimi damarlarıma dolaşan kan gibi kapladığını hissettim. Kaşlarım hafifçe yukarı kalktı.
"Bunu cidden benim için yapar mısın?"
"Yani, şey... Evet, yaparım ama yine de çok fazla bir şey bekleme benden."
"Hayır. Beklemem." diye yanıt verdim, hemen. Sadece Damien'dan haber olabiliyor olmanın bile ne kadar büyük bir lütuf olduğunu çok iyi bildiğim için teslim olurcasına ellerimi kaldırdım. "Yemin ederim, yapmam."
O an o kadar mutluydum ki, benden ne kadar nefret etmediğini bilmesem Kratas'a sıkı sıkı sarılırdım...
Fakat bir anda garip bir sessizlik oldu. Sanki ikimiz de diyebileceğimiz her şeyi demiştik ve şimdi de geriye hiçbir şey kalmamıştı. Gerçi sessizlik beni rahatsız etmiyordu ama ne yazık ki Kratas için aynı şeyi söyleyemezdim. Yerinde kıpırdandı. Hem huzursuz hem de bir o kadar gergin ve mutsuz görünüyordu. Olanları düşününce burada, odamda olmak onun için garip bir deneyim olsa gerekti.
"Şey..." diye mırıldandım kendi kendime. Kratas öyle gergin görünüyordu ki buradan gitmek istediğine bahse bile girerdim. Nedenini asla anlayamıyor olsam da ona bu konuda yardımcı olmak istediğimi hissettim. "Hepsi bu kadarsa..."
"Hayır. Hepsi bu kadar değil." Kratas, sanki kelimeler ona işkence edebilirmiş gibi boğazını temizledi. Yanakları belli belirsiz bir biçimde renklenirken "Ben... şey... Özür dilerim." diye kekeledi. Niye benden özür dilediğini anlamadığım için şaşkın şaşkın kirpiklerimi kapıştırdım. "Sana bağırmak istemedim... Yani, istedim ama... Bilirsin, bilmiyordum."
Şaşkınlığım daha da arttı.
Bir saniye önce benden nefret etmiyor muydu bu?
Tam bir dengesiz.
"Şey... Önemli değil." diye mırıldandım. Yani, sanırım? Açık olmak gerekirse başımdaki dertler arasında en son dert edeceğim şey Kratas'ın bana bağırmış olmasıydı. Hafifçe gülümsedim. "Bağırman gerçekten hoş değildi ama eminim olanlar yüzünden kafan karışmıştır. İnsanlar bazen istemsiz tepkiler verebilirler."
"Bak. Dediklerimi unut, tamam mı? Aşırı tepki verdim."
Kesinlikle aşırı tepki vermişti ama açık olmak gerekirse benden bunun için özür dilemesi bile Kratas için büyük bir ilerleme sayılırdı. Yüzümdeki şaşkınlığı ve şüpheyi silmek için elimden geleni yaptıktan sonra yerine daha 'anlayışlı' bir ifade, hatta bir tebessüm koymaya çalıştım. Derin bir nefes aldım. Bu nefes biraz olsun sakinleşmeme yardımcı olurken bir yandan da ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Kin tutmak bana göre bir şey değildi, hiçbir zaman olmamıştı ki.
"Sorun yok." dedim uzun, kömür kadar siyah bir bukleyi gözümün önünden çekerek kulağımın arkasına sıkıştırırken. "Sana zaten söyledim. Dert etmiyorum. Daha büyük sorunlarım var benim."
"Şey... Evet. Kesinlikle var."
"Ve lütfen evime gelirken birazcık gizlenmeye çalış. Başkan Eugine seni, yani yer altı şehrinden birini, burada görürse tahmin ettiğinden bile daha sert bir tepki verebilir. Sadece bana karşı değil. Senin de başını ağrıtır." Ayrıca Damien'dan haber almaya çalıştığımı anlar, ki bu da hiç iyi olmaz.
Kratas bu detayı atlamış olmalı ki, alçak sesle homurdanarak "Tamam, anladım. Dikkat ederim." dedi.
"Teşekkür ederim, Kratas. Gerçekten." Gülümsediğimi fark ettim, tam olarak bir gülümseme sayılmasa da en azından içten bir tebessümdü bu. "Özellikle de Damien için. Bunun... Bunun benim için önemini tahmin bile edemezsin."
"Neyse ne," dedi ensesini kaşıyarak. Ona bakarken ne diyeceğini bilemediğini görebiliyordum. Penceremden okyanusun ve limanın karlı manzarasına kısa bir an baktı. "Ben gideyim artık. Zaten bir gün için yeterince sorun çıkardım. Bir şey olursa sana haber vermek için gelirim."
Bu bir sözdü, bunu görebiliyordum.
Kratas geldiği yerden çıkmak için balkona doğru yürürken kimsenin onu görmediğinden -Biri onu fark ederse hiç hoş şeyler olmazdı, özellikle de Abraham ve Peter- emin olmak için peşinden yürüdüm. Balkon kapılarını açtığı anda soğuk hava ve rüzgar yanaklarımı yakıp saçlarımı okşarken bir an titredim, nefesim dudaklarımın arasından ince buhar şeklinde çıktı. Kratas döndü ve balkon korkuluklarından eve su taşıyan kalın borulardan birine tutunup aşağı kaymak için atlamadan önce veda edercesine başını salladı. Tam olarak nasıl bir tepki vereceğimi bilemediğim için elimi kaldırıp salladım. Kratas gittiğinde yalnızlık ve çaresizlik hissi yeniden ruhumu sardı. Odama geri döndüm ve ayakta duracak kadar bile gücüm kalmadığı için sırtımı balkonun cam kapısına yaslayıp yere oturdum. Dizlerimi kendime çekip zonklayan alnımı onlara yaslarken en azından bir şey olursa Kratas'dan haber alabileceğimi bilerek biraz rahatladım. Birkaç dakika önce buna bile sahip değildim... Fakat hâlâ birkaç dakika öncesi kadar mutsuzdum.
Her şey bir yana, Kratas'tan Damien hakkında haber almak sadece endişemi ve merakımı dindirirdi; Vicdan azabımı değil. Onu bir daha asla yaşarken göremeyecek olsam da bu vicdani azabı her zaman orada bir yerlerde duruyor olacaktı, bunu kalbimin en derin noktasında, tam orada hissedebiliyordum. Böyle hissetmek istemiyordum. Bu mutsuz, üzgün kadın ben değildim. Ben her zaman umudumu korurdum, her zaman.
Şey...
Her zaman değil.
Gözlerimin bir kere daha dolduğunu hissederken bu aralar ne çok ağladığımı düşünmeden edemedim ama bu bile yeniden ağlamama engel olamadı.
🔸🔸🔸
O gün kendimi resmen odama kapattığım ve tüm gün uyuyup sadece Abraham'ın zorlamasıyla bir şeyler yediğim için son derece renksiz geçse de ertesi gün çok daha ilginç bir şey oldu; Hayatımın en garip, en saçma kahvaltısını ederken buldum kendimi. Çatalımı asık bir suratla peynir parçasına daldırırken dudaklarımı birbirine bastırarak ağzımdaki iğrenç tattan kurtulmaya çalıştım. İnce, gevşek bir örgüyle örülmüş olan saçlarımdan çıkan tutamların ardından Peter'ın öfkeli suratına, sonra da kahvaltısını eden Abraham'ın sakin ifadesine baktım. Bu durumun garip olmasının iki temel nedeni vardı; Birincisi hâlâ tam olarak onların bildiği o Vanessa'ya dönememiş olmamdı. İkincisi ise... Şey... Kratas'dı. Tam yanımda oturan ve en az Abraham kadar sakin ama ondan daha umursamaz bir şekilde kahvaltısını eden Kratas. Onu kahvaltıya davet etmenin o kadar da iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlamıştım. Açık olmak gerekirse, kabul edeceğine bile ihtimal vermemiştim ama buradaydı, işte.
Bunu söylemeye cüret ettiğime inanamıyordum ama sanırım olanlar yüzünden bana karşı hissettiği acıma nefretini bastırıyordu. Yani, elbette benden nefret etmesini istemezdim ama beni değil arkadaş, tanıdık biri olarak bile kabul etmezken bu durumda olmak cidden garip hissettiriyordu.
Çatalını zeytine batırmaya çalışan ama bunu bir türlü beceremeyen Kratas'a göz ucuyla bakarken -En sonunda pes edip zeytini eliyle ağzına attı- biraz kestirdiği dalgalı, sarı saçlarının ne kadar dağınık olduğunu düşündüm. Onun hakkında düşündüğüm tek şeyin bu olduğuna inanamazken diğer yanımdan, tam da Peter'ın olduğu yerden bir homurtu yükseldi. İstemsizce başımı çevirip hâlinden hiç ama hiç memnun görünmeyen arkadaşıma baktım. Gözlerini Kratas'a dikmişti. Tam bir şeyler demek için ağzını açıyordu ki, Abraham gözlerini yemeğinden ayırmadan "Peter." dedi. Uyarı dolu bir sesti bu. Peter inanmaz bir ifadeyle ağzına çikolatalı bir kurabiye atan babasına baktı. Kratas ise Peter'ı hiç umursamadan kahvaltısını etmeye devam ediyordu.
"Bu cidden ilginçmiş," diyerek patates, yumurta, ceviz ve baharatlardan oluşan yuvarlak kesim bir böreği tattı. "Tam olarak ne bu? Daha önce hiç yememiştim."
"Maremalli." diye yanıt verdi, Abraham geldiğinden beri ilk defa Kratas ile konuşarak. "Yöresel bir yemektir. Geldiğim yerde çok meşhurdur."
"Cidden bunu garip bulan tek kişi ben miyim?" Peter yüksek sesle homurdanarak çatalını sertçe masaya geri bıraktı. Kaşlarını çatmış bir hâlde babasına bakıyordu. Kratas hâlâ böreği tıkınmakla meşguldü. Ne çok yemek yiyordu öyle! Peter'ın size dikkatimi dağıtmasaydı ona ağzım açık bir şekilde bakmaya devam ediyor olurdum. "Hadi ama baba! Bu herif daha dün Vanessa'ya bağırıyordu! Bugün gelip bizimle kahvaltı etmesini cidden sorun etmiyor olamazsın!"
Normalde Peter'ın bu kaba tavrı beni çok üzerdi ama o an o kadar umurumda değildi ki... Sadece iç çekerek içi bitkisel çayla dolu olan fincanıma uzandım.
"Ediyorum, Peter," dedi Abraham, aşırı yavaş bir şekilde kahvesine uzanıp hiç olmadığı kadar uzun bir yudum alarak. Ardından Peter'a baktı ve uyarır bir edayla kaşlarını kaldırdı. Konuşmaya devam ederken ses tonunda Peter’ın anlamasını istediği bir ciddiyet ve kararlılık vardı. "Ama Vanessa onun burada olmasını sorun etmiyorsa kararına saygı duymaktan başka yapabileceğim bir şey yok. Sana tavsiyem, sen de aynısını yap."
"Buna saygı duymak zorunda falan değilim!"
Peter'ın yüzünde kızgınlığın izleri belirmişti ve elleri sinirle masanın kenarını sıkıca kavramıştı. Abraham derin bir nefes aldı, sesini mümkün olduğunca sakin tutarak "Peter..." dedi. "Böyle yapacaksan git odanda ye yemeğini."
Abraham, resmen aklımdan geçen şeyi söylemişti. Kratas ise komik bir şekilde hâlâ böreği tıkınmakla meşguldü. Bu kadar çok yemek yiyor olmasına rağmen nasıl bu kadar formda göründüğünü merak etmeden edemedim. Yavaşça bir lokmayı daha ağzına atarken gözleri yemeğine odaklanmıştı ve yüzünde memnun bir ifade vardı. Resmen yemek yemeği bir sanat haline getirmişti.
"Boğulacaksın." dedim, onun sürekli yemek yiyişini izlerken.
Kratas omuzlarını silkti ve umursamaz bir tavırla "Bir şey olmaz." dedi.
"Sadece söylüyorum. Bu kadar çok yersen akşama kadar karın ağrısı çekersin. Hem ben seni..."
Sözümü aniden keserken "Ah, hayır!" diye haykırdı Peter, içinde olduğu bu duruma isyan eder gibi inleyerek. Sonunda ona bakmaya cesaret etmeden önce gözlerimi kapatıp nefesimi üfledim. Peter suratımı daha iyi görmek için masanın üzerinden bana doğru eğildi. Tek gördüğüm yüzüydü şimdi. "Annecilik oynamayı bırak, Vanessa. Çok ciddiyim. Zaten bu durum yeterince garip. Daha dün bu herifle kavga ediyordun sen. Nasıl oluyor da bugün masanda oturmasına izin verebiliyorsun anlamıyorum. Beni endişelendiririyorsun."
Onu endişelendirdiğimi görebiliyordum, evet. Ve bu durumun onun için ne kadar kafa karıştırıcı olabildiğini hayal edebiliyordum.
Yavaşça yutkunup dilimin ucunu alt dudağımın iç kısmında gezdirirken kuru, çatlat bir ses tonuyla "Ben..." dedim ama neden ağzımı açtığımı bile anlamamıştım. Bir açıklamam yoktu ki. Kelimeler boşluğun içinde kaybolup gidiyordu.
"Dinle. Herkese karşı olan bu hoşgörülü tavrını taktir ediyorum ama sana nasıl bağırdığını gördüm. Yüz ifadeni de gördüm ve bu hiç hoşuma gitmedi." diyerek benimle konuşmaya devam etti Peter. "Seni incitebilir, Vanessa."
Daha sonra olabilecek en kötü şey oldu.
Kratas, oldu.
"Hey. Biraz sakin olsana, aşık çocuk." diyerek sandalyesinde arkaya yaslandı ve o keskin, yargılayıcı bakışlarıyla Peter'ı süzdü. "Burada zarar görmesinden endişeleneceğin tek bir şey var, o da senin o zavallı kalbin."
Peter'ın surat ifadesi müthiş bir öfke ile değişirken Abraham başını eğerek duyamadığım bir şeyler homurdandı. Kendime geldiğim ilk anda "Kratas!" diye çıkıştım, hırçın bir şekilde. Peter'la böyle alay etmesinden hiç hoşlanmamıştım. Ayrıca utanmıştım da. Peter'ın bana karşı bir şeyler hissettiği o kadar açık mıydı? Bunu tek fark etmeyen ben miydim? Ah, şu an bunun hiçbir önemi yoktu. "Kes şunu hemen." diye sert bir tonla uyardım.
"Sadece söylüyorum."
"Söyleme o zaman."
"İçimde mi kalsın?"
Offf...
Bu kahvaltı hiç de hayal ettiğim gibi gitmiyordu.
Peter'ı öyle kolayca susacak biri olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordum. "Yeraltı Şehri'nden nasıl çıktın sen? Oradan çıkmak için özel bir izin falan gerekmiyor mu? Tabii bir lağam faresi gibi kanalizasyonda sürünmediysen?" diye sorduğunda ciddi ciddi masanın altına girmeyi düşünerek koltuğumda kıvrandım. Kratas, Peter'a hiç de sıcak olmayan bir şekilde gülümsedi. Sonra da elini kaldırdı ve el hareketi çekti. Durumu daha da berbat edecek bir şey yapamazdı herhalde!
"Ah, harika. İşte yine başlıyoruz." diyerek alnını ovuşturdu, Abraham. "Kahretsin. Neden her seferinde böyle oluyor anlamıyorum."
Ne garip. O ana kadar Damien'ı düşünmemiştim bile. Bir anda fark ettim. Peter'ın Kratas'tan hoşlanmamasının sebebi Damien'dı. Muhtemelen onu hatırlatan hiçbir şeyden hoşlanmazdı. Tüm bu kaosa rağmen Damien'ı düşündüğüm için kalbimin bir kere daha kırıldığını hissederken parmaklarımın arasındaki çatalı daha da sıktım. Ne yapıyordu acaba? İyi miydi? Güvende miydi? Peter, bir anda yerinden kalktı. Sandalyesi gürültülü bir şekilde kayarak ses çıkarırken ister istemez Kratas'a iyi bir yumruk atmak için kalktığını düşündüm. Başımı kaldırdım ve bunu yapmaması için dualar ederken ona şaşkın bir endişeyle baktım...
"Ben gidiyorum." dedi, yumruklarını sıktığını görebiliyordum. "Midem bulandı."
Peter öfkeyle çekip giderken Abraham nihayet başını kaldırıp bana baktı. Yüzü aşırı yorgun görünüyordu. Parmaklarını alnından çekerken "Ben gidip onunla bir konuşayım." dedi. Bunun iyi bir fikir olduğunu düşünürken başımla onayladım onu. Abraham, Peter'ın peşinden gittiğinde ve Kratas'la yalnız kaldığımda Kratas sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi çoktan bir tane daha yemek için böreğe uzanmıştı. Eline hafif bir tokat attığımda dikkatini yemekten daha çok çekmem bir mucizeydi.
"Ne var?" diyerek, bana anlamaz gözlerle baktı.
"Peter'la kavga etme demedim mi ben sana?"
Kratas öfkem karşısında daha da eğlenerek güldü. Konuşmaya devam etmeden önce çatalının ucuyla beni gösterdi. "Neden? Sana aşık diye mi? Eminim o lağam faresi ile Damien çok iyi anlaşıyorlardır."
Beni ciddi ciddi sinirlendirmeye başladığını göstermek için masada öne eğilerek gözlerimi kıstım, "Ne saçmalıyorsun sen?" derken sesimdeki hesap sorma tınısı umduğum kadar etkili çıkmıştı.
"Hiç. Sadece bunu görmek isterdim. Damien'ı daha önce hiç kişisel bir sebepten kavga ederken görmedim."
"Kratas, Peter sadece..."
"Sana fena abayı yakmış," diyerek tamamladı cümlemi. Cidden hiç çekincesi yoktu. Ağzına bir börek daha tıkıştırmadan önce -Gerçekten ağzı durmak nedir bilmiyordu!- "Evet, bu net bir şekilde anlaşılıyor." diyerek alay ettiğinde gözlerimi devirdim.
"Bu konuyu seninle konuşmayacağım."
"Neden? Damien seni dinlemez. Abraham da zaten onun babası. Anladığım kadarıyla konuşacak başka birine de sahip değilsin. Yani, bana kaldın."
Düşündüm de, bu çocuk benden nefret ederken daha katlanılabilirdi. Yani, elbette benden nefret etmesini istemezdim. Neden böyle bir şey isteyeyim? Ama tüm bu küstahlık...
"Pekâlâ," dedim, sözcüğü daha etkili kılmak için aşırı yavaş bir şekilde konuşarak. Onu hızlı bir şekilde süzdüm. "Şu an resmen seni kahvaltıya davet ettiğim için pişman oldum."
"Ben olmadım. Bu yemekler tam bir harika. Özel günlerde bile böyle bir masa görmedim ben. Gerçi yetimhanede özel günler kutlanmazdı ama yine de buradakinin yanında esamesi bile okunmaz."
Yeniden içinde tek parça börek kalmış olan ve pahalı işlemelerle kaplı olan porselen tabağa uzandı. Bunu yaparken oldukça hevesli görünüyordu ve iştahlı... Onu bölmek istemezdim. Bekle. İsterdim. Uzanıp eline bir kere daha vurdum. Kratas, yüksek sesle oflayarak kolunu geri çekti ve bana gerçekten bezgin bir ifadeyle baktı. Yine de tam olarak öfkeli olmadığını görebiliyordum. Beni dinlediğini göstermek için kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak sandalyesinde arkasına yaslandı. Omuzlarındaki kasların gerildiğini gördüm. Bu kadar yemek yiyor olmasına rağmen kasları olduğunu görmek beni biraz şaşırttı. Sonrasında dediği şey ise daha da şaşırttı...
"Aslında o ikisinin gitmesi iyi oldu. Seninle özel olarak konuşmak istiyordum. Damien'ı görmen gerekiyor, Vanessa."
"Ne?" dedim, duymayı beklediğim en son şey bu olduğu için. Sesimin titreyen tonu ve yüzümde yansıyan endişeli ifade, içimdeki belirsizlik ve korkuları su yüzüne çıkarıyordu. İçimdeki acıyı bastırmaya çalışarak dudaklarımdan zorla bir gülüş çıkardım. "Deli misin sen? Bunu yapamayacağımı biliyorsun, söyledim sana."
"Anlamıyorsun. Yeraltı Şehri'ne gitmen ve Damien'ı görmen gerekiyor."
"Kratas, dünya üzerinde ayak basamayacağım tek yer Yeraltı Şehri. Başkan Eugine'nin şakası yok. Onun tehditlerini çiğneyip oraya gidersem eğer..."
Sesimde titreme vardı, sıkıntıyla yutkundum. Kratas, başını hızla iki yana salladı ve aceleyle sözümü kesti
"Boş ver şimdi Başkan Eugine'ni! Damien dövüşmüyor, Vanessa."
"Ne? Ne demek dövüşmüyor? Başkan Eugine'nin onu arenaya çıkardığını söylememiş miydin?"
"Evet, söyledim. Yapıyor da, hem de her gün... Ama Damien onun için dövüşmüyor. Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi? Karşısına kim çıkarsa çıksın, hiçbir şekilde karşılık vermiyor. Hiçbir zaman arenaya çıkmak istemezdi ama eskiden hiç değilse kendi için savaşırdı. Şimdiyse pes etmiş gibi davranıyor. Derdi ne anlamıyorum. Böyle yaparak Başkan Eugine'nin onu rahat bırakacağını düşünüyorsa, olan her şeyden sonra bir kuruş kazanmıyor olsa bile Başkan Eugine onu ölene dek arenaya çıkarmaktan vazgeçmez. Onunla konuşmalısın, Vanessa. Hem de hemen."
Kalbim, sanki göğsümden çıkıp kaçacakmış gibi korkunç bir hızla atıyordu. Oysa ne heyecanlıydım ne de korkuyordum. Sadece endişeliydim. Endişe, göğsüme ağır bir taş gibi oturmuştu. Damien arenaya adım attığında savaşmıyorsa eğer bunun tek bir anlamı vardı; er ya da geç, o kanlı zeminde can verecekti. Bu düşünce zihnime bir bıçak gibi saplanıyor, her seferinde daha derine iniyordu, her seferinde daha da acı veriyordu. Başkan Eugine'nin de istediği bu olmalıydı. Gözlerindeki soğuk parıltıyı ve yüzündeki zalim gülümsemeyi hayal ettim. Başkan Eugine, Damien'in sonunu getirecek olan bu ölüm oyununu sabırsızlıkla bekliyor olmalıydı. Sanki bir kâbus görüyor fakat bu kabusun içinde sadece izleyici olmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bir şeyler yapma ihtiyacı içimi kemiriyordu ve her seferinde yapabileceğim hiçbir şey olmadığını bilmek...
"Bana bunu nasıl daha önce söylemezsin, Kratas!"
"Ben de bugün öğrendim." dedi kendini savunmak için. "Beni asla dinlemez. Onunla sen konuşmak zorundasın. Hem onu kurtarmak istemiyor musun?"
Biliyorum, tüm olanlardan sonra onu kurtarmaya çalışmak adilik olurdu ama...
"İstiyorum." dedim, yüzsüzce.
"O halde niye tereddüt edesin ki?" Çünkü o beni görmek ister mi emin değilim. Onunla yüzleşecek cesaretim yok. Sanırım asla olmayacak da. Kratas tereddütümü fark etmiş olmalı ki, daha da ciddi bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Sana yardım edeceğim. Zaten ben olmadan onu asla bulamazsın. Ayrıca arkanı kollayacak birine ihtiyacın var, değil mi?" Masanın üzerinden uzanıp çatalı sıkıca tutan elimin üzerine dokundu, tam da damganın olduğu yere. Hafif, dostça bir dokunuştu bu. Elimi çevirip gömleğimin kolunu çekerek damgayı ortaya çıkardı. "Sen sadece bana cevap ver. Bu çipten birkaç saatliğine kurtulmanın bir yolunu bulabilir misin?"
Bunu düşünürken ve gerçeği en başından beri bilirken bileğimdeki kelebeğe baktım, beni tamamen tutsak eden o şeye...
Sonra da gözlerimi kapattım ve usulca gerçeği fısıldadım.
"Evet."