Sage'nin peşime düşeceğini tahmin etmem gerekirdi ama olan bitenler yüzünden öyle kafam bulanmıştı ki bu ihtimali aklımın ucuna bile getirmemiştim. Kahretsin. Niye yapmamıştım ki Onun gibi bir haydut elbette ki öcünü almak için peşimizden gelirdi! Eğer bunu biraz olsun öngörebilseydim şu an bu durumda olmazdım. Şimdi de bu küstah, kibirli haydut kadının insafına kalmıştım. Kalmıştık. Sanki her şey yeterince kötü değilmiş gibi bir de Damien'ı sürüklemiştim bu cehenneme. Onun bu durumla bir ilgisi yoktu bile. Yine benim yüzümden tehlikedeydi, hem de bu seferki gayet öfkeli bir tehlikeydi. Ne de olsa Sage'yi bize zarar vermekten alıkoyan hiçbir şey yoktu, kaldı ki daha önce birilerine zarar verdiğinden ve bunun sonucunda pek de pişmanlık hissetmediğinden emindim. Bizi öldürür müydü acaba? Her an Sage’nin acımasız bir kararla bizi yok edebileceğini düşündüğümde, içimdeki korkunun ne kadar derin olduğunu fark ettim. Ama öldürmek istese neden bizi buraya getirmekle uğraşsın ki? Buraya... Benim evime... Bir zamanlar evim olan bu yer, şu an resmen bir korku yuvası haline gelmişti. Başkan Eugine'nin Damien'ın benim evimde olduğunu fark edip öfkeden deliye dönmüş bir hâlde hesap sormak için buraya gelmesi uzun sürmezdi. Tabii o zamana kadar Sage bizi gebertmezse! Bu sefer feci batırmıştım. Batırmaya da devam ediyordum.
Bileğime sıkı bir şekilde dolanmış olan kalın, sıkı iplere bakarken bir çözüm bulmaya çalışarak tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Oturma odasındaki koltuğun üzerindeyim. Sage elimdeki ipi koltuğun kolundaki çıkıntıya kaçmayacağımdan emin olacak bir şekilde bağlamıştı, Damien'ı da ilerideki o demir borulara... Kendimi çekiştirmekten parmak boğumlarım kıpkırmızı kesilmişti ama ne kadar denersem deneyeyim bu lanet olası ipleri çözmek imkansız gibi bir şeydi. Parmaklarımı kıvırıp derimin altında gezinen o keskin ağrıyı biraz hafifletmeye çalışırken içimdeki umutsuzluğun katlanarak büyüdüğünü hissedebiliyordum. Başımı öne eğerek dalgalı, siyah saçlarımın çaresiz bakışlarımı kapatmasına izin verdim. Damien'ın olduğu tarafa bakamıyordum bile. Keşke ona her şeyin yoluna gireceğini soyleyebilseydim. Şu an benim de bunu duymaya ihtiyacım vardı. Keşke söyleseydi. Yalan bile olsa bunu ondan duymak istiyordum.
Ve düşünüp duruyordum çünkü hangi olayın, hangi kararın bu anı yarattığını bulmak eksik parçayı yerine koymak gibi bir şey olurdu. Başkan Eugine. Sage. Babam. O ölümcül makine. Hepsi uyanmak istediğim bir kâbusu andırıyordu artık. Çölde su arayan bir bedbaht gibi bir umut arıyordum, bir ışık, bir kurtuluş... Oysa etrafıma bakındığımda gördüğüm tek şey zifiri karanlıktı. Her şeyin merkezinde içimi saran bir nefret ile öfke vardı. Vicdan azabı ruhumu sıkıştırıyor, çaresizlik her geçen gün daha da derinleşen bir kuyunun dibindeymişim gibi hissettiriyordu. Bu düşüncelerin tesiri altında iç çektim; Sage bu akşam beni öldürürse bana büyük bir iyilik etmiş olurdu. Ciddiyim. Bu döngüde sıkışıp kalmaktan çok daha iyi bir son olurdu bu. Öte yandan da beni öylece öldürmeyeceğini de biliyordum. O zaman nasıl intikamını alacaktı? Muhtemelen şu an bana işkence etmenin bin farklı yolunu hayal ederek kendi kendini eğlendiriyordu. Tam bir deli, diye düşündüm kendi kendime. Ben de pek farklı değildim. Onun gibi bir belaya en başta ne diye bulaşmıştım ki sanki? Belamı falan mı arıyordum?
Bir lanet savurarak, bunun bir faydasının olmayacağını çok iyi biliyor olsam da, öfke duygusuna yenik düştüm ve parmaklarıma saplanan sızıyı umursamadan bileğimin etrafına dolanmış olan ipleri sert bir şekilde çekiştirdim. Sanki kaba kuvvet bu ipleri çözmek için yeterliydi! Başarısız olunca da nefes nefese kalmış bir hâlde gözlerimi yumup sakinleşmeye çalıştım. Kafamın içi tam bir kaos halindeydi. Her şeyden öte, Damien için cidden endişeleniyordum. Ne garip. Onu korumak, kendimi korumaktan çok daha önemli hâle gelmişti sanki. Bir de Abraham, Peter ve benim için çalışan çalışanlar vardı. Hiçbirini ortalıkta göremiyordum ve kendi kendimi iyi oldukları konusunda ikna etmek istiyor olsam da Sage'nin onlara neler yapabileceğini hayal etmek bile kafayı yiyecek gibi hissetmeme neden oluyordu. Kafamı kaldırıp elleri bileklerinden demir boruya bağlanmış olan Damien'a baktığımda kendimi daha iyi hissetmedim. Parmaklarıyla demir boruya vurarak hafif bir ritim tutuyordu. Bana bakmak yerine alnını boruya yaslayıp gözlerini kapatmıştı ve buna şükürler ediyordum çünkü şu an gözlerine bakabileceğimi sanmıyordum. Yine de bir şey demeliydim, değil mi?
Bir kez daha bileğimin etrafını saran iplere baktıktan sonra 'Her şey daha ne kadar kötüye gidebilir?' diye düşünerek konuşmak için dudaklarımı araladım; üzgün, çaresiz ve her şeyden çok kendime öfkeli bir sesle aklıma gelen ilk şeyi söylediğimde durumun daha berbat bir hâl alması kaçınılmazdı çünkü söylememem gereken tek şeyi söylemiştim.
"Damien... Çok özür dilerim."
Beni duyduğunu biliyordum. Alnını yasladığı demirden çekmeden, gözlerini de açmadan mırıldandı. "Ne oldu? Yine oyun mu oynamak istiyorsun?" diye sordu. Sesinde ince bir alay vardı. Gözlerimi boruya bağlı olan ellerine çevirdim; Parmakları borunun etrafında dolanmış, bir an bile gevşemeden orada kalmıştı. Bir süre sessiz kaldım, odanın sessizliği düşüncelerimle doluydu. Sonra derin bir nefes alıp içtenlikle devam ettim.
"Hayır, ben sadece bu durumu yaratan kişinin ben olduğunun farkındayım. Seninle bir ilgisi yok, hiçbir zaman olmadı. Sage'ye en başta bulaşan bendim ve intikam almak istiyorsa sebebi benim çünkü gururunu kırdım. Sadece seni o günden dövüşmekten vazgeçirdiğim ve seninle kaçtığım için değil. En başta bile nefret ediyordu benden. Keşke bu durumu düzeltebilecek bir şeyler yapabilsem. Özür dilerim."
"Artık özür dileme!" Elini çekiştirip parmaklarını gürültülü bir şekilde demire vurduğunda metalden gelen tiz gıcırtı kulaklarımda keskin bir ağrı yarattı. Alnını demirden kaydırıp yanağını demire yaslarken uzun süre koşmuş gibi nefesi hırıltılı ve düzensizdi; lacivert gözleri öfkenin ve yorgunluğun izlerini taşıyordu. "İnadına mı yapıyorsun?"
"Neyi?" diye sordum, anlamayarak.
"Bunu. Ne istiyorsun? Niye iyi davranıyorsun bana? Niye umursuyormuş gibi yapıyorsun?" Bağlı ellerini umursamadan başını bana doğru eğdi, saçları kayarak alnına düştü. Gözlerini gözlerimden ayırmadan bana baktığında, sanki zaman durmuş gibi hissettim. "Bana iyi şeyler söyleme! Bana iyi davranma! Katlanamıyorum buna! Sen gerçek değilsin. Bu hâlin gerçek değil."
Kabul etmem gerekir ki, bunları ondan duymak hiç şaşırtıcı değildi. Bu noktada, onun acımasız sözlerinin beklenen bir tepki olduğunu biliyordum ama yine de her bir sözcük kalbimi kırmaya yetiyordu da artıyordu. Üstelik canımı böyle yakan şey sadece kelimeleri değildi. Damien'in gözlerindeki öfkenin altında başka bir şey vardı, tanıdık bir şey... Bir acı.
Ben sessiz kalınca "Nereden karşıma çıktın sen?" diye söylendi, başını geri çekerek. Ellerini sertçe çekiştirdiğinde ipin köşeleri ellerinin etrafında sıkı sıkıya sarıldı; her hareketinde ipler avuçlarını daha da sıkıştırıyordu. İpleri koparmaya çalışırken Damien'ın yüzündeki öfke, gözlerinin içinde ve dudaklarının kıvrımında açıkça belirgindi. İplerden bu şekilde kurtulamayacağını biliyor olsa da öfkesini bir şeyden çıkarmak istiyor gibi bir hâli vardı. "Seninle tanıştığımdan beri başıma gelmeyen kalmadı!"
Dudaklarım aralandı ve bir an yeniden özür dileyecek gibi oldum. Neyse ki son anda kendimi tutmayı başarabildim. Haklıydı. O kadar haklıydı ki...
"Damien," dedim yavaşça.
"Adımı söyleyip durma!"
Tamam. Gerçekten, gerçekten öfkeliydi şu an.
"Tamam. İsmini söylemeyeceğim. Özür dilemeyeceğim. Teşekkür de etmeyeceğim." dedim uysal bir biçimde. Yeniden Sage'yi düşündüm, bizi nasıl kurbanlık hayvan gibi buraya bağladığını. "Sadece, bilmeni istiyorum ki, bu eve bu şekilde geri dönmeni istemezdim."
Damien bir an hiç tepki vermedi. Beni duymadığını bile düşündüm bir an. Daha sonra dudakları cansızca kıvrıldı ve derin bir sesle güldü, hırçın bir gülüştü bu. İçindeki öfke ve umutsuzluk gözlerine yansıyan bir yangın gibiydi. Alnını yeniden demire yasladı. "Sen beni gerçekten delirtmek istiyorsun herhalde." dedi, sert ve acımasız bir tonla. Sonra da aklına hâkim olmak istiyormuş gibi gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. Gözleri, yorgun ve üzgün bir şekilde açıldı. O an, kafasındaki fırtınanın ne denli güçlü olduğunu ve o köşede ne kadar yalnız hissettiğini anladım. "Ne şekilde olduğu fark etmez. Bu eve geri dönmek... Bunun bana ne hissettirdiğini bilmek bile istemezsin."
"Hayır." diyerek karşılık verdim, sesimde bir miktar endişe vardı. Bunu duymak istemeyeceğimi bile bile söyledim. "İstiyorum."
"Midem bulanıyor." dedi, bana bir bakış atarak.
Bunu duyunca tepkisiz kalmayı beceremeyerek suratımı astım ve gözlerimi yerdeki bir noktaya dalgın bir şekilde diktim.
Bu evden, benden tiksiniyor mu?
Bu şaşırtıcı değildi ama böyle hissetmesini istemezdim. O an kendimi öyle güçsüz ve çaresiz hissediyordum ki içimden bir ses kafamın içinde yankılanarak beni kendime getirdi; Bu karanlığın içinde kaybolmak yerine, onunla yüzleşmek zorundasın. Ama nasıl yapacaktım? Her şeyi öyle çok batırmıştım ki... Karanlıkta olmayan bir ışığı aramak gibi bir şeydi bu.
"Seni rahatsız etmekten başka bir şey yapmıyorum, öyle değil mi?" diye mırıldandım kendi kendime. Elimden geleni yapmama rağmen içimde derin bir boşluk hissi vardı. Bu boşluk, geçmişteki hatalarımın bir cezası gibiydi. "Her şeyin böyle olduğuna, başından beri böyle olduğuna inanıyorum. Kendi başına daha iyi olduğunu düşündüğüm zamanlar oldu. Son zamanlarda bunu olması gerekenden daha sık düşünüyorum hatta. Düşünmeden duramıyorum daha doğrusu. Ülkenin tek başkanı sana bu kadar kötü davranmıyordu en azından."
"Hiçbir şeyin sebebi başkaları değil. Suçlu arıyorsan, önce kendine bak. Sana güvenmenin bedeli bu işte." Bileğindeki ipleri bana göstermek ister gibi kuvvetli bir şekilde çekiştirdi, demir borudan çıkan ses kulaklarımı çınlatırken dediği şey beni ürpertti. "Sen hayatımda karşılaştığım en kötü insansın, Vanessa ve işin berbat tarafı, bunun farkında bile değilsin."
En kötü insan.
Bu, cidden acıtmıştı işte.
"Damien..."
"İnsanlar, tam bir hayal kırıklığı." dedi, nefesini güçsüz bir biçimde vererek. "Ben de farksızım. Her seferinde daha da dibe vuruyorum."
"Dipte değiliz." dedim. Evet. Biz.
"Neredeyiz o zaman?"
Tam 'Eğer o kadar kötü biri olduğumu düşünüyorsan neden Sage'nin beni öldürmesine izin vermedin?' diye sormak üzereydim ki oturma odasına yaklaşan adım seslerini duydum. Damien'ın üzerindeki bakışlarımı kapıya kaydırdım. Adımlar ağır ve net bir ritimle yaklaşıyordu; Sage'den başkası olamazdı bu. Ona ait olduğundan oldukça emin olduğum o siyah, deri çizmelerini fark ettiğimde tahminimde yanılmadığımı anladım. Harika. Geliyordu işte. Gözlerindeki o keskin ifade, bu geceki niyetinin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Sanki vahşi bir aslan tarafından köşeye sıkıştırılmış gibi üzerinde olduğum koltuğa sinerken şu kahrolası ipler yüzünden kaçmam pek mümkün değildi. İpler olmasa Sage'nin kaçmama izin vereceğinden falan da değil. Şimdi bile inanılmaz keyifli görünüyordu. Beni bağladığı koltuğun karşında duran orta sehpaya oturdu ve ayaklarından birini uzatarak çizmesinin topuğun oturduğum koltuğun koluna yasladı. Ellerinden birinde mahzenimden aldığı şampanya şişelerinden birini tutuyordu; diğerinde de değerli taşlarla süslü, tanıdık bir kolye...
"İtiraf etmem gerekir ki gerçekten çok pahalı ve güzel zevklerin var, Vanessa." diyerek bana ait olan kolyeyi ceketinin iç cebine soktu. O ve adamları evimi darmaduman edip değerli olan ne varsa çalmışlardı. Sage zarif cam kadehlerden birine epey pahalı olan şampanyayı açıp doldururken bana olabildiğince küstah, olabildiğince kibirli bir bakış attı. "Sen de bir yudum almaz mısın? Sonuçta gece uzun sürecek."
"Hayır, teşekkürler." Neden bahsettiğimi göstermek için bakışlarımla bağlı ellerimi işaret ettim. "Bu geceyi gerçekten bu kadar uzun ve sıkıcı yapmaya kararlı mısın?" diye sordum, bezgin bezgin. Benimle kafa mı buluyorsun, desem daha uygun olurdu gerçi.
"Yine tersinden mi kalktın sen?"
"Seninle oynamayacağım, Sage."
"Tüh. Ne yazık ki tercih yapabilecek bir konumda değilsin. Ben ne yapmanı istersem onu yapacaksın... Ama merak etme, seninle bizzat ben kendim ilgileneceğim. Bu zevki kimseye tattırmam."
Sage'nin sesi tehditkar ve emin bir tonla yankılanarak gecemi daha da gerilimli hâle getirirken gözlerindeki karanlık ve vahşi parıltıyı daha da belirginleştirdi. Yavaşça yutkundum. Sage, bir yudum şampanya içti ve gözlerini bana dikerek tembel bir şekilde dilini damağına vurdu. Öne eğilip yumruğunu çenesine yaslayarak beni süzerken gözlerimi gözlerinden çekmemek için özel bir çaba harcadım. Ne kadar endişelendiğimi görmek onu sadece daha da memnun ederdi. Gevşek gevşek konuşarak devam etti.
"Biliyor musun Vanessa, normalde o kadar sinir ediyorsun ki beni, seni burada bu hâlde görmek bana büyük bir keyif veriyor. Ellerin bağlı, tamamen benim insafıma kalmış bir hâldesin. Sevgilin de öyle. Şimdi sadece bu geceyi nasıl geçireceğimiz konusunda ne yapacağıma karar vermem gerekiyor. Hmm..." Parmaklarını ritmik bir şekilde çene hattına vururken beni ilgiyle süzdü. Saçlarıma, yüzüme uzun uzun baktı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi o kurnaz, tilki gülümsemesini ortaya çıkardı. "Sana bir bakıyorum da... Aslında oldukça güzel bir kadınsın. Evet, evet. Gerçekten güzelsin. Bu geceyi seninle geçirmekten hoşlanacak bir sürü adamım var." Dondum kaldım. Nefes bile almadım hatta. Sage'nin ne imâ ettiğini çok iyi anlamıştım ancak tepki vermeye fırsat bulamadan keskin bir çınlama sesi kulaklarıma ulaştı. Sage başını çevirdi ve omzunun üzerinden ona onu öldürecek gibi bakan Damien'a baktı. Damien Sage'nin dikkatini çekmek için elini bağlı olduğu o demir boruya vurmuştu. "Ne o, Damien? Yoksa sen mi istiyorsun?"
"Sabrımı zorlama, Sage."
Damien'ın sesinin tonu ürpermeme neden olurken Sage'nin üzerinde de tam tersi bir etki yaptı; alaycı bakışlarla başını Damien'ın olduğu tarafa doğru eğdi.
"Zorlarsam ne olur? Bıçağım var, silahım var, her şeyim var... Senin neyin var? Kasların mı? Hoşlar ama öyle bağlıyken bir işine yaramazlar."
Damien'ın göğsü şişti. Elleri bağlı olmasına rağmen o anki ifadesi, gözleri vahşi bir panteri andırıyordu. Başımı önümdeki kadına çevirdim. Sage'nin yüz hatlarına kontrol etmekte zorlandığım bir kaygıyla bakarken ciddi ciddi midem bulanıyordu artık. Nasıl bir durumun içine düşmüştüm ben? Damien'ı nasıl bir durumun içine sürüklemiştim? Bu güzel, esmer kadın gerçekten de bizim sonumuz olabilirdi.
"Hem..." diyerek devam etti Sage, beklemediğim bir anda bana geri bakıp yüzüme dokunmak için üzerime uzanırken. Ne olursa olsun kesinlikle bana dokunmasını istemiyordum! Bir faydası olmayacağını çok iyi biliyor olsam da başımı geri çektim. Sage daha da zorlayarak hareketlerini kabalaştırırken bağlı ellerime rağmen ona öyle hırçın bir şekilde direniyordum ki sehpanın üzerindeki elma kasesi yere çakılıp kırıldı. Kırmızı, sarı ve yeşil elmalar yerde yuvarlanırken tüm direnişlerime rağmen Sage karnımın üzerine oturarak çenemi tuttu ve ben koltukta kayarken başımı çevirerek kırlete bastırıp beni Damien'a bakmam için zorladı. Onu gördüğümde kalbim resmen yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sage konuşmaya devam etti. "Niye böyle yapıyorsun anlamıyorum. Duyduğum kadarıyla Vanessa seni geldiğin o çöplüğe geri postalamış. Gerçi bu kadar servetim olsa ben de onu kaybetmek istemezdim. Kim ister ki, değil mi? Üstelik sen gider gitmez de o Peter denen o adamı evine geri almış. Sanırım onu o kadar da memnun edemiyorsun."
Damien'ın dudaklarının gerilmesi ve yüzündeki ifade o kadar belirsizdi ki, kıskanıp kıskanmadığına mı yoksa tiksinip tiksinmediğine mi karar veremiyordum. Her ne olursa olsun, duyduklarından keyif almadığı açıktı. Acı, tatsız bir şey yemiş gibi bir ifadeyle gözlerini bir anlığına kapattı. Bense resmen kıpkırmızı kesildim. Sage'nin dedikleri, pis imâları içimde birikmiş olan öfkeyi daha da körüklüyordu. Belki de durum onun dediği gibi olmasa da öyle göründüğü içindi. Kahretsin. Peter'ı eve almamın tek sebebi Abraham'dı. Oğlunu özlüyordu.
"Bırak beni!" diye bağırdım, çenemi bütün gücümle ondan kurtarmaya çalışırken. "Bırak beni dedim Sage! Seni pişman ederim!"
"Hiçbir şey yapamazsın, tatlım."
"Çekil, pislik!"
Bağlı ellerime rağmen dirseğimi karın boşluğuna geçirdiğimde Sage'nin tek yaptığı hafif bir sesle gülmek oldu. Kahretsin. Sanki yaptığım her şey daha da evlenmesine neden oluyordu. Bırakmadı tabii ki. Aksine parmaklarını çenemden saçlarıma kaydırdı ve saçlarımı geriye çekerek yüzümü kendine çevirdi. Ne ara çıkardığını anlamadığım bıçağı yanağımın üzerinde geziniyordu. "Bu çok tatsız bir şakaydı, Vanessa. Anlaşmamıza rağmen beni orada bırakıp kaçmak? Sence ben öylece kazık atabileceğin bir kadın mıyım? Seni var ya, çiğ çiğ yerim... Ama öldürmüyorum, neden biliyor musun?"
"Çünkü sen bir ruh hastasısın!"
Başka neden olacaktı ki?
Sage sanki ona iltifat etmişim gibi güldü.
"Hayır, o da var ama ondan değil." Bıçağının ucunu elmacık kemiğimin üzerinde gezdirdi. "İtibarımı beş paralık eden birinin öylece ölmesine izin vermem. Acı çekmeni istiyorum."
"Beş paralık eden şeyin ne olduğunu sana söylememi ister misin? Sensin! Sen beş para etmez bir insansın, Sage ve sonunda hak ettiğin yerde olacaksın; hapishanede!"
"Diline hakim ol, Vanessa. Bu gece sana hoşgörü gösterecek havada değilim." Onu kızdırmış olmalıyım ki sesi artık alaycı olmaktan uzak bir şekilde ciddiydi. Derimi kesmek ister gibi bıçağı hafifçe yanağıma bastırdı ama kesmeden bir salise önce durarak nefesini üfledi. "Cidden sabrımı zorluyorsun... Ama Damien'a yaptığın şey için önce bir bedel ödemen gerek. Kimse sana söylemedi mi, insanlara öyle yalanlar söylememelisin." Başını çevirip yeninden Damien'a baktı, saçlarımı tuttuğu için ben aynısını yapamadım. Tek gördüğüm Sage'nin yüzü ve yan taraftan gelen çınlama sesleriydi. Damien kendini iplerden kurtarmaya çalışıyor olmalıydı. "Ne dersin, Damien? Vanessa seni ilk firsatta geride bıraktı. Hem de onu korumak için yaptığın onca şeyden sonra. Ne kadar kızgın olduğunu tahmin edebiliyorum. Ondan intikamını tam şu anda almak istemez misin? Merak etme, adi bir asile biraz zarar verdiğin için burada kimse seni cezalandırmaya kalkmaz. Hem ben hiçbir şey görmedim, duymadım, bilmiyorum. Sonrasında tek parça hâlinde gitmene izin de veririm."
Çınlama sesleri birden kesildi. Damien durmuş olmalıydı. Sage'nin keyifle kaplı olan suratına bakarken ben de debelenmeyi bırakmıştım. Kalbim adeta bir orkestra gibi çırpınıyor, her atışı boğazımda yankılanıyordu. Canını yakmak istiyorum, demişti Sage ve sanırım bunu derken de son derece ciddiydi. Kendisinin yapacağı hiçbir şeyin canımı gerçekten yakamayacağını o da biliyordu. Damien’ın tüm direnişine rağmen Sage’nin söyledikleri karşısında hareketsiz kalması, bir tokattan farksızdı. Hayır. Hayır, hayır, hayır... Yapmaz. Yapmaz... Değil mi?
İçimdeki endişe ve öfke bir araya geldi. Sage ise Damien’ı harekete geçmeye teşvik ederken bıçağını yanağımda gezdirmeyi sürdürüyordu. Odanın sessizliğinde Damien’ın sesini duymak için kulaklarım dikkat kesildi. Sesindeki derin öfke Sage’nin önerdiği intikam planını nasıl değerlendireceğini anlamama yardımcı olurken adeta beynimden vurulmuşa döndüm.
"Tamam."
O kadar şoka uğramıştım ki Sage'ye direnmeyi tamamen bırakmıştım. Öylece duruyordum. Sage ise benim aksime Damien’ın cevabından son derece memnun görünüyordu.
Yapmaz, dedim kendime. Yapmaz.
Sonra çaresizce, usulca ekledim;
Ama bana çok kızgın.
Öfkesi o kadar büyük müydü gerçekten? Ah, neden olmasındı ki? Aramızda olan her şey o kadar berbattı ki Damien'ın kendi paçasını kurtarmak için Sage'nin teklifini kabul etmesi bir noktada bana bile mantıklı geliyordu. Ben asla öyle bir şey yapmazdım elbette ama bunun için onu suçlamıyordum. Hatta seviniyordum da. Kurtulmasını istiyordum. Hem ona dediklerimden, yaptıklarımdan sonra bana sadık olmak zorunda falan değildi ki.
Sage, kıkır kıkır gülerek üzerimden kalkarken parmak uçlarımı kıpırdatmaya dahi mecalim kalmamıştı. Koltuğa uzanmış, ellerim sımsıkı bağlı bir hâlde her ne olacaksa olmasını bekledim. Ne anlamı vardı sanki? Sage, Damien'ın bileklerindeki ipleri çözmeden ve ellerinden birine bıçağını vermeden önce, belindeki silahına iki kere vurarak, "Silahım olduğunu unutma, Damien. Tek bir yanlış hareketinde beynini dağıtırım senin ve inan, bunu yapmak için bana tek bir sebep vermeni bekliyorum." diye uyardı onu. Damien fiziksel olarak Sage'den kat kat daha güçlüyse bile Sage'nin ne kadar iyi bir nişancı olduğunu daha önce görmüştüm. Kahretsin. Yirmi metre mesafeden bile hedefi vurabilirdi o. O yüzden böyle bir uyarı kesinlikle ciddiye alınmalıydı.
Bakışlarımı karmaşık desenlerle kaplı tavana diktim. Ahşap yılların etkisiyle hafifçe kararmış, bazı yerlerde parlaklığını kaybetmişti. Aslında sadece dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Yaklaşan adım sesleri içimde kalbimdeki ritmi yavaşlatan bir stres yarattı. Kendimi sakin tutmak için tüm gücümü topladım, derin nefesler aldım ve omuzlarımı gevşettim ancak gözlerimin arkasında, şiddetli bir hayal kırıklığı ve çaresizlik duygusu vardı. Geçmişin ağırlığı bu anın ağırlığıyla birleşerek üzerime çöküyordu. Her şeye rağmen Damien'ın bunu yapmamasını mı ummuştum? O gece onun da hissettiği şey bu muydu? Bu his... Bu acı... O zaman şu an olan hiçbir şeye şaşırmamam gerekirdi.
Damien'ın suratı görüş alanıma girdiğinde hissettiğim gerginlikten ağzımın içi kupkuru kesilmişti. Dizlerinden birini belimin yanından koltuğa yaslayarak üzerime eğildi. Elindeki bıçağa, metalin soğuk ve parlak yüzeyine çok kısa bir an baktım. Gözlerinde gözlerimi kendine çeken bir şey vardı sanki. Damien'ın parmakları çenemi avucunun içine aldığında, bu dokunuşun Sage'nin dokunuşu gibi olmadığını fark ettim. Sage'nin dokunuşları kaba ve korkunçtu, oysa Damien'ın parmakları daha yumuşak ama ısrarcı bir baskı uyguluyordu. Parmaklarını ittirdiğinde ona direnmeden çenemi kaydırdım. Neden işini kolaylaştırdığımı bile bilmiyordum. Belki de aptallık ediyordum, belki de bu korku yüzünden mantığımı yitirmiştim. Gözlerimi kapattım ama öyle çok titriyordum ki, çenemdeki eli yüzünden Damien'ın bunu fark etmemesi resmen bir mucize olurdu. Zarar görmekten, acı çekmekten korkmaktan ziyade içinde bulunduğum bu durum yakıyordu canımı. Gözlerimi usulca araladım, Damien'ın yüzündeki keskin ifadeyi görmek zorundaydım. Sessiz bir şekilde, her şey için, "Özür dilerim." diye fısıldadığımda tepemden huysuz bir homurtu yükseldi.
"Cidden mi, Vanessa? Bu durumda bile mi? Çok sinir bozucusun."
Damien bıçağı hızlı ve keskin bir hareketle bileğimin etrafındaki iplerin üzerine kaydırdı. Hemen ardından ipler gerginliğini kaybederek bileklerimden kayıp düştü. Bunu öyle hızlı bir şekilde yapmıştı ki bir an parmaklarımı falan kestiğini sanmıştım. Hatta korkuyla gözlerimi sımsıkı kapatmıştım ama acıyı hissetmedim çünkü beni değil, ipleri kesmişti. Bunu fark ettiğimde gözlerimi şaşkın şaşkın kırpıştırdım. "Damien?" dedim, aynı şaşkınlıkla. Damien hızlı bir şekilde üzerimden doğrularak beni elimden tutup çekti. Ayağa kaldırdı beni. Ne olduğunu anladığımda aradan sadece birkaç saniye geçmişti. Damien beni hafifçe arkasına doğru çekerken Sage parlayan metalik silahını çıkarmış ve emniyetini açarak bize doğrultmuştu. Nefes nefese bir hâlde Damien'ın sırtına baktım ve ne yaptığını anladığımda hissettiklerim başımı döndürdü. Beni çözmüştü. İpleri kesmişti. Ben sanmıştım ki o...
"Bu kadında ne buluyorsun anlamıyorum," dedi Sage kaşlarından birini kaldırarak. "Ama bu gece ölmenin tek sebebi kesinlikle o olacak."
Daha bunu dediği anda Sage'nin silahı ateşleyeceğini biliyordum. Yeterince hızlı tepki vermenin mümkün olmadığını da biliyordum. Bir an gördüğüm son yüzün bu kadının yüzü olduğundan emindim. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki, belki de hayatımın son saniyelerindeydik. Ama o an, bir mucize yaşandı- gerçi buna ne kadar mucize denebilirse. Bir silah ateşlendi ama bu gürültülü bir silah değildi. Sage elini boynuna götürdü ve içinde şeffaf bir sıvı olan küçük, uyuşturucu iğneyi çıkarırken bir küfür savurdu. İlaç o kadar etkiliydi ki yere bir çuval gibi yığılması sadece birkaç saniyeyi buldu. Bedeni hareket edemez bir halde olsa da bilinci hâlâ yerindeydi, gözlerinde derin bir şaşkınlık vardı. Bakışlarımı kaldırdım ve en dikkat çekici şey bu olduğu için önce ellerinde silahlar olan üniformalı adamları fark ettim. Fedailer ve güvenlik görevlileri. Ortalarında da tüm ihtişamıyla Başkan Eugine duruyor, o korkunç gözleriyle olan biteni soğukkanlı bir şekilde izliyordu.