?14.BÖLÜM: KARANLIK SIRLAR

2804 Words
Başkan Eugine'nin öfkesinin ne kadar yoğun olabileceğini çok iyi bildiğim için bu konuda yapabileceğim en akıllıca şey çenemi kapalı tutmaktı. Susuyor ve öylece ona bakıyordum. Karşımdaki koltukta otururken ağzını sıkıca kapatmış, çenesinin kenarları gerilmişti; ellerini sabırsız bir edayla çalışma masasının üzerine vurarak o rahatsız edici bakışlarla beni süzüyordu. Ben de onu sürüyordum. Koltuğun derisi Eugine'nin hareketleriyle hafifçe gıcırdıyor ve masanın üzerindeki vuruşları odadaki sessizliği sarsıyordu. Dakikalardır burada olmamıza rağmen tek kelime etmemesini hayra mı yoksa şerre mi yoracağımdan emin değildim. İyi tarafından bakarsak, fedailer Sage'yi ve adamlarını tutuklayıp ait oldukları yere, yani hapishaneye götürürken ve karanlık bir ifadeyle Damien'a evimden çıkıp Yeraltı Şehri'ne inmesini emrederken o kadar da kızgın görünmüyordu. Ciddiyim, Eugine o kadar sakin görünüyordu ki bu sakinlik ürkütücü bir hâle gelmişti. Hiç kendi gibi davranmıyordu ve bu beni daha da tedirgin ediyordu. Yoksa bir şey mi planlıyordu yine? Elmas bileğimin gizlediği damgayı düşününce ne kadar kötü olabileceğini sadece tahmin edebilirdim. Belki de benden nasıl intikam alacağını düşünüyor, ben de burada durmuş bir aptal gibi onu bekliyordum. Yine de endişelendiğim tek şey Damien'dı. Başkan Eugine'nin burada olan her şey için onu cezalandıracağından endişe ediyordum. Damien'ın bedenindeki o kesikleri, yara bere izlerini düşündükçe kusacak gibi hissettim. Sakin ol, Vanessa. Sakin ol. Bu telkin biraz işe yaradı, en azından deniyordum. Başkan Eugine, bakışlarını indirerek minik elmaslarla kaplı bileğime baktı ve parmakları ritim tutmayı keserken bu bileziği niye taktığım çok iyi biliyormuş gibi kötücül bir biçimde gülümsedi. Aslında biliyordu da. Damga onun eseriydi. Bu yüzden bunu kimseye, özellikle Damien'a göstermememi istediğini biliyordum. Bileğime dokunup kelebeğe ve ipin bıraktığı ize hafifçe dokundum. Onu memnun etmek istediğimden falan değil ama şu makine ve isyan meselesini halledene kadar suyuna gidiyormuş gibi davransam iyi olacaktı. Dışarıdaki fırtınanın ve yağan karın sesi kulaklarımda uğuldarken, kuru bir sesle, "Sage," diyerek konuşmaya başladım. Ben demeden Başkan Eugine'nin bir şey diyeceği yoktu. "Damien'ı zorla buraya getirdi. Onu ben davet etmedim. Böyle bir şeyi asla yapmam." "Tahmin edebiliyorum, evet. Damien'ın sinyalinin burada olduğunu gördüğümde görmeyi beklediğim manzara kesinlikle bu değildi. Aslında çok fena kızgındım ama bir şekilde bu gece uzun süredir aranan bir suçluyu yakalamama yardımcı olduğunuz için öfkem geçti. Muhtemelen Sage gibi deneyimli bir haydutu başka türlü yakalayamazdık zaten. Sana onu o kadar öfkelendirecek ne yaptın diye sorardım ama sanırım pek bir şey yapmana gerek kalmazdı. Yine de tüm bu durumda beni rahatsız eden bir şey yok değil." Bir an sessiz kaldıktan sonra, cevabı bilmek istemeyeceğimden son derece emin olsam da, "Nedir?" diye sordum, çekine çekine. "Damien neden seni korumayı seçti?" "Bilmiyorum." Bunu derken tamamen dürüsttüm. Nedenini gerçekten bilmiyordum ama bir cevabımın olmasını dilerdim. Kendimi bir çıkmazın içinde hissediyordum. Başkan Eugine, memnuniyetsiz bir şekilde, "Bilmiyor musun?" diye tekrar etti. "Evet, bilmiyorum. Damien'ın ne düşündüğünü, neyi neden yaptığını tahmin edemiyorum. Belki de sadece bana acıdığı için yapmıştır. O an pek iç açıcı bir hâlde değildim. Sage... Çok öfkeliydi. Beni öldürmeyi gerçekten düşünüyor gibiydi." "Çok ilginç. Söyle bana, onun için ne tür bir tehdit oluşturdun da Sage seni öldürmeyi düşündü?" Bu soru karşında belirgin bir şekilde duraksadım. Bunu soracağını tahmin etmem gerekirdi ama yapamamıştım. Ne diyecektim? Gururunu incittim, o da intikamını almak istedi mi? Dudaklarımı araladım ama sözcükler boğazımda düğümlenmişti; ne konuşacak durumdaydım ne de bir şey yapabilecek bir hâldeydim. Hem diyebilecek olsam bile Başkan Eugine'e hiçbir şey anlatmak istemiyordum. O benim en büyük düşmanımdı. Bu karanlık oyunun içinde ona karşı hiçbir zayıflık göstermemeliydim. Bu konuda inat ederek çenemi kaldırdım ve meydan okuyan bir ifadeyle Başkan Eugine'e karşılık verdim. "Bunu neden Sage'ye sormuyorsunuz? Konunun öznesi olarak eminim o size çok daha net bir cevap verebilir." "Ben sana soruyorum." Kesinlikle çok ciddiydi. Son derece gergin bir surat ifadesiyle Başkan Eugine'e bakarken kara kara ona ne cevap vereceğimi düşünerek oturduğum sandalyede kıpırdandım. "Bir cevabım olsaydı bilirdiniz." dedim daha sonra... "Bilir miydim gerçekten, Vanessa?" Hayır. "Evet." Zaten o an yeteri kadar huzursuzdum, daha da huzursuz hissetmeme neden olacak kadar ağır bir sessizlik aramıza girdiğinde kendimi daha da berbat hissetmeye başladım. Karşımdaki korkunç adam konuşmaya devam ettiğinde aradan en az birkaç dakika geçmişti. Artık daha da öfkeli, meraklı ve şüpheci görünüyordu. "Anlamayacağımı düşünerek Damien'ın etrafında dolanmıyorsun... Öyle değil mi, Vanessa?" diye sorduğunda sözleri bir kılıç gibi keskindi ve soğuk bir nefret taşıyordu. Yavaşça yutkundum ve onun cehennem kadar acımasız bakışlarına baktım. O an Başkan Eugine'nin düşmanlığının ne kadar güçlü ve nihai olduğunu hissedebiliyordum. "Damien'ı öyle çok öldürmek istiyorum ki, olan her şeyden sonra onu hâlâ hayatta tutmamın tek sebebi seninle yaptığımız anlaşma. İkinci bir şansın olmayacak çünkü seni uyardım. Sana ve çok değer verdiğin o gladyatöre gösterecek sabrım kalmadı benim. Seninle yaptığımız anlaşma, senin son şansın." "Başkan Eugine…" Ne diyeceğimi dinleme zahmetine bile girmek istemiyor olacak ki ismi dudaklarımdan çıktığı anda elini hızla kaldırdı, sustuğumda da devam etti. "Damien'a gelince... Senin o değerli solucanın da çok geç olmadan benimle işbirliği yapmayı kabul etmek zorunda kalacak." Damien'ın Başkan Eugine'e boyun eğdiğini hayal etmek bile gülünçtü. Bunun olacağı bir anın asla geleceğini sanmıyordum. Birlikte geçirdiğimiz onca zamanın ardından Damien hakkında öğrendiğim bir şey varsa, o da kimsenin ona zorla bir şeyi yaptıramayacağıydı. Özellikle de o 'kimse' Başkan Eugine ise. Sanırım Başkan Eugine bu yüzden bunu bir gurur meselesi hâline getirmişti. "Damien'dan ne istiyorsun?" diye sordum sonunda dayanamayıp merakıma yenik düşerek. Sesimde öfke ve korumacılık vardı. "Senin için asla dövüşmeyeceğini bile bile neden onu arenaya çıkartıp duruyorsun? İstediğin gibi uslu duruyorum işte. Artık ona eziyet etmek zorunda değilsin. O..." "O, artık seni hiç ilgilendirmiyor Vanessa. Damien artık bana ait bir mülk. Onunla ne istersem onu yaparım. Benim için dövüşmek istemiyorsa, o arenada ölene dek dayak yer. İşime gelir doğrusu." "Sadece sizi anlamıyorum." diye fısıldadım, endişeyle. Başkan Eugine, o ölümcül bakışlarını benden ayrıldı ve balkon camının penceresinden lapa lapa yağan kara çevirdi. Evimdeki ısıtma sistemi yüzünden olduğumuz oda sıcacık olsa da sadece bu manzaraya bakmak bile üşümeme yetiyordu. Yine de üşümemin asıl sebebi kar değil, Damien'ın o arenada ölmesi düşüncesiydi. Bunun olduğunu düşünmeyi geçtim, olma ihtimalinin bile olması beni deliler gibi korkuyordu. Damien'ın bu ülkeden hemen gitmesi gerekiyordu ama öncesinde lânet olası çipini tamamen etkisiz hâle getirmeliydim. Böylece ne Başkan Eugine ne de Yeraltı Şehri'nin güvenlik sistemi onu bir daha bulamazdı. Tamamen yeni bir hayata başlayabilirdi, özgür bir hayata. Başkan Eugine, "Beni anlamak zorunda değilsin." diyerek yeniden yüzüme baktığında ifadesindeki öfke en az iki kat artmıştı. "Damien'ı önemli yapan tek şey sensin. Yoksa o pislik benim düşmanım olmaya bile layık değil. Benim düşmanım sensin, Vanessa. Eğer o aptal düşüncelerini kendine saklamış olsaydın şimdi bir yığın sorunla uğraşıyor olmazdım. Aptal kız. Ne kadar büyük bir bela olduğunun farkında bile değilsin. Sence meclise çıkıp bizden birinin, bir asilin, konsey üyesinin ve daha da önemlisi senin köle karşıtı bir reformu önermesi ne demek? Bunu sırf Damien'ın gözüne girmek için yaptın. Belli ki başarmışsın da. Ama bizi aşağıladın! Küçük düşürdün! Dahası senin yüzünden Yeraltı Şehri hiç olmadığı kadar cesaretlendi!" Demek istediği, benim... Başkan Eugine bana karşı hissettiği öfkeye yenik düşerek gür bir kahkaha attı ve parmaklarını saçlarından geçirirken beni yerime mıhlayan bir ifadeyle beni süzdü. "Sen çok naif bir insansın, Vanessa. Seni tanıyorum. Bu isyanla doğrudan bir ilginin olmadığını biliyorum ama dürüst olalım, fitili ateşleyen sensin, senin sözcüklerin. Damien'a gelince de. Ona değer verdiğin için onu asla rahat bırakmayacağım ve yemin ederim, bu aptal isyana destek olduğunu sadece hissetsem bile onu kendi ellerimle gebertirim. Sana gelince... Eğer bu isyana yardım etmek gibi bir aptallık yaparsan seni herkesin önünde idam ederim. Bir asil olduğun için buna yetkimin olmadığını düşünme bile. Unuttuysan hatırlatayım, bileğinde Yeraltı Şehri'nin simgesi duruyor. İnsanları aslında onlardan biri olduğuna, bunca yıldır herkesi kandırdığına ikna etmek için uğraşmam bile gerekmez. Gerçeği söylesen bile kimse o damganın yeni yapılmış olduğuna inanmaz. İnansalar bile seni kurtarmaya kim cesaret edebilir?" Tepkimi kontrol etmeye çalışsam da gözlerim iri iri açıldı çünkü bunları derken ne kadar ciddi olduğunu görebiliyordum. Sonra içim buz tuttu. Başkan Eugine damgayı sadece beni kontrol altında tutmak için yapmamıştı. Aynı zamanda benden istediği zaman kolayca kurtulabilmek için yapmıştı. Eğer bileğimde bu damga olmasaydı beni yüksek mahkemeye çıkartmak ve hem meclisin hem de onların onayını almak zorunda kalırdı ve kayda değer bir delil olmadan bana parmağının ucuyla bile dokunamazdı ama şimdi... Kelebeğin kanatlarına zarifçe dokundum. Kendimi hiç olmadığı kadar güçsüz, hiç olmadığı kadar yorgun hissediyordum. Başımda yankılanan ağrılar ve gözlerimdeki bulanıklık hafifledikçe, içimde ölmüş bir merak duygusuyla, "O hâlde neden beni hemen öldürmüyorsun?" diye sordum Başkan Eugine'ne. Sesim o kadar hafifti ki sanki konuşmadan önce tüm gücüm tükenmiş gibiydi. "Böyle bir konuda bana güveniyor olamazsın herhalde." "Elbette sana güvenmiyorum ama seni kontrol altında tutabilecekken öldürmek büyük bir ziyan olur. Neler yapabileceğini tahmin edebiliyorum ve bunu düşünmek bile seni öldürmemeye ikna ediyor beni. Canlı bir şekilde ülkenin tüm servetine eşdeğersin sen. Özellikle de benim adıma çalışıyorken. Yine de ülkeni satıp karşı tarafa geçersen senden kurtulmaktan başka çare bırakmasın bana. Unutma, her şeyin bir bedeli var ve senin ödeyeceğin bedel, bu noktada, benim kararlarıma bağlı." Bir an için odadaki sessizlik Eugine’in sözlerinin altında daha da yoğunlaştı. Her şeyin bir bedeli olduğunu biliyordum ve bu seferki bedelin ne olacağını anlamak için başkanın sözlerine odaklanmak zorundaydım. Onların yanında olursan seni ve Damien'ı tereddüt etmeden öldürüm. Demek istediği tam olarak buydu. Damien'ı hayatta tutmak konusunda neden ısrarlı davrandığını anlıyordum şimdi. Kafamı hafifçe kaldırarak Eugine'in gözlerinin içine baktım. “Yani beni bir tür sigorta olarak mı kullanıyorsun?” Sorum yüzünden Eugine'nin dudaklarında ağır bir gülümseme belirdi. "Sana sigorta demek biraz yanıltıcı olabilir. Beni hayal kırıklığına uğrattın, Vanessa ama hâlâ çok yeteneklisin. Bu ülkenin çıkarlarını korumak için seni sağ tutmak zorundayım ama zorunda kalırsam, bu ülkenin çıkarlarını korumak için seni öldürüm de. Eugine’in bakışları kararlarımın ve eylemlerimin sadece kendi hayatımı değil, aynı zamanda ülkenin geleceğini de etkileyeceğini hatırlatır gibiydi. Yani bunun sonunda benim için sadece iki yol var. Ya işbirliği yapar ve Başkan Eugine'nin oyununun bir parçası olurum ya da karşı tarafa geçer ve hayatımı riske atarım... Baskı yok. "Anlıyor musun beni?" Cevap vermedim, vermek istemedim. "Sana bir soru sordum, Vanessa." "Evet... Anlıyorum." Kendimi konuşmaya zorlayıp istediği cevabı verdiğimde Başkan Eugine en sevdiği şekeri elde etmiş beş yaşındaki bir çocuk gibi gülümseyerek ellerini çırptı. "Harika. O zaman bir sorunumuz yok. Ve Sage'yi senin sayende yakaladığımız için sana bir ödül verip Damien'a bir süre kötü davranmayacağım ama sadece bir süre." Pislik herif! Onu çıplak ellerimle boğabilirdim cidden. Bu kadar kötü olmak için özellikle çabalayıp çabalamadığı merak ediyordum. Başkan Eugine evimden gittiğinde kendimi bitmiş tükenmiş bir hâlde oturma odasına, Peter'ın patlayan kaşına pansuman yapan Abraham'ın yanına attım. Onları kilitli oldukları kilerden çıkarıp tamamen iyi olduklarını görene kadar onlar için endişelenmeye devam ettiğim için bu manzara beni üzüyordu. Evet. Sage, pek kibar bir insan değildi. Abraham, pansumanı bitirdiğinde Peter aptalca bir bahaneyle yanımızdan kalkıp gitti. Sanırım benden çekiniyordu. Bunun sebebinin Sage mi Damien mi yoksa sarhoş olduğunda bana söylediği şeyler mi olduğunu merak ediyordum. İyi olan tek şey eskisi kadar agresif olmamasıydı. Abraham, en az benim kadar yorgun görünüyordu. Koltukta arkasına yaslanarak gözlerini kapatıp "Ne gündü ama." diye söylendi. "O kadının tehlike anlamına geldiğini baştan beri biliyordum ama bu kadar deli olduğunu fark etmemiştim. Neyse ki artık kimseyi incitemeyeceği bir yerde." "Benim hatam, olanlardan sonra Sage'nin peşimden geleceğini tahmin etmeliydim." diyerek özür diledim ve iç çektim. "Ne kadar da düşüncesizim. Az kalsın Damien'ın ölümüne neden olacaktım." Abraham bana garip garip baktı. Kaşlarımı kaldırdım, "Ne?" dedim şaşırarak. "Tek umurunda olan Damien, öyle değil mi? Ne olduğunun farkında değil misin? Vanessa, az kalsın kendi ölümüne neden oluyordun sen. O kadın seni öldürmek istiyordu. Tanrı aşkına, bırak artık şu herifi. Sadece bir saniyeliğine bırak." "Yapamıyorum." derken bağırmak istesem de sesim boğuk çıktı. Başımı ellerimin arasına aldım ve kendimle yüzleşmeye çalışarak gözlerimi bir anlığına kapattım. "Elimde değil, Abraham. Bundan keyif aldığımı mı sanıyorsun? Ne yaparsam yapayım, ne olursa olsun, kendimi yine onu düşünürken buluyorum." Söyle, dedi içimden bir ses. Söyledim. "Onun çipini yakacağım. Böylece buradan çok uzağa gidebilir." Daha önce hiç görmediğim bir öfkeyle "Ne?" diye gürledi Abraham. Hızla ayağa kalktı ve odanın içinde ileri geri volta atarken bağırarak devam etti. "Vanessa, sen kafayı mı yedin? Böyle bir şey yapamazsın! Duyuyor musun beni? Yapamazsın! Başkan Eugine anında senin yaptığını anlar!" "Damien'ı önünde sonunda öldürecek, Abraham. Burada durup bunun olacağı anın gelmesini bekleyemem." "Sen de kendini öldüreceksin!" diye karşı çıktı müthiş bir panikle, ben ayağa kalkınca ellerini bana yalvarır gibi birleştirdi. "Lütfen, lütfen dur artık. Bunu neden yapıyorsun? Damien'ın çipini yakarsan ve o da buradan kaçarsa Başkan Eugine bu defa seni gerçekten öldürür! Sadece... Tanrım... Sadece boş versen olmaz mı? Hayatına kaldığın yerden devam et, ondan önce nasılsa öyle olsun. Öyle daha mutluydun, değil mi? Her şey daha güzel değil miydi?" "Öyle miydi?" diye mırıldandım. "Ondan öncesinin nasıl olduğunu hatırlayamıyorum. Kimdim, neredeydim, ne yapıyordum..." Abraham sertçe irkildi ve bana kim olduğumu bilmiyormuş gibi baktı. Sonra da öfke yerleşti gözlerine. "Ne zaman bu kadar bencil oldun sen? Hayatında tek o yok, Vanessa. Senin için endişeleniyor olmamın senin için hiçbir önemi yok mu? Onu kurtarırsan kendini mahvedeceksin. Başkan Eugine o çipleri etkisiz hâle getirebileceğini öğrenirse sana neler yapar, tahmin edebiliyor musun?" Biliyordum ama umurumda değildi. Belki de Damien onunla birlikte gelmemi isterdi? İster miydi? O zaman ne yapardım? Her şeyi bırakıp onunla gider miydim? Gitmek için yeltendiğimde Abraham üzerime uzanıp beni durdurmak için dirseğimi kuvvetli bir şekilde yakaladı. "Beni dinle. Bıktım artık bundan. Anlıyor musun? Kendi çipinle oynaman bile büyük bir hatayken o baş belası, beş para etmez köle yüzünden..." Kendimi tokat yemiş gibi hissettim. Sendeleyerek bir adım geriledim ve iri iri açılmış gözlerle Abraham'a baktım. Abraham sustu birden. Ne dediğini fark etmiş fakat kendini durduramamış gibi parmaklarını dudaklarına götürürken ifademin aldığı hâli fark etti. "Özür dilerim, Vanessa! Öyle demek istemedim!" Ne garip. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Oysa bunları Başkan Eugine'de söylememiş miydi? Gerçi Abraham daha önce hiç beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. Ciddiyim. Hiç. Şimdi, ona daha dikkatli bakınca, anlıyordum. Damien insanları tanımakta berbat olduğumu söylerdi. Şimdi düşünüyordum da hiçbir zaman Abraham'la olmasını istediğim kadar yakın olmamıştı. Onun onun hakkında ne düşündüğünü hissediyor muydu yoksa? Ah, elbette yapıyordu. Bir anda büyük bir öfke, daha da büyük bir hayal kırıklığı hissettim. Abraham nasıl böyle bir şey söylerdi? O sevecen, o tatlı, o anlayışlı adam... Öfkeden titrediğimi fark ettiğimde "Ben gidiyorum!" dedim yanından geçerken, yoksa daha da kötü bir şey söyleyecektim. Abraham, "Nereye?" dedi koşar adımlarla peşimden gelirken. Peter sesleri duyunca şaşkın bir şekilde mutfaktan çıktı ama onu görmezden gelerek yanından geçtim ve kışlık paltolarımdan birini alıp omuzlarıma geçirdim. Bir atkıyı boynuma dolarken ve yedek çipi aktif hâle getirip şifonyerin üzerine koyarken Abraham Yeraltı Şehri'ne ineceğimi anlayarak daha da panikledi. "Vanessa, özür dilerim! Yemin ederim, öyle demek istemedim! Öylesine söylenmiş bir şeydi işte!" "Hayır, öylesine söylenmiş bir şey değildi." Öyle olsaydı bunu duymazdan gelmem çok daha kolay olurdu ama değildi, onu tanıyordum. Abraham'a döndüm, sadece bir anlığına. "Sadece düşündüğün şeyi ağzından kaçırdın." "Lütfen, oraya gitme." O an o kadar çaresiz görünüyordu ki bir an sanki hatalı olan benmişim gibi onu üzdüğüm için kendimden nefret ettiğimi hissettim. Bu histen bir an evvel kurtulmak için arkamı döndüm ve kapıyı şiddetle çarparak evden çıktım. Nefesim havayı ince bir buhar tabakasıyla kaplarken nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Sonunda da kendimi Yeraltı Şehri'nin o dar, kasvetli sokaklarında buldum. Tek başıma yürürken Abraham'ın dediklerini unutmaya çalışıyordum çünkü o Abraham'dı ama sinir bozucu bir şekilde söylediği şey kafamın içinde yankılanarak bana işkence etmekten zevk alıyordu. Kahretsin. Keşke bunun beni üzmediğini söyleyecek kadar umursamaz olsaydım. Bu kadar üzülmemin sebebinin cümleden çok bunu kimin söylediğinin olduğunu biliyordum. Benim hatam mıydı? Damien konusunda o kadar korumacı davrandığım için miydi? Ama Abraham bunun onun hatası olmadığını bilecek kadar olgun değil miydi? Hem kendi hayatımı tamamen umursamıyor da değildim. Bir parçam eve geri dönüp Abraham'la konuşmayı öyle çok istiyordu ki bu durum bana acı veriyordu. "Vay canına," dedi tanıdık bir ses. "O kadar üzgün görünüyorsun ki neler olduğunu sormaya çekiniyorum." Sesin geldiği yöne döndüğümde duvara yaslanmış, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir hâlde bana bakan Kratas'ı gördüm. Bir an sanki çok yakın bir arkadaşımı görmüş gibi sevinsem de Kratas ile gerçekten arkadaş olmadığımı hatırlamam uzun sürmedi. Özellikle de Damien bana onun isyanın liderlerinden birini olduğunu söyledikten sonra. Bir şey demeye gücüm kalmadığı için elimi sallayıp selam verdim ona. "Cidden. Neler oluyor. Yoksa sen baygınken Damien'ı başına diktiğim için mi böylesin? Üzgünüm ama o hâldeyken birinin sana göz kulak olması gerekiyordu." "Mesele o değil ama hazır hatırlatmışken, o mesele yüzünden hâlâ kızgınım sana." Kratas sırıttı, bana doğru yürümek için sırtını duvardan ayırırken isyanla doğrudan bağlantısı olmasına rağmen garip bir şekilde ondan hiç korkmadığımı fark ettim. Nedenini cidden merak ediyordum. Yoksa ona güveniyor olabilir miydim? Baştaki o korkunç tavrına rağmen? Kratas sırtıma hafif, dostça bir biçimde vurunca dengemi kaybederek öne sendeledim. Düşüncelerim hızla dağıldı ve ona kaşlarımı çatarak yalandan bir öfkeyle baktım. Kratas yavaşça gülümsedi, bu gülümseme hem rahatlatıcı hem de gizemli bir hava taşıyordu. "Hadi gel. Seni bir şeyler içmeye götüreyim. Belki o zaman bana olan kızgınlığın geçer." "Kratas, aslında konuşmamız gerekiyor." dedim, sesimi daha da alçaltarak... "Bir şeyler içerken de konuşabiliriz, biliyorsun. Hadi gel, bu taraftan gideceğiz. Buna cidden bayılacaksın." Bir iç çekişle derin bir nefes aldım ve sonrasında yumuşak bir sesle, biraz da pes etmiş bir şekilde "Peki," dedim. Konuştuğumuz sürece nerede olduğumuzun bir önemi yoktu nasılsa. Sadece onu uyarmak istiyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD