Hızlıca etrafımı taradım ve bir şey söyleyebilecek bir hâle geldiğimde, kontrol edemediğim telaşla ve korkuyla, "Benim saklanmam lazım!" dedim. Zaman gittikçe azalıyordu. Konuşacak, bir şey açıklayacak vaktim bile yoktu. "Damien! Benim hemen saklanmam lazım! Başkan Eugine ona haber vermeden Yeraltı Şehri'ne indiğimi öğrenirse canıma okur." Yana eğildim ve içgüdüsel bir şekilde örtüyü yukarı çekerek yatağın alt kısmına baktım. Boğazımdan alçak bir homurtu döküldü. Ne yazık ki Damien, bu ani ve çaresiz hareketi görecek kadar sağduyulu ve hızlıydı...
"Oraya giremezsin." dedi, uzanıp bileğimi tutarak beni geri çekerken. Ona bakmak için başımı çevirirken beni tutan elleri sıcak ve güçlüydü; bileğimi kurtarmak için ne kadar çabalasam da parmakları sanki demirden yapılmış gibiydi. Tüm bu durum başımı döndürürken panikle kapı ve Damien arasında gidip geldim, yakalanmak üzereydim! "Delirdin mi sen? Oraya sığamazsın."
"Ama benim saklanmam..."
Kelimeler boğazımda bir düğüm gibi sıkışıp kaldı. Susup kaldım. Bir çözüm bulmak için çırpınan zihnim, Damien'in soğuk ve dikkatli bakışlarıyla çakışıyordu. Kararsızlığı gözlerine açık bir şekilde yansırken benimle ne yapacağını düşünerek ve bir karara varamayarak dişlerini sertçe sıktı, gözlerini kapattı. Bir an acı içindeymiş gibi geldi bana. Sonra bakışlarını araladı. Gözlerinin içinde, önceden var olan kararsızlığın yerini kesin bir ifade almıştı.
"Gel."
Emri donup kalmama neden olurken, hiçbir şey anlamayarak, biraz yüksek bir sesle, "Ne?" diye fısıldadım.
"Benimle gel."
Sesi net ve kararlıydı.
Damien başka bir şey demeden dönüp beni odanın köşesinde duran o eski, büyük dolaba doğru çekiştirirken adımlarına ayak uydursam da ilk başta ne yaptığını anlayamadım. Bir şey düşünecek bir hâlde değildim gerçi, kalbim göğsümde küt küt atıyordu. Dolabın ağır, ahşap kapağını çekip açtı. Beni döndürdü. Güçlü elleri bileklerimi sıkıca kavrayıp beni dolabın içine sokarken, sırtım dolabın soğuk ve pürüzlü yüzeyine yaslandı. O an anladım. Bizi saklıyordu! Gerçekten yapıyordu bunu! Derin bir nefes aldım ama ne kadar nefes alırsam alayım hava bana yetmeyecekmiş gibi geldi. "Neden bana yardım ediyorsun?" diye soruyordum ki Damien içeri girdi ve dolabın iki kanatlı kapısını kapatarak bizi dışarıdaki gözlerden gizledi. Damien bileklerimi serbest bırakırken dolabın pencerelerini kaplayan panjurların şerit ışıklarının aydınlattığı o lacivert gözlerine baktım. Dolap o kadar dardı ki ister istemez ona çok yakın duruyordum. O da bana. Bir elini başımın yanından dolabın yüzeyine yaslamıştı. Nefes alışlarını duyuyor, göğsünün inip kalkışını görüyor, kokusunu alabiliyordum. Bir an için kendimi onun sıcaklığında kaybolmuş gibi hissederek gözlerimi yüzünde, omuzlarında, göğsünde gezdirdim. Onun ne hissettiğini bilmiyordum çünkü gözlerini dolabın panjurlarının izin verdiği ölçüde odaya dikmişti. O sırada dışarıdan kapının açıldığını duydum. Sonra da Başkan Eugine'nin sesini...
"Bu şehirdeki hiçbir doktorun o pisliği benim haberim olmadan tedavi etmemesi gerektiğini söylememiş miydim?" diye gürledi Başkan Eugine. Gözlerini hızla muayene odasında gezdirdi. Kısa, keskin hareketleriyle her an patlayacak bir volkan gibi görünüyordu. "Buraya hangi doktor bakıyor? Bana hemen bir isim bul! Onu mahvedeceğim!"
"Efendim, bu pek mümkün değil. Emri herkes biliyordu. Muhtemelen buralarda dolaşıyordur sadece. Yakınlarda bir genelev var. Belki de oraya gelmiştir ve biraz..."
"Kes sesini, Arthur!"
"Ama ben..."
"Sana kes sesini dedim, değil mi?"
Arthur, Başkan Eugine'i sakinleştirmeye çalışırken ama pek başarılı olamazken gözlerimi yeniden Damien'a çevirdim. Panjur aralığından Başkan Eugine'e bakarken gözleri yoğun bir nefretle sertleşmişti. Başımın yanından yükselen hafif bir gıcırtı duydum, o herife vurma isteğiyle elini yumruk hâline getirirken omuzundaki kaslar gerildi. Ben de en az onun kadar öfkeliydim ama tüm bu yakınlık öfkemi korumamı zorlaştırıyordu. Parmaklarım ona dokunma isteğiyle sızlarken başımı göğsüne yaslamak, ona sarılmak, kaşının üzerine düşen o tutama dokunmak istedim... Ama elbette bunu yapamadım. Ona bu kadar yakın dururken bu kadar uzakta hissetmek fiziksel bir bir işkence gibi canımı yakıyordu.
"Damien..." diye fısıldadım, soluğum boynuna çarparken.
Damien'in gözleri, bir an için donuklaştı. Yüzündeki sert ifadeye rağmen, gözlerinde yumuşak bir ışık vardı. "Ne var?" diye fısıldadı.
"Bana kızgın değil misin? Neden bana yardım ediyorsun? Anlamıyorum. Beni Başkan Eugine'e versen, bunu neden yaptığını anlardım. Yine de yardım ediyorsun."
"Seni ona vermemi mi isterdin?"
Sesi, bir çelişkiyle doluydu; tıpkı kış güneşinin donuk ışıkları gibi...
Aramızda oluşan bu kısa ama yoğun anın etkisiyle bir an nefes bile almadım. "Hayır. Elbette hayır." Başımı hızla iki yana salladım.
"O zaman her şeyi sorgulama."
Ve sonunda bana baktı. Ben de ona baktım. O kadar yakındık ki onun varlığına dair tek algıladığım şey, içinde bir kıvılcım çakan, göğsümde bir sızı bırakan gözleriydi. Bir şikayetim de yoktu. Zaten ne sorduğumu bile unutmuş bir hâldeydim. Ne yaptığımı da pek bildiğim söylenemezdi. Biraz cesaret bulduğumda solgun yanağımı başımın yanında duran bileğine, o damganın üzerine yasladım. Cildinin sıcaklığını hissederken gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım ve yanağımı tenine sürttüm. Kelebeğin oluşturduğu çıkıntılı çizgileri elmacık kemiğimin üzerinde hissedebiliyordum. Gözlerimi yavaşça açarken, "Teşekkür ederim, Damien." dedim; bu teşekkür, sadece kelimelerden ibaret değildi, aynı zamanda derin bir minnettarlığın ifadesiydi. Başı öne düşerken Damien gözlerini kırpıştırdı, yüzü solgun ve düşünceliydi. Tam da o anda Başkan Eugine'nin sesini yeniden duydum. Sesinin sertliği, ortamın huzurunu bozarak beni o andan koparmıştı....
"Kesinlikle buralarda bir yerde gizleniyor! Onu bulup çıkaracağım!" Başkan Eugine, yatağın ve masanın alt kısmına baktı. Eyvah. Etrafı kurcalıyordu. Bu iyi değildi. Sesinin her kelimesi, tehdit ve kararlılık taşıyordu. "Ona ulaştığımda kurallarımı hiçe saymanın bedelini çok ağır bir şekilde ödeyecek."
"Başkan Eugine, biraz daha sakin olursanız..."
"Arthur, kendi işine bak!"
"Şunu demek istiyorum ki, Damien siz geldiniz diye saklanacak biri değil. Burada olsaydı onu görürdük zaten. Büyük ihtimalle çoktan ayrılmıştır."
Arthur, parmaklarını kaldırıp alnının ortasını ovuşturmaya başladı. Kusmak üzere gibi görünüyordu. Eminim ki ben de öyle görünüyordum çünkü Başkan Eugine'in sesi giderek bize doğru yaklaşıyordu. Başımı çevirdim ve panjurların arasındaki o dar boşluktan odaya baktım. Ah, hayır! Doğruca dolaba doğru geliyordu! Kalbim göğsümde hızlı bir şekilde atarken adeta taş kesilmiştim. Başkan Eugine iki eliyle birden içinde olduğumuz dolabın kapaklarına uzandı. Yakalanacaktık! O kadar şaşkın bir hâldeydim ki hangisi daha kötüydü karar veremiyordum. Burada, Damien'la birlikte olmam mı? Yoksa bileğimdeki çipi kurcaladığım için şu an işe yaramaz bir hâlde olması mı? Dolabın kapağı yüksek bir sesle gıcırdarken yüzüme saf bir korku yayıldı. Damien suratıma baktı. Ne kadar korktuğumu görünce hızla kolunu yana uzattı ve parlak, metal kilidin iç tarafını avucunun içine aldı. Dolabın kapısı sertçe gıcırdarken parmaklarındaki tüm kaslar güçlü bir şekilde gerildi. Başkan Eugine söylenerek kapıyı tüm gücüyle zorlarken Damien eliyle kilidi sıkı sıkı tuttu. Bense korkudan nefes bile almıyordum. Aman Tanrım. Sadece parmaklarıyla kilidi yerinde tutuyordu. Bazen onun ne kadar güçlü olduğunu unutuyordum doğrusu. Dolap yüksek sesle gıcırdarken Damien başını yana eğerek kilidi daha da sıkı bir şekilde tuttu.
Arthur, arka taraftan konuşarak "O dolap dıştan kilitleniyor!" diye söylendi. "Orada olmadıklarından eminim, efendim."
Şükürler olsun ki "Kahretsin!" diyerek dolabın kapağını sertçe bıraktı, Başkan Eugine. Sanki mümkünmüş gibi daha da öfkeli görünüyordu şimdi. "O beş para etmez pislik beni iyice sinir ediyor! Onu öldürmek istiyorum resmen!"
"Neden bu kadar öfkeli olduğunuzu anlamıyorum gerçekten. Damien şu anda göz önünde bulundurulacak bir mesele değil. Ayrıca tamamen sizin kontrolünüzde... Değil mi? Aslında onu neden öldürmediğinizi bile anlamıyorum."
Başkan Eugine, duraksadı ve iyice kontrolden çıkan öfkesini bir nebze de olsa dizginlemeye çalışarak Arthur'a döndü. Gözleri, tıpkı bir yırtıcı kuşun avını izlediğinde olduğu gibi keskin bir şekilde parlıyordu. Hayatta kimseye güvenmezdi o. Cidden , hiç kimseye. Bu yüzden Arthur'a aslında beni kontrol altında tutmak için Damien'ı canlı tuttuğunu söylemezdi. Ne garip, diye düşündüm kendi kendime. Sanırım bu dünyada onu en korkutan şey bendim. Damien'dan bile daha çok- ki bir yumrukla onun çenesini kırabilecek biri olmadığım için bu durum bana oldukça gülünç geliyordu.
Başkan Eugine, sonunda bir şey dediğinde "Sevgili Arthur." dedi, sarkastik bir şekilde. "Sen, Damien’la ne yapmam gerektiğini bana söyleme hakkına sahip biri değilsin. Eğer Damien'la ilgili endişelerin varsa, bil ki, bu tamamen benim mesuliyetimdedir. Senin değil."
"Ama biliyorsunuz ki Vanessa..."
"Vanessa da öyle!" diye gürledi. "Hatta en çok o öyle!"
Ah, kesinlikle korkuyordu benden.
Arthur, bir an için yüzünü buruşturdu. Ne söylemek istediğini tahmin etmek o kadar da güç değildi. Sonra Eugine'in sözlerinin soğuk ve tehditkar tonunu dikkate alarak başını eğdi ve soğukkanlı bir şekilde "Tabii ki efendim," diyerek yanıtladı onu...
"Bir daha bu konuyu açarak tepemin tasını attırma. Bugünlerde kimseye gösterecek sabrım kalmadı benim."
"Evet, nasıl isterseniz."
Başkan Eugine, purosunu yakmak için ceketinin cebinden kibrit kutusunu çıkarırken "Vanessa konusundaki endişeni anlıyorum, Arthur." diyerek konuşmasını çok daha sakin bir şekilde sürdürdü. "Ama Damien meselesi sadece öngörülmeyen bir hataydı. Vanessa sadece her şeyi tamir edebileceğini sanıyor, o kadar. Bundan daha fazlası yok. O, bir hain değil. Yaşadığı şehre, kendi ülkesine arkasını dönmez."
"Yine de ona tamamen güvenemezsiniz. Ona olan o tavrınızdan sonra bu aptal isyana katılırsa bu hiç iyi olmaz. Özellikle de sizin için." Arthur iç çekerek artık oldukça gergin görünen Başkan Eugine'ni süzdü. "Bana soracak olursanız efendim, onun gibi bir kadını daha ciddiye almalısınız. Silah yapmıyor olması bunu yapamayacağı anlamına gelmez. Babası iyi bir mucitti, evet... Bu ülkeye birçok katkısı oldu ama biliyorsunuz ki Vanessa hem onun gibi değil hem de ondan çok daha iyi. İsterse mutfağındaki malzemelerinden bir bomba bile yapar. Hatta daha korkunç şeyler. Yeraltı Şehri'ne silah tedariği sağlarsa durum sandığınız kadar kontrol altında olmaz. Hatta korkarım kazanırlar da."
"Ama bunu yapmaz. İnsanları bırak, herhangi bir canlıya karşı kullanılacağını bilerek silah üretmez. Ayrıca beni kızdırmaya cesaret edemez o. Hem neden bu şehre yardım etsin ki? Kendi şehrini yerle bir etmeleri için mi? Bir de onlara silah mı yapacak? Şiddetten nefret eder o, Arthur. Bunu asla yapmaz. Bundan o kadar eminim ki bu şu an endişelendiğim meseleler arasında bile değil."
Bu konuda ne düşüneceğimi bilmeyerek Damien'a bakarken o da gölgelerin arasından ne düşündüğümü çözmeye çalışıyormuş gibi bana bakıyordu. Açık olmak gerekirse, kafam karışmıştı ve Başkan Eugine'nin isyana yardım etmeyeceğim konusunda bu kadar emin olması karşısında ne hissedeceğimi bilmiyordum. Ama her şeyden daha da önemlisi, Damien bu isyanın bir parçası mıydı? Bunu anlamak çok güçtü çünkü hem Westland'dan nefret ediyordu hem de Kratas'ın isyanın lideri olduğunu bana söylemişti. Bana güvendiğini sanmıyordum. Hem de hiç. Zerre kadar bile değil. O hâlde bana neden bunu söylemişti ki? Yoksa Arthur'un şüphelendiği gibi bu isyana katılmamı mı istiyordu? Onlar için silah yapmamı? Böyle bir şeyi asla yapmayacağımı, yapamayacağımı bilecek kadar tanımıyor muydu beni? Tanıdığını biliyordum. O zaman neden... Ah, her şey neden bu kadar karışıktı ki!
Başkan Eugine, "Benim artık gitmem lazım." diyerek o pahallı cep saatine baktı. "Birkaç saat sonra katılmam gereken bir toplantı var. Zaten görünüşe göre Damien buradan gitmiş."
"Onu bulursam cezasını kesmemi ister misiniz?"
"Hayır, onu bana bırak. Kolunu falan kırar şimdi."
Başkan Eugine ve Arthur odadan çıkıp gidene kadar yeterince rahatlamam mümkün olmadı. Çıktıklarında bile tam olarak rahatlamış sayılmazdım. Hepsi de o konuşma yüzündendi. Damien'ın yanımda duran kolunu ittirdim ve dolaptan, ondan kaçmak için kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Hislerime hakim olmaya çalışarak parmaklarımı saçlarımın arasından geçirirken Damien'da peşimden dolaptan çıktı. Benden çok daha rahat ve sakin görünüyordu. Gömleğinin üzerindeki olmayan tozu silkelerken, sanki az önce bir santim ötemde değilmiş gibi sakin ve biraz da alaycı bir sesle, "Vay canına. Başkanın senden ödü kopuyor." diyerek uygunsuz bir yorumda bulundu. Odada volta atmayı keserek ona doğru döndüm ve yüzüme gelen saçları kenara çekerken aşırı yavaş bir biçimde onu süzdüm. Cidden konumuz bu mu şimdi, diye bağırmak istiyor, hâlâ neden bana Kratas'ı söylediğini anlayamıyordum ve az önce burada olanlar yüzünden kafam gerçekten çok karışmıştı. Belki de bu yüzden biraz öfkeli bir sesle konuştum onunla.
"Ben bu isyanın bir parçası olmayı kesinlikle düşünmüyorum. Eğer bana bunu söylemenin nedeni buysa, ben..."
Ben konuşmaya devam ettikçe Damien’ın eli gömleğinin üzerinde hareketsizleşti, şaşırmış gibiydi. Bir an hiçbir zaman bir tepki vermeyecekmiş gibi geldi. Ardından gözlerini gözlerime çevirdi ve bana attığı o bakış yüzünden olduğum yere sinmemek için kendimi zor tuttum. Bana doğru yürürken, "Komik olma." dedi Damien. Ses tonunda herhangi bir duygu kırıntısı yoktu, sadece bir alaycılık. Attığı her adım odanın serin, sessiz havasında yankılandı. Karşı karşıya geldiğimizde yerimden kıpırdamamak için kendimi zorladım. "İsyana katılmanı istediğimi mi sanıyorsun? Sana bunu bunun için söylemem için öncesinde sana güvenmem lazım. Sebebi bu değildi."
"O hâlde neden söyledin? Başkan Eugine'e söyleyeceğimden korkmuyor musun? Ya da size engel olmaya falan kalkacağımdan?"
"Ne yapmak istersen yapabilirsin."
Bu konuda o kadar umursamaz bir tavır sergiliyordu ki...
Ne diyeceğimi bilemediğim için bir an sessizlik her yere hakim oldu. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, "Ciddi değilsin." dedim, bundan o kadar da emin olamayarak. "Ciddi olmadığını biliyorum."
"Beni tanıdığını mı zannediyorsun?"
"Mesele bu değil." diye itiraz ettim.
"Benim için mesele bu. Amma da ikiyüzlüsün."
Ses tonu yüzünden Damien'ın bunu derken neden bahsettiğini anlamak kolaydı. Aslında sadece ifadesi bile yeterli olurdu. Yüzüm bembeyaz kesilirken gözlerimi yerdeki el yapımı, püsküllü kilime diktim. Gerçekten ikiyüzlü davranıyordum. "Ben... Şey..." diye geveledim, utanarak. "Şey..."
Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. Damien, sabırsız bir nefes verip çenemi nazik ama kararlı bir biçimde kavradı. Yüzümü ona doğru döndürdü. O soğuk, metalik, lacivert gözler beni bir an için dondurdu. Sanki bu durum sinirlerini bozuyormuş gibi "Neden gözlerime bakamıyorsun?" diye sordu, meraklı bir şekilde...
Onun bu yakınlığı kendimi daha da küçük hissetmeme neden oldu. Üstelik dokunuşu tenimin karincalanmasına neden olacak kadar beni etkiliyordu. Elinin altından kaçmak için en hızlı şekilde geri adım attım ve onun gözlerinin içine bakarken tedirginliğimi gizlemeye çalıştım. Sonra da hislerime yenik düşerek bağırmaya başladım. "Çünkü bu çok aptalca!" dedim elimi sallayarak. Hareketlerim, sinirlerimin bir yansımasıydı. "Bana bu kadar güvenmiyorsan o halde neden bana Kratas ile ilgili gerçeği söyledin? Cevaplara ihtiyacım var, Damien. Sen bunun bir parçası değilsin, değil mi? Bu isyanın?"
Umurunda değilmiş gibi "Umurunda mı?" diye sorduğunda cevap veremeden ona bakmaya devam ettim.
Elbette umurumda. Her zaman öyleydi.
"Neden şimdi o ifadeyi yapıyorsun? İsyanın bir parçası olmamdan, düşman olmamızdan mı endişe ediyorsun? Yoksa zaten benden korkuyor muydun?" diye sordu Damien, ben inatla sessiz kalınca. Sözleri birer iğne gibi kalbime batıyordu ama garip bir şekilde ona bakmaktan da kendimi alamıyordum. Başını iki yana salladı, gayet ciddi görünüyordu. "Ben her zaman Yeraltı Şehri'ne aittim. İsyan olsun ya da olmasın. Sen de Westland'a aitsin. Muhtemelen önünde sonunda karşı karşıya geleceğiz zaten."
"Beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?"
Hafif bir sesle güldü. "Sen zaten sinirlisin."
"Yani bu isyanla bir âlâkan yok." diye yineledim.
Damien, omuzlarını silkerek cevap verdi.
"Damien..."
Israrım karşısında sertçe söyledi.
"Yok!"
Beni ne kadar sinirlendirirse sinirlendirsin, ister istemez rahatladığımı hissettim. Damien'ın bununla hiçbir alakası olmaması çok daha iyiydi çünkü öyle bir durumda Başkan Eugine ile başı cidden belaya girerdi. Dahası durum daha da kontrolden çıkardı. Gerçi hâlâ halletmem gereken kocaman bir Kratas meselesi vardı, ki daha bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum. Tek bildiğim bir an önce harekete geçmem gerektiğiydi. Ah, Tanrım. Tüm bu durum bir felaketle sonuçlanabilirdi. Özellikle de o aptal mucidin değiştirdiği makinem yüzünden. O kadar çok sorunum vardı ki hangi birini halledeceğimi şaşırmıştım.
Gitmek için hareketlendiren "Bu meseleden uzak dur." dedim, Damien'a. O koruyucu yanım harekete geçmişti yine.
"Demek şimdi bana ne yapacağımı söylüyorsun. Bunu beni Başkan Eugine'e göndermeden önce yapman gerekmez miydi?" Alayı karşısında aval aval gözlerimi kırpıştırdım. Güldüm sonra. Garip bir tepkiydi, biliyorum ama vermek istediğim diğer tepkinin çığlık atmak olduğunu düşünürsek çok daha uygun bir tepkiydi. Damien, gözlerini bir anlığına kapattı. "Asıl sen bu meseleden uzak dur, Vanessa."
"Neden? Düşman olmamızdan mı endişe ediyorsun?"
Alayım karşısında Damien şaşırarak kaşlarını çattı. Başını iki yana salladı ve yanımdan geçip giderken benim duyabileceğim bir şekilde söylendi.
"Biz zaten düşmanız."
Hayır, sen öylesin... Ben değilim.
Biliyorum, Damien'ı daha fazla rahatsız etmemem gerekirdi ama zaten çoğu şeyi yapmamam gerekirdi. Belki de tam olarak bu yüzden içimdeki kararsızlık ve endişe Damien'ın peşinden gitmemi engelleyemedi. Kalbimdeki tüm o telaşı bastırarak, koşar adımlarla onu takip ederken "Damien, durur musun? Lütfen? Böyle kızgın gitme!" dedim. Elbette ki beni dinlemedi. Garip tablolarla kaplı havasız, dar bir koridordan geçtikten sonra demir bir kapıyı ittirdi ve izbe bir ara sokağa çıktı. "Damien?" diye seslendim, arka kapıyı peşinden gitmek için ittirirken. Sanki orada değilmişim gibi ıssız ara sokağın diğer ucuna doğru yürümeye başladığında adımlarımı iyice hızlandırdım. Aramızdaki mesafe iyice azalınca da onu durdurmak için atılıp koluna uzandım. "Damien, dur. Ben sadece..." Parmak uçlarım gömleğinin ince kumaşına dokunduğu anda, aniden, kaba ve öfkeli bir kuvvet beni sırtımdan yakaladı. Uzun kabanımın üzerindeki dikişler kuvvetli bir şekilde çekiştirildiğinde kumaşın soğuk dokusu vücuduma yapıştı. Tamamen refleksle bir çığlık attım, sesim dar ve karanlık sokağa yayıldı. Ne olduğunu bile anlamamıştım! Tek görebildiğim Damien'dı; durdu ve hışımla geri döndü. Çığlığımı o da duymuştu. Dengemi kaybedip sırt üstü yere takılmak üzereyken -En azından ben öyle sanırken!- sırtım bir bedene sertçe çarptı ve saldırgan bir kol boynuma dolanarak beni olduğum yere sabitledi. Gözlerim büyük bir korkuyla açılırken kıpırdamaya dahi cesaret edemedim çünkü sivri ve soğuk bir şey boynuma, hızla inip kalkan o hayatı damarın üzerine tehditkâr bir şekilde baskı yapıyordu.
Bıçak, diye düşündüm dehşetle.
Bir bıçaktı bu!
Ah, hayır!
Neler oluyordu?
Damien kısık sesle küfür homurdanarak bana doğru bir adım attı ama dikkati dağıldığı için tamamen kastan oluşan iri yarı bir adam bunu yapamadan önce kolunu boynuna dolayarak onu tuttu. Korkunun içimi sarstığı anlarda bile Damien için endişelenmeden edemedim. Neyse ki Damien bir dövüşçüydü. Hem de en iyisinden. Onu bu şekilde tutmak pek akıl karı değildi. Ondan daha iri yarı olmasına rağmen adamın boyundaki bileğini tutup çevirdi ve yüzünün tam ortasına tüm gücüyle bir yumruk attıktan sonra adamı köşedeki çöp yığınına doğru firlattı. Adam büyük bir gürültüyle yemek artıklarıyla dolu olan torbaların içine düştü. Ne yazık ki başka bir adam daha vardı. Hatta başka bir tane daha. Bir tanesi Damien'ın omzuna kolunu dolayıp bıçağını çıkardı ve tıpkı o an bana yapılan gibi atar damarına yasladı. Damien nefes nefese bir hâlde durdu ama daha çok ona bunu yapan adamı paramparça etmeyi düşünüyor gibi bir hâli vardı. Bu manzara karşısında hissettiğim korku artarken arkamdaki kişiden yumuşak, alaycı bir gülüş yükseldi. Nefes almaya dahi çekinerek boynumdaki kola dokunup çekmeye çalıştım. Bu çabam karşısında kol sıkılaşarak nefesimi keserken ciyakladım, arkamdaki kişi de omzumdan eğilerek yüzüme baktı. Sadece keskin gözleri ve o gür, tanıdık saçları görüyordum.
"Ah, siz yok musunuz siz. Bana attığınız o kazıktan sonra gelip sizi bulamayacağımı mı düşündünüz?" Sage. Kahretsin. Korkuyla Damien'a baktım, o da boynuna yaslı olan bıçağı umursamadan dik dik arkamda duran Sage'ye bakıyordu. Görmüyor olsam da Sage'nin bakışlarını Damien'a diktiğini hissettim. Yine güldü ve meydan okuyarak, teşvik eder gibi, "Hadisene," dedi. "O adamı indir de sevgilinin boynunu bir daha geri dikemeyeceğin kadar derin bir şekilde keseyim."
Damien bana kısa bir an baktı ve istese adamı kolayca yere indirebileceğini biliyor olsam da hiç kıpırdamadan durdu.
Bu duruma düştüğümüze inanamıyordum!
Sage, durumdan memnun bir ses çıkardıktan sonra sanki orada, tam da bıçağının altında olduğumu yeni fark etmiş gibi başını çevirerek bana ilgiye baktı. "Sana gelince Vanessa," Bıçağı tenime yavaşça sürttüğünde metalin soğukluğunu ve keskinliğini hissettim, hafifçe inledim ve ölüm korkusuyla titremekten kendimi alıkoyamadım. "Bu iki etti. Yoksa üç mü? Bu defa beni acayip sinirlendirdin. Bu yüzden sen ve ben, özel olarak ödeşeceğiz. Bugün bana olan tüm borçlarını senden almayı planlıyorum."
Açık olmak gerekirse, ödüm kopuyordu.