?8.BÖLÜM: GERÇEK HİSLER

3158 Words
Eğer tedirginlik somut bir şey olsaydı, ancak bu kadar hissedilebilirdi. Bir parçam Damien'ın her şeyi öğrenmesini her şeyden çok istiyordu ama başka bir parçam vardı ve o parçam olacaklardan korkuyordu. Damien'ın nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Her şeyi bir tarafa bırakırsak, Kratas'ı hiç tanımıyordum. Ne yapmak istediğini anlamamam bir yana, ne düşündüğünü bile anlamak çok zor oluyordu bazen. Ama ne kadar inatçı olduğunu biliyordum. Bilmesem bile tahmin edebiliyordum. Eğer Damien'a olan biten her şeyi anlatmaya karar vermişse, eğer amacı gerçekten buysa, hiçbir şey ona engel olamazdı... Fakat bir şey kesindi ki; Kratas olsun ya da olmasın, bu durum böyle devam edemezdi. Bir karar vermek zorundaydım. Yine de buradaydım işte, bir korkak gibi saklanıyordum. Başkan Eugine'i düşünüp bileğimdeki damgaya nazik bir temasla dokunurken Kratas ve Damien'dan bakışlarımı bir an olsun çekmedim, çekmek istemedim. Tüm dikkatimi başka hiçbir şeyin farkına varamayacak kadar onlara vermiştim. Heyecandan göğsüm hızla inip kalkıyor fakat doğru düzgün düşünemediğim için bir şey yapmaya da kalkamıyordum. Bedenimi saklayan ve üzerinde tarihi işlemeler olan dev kolonun kenarından onlara bakarken David'in çoktan uzaklaşıp gözden kaybolduğunu biliyordum. Tedirginlik tüm bedenimde elektrik akımı gibi dolanıyordu. Damien'ın kaslarla ve yara izleriyle kaplı olan sırtını gördüğüm için yüz ifadesini seçemiyordum ama içimden bir ses Kratas'la konuşmak için yeterince iyi bir ruh halinde olmadığını söylüyordu. Sebebi de bendim. Biliyordum. Bu durum beni öyle üzüyordu ki, bakışlarıma yayılan o hüznü ve acıyı kontrol edemiyordum. Oraya gitmek, Damien'a sıkıca sarılmak, saçlarını okşayıp her şeyin yoluna gireceğini söylemek ve o yara izlerini teker teker iyileştirmek istiyordum. Bunu yapmamak için dişlerimi sıkarken tırnaklarımı sertçe avuç içlerime batırdım. Kratas bakışlarını Damien'da ve yara izleriyle kaplı olan omuzlarında, göğsünde, ellerinde gezdirdi. Kratas'ın ifadesindeki sakinlik bir an olsun parçalanmazken bakışlarını yeniden Damien'ın yüzüne çıkardı ve soğuk bir şekilde gülümsedi. Damien'ın öfkeli sesininin bir gök gürültüsü gibi yankılandığını duydum sonra. "Eğer ben haklıydım demeye geldiysen, yemin ederim, seni..." "Niye bu kadar saldırgansın?" Kratas bu soruyu alaycı bir sakinlikle sormuştu. Elleri ceplerindeydi, sanki bu şekilde içindeki sabırsızlığı dizginlemeye çalışıyormuş gibi parmakları ceplerinin içinde ritmik bir şekilde hareket ediyordu. Bakışlarında derin bir sır saklıydı ve bu durum içimde tarif edilemez bir huzursuzluk yaratıyordu. "Çünkü ne zaman bir şey konuşacak olsan sinirlerimi altüst ediyorsun." "Sadece kendine niye bunu yapıyorsun anlayamıyorum. Arenaya çıkıp dövüşmeyi reddetmek de ne demek, Damien? Canına mı susadın sen? Çünkü bu gidişle ya öleceksin ya da sakat kalacaksın, ki bu da Başkan Eugine'i inanılmaz memnun eder." Kratas'ın ses tonu önceki yumuşak ve alaycı tınısını kaybetmiş, derin ve keskin bir hal almıştı. Ciddileşmişti birden. Sanki kendinden daha küçük birini, bir çocuğu azarlar gibiydi. Damien'ı düşündüm. Onu tanıdığımda ne kadar inatçı ve vahşi olduğunu... O zamanlar, yüzü sert bir kalkan gibi, hiçbir duygunun dışarıya sızmasına izin vermeyen bir ifade taşırdı. Her hareketi, her sözü, en çok da gözleri içindeki ateşi ve öfkeyi yansıtırdı. Tehlikeli ama bir şekilde hâlâ hayat dolu ve inatçı olduğunu düşünürdüm. Ama artık öyle bir şey yoktu, artık tek gördüğüm kabullenmeydi. Önümde duran bu Damien, savaşçı ruhundan çok uzakta, sadece soğuk bir teslimiyetle kaplı bir yabancıydı. Tam da Başkan Eugine'in olmasını istediği adamdı. Damien, diye düşündüm acıyla. Bunu ona ben mi yapmıştım? Damien, "Bu durum seni ilgilendiriyor mu?" diye sordu, 'Sana ne?' der gibi bir tonlamayla. Ya da 'Defol git başımdan!' der gibi... Onunla her konuşmasında buz gibi bir duvarla karşılaşan tek ben değildim demek ki. "Sen gerçekten kafayı yemişsin." dedi Kratas, bir anda öfkeyle. Damien arenanın kapısına doğru hareket ettiğinde o da yana kayarak önünü kapattı ve hiç azaltmadan, aynı öfkeyle devam etti. "Şu hâline bir bak. Bununla bu şekilde mi mücadele edeceksin? Söylesene, kendini hırpalayınca geçiyor mu bari?" "Kratas, cidden şu an konuşacak durumda değilim. Çekil önümden." Fakat Kratas çekilmek yerine daha da kararlı bir şekilde durarak çenesini kaldırdı. Damien'dan dayak yemekten hiç korkmuyor gibi bir hâli vardı. Daha doğrusu, ona asla vurmayacağını biliyormuş gibi bir hâli. Gerçekten arkadaşlar, diye düşündüm. "Sorun O değil mi? Vanessa? Her zaman O'ydu. Daha önce de fark ettim zaten. Ona ne denli bağlı olduğunu gördüm." diye devam etti, daha yumuşak bir sesle. "Damien... Seni kazanmayı başarmış." "Evet. Kaybetmeyi de." Saç uçlarımdan tutun, ayak uçlarıma kadar ürperdim. Damien'ı kaybetmiştim. O an bu düşünce hiç olmadığı kadar net ve acı vericiydi. "Öyle olsa bile," dedi Kratas. "Nasıl oluyor da kendini bu kadar kaybedebiliyorsun? Dövüşmemek ne demek, Damien? Kendini böyle cezalandıramazsın. Tanrım... Böyle yaparak Başkan Eugine'in seni rahat bırakacağını düşünecek kadar aptal değilsin herhalde. Adam senden öyle çok nefret ediyor ki, dövüşmeyerek yaralanman dövüşü kazanıp ona para getirmenden daha çok memnun eder onu. Nasıl bir manyak olduğunu benden daha iyi biliyorsun. Herif sırf biraz eğlenmek için tonlarca para döküp seni birine hediye etti be! Gerçi sonra ağzının payını iyi aldı." Kratas'ın o son cümlesi yüzünden gülümseyebilsem bunu hiç düşünmeden yapardım ama hiç hâlim yoktu. Damien, şaşırdı. Gerçekten şaşırdı. Sadece suratına bakarak bile görebiliyordum bunu. Sonra ciddileşti ve öfkesinin her bir damlasını hissederek "Mesele bu değil!" diye bağırdı. İleri geri volta attı. Başını aniden Kratas'a çevirdiğinde ipek gibi yumuşak görünen gür, koyu saçları bukleler halinde şakaklarına yayıldı. Elmacık kemiğindeki o ince ama derin çizik daha önce yoktu. Elini rasgele salladığında sırtındaki tüm kaslar sertçe gerildi. "Başta öyleydi ama artık değil. Başkan Eugine. Arena. Hatta ona hediye edilmek. Bunların hiçbirinin bir önemi yok. Asla da olmayacak. Kendine yeni bir heyecan aradığını, bir gün benden sıkılacağını, yorulacağını biliyordum ama yine de bir parçam buna, benimle oynamasına izin verdi çünkü ben asla ders almayan bir ahmağım! Bu dünya her zaman, en mutlu olduğum anlarda bile, iğrenç bir yer ama Vanessa... Bambaşka bir dünyaya ait gibiydi. Her zaman ne istediğimi ne düşündüğümü sorması, bana davranış şekli, benim için endişelenmesi, bana sarılışı, gülümseyişi, nazikliği, benimle kavga ediş şekli bile... Bana onunla denk olan bir insanmışım gibi davranıyordu, buna inanabiliyor musun? Hayatımda ilk defa biri için değerli olduğumu hissettim. İlk kez bu kahrolası dünyada biri her şeyden önce benim iyiliğimi düşünüyor gibiydi... Ama hepsi sahteymiş. Gerçek değilmiş. Bunu söylemekten nefret ediyordum ama sen her zaman haklıydın, Kratas. Kimseye tamamen güvenilmez." Tekmelenmiş bir köpek yavrusu gibi hissederken Damien'a böyle hissetirmenin ağırlığı altında ezildim. Kratas ise son iki cümleden rahatsız olarak yüzünü hafifçe buruşturdu. Sonundaki konuştuğunda biraz utanarak ve gergin bir şekilde boynunun arka kısmını kaşıyarak yaptı bunu. "Haklı olup olmadığımı bilmiyorum, Damien. Vanessa anlaşılması güç bir kadın. Ben buraya sadece Başkan Eugine'in mutlu olmasını görmeye tahammül edemediğim için geldim. Ona boyun eğme çünkü öylece ölmene izin vermeyecek kadar çok nefret ediyor senden. Kendin için savaş. Bu dünyada kimse kimse için savaşmıyor, bunu en iyi sen biliyorsun." "Evet. Orasını anladım zaten." dedi Damien. Sonra da alaycı bir tavırla güldü ama gözlerinin içinde, en derinliklerinde acımsı bir sertlik vardı. Boğumları kızarmış, tahriş olmuş parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. "Sanırım gerçekten de ait olduğum yer burası. Öyle ya da böyle, o arenaya çıkmam gerekiyor. Sen de başını belaya sokma." Güçsüz bir şekilde kolona yaslanırken Damien Kratas'ın yanından geçerek tek bir kelime daha etmeden arena binasına girdi. Arkasından baktım ve içeriden gelen kalabalık seslerin arttığını duyduğumda bir parçam Damien'ın peşinden gidip koluna yapışmak ve onu sürükleyerek kan kokan bu binadan çıkarmak istedi. Bunu yapmayı gerçekten çok istiyordum. Ait olduğu yer burası falan değildi. Kimsenin ait olduğu yer burası değildi. Özellikle de onun. Ama bu durumu nasıl düzeltebilirdim? Bileğimdeki çipi tamamen pasif hâle getirsem bile Damien'ı Başkan Eugine'nden alacak kadar gücüm ve param yoktu. İşim bile yoktu. Kaldı ki, Damien'a bu kadar yaklaşmam bile o kadar tehlikeli bir şeydi ki... Başkan Eugine'i ve kulaklarımda çınlayan tehditlerini düşünürken başıma ağrılar saplandı. Daha da kötüsü, Damien'ın çipinin kontrolünün de onda olduğunu biliyordum. Her şeyden çok bu korkutuyordu beni. İkimizin de kontrolünü alırsam belki de biz... Ah, ama ya Abraham? Evim? İşim? Hayatım? Hem gitsek bile nereye gidecektik? Benim hayatım buradaydı, bu şehirde. Korkak gibi başka bir ülkeye kaçsam bile Başkan Eugine'nin sonrasında peşime düşmeyeceğinin bir garantisi yoktu. Düşüncelerimi sakinleştirmeye çalışırken başımı ellerimin arasına alarak hızlı hızlı nefes alıp verdim. Her şeyi burada bırakıp gidemezdim ama Damien'ın çipinin kontrolünü Başkan Eugine'nden bir şekilde alırsam, en azından onu buradan çok uzaklara, kimsenin onu tanımadığı bir yere gönderebilirdim. Daha önce hiç bu kadar yasa dışı bir şey yapmamıştım ama Damien için yapardım. Bir daha onu göremeyecek bile olsam, güvende olduğunu ve özgür bir hayat yaşadığını bilmek bana bir ömür yeterdi. "Hey, iyi misin sen?" Kratas omuzlarımdan birine dokununca yerimden sıçradım ve yorgun gözlerimi ona diktim. "Çok solgun görünüyorsun." "Ona her şeyi söyleyeceksin sandım." "Bunu yapması gereken kişi ben değilim." "Biliyorum," diye mırıldandım, kaşlarımı onun gibi çatarak. Gözlerim yavaşça arena binasına doğru kaydı, Damien'ın kaybolduğu yere. Bu kocaman taş duvarlar içinde barındırdığı o şiddetin, o umutsuzluğun sembolü gibiydi. "Ben sadece ne yapacağımı düşünmeye çalışıyorum. Damien'a her şeyi anlatmadan önce Başkan Eugine'in kontrolünden çıkarmalıyım onu, ne pahasına olursa olsun. Sonra Damien'ın Başkan Eugine'nin onu bulamayacağı bir yere gitmesi lazım." Konu biraz ilgisini çekmiş olmalı ki Kratas gözlerini kıstı. "Nasıl yani?" diye sordu, merakla ve saniye bile kaybetmeden konuşmaya devam etti. "Sonra ne olacak? Sen de onunla mı gideceksin?" "Ben gidemem ki. Her şeyim, ailem burada. Hem halletmem gereken bir mesele de var zaten." "Ailen mi? Yetim ve öksüz olduğunu sanıyordum." Bu iki sözcük kalbimdeki eski bir yarayı deşerken garip bir şekilde eskisi kadar acıtmadığını fark ettim. Belki de olanlar yüzünden ruhum tamamen uyuşmuştu. "Ah, anladım. O yaşlı adamdan ve o gıcık oğlundan bahsediyorsun. Ama Vanessa, Damien'ın çipine dokunmak istiyorsan eğer ona her şeyi söylemek zorundasın ve her şeyi öğrenirse seni burada bırakıp gitmez." "Gitmek zorunda." "Ama gitmez." Ah, yani gerçekten bir çıkmazdaydım. Bu cevap yüzünden suratım daha da düşerken başımı çevirip arena binasına uzun uzun baktım. Damien oradaydı. Tam orada. Kratas, neredeyse anında ne düşündüğümü anlayarak "Aklından bile geçirme. Oraya gitmen hiçbir şeyi çözmez. Aksine daha fazla belaya neden olur." dediğinde suratımı daha da astım. Haklı olduğunu biliyordum. Sadece bir an için çok aptalca bir şey düşünmüştüm işte. Kratas, beni ikna etmek ister gibi "Hadi. Geç oldu. Artık evine dönmen lazım." dediğinde burada daha fazla kalmanın bir anlamının olmadığını ben de biliyordum. Bir adım geri çekilerek Kratas'a rica eden bir ifadeyle baktım. "Ben kendim giderim. Sen burada kal ve sadece ona göz kulak ol, tamam mı?" Kratas sessiz kalarak gözlerime baktı. Bu bir onaydı. "Teşekkür ederim." dedim, alışkanlıktan. Omuzlarını silkti, hafifçe gülümsedi. Sanırım bu da onun dilinde 'Rica Ederim, Vanessa.' demekti. 🔸🔸🔸 Verandadan geçip malikanenin kapısına ulaştığımda ayaklarımın altında ahşap döşemenin gıcırtısı yankılandı. Derin bir nefes aldım ve hissizleşen ellerimle yedek anahtarı cebimden çıkardım. Metal anahtarın soğukluğu parmak uçlarımda keskin bir acıya neden oldu. Anahtarı kilide sokarken çarkların birbirine geçişinin çıkardığı tıkırtı boşlukta yankılandı. İçeriden gelen sıcak hava yüzüme çarptı ve neredeyse hemen rahatlamış hissettim. Bu holün ortasında kollarını göğsünde bağlamış bir hâlde dikilen Abraham'ı görene kadardı. Üzerindeki siyah takım elbise mükemmel bir titizlikle ütülenmişti ve gümüş işlemeli yeleği dikkat çekiyordu. Hemen yanı başındaki büyük avize hafifçe sallanıyor ve küçük kristallerinden yansıyan cılız ışık hüzmeleri gözlerimi alıyordu. Beni bekliyordu, bunu görebiliyordum... Abraham, "Geciktin." dedi ortada olan bir gerçeği dile getirirken. Diğer çipi bana uzattığında bileğimde, damganın olduğu yerde keskin bir sancı hissettim. Kelebek yeniden cılız bir ışıkla aydınlandı. Aktif hâle gelmişti. "Beni gerçekten çok endişelenirdin. Neredeyse her şeyi boş verip Yeraltı Şehri'ne gelecektim." "Özür dilerim. Seni endişelendirmek istememiştim." "İyi misin sen? Damien'la kavga mı ettiniz? Gerçi benim ki de soru. Ben gerçekten seni..." Bir anda susarak gözlerini hafifçe kıstı. Bana değil, açık kapıdan arkamdaki bir şeye bakıyordu. "Ah, bu iyi değil." "Ne iyi değil?" Meraklı bir ifadeyle omzumun üzerinden baktım ve anında karnımın ortasına yumruk yemiş gibi oldum çünkü evime doğru gelen kişi kızıl sacları bembeyaz karın altında alev parçaları gibi parlayan güzel, tanıdık bir kadındı. Diana'ydı bu. Evde yokmuş gibi davranmak için çok geçti çünkü yürürken doğruca gözlerimin içine bakıyordu. Evimde görmeyi bekleyeceğim son kişiydi bu kadın. Özellikle de Damien yokken. Abraham, bu genç kadından ne denli rahatsız olduğumu biliyordu. "Onu hemen buradan göndereceğim." diyerek bir adım attığında hızla öne uzandım ve gitmesine engel olarak kolunu tutup onu geri çektim. Abraham suratıma şaşkın şaşkın bakarken başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. İçimdeki huzursuzluk, damarlarımda dolaşan kan gibi tüm bedenimi sarmıştı. "Hayır. Sen git. Ben gönderirim onu." Abraham, "Ama o kadın..." diyerek itiraz etmeye kalktı. "Sorun değil dedim. Gerçekten değil. Git sen. Onunla başa çıkabilirim." "Onunla muhatap olmak zorunda değilsin, Vanessa." "Biliyorum..." Ama sen de değilsin ki. Ayrıca benimle konuşmadan gitmeyecek. Düşüncelerimi sakin ifademin altına gizleyerek kendimi gülümsemek için zorladım. "Dert değil gerçekten." Abraham, duraksar gibi oldu. Gidip gitmemek konusunda çok kararsız görünüyordu. Sonra öne eğildi. Son derece endişeli bir ifadeyle yanağımı okşadıktan sonra içeri geçti. Damien'dan kalan cesaretimi toplayarak verandaya çıktım ve Diana gelip de tam karşımda durduğunda neden burada olduğunu anlayamayarak ona baktım. Bana resmen meydan okuyan gözlerle bakıyordu. Ne garip. İlk zamanlar bu kadının Elizabeth için fazla tatlı bir insan olduğunu düşünürdüm ama şimdi bir bakışla bile içindeki o hırsı, öfkeyi ve acıyı görebiliyordum. Gülümsedi bana. Dostça bir gülümsemeden çok üstünlük kurmaya çalışıyor gibiydi. Kadının kuğu gibi beyaz olan tenine, uzun ve bakımlı saçlarına bakarken onu burada gördüğüm için hissettiğim şaşkınlığı bastırmak için elimden geleni yaptım. Kızıl saçlarının üzerine düşen kar taneleri onun nasıl soğuk, cansız bir güzelliğe sahip olduğunu daha da ortaya çıkarıyordu. "Merhaba, Vanessa." diyerek elini uzattı bana. Elini sıkmak yerine sadece bir bakış attım. Bunun dostça bir jest olmadığını biliyordum. O yüzden ona karşı misafirperver davranmak zorunda falan değildim. Diana elini geri çekerken soğuk bir şekilde gülümsedi. "Ah, en son baktığımda sen bu kadar kaba değildin. Ne oldu da birden değiştin böyle? Yoksa bana hâlâ kızgın mısın?" "Seni davet ettiğimi anımsamıyorum." "Etmedin zaten. Olanları duyunca gelip bir bakmak istedim." derken sesinin tonunda yapay bir kaygı vardı. Benimle açık açık alay ediyordu. Parmaklarını göğsüne zarifçe bastırdı. "Ne de olsa o ben herkesten daha iyiyim havalarının böyle son bulduğunu görmek paha biçilemez bir şey. Duyduğum kadarıyla Damien'ı yeniden piste yollamışsın. Hem de tek kuruş bile almadan. Amma da ikiyüzlüsün. Bir de bana ahlak dersi verip duruyordun. Sen de benden pek farklı değilsin, öyle değil mi?" Şimdi neden burada olduğunu anlıyordum işte. Benimle eğlenmeye gelmişti. "Diyeceklerin bu kadar mı?" derken kendimi resmen sakin olmak için zorluyordum. Oysa içine düştüğüm bu durum karşısında kafamın içinde fırtınalar kopuyordu. İçimdeki öfkeyi ve hayal kırıklığını bastırmak için derin bir nefes aldım. "Umurumda bile olmayan düşüncelerini benimle paylaştığın için teşekkür ederim Diana ama git artık. Seninle konuşacak, seni dinleyecek havada değilim. Hiçbir zaman da olmayacağım." "Zaten sohbet etmek için burada değildim." "Orasını anladım. Cidden. Neden geldin?" "Merak etmemeni söylemek için..." "Ne?" dedim, kaşlarımı çatıp onu daha dikkatlice inceleyerek. Sözlerinin altındaki gizemi hissetmiştim ama yine de anlam veremiyordum. Tepkim üzerine Diana'nın gözleri soğukkanlılıkla parladı, dudaklarının köşesi alaycı bir şekilde kıvrıldı. Sanki sadece ikimizin arasında olan bir sırrı paylaşır gibi üzerime eğilerek yalandan dostça bir ifadeyle omzuma dokundu ve kulağıma doğru fısıldadı. "Merak etme, ona öyle iyi bakacağım ki artık onu düşünmen için hiçbir nedenin kalmayacak." dediğinde günler sonra ilk defa korku ve endişeden başka bir şey hissettim, tiksintiyle ürperdim. Diana'nın bunu neden söylediğini bilmiyordum, umurunda da değildi ama beni cidden çileden çıkarmayı başarmıştı. Bana karşı koymasına fırsat vermeden hızla uzandım, kolunu yakaladım ve dişlerimi tüm gücümle sıkarak yüzüne dik dik baktım. Sırf beni öfkelendirmek istediği için böyle konuştuğunu biliyordum ama tüm olanlardan sonra Damien'dan bu şekilde bahsetmesine tahammül edemezdim. Diana bana meydan okurcasına gülümsedi. Ona vurmak istediğimi hissetmiş gibi "Yapsana!" diye meydan okuduğunda bir an için, sadece bir an için ona vurmayı ciddi ciddi düşündüm. Hafif bir tokat belki de... Bu onu kendine getirir miydi? Ama ben hâlâ bendim. Kıskançlığımı ve Diana'ya tokat atma istediğimi en dibe bastırdım ve onu kendimden uzaklaştırmak için hafifçe geri ittirip "Gerçekten korkunç birisin sen!" dediğimde Diana yüksek sesle güldü. Gülüşü tüm öfkesini oraya yansıtıyormuş gibi bir garipti. Sonra benim yapmadığım şeyi yaptı. Bana tokat attı. Öyle sert bir tokat değilse de başımın yana düşmesine neden olacak kadar küvetli bir tokattı. Parmaklarımı kaldırıp elmacık kemiğime dokundum. Canım o kadar da yanmıyor olmasına rağmen, şoktan sanırım, yanağımı alev alev yanıyordu... Bana cidden vurmuştu! Canım yanmamıştı ama yine de sinir bozucuydu! Sonra başka bir gülüş duydum. Daha tanıdık, daha korkunç bir gülüş. Başkan Eugine karşılaştığı manzaradan son derece memnun olmuş bir şekilde yanımıza doğru yürüdü. "Şimdi şimdi. Biraz sakin olabilir miyiz, bayanlar?" diyerek ikimizin de omzuna dokunurken gözlerim adamın morarmış burnunda gezindi. Bir anda Diana'yı unuttum ve memnuniyetle doldum. Normalde kimsenin canının yanması beni memnun etmezdi ama Başkan Eugine olunca bu geçerli değildi. Diana'ya sadece benim sahte olduğunu anlayabileceğim bir şekilde gülümsedi. "Ah, tatlı Diana. Böyle vahşi hareketler sana hiç yakışıyor mu? Kenar mahalleden gelen biri misin sen? Yoksa Yeraltı Şehri'nden mi demeliyim?" "Üzgünüm, efendim. Bir anda kendimi kaybettim." "Vanessa bazen haddini bilmiyor, değil mi?" Abraham'dan yardım istese miydim? Başkan Eugine'ne dövecek gibi baktım. "İzniniz olursa gideyim ben." dedi Diana, son derece saygılı bir şekilde. Sanırım o da herkes gibi başkandan çekiniyordu. "Umarım daha sonra görüşme fırsatımız olur." Diana koşar adımlarla yanımızdan ayrılırken Başkan Eugine'in başını çevirip kızın arkasından uzun uzun baktı. Aklından ne geçtiğini anlayamayacak kadar şokta olduğum için bir elim hâlâ yanağımın üzerindeydi. Bana döndüğünde keyifli bir şekilde kıkırdayarak beni süzdü. "Bir an için yapacağını düşündüm, ona gerçekten vuracaksın sandım. Seni o kadar öfkelendirecek ne söyledi acaba?" "Ne istiyorsun?" Sesimdeki sertlik karşısında kendim bile ürperirken Başkan Eugine gözlerini kıstı. "O ses tonu da ne öyle? Küs müyüz, Vanessa? Oysa ben tüm bu sorunları hallettik sanıyordum." Ah, Tanrım... Ne berbat bir gündü bu böyle! Ben ısrarla bir şey demeyince "Sana hiç güvenemediğim için seni kendim kontrol etmeye geldim." diyerek devam etti Başkan Eugine. "Gerçi Diana meselesi hoş bir sürpriz oldu. Eee? Beni içeri davet etmeyecek misin?" Ona 'Cehennemin dibine git!' demek isteyen parçam o kadar güçlüydü ki... Ama ne derse desin safı oynamak zorundaydım. Kapıyı ittirerek açarken menteşelerin uğultusu biraz rahatsız edici bir ses çıkardı. "İçeri geçin, size bir kahve ikram edeyim." Başkan Eugine içeri girmeden önce son bir kere daha Diana'nın arkasından baktı ve yanımdan geçerken de bana soğuk bir şekilde gülümsedi. Kapıyı geri kapatırken omuzlarım düştü, nefesimi serbest bıraktım. Nedenini asla anlamasam da içime hiç iyi şeyler doğmuyordu ve ne kadar yanılmadığımı fazla değil, sadece bir gün sonra anladım... Kış bahçesindeki camın kenarında oturup omuzlarıma attığım bir battaniyeyle yağan karı seyrederken Başkan Eugine'den Damien'ın çipini nasıl alacağımı düşünüyordum. Birkaç saat sonra Abraham bir fincan bitki çayı ile yanıma geldiğinde dikkatimi çeken ilk şey o gün ne kadar gergin ve mutsuz olduğuydu. Ellerini ovuşturup duruyor, gözlerini gözlerime değirmenden etrafta dolaştırıyordu. Bir şey olmuş, diye düşündüm kendi kendime. "Vanessa, sana bir şey söylemem gerek. Bunu söyleyen ben olmak istemezdim ama başkasından duymandansa benden duyman çok daha iyi." "Ne?" Bu kulağa ciddi geliyordu. Peter'ı düşündüm ve tüylü, yumuşak battaniyeyi omuzlarımdan iterek oturduğum koltukta Abraham'a doğru döndüm. "Ne oldu?" "Mesele Başkan Eugine." "Sana bir şey mi yaptı? İyisin, değil mi?" Abraham yüksek sesle nefes alarak koltukta yanıma oturdu. Elinde tuttuğu fincanı önümde duran ve içi hiç dokunulmamış kahvaltılıklarla dolu olan sehpahanın üzerine bırakırken özellikle acele etmiyor gibi bir hâli vardı. Sanki yaklaşan bir felaketi geciktirmeye çalışıyormuş gibi, diye düşündüm. "Abraham, lütfen bana açıkça neler olduğunu söyler misin? Endişelenmeye başlıyorum." "O... Bir şey yapmış... Hoşuna gitmeyecek bir şey..." Yumruğunu ağzına yaslayarak boğazını büyük bir güçlükle temizledi. Konuşmakta hiç bu kadar zorlanırken görmemiştim onu. Bir an bana çok hasta olduğunu, yakında öleceğini söyleyecek falan sandım. Endişeyle Abraham'a biraz daha yaklaştım ama söylediği şey bundan çok uzaktı. Yine de daha az acı verici değildi. "Damien'ı hediye etmiş... Valinin kızına... Diana'ya..." Ne?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD