Bölüm 3: Happy Halloween

1315 Words
Yanımda Zyra ile birlikte partinin olacağı büyük binanın önünde gazetenin gönderdiği araçtan indik. Zyra saçlarının rengini ön plana çıkartan toprak renklerinde bir elbise giymişti. Ben de henüz nereden çıktığını anlamadığım hediye gelen kırmızı uzun bir elbise giyiyordum. Siyah giymeyi düşünsem de kan kırmızısı bu elbise çok hoşuma gitmişti.   Siyah topuklularım ve minik çantamla güzel bir uyum içindeydi. Saçlarımı sırtımdan aşağı dökülecek şekilde arkaya atmıştım. Öncesinde bir dergiden bu sene moda olduğunu öğrendiğim şekle sokmuştum. Benim hazırlanmam ilk defa Zyra'dan uzun sürmüştü çünkü ne giyeceğim diye düşünmekten bir türlü hazırlanmaya başlayamamıştım.  Büyük kapıdan yavaş yavaş içeri girerken kalabalığa burun kıvırmadan edemedim. Şimdi o burnundaki iğrenç çıbanla ve başındaki yamuk şapkayla dolaşınca cadı gibi göründüğünü mü zannediyorlardı bunlar?   ''Ah sakin ol Shellmi.'' diyen Zyra'ya döndüm.   ''Sakinim zaten!'' dedim kısık, sinirli sesimle.   ''Sakinsen mumlar neden böyle yanıyor?'' dediğinde duvar kenarlarında yanan mumlara baktım. alevleri epeyce harlanmış tavana ulaşmaya çalışıyordu.    Etraf yeterince aydınlıktı ama yine de ambiyans için mum yakmışlardı.Ben sinirlenince farkına varmadan mumları birazcık desteklemiştim. Olması gerekenden epeyce fazla alevi görünce bir ormanda göl kenarında olduğumu düşünmeye çalıştım. Orman seslerini hayal etmeye başladığımda Zyra koluma dokununca bakındım. Mumlar normale dönmüştü.     Bir de şu balkabağından yapılma fenerler vardı ki ; ne amaca hizmet ettiklerini hiç ama hiç anlamıyordum. Her yer rengarek spotlarla reklendirilmişti ve fena halde göz yoruyordu. Büyük salonda yeşillik namına hiç bir şey olmaması da ayrıca can sıkıcıydı. Açıkçası geldiğime şimdiden pişman olmuştum. Yüzümü bururşturarak Zyra'ya baktığımda hevesle etrafına bakındığını görünce birazcık kalmaya karar verdim bu saçma yerde.   Çalan müzikle hafifçe salınırken yemeklerin olduğu sol bölüme doğru ilerledim. Büyük masalar salonun iki ucuna yerleştirilmiş, bir köşeye müzisyenler kurulmuş ve ortaya dans etmek için bir boşluk oluşturulmuştu. Zyra benimle beraber yemeklere ilerlerken masa yerine etrafına bakınıyordu. Ben pek çok kez işe gitmek ve ya alış veriş için dışarı çıkıyordum ve işimden dolayı böyle gecelere katılmak zorunda kalıyordum ama o geçen noelden beri doğru dürüst evden çıkmamıştı bile.   Ekim ayındaydık ve yeni bir noel geliyordu. Yani neredeyse bir yıldır evden bir kaç kez markete gitmek dışında çıkmamıştı. Hal böyle olunca evde sıkılıyordu. Kendisine arkadaş bulmak için genel olarak işe yaramazların takıldığı chat siteleri ve sosyal paylaşım ağlarında takılıyordu.     Son erkek arkadaşı Max'i de böyle bulmuştu. İlk gelişinde Zyra yanımızda olmadığı her an uzun kumral saçlarını savurup dudağının bir kenarını ısırıp bana göz kırpmaya falan çalışmıştı. O zaman belki ben abartıyorumdur diyerek Zyra'ya bir şey söylememiştim. Zyra benim dostum sayılmazdı aslında. Babasına bir vefa borcum vardı ve bu yüzden onu yanımda tutuyordum. Dostluk ve arkadaşlık pek bana göre kavramlar değildi doğrusu!    Max eve ikinci gelişinde lavaboya gidiyorum bahanesiyle evin tüm odalarını gezmişti ve ben belki de merak ediyordur hemen kötü düşünmeyeyim diyerek görmezden gelmeye çalışmıştım. Ta ki benim önemli ve pek sihirli ziynetlerimden birini beline taktığı ve görüntüsü bile bana sokak satıcılarını anımsatan o minik çantasına attığını fark edene kadar. Ziynetleri çaldırmak mesele değildi ama bir insanın elinde çok tehlikeli olabilirlerdi. Onu uyarmak için odama çağırdığımda bana asılıp kalçama etimi morartacak bir çimdik atması ise sabrımın sınırlarını zorlamıştı.    Hangi ara yaptım ne ara sözleri söyledim bilmiyorum ama sinirim geçtiğinde yanımda ağlayan bir Zyra ve yerlerde kırılmış bir sürü şişenin ve eşyanın içinde yatan yaralı siyah bir kedi vardı. Max'i kediye dönüştürmeme zerre kadar üzülmeyen Zyra, kırılan iksir şişesine ve kristal asaya üzülüyordu.    Şimdi aklınızdan geçenleri duyar gibiyim. Neye saldırıyoruz! Neden kendimizi savunuyoruz. biz cadıları denetleyen bir konsey var! Hatta bir çok konsey var. Bir cadı türüne ve amaçlarına hizmet eden konseye üye olabilir. Tabii isterse! Güçsüz cadıların bir konseyde toplanma isteğini, güçlü cadıların da gücünü arttırma isteğini anlıyorum. Ben hiç bir konseye üye olmadım bu zamana kadar! Olmayı da düşünmüyorum.    Konsey demek, kısıtlanma demek! Konsey demek sorumlu olduğunuz ve sizin hatalarınızdan da sorumlu kişiler demek. Yani benim sinirle yaptığım bir hatadan tüm konsey üyeleri sorumlu tutulur ki bu da büyük konseyde tüm üyelerin birden yargılanıp belki de güçlerinden alınmasına sebep olur. Ya da tam tersi olabilir! Karmaşık ilişkilerin bana göre olmadığını bundan uzun yıllar önce en acı şekilde öğrenmiştim.    Aklımdakilerden kurtulup masadaki iğrenç yemekelere baktım.  Ahhh bu nasıl parti anlayışıydı böyle! Böcek şeklinde kurabiyeler, kurt solucan şeklinde spagettiler, çamur gibi kremalar, kan gibi görünen içecekler, kesilmiş parmak şeklindeki sosisler! Masadaki herşey midemin bulanmasını sağlıyordu! Gerçeğinden hiç midem bulanmasa da onları yediğimi düşünmek midemi fena halde bulandırmıştı.  Tepsi dolusu kızarmış fareye benzeyen ne olduğunu anlamadığım yineceği ve yine yanındaki tepside kesilmiş beyini anımsatan nişastalı pastayı görünce elimle kapatsam da midemdekileri daha fazla yerinde tutamadım. Arkamı dönüp henüz yerini bilmediğim lavaboya gitmeyi düşünürken birisi kolumu tutunca midemdekileri üzerine çıkarttım.    ''Merhaba fıstık!''     Frank'ın üzeri mahvolunca cümlesi yarıda kalmış ve ardından müziği bile bastırır şekilde bağırmıştı. Söyledikleriyle bir solucana hatta hamam böceğine dönüşüp buradaki iğrenç yemeklere katılmaya hak kazanmıştı bile! Maria seni çiğnerken de aynı şeyleri söyleyebilecek misin bakalım?   ''Ah seni lanet olası sürtük!''    Yüksek sesle bağırışı orkestranın durmasına dans edenler de dahil en az elli kişilik kalabalığın bize dikkatlerini yönlendirmesine sebep olmuştu. Herşeyi boş vermiş ve bana o kelimeleri kullanabilme cüretine sinirlenmeye karar vermiş olan kalbim yüzünden beynim sinyaller ve enerjiler yayıyordu.   ''Lafına dikkat et yoksa bir daha o lafları çıkartabileceğin bir ağzın olmaz!''     Phill'in sesiyle sinirlerim daha da gerilirken hemen yanında kolunu ona yaslamış mümkün olan en yakın şekilde duran saçlarını elektrik çarpmış gibi saçma bir şekle sokmuş abartılı makyajı ile bir palyaçodan farksız Maria'yı gördüğümde birazdan gerilen sinirlerim yüzünden odadaki herkesin akımıma yakalanacağından korkmaya başlamıştım. Phill'i umursamadan Zyra'ya bakındım. Bu saçma sapan cadılarla alakası olmayan ve geceye hakaret gibi bir şey olan kutlama zırvalığından ayrılmak istiyordum bir an önce !   Phill sinirli olmama aldırış etmeden kolumdan tutup beni kendine yasladıktan sonra dans pistine doğru çekiştirirken bir yandan da mendiliyle ağzımı siliyordu. Karşı çıkmak için başımı kaldırdım. Umursamaz küstah bakışlarıyla tam ağzımı açtığımda çilek aromalı bir şekeri ağzıma tıkıp kolunu belime dolarken kulağıma eğildi. Şaşkınlığımdan kurtulup şekeri geri tükürdüğümde hemen hemen yarısı erimişti.   ''Zyra yakışıklı bir erkekle dışarı çıktı bile! Bu gece benimlesin kaçarın yok.'' demişti.   Ağzımdaki şekeri mükemmel siyah takımının ceketine tükürmüştüm. Şeker yakasına yapışı kalınca Phill belimdeki elinden birini çekip diğeriyle beni kendine daha çok bastırıp direk gözlerime bakınca yutkundum. Kolunu gevşetmesi gerektiğini söylemek için ağzımı araladığımda bu kez limon ve nane aromalı bir şeker ağzımdaydı.   ''Beğenmedim demen yeterliydi bebeğim. Tükürmene gerek yoktu.''   Bu cümleyi de gayet rahat bir şekilde kulağımın dibine eğilerek kurduğunda anılar yüzünden tüylerim diken diken olmuştu! Sıcak  nefesi hatırlamak istemediğim acı anıları anımsamama sebep olurken onun da amacının bu olduğunu boynuma hafifçe değen dudaklardan anlamıştım. Kollarından sıyrılıp bir adım geriye attığımda burnuma dolan yanık kokusuyla başımı kaldırdım. Biz onunla atışırken salondakiler çığlıklar atarak çıkışlara koşuyordu. Salonda iki çıkış vardı ve bunun haricinde büyük ve yarısı camla kaplı bir duvar vardı. Duvar yan taraftaki çıkmaz sokağa bakıyordu ve büyük ihtimal kırılmazdı. Korkuyla öksürmeye zorlayan boğazımı tuttum.   Size alevlerden ne kadar nefret ettiğimi söylemiş miydim?   Yanan pek çok şeyden nefret ederim. Daha doğrusu tüm cadılar eder! Biz cadıları öldürecilecek tek silahın ateş olmasından kaynaklıdır bu korku. Yersiz ve manasız bir fobi değildir yani. Şimdi ise kabuslarımın en favori konusu olan yangın üzerime bir karabasan gibi geliyordu. Lanet olasıca alevler her yerdeydi ve çıkışları kapatıyordu. Kendime bir küfür ederek etrafıma bakınmaya çalıştım. Sis yayılmış ve görüşümü bulandırmıştı. Tek başıma olmadığım için büyü de yapamıyordum. Korkuyla Phill'i aradı gözlerim.    Bir kez daha bir kez daha beni kurtarmasını diledi kalbim, istemesem de! Bir kez daha bana ihanet ettiğini düşünürken artık öksürmekten ve dumandan etrafımı göremiyordum. Bu yangını ben çıkartmıştım. Ya da benim onu lanet lanet hayvanlara dönüştürmemden bıkıp Phill benden kurtulmaya karar vermişti. Artık bir önemi yoktu. Yere düştüğümde yüzüme vuran alevlerle öleceğimi biliyordum.  Yine bir yangın ve yine alevlerin tam ortasında kalbi ile bedeni aynı anda kavrulan ben... Tarih tekerrür ediyordu...     Alevlerle birlikte hatıralar beynime dolmaya başladı... Kötü anılar, acı vermiyordu. Daha fazlası vardı anılarda... Unutmak istediğim, tarihe gömdüğüm, hafızamdan silebilmek adına uğraştığım ne varsa hepsi tekrar bei buluyordu. Bir bedende toplanmış ruhlar gibiydi anılarım. Bölünmüş, eskimiş, küflenmiş belki de çürümüştü ama iliklerime kadar hissetmeye anımsamaya başlamam yakındı yine. Acı geliyordu, hedefini seçmişti, kalbim okun ucunda sabitlenmiş bir elmaydı artık.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD