Ormanda beni bulan köylülerle birlikte yaklaşık 20 sene yaşadım. Bu yirmi sene içinde hızla uzayıp serpildim. Anneme benzemeye hatta ondan çok daha güzel olmaya başladım. Boyum uzadı, saçlarım belime kadar gelmeye başladı ama onları dikkat çekmemesi için toplayıp bir örtü altına gizliyordum. Saç rengimi saklayan büyünün etkisi üç yıl kadar sonra geçiyor ve ben de yeniliyordum. Onun haricinde çok zor durumda kalmadıkça hiç büyü yapmadım.
Beni bulan köylüler orta yaşlı ve çocukları olmamış bir aileydi. John ve eşi Martha beni ilk beş sene evlatları yerine koyup nereden geldiğimi bile sorgulamadan sevdiler. Sonraları sorsalarda hatırlamadığımı ve ilk hatırladığım şeyin oların yüzü olduğunu söyledim. Bulduklarındaki halim çok kötü olduğu için benim ailemin başına bir kaza falan geldiğini düşünüp kendi evltları gibi sahiplendiler. Küçük bir çiftlikti evleri. Bir sürü hayvanları ve sebze bahçeleri vardı. Kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlardı. Ben de sebze toplamak ve yemek pişirmek gibi basit ev işlerinde onlara yardım ediyor ve pek fazla konuşmuyordum.
Günlerden bir gün Martha bayıldı. Sonradan anladılar bir bebekleri olacağını. Altı yıldan sonra bebekleri şirin bir kız olmuştu. Martha ve John'un bana olan sevgilerini ve ilgilerini paylaşamaz olmuştu. Şımarıktı. Kıskançtı ve benden nefret ediyordu. Çünkü benim beyaz ve ışıltı saçan bir tenim , renkli parıltılar saçan gözlerim ve uzun güzel saçım vardı. Onun gibi bebeklikten kalan saçma kilom yoktu. İnce ve narindim. Üzerimdeki eski köylü kıyafetleri içinde bile zarif bir ceylana benziyordum. Martha öyle diyordu. Ben de aynaya her baktığımda görebiliyordum. Tıpkı anneme benziyordum.
Felicity Martha'nın kızı esmer ve kahve rengi gözlü şişman bir domuz yavrusu gibiydi. Aşırı derece yemek yeme alışkanlığı gün geçtikçe artıyor , tembelliği de eklenince şişko bir domuzdan şişko bir ineğe dönüşmeye devam ediyordu evrimi. Sürekli benim ile uğraşıp durmaya ve hakaret etmeye de gerçek kardeşi olmadığımı anlayınca başladı.
Çiflikteki içme suyumuz yakındaki bir dere ve onun uzantısı olan minik göletten geliyordu. Bir kuyumuz yoktu içme suyu için. Kuyumuz vardı ama suyu temiz olmadığı için hayvanlar ve bahçe için kullanılıyordu. Ben de her gün ata binerek dereye gidip yukarı taraftan testilere suyu dolduruyor ve aşağı tarafta yıkanıyordum. Havaların sıcak olduğu yaz günlerinde yıkanmak çok güzel geliyordu.
Ben 28 ve Felicity de 14 yaşındayken bir gün yine göle gittim. Bu kez Felicity de benim ile geldi. Onun amacı yardım etmek değil, evdeki işlerden uzaklaşmaktı. Yine de hep yaptığım susup yorumda bulunmadım. O ormandan çiçek toplama bahanesiyle uzaklaşınca ben de serinlemek ve temizlenmek için soyunup göle girdim. Göl çıkışı kıyafetlerimi bıraktığım yerde bulamadım. Ruh gömleğim ile suya girmiştim sadece! Felicity'nin gelmesini beklerken bir taşın üzerine oturup kurumaya çalıştım. Güneş tam tepedeydi ve sıcak yaz gününün de etkisiyle kısa sürede kurudum.
Felicity görünmediği için meraklanmaya başladım bir süre sonra. Sonra aklıma geldi belki de kıyafetlerimi o almamıştı? Belki yabancı birisi , başka bir insan gelip beni gözetlemiş ve kıyafeterimi almış sonrasında Felicity'nin peşine düşmüştü. Ben burada oyalanırken onun canı yanıyordu belki de!
Korkuyla doğrulup ormana Felicity'i en son gördüğüm yere doğru ormanın içlerine ilerlemeye başladım. Yürüken ayağıma taşlar batıyordu ancak umursamamaya çalıştım. Bir kaç metre daha ilerlediğimde ayağıma büyük bir zehirli sarmaşık dikeni battığında acıyla inleyip yere oturdum. Ayağımı elime alıp sarmaşık dikenini çıkarttıktan sonra acıyan yere yerden bir parça toprak alıp sürdüm. Zehiri içine çekmesi için küçük bir kaç sözcük söylediğimde acı geldiği gibi gitmişti.
Ayaklanıp bir kaç adım daha attım. Bu kez yere bakarak daha temkinli yürüyordum. Ormanın içlerinden Felicity'nin çığlığını duyunca o tarafa doğru aceleyle koşmaya başladım. Kulak kabarttığımda Bir kaç kişinin daha sesi geliyordu.
''Hey şişman kız ne var biraz eğlensek! Soyunmaya ne dersin?''
Bu cümleler karşısında Felicity biraz daha yüksek sesle bağırmaya ve adımı haykırmaya başladı. Ben ise bir ağacın arkasına saklanmış onu nasıl kurtaracağımı düşünüyordum.
''Dur bakalım! Başkası da mı var?'' dedi içlerinden uzun boylu ve iri yapılı olan.
Tam olarak 4 kişiydiler. Hepsi kaba görünüşlüydü ve birer asker oldukları zırhları ve yanlarındaki savaş silahlarınbdan belliydi. Üstleri kir içindeydi. Yüzleri kirden neredeyse görünmüyordu. Yüzlerinde görünen tek şey gözlerinin sarımtrak beyazıydı. Bir diğeri, ki içlerinde en zayıf ve kısa olanı buydu, konuşmaya başladı.
''Söylesene! Kim bu Shellmi?'' diyerek beni şaşırtacak kadar atik bir şekilde atılıp Felicity'nin boğazını sağ elinin parmakları arasına aldı. Felicity nefesi kesilip domuz gibi sesler çıkartırken yüzü de morarmaya başlayınca asker onu yere fırlattı. Yere elleri ve dizleri üzerine kapaklanan Felicity yavaşça ağlayarak konuşmaya başladı.
''Shellmi bizim beslememiz! Çok da güzeldir! Onu alabilirsiniz. Bana dokunmayın!'' dedi hıçkırarak.
Ödlek! İki dakikada beni satmıştı. Oysa ki ben onu kurtarmayı düşünüyordum.
''Önce senin tadına bakalım, sonra onun da bakarız!'' diyen askerlerden biri yerdeki Felicity'i saçından tutup bir ağaca doğru sürüklerken ellerimi yumruk yapıp bekledim. İleri atılmamak için zor duruyordum. Çiftliğe koşup geri gelsem Felicity o zamana kadar zarar görmüş olacaktı. Ben de işin içine karışırsam zarar görecektim.
Asker Felicity'nin kıyafetlerini paralarken o durmadan bırakmalarını söylüyordu. Benim yerimi de söylediğinde ikisi gidip bana bakmak için ayrıldı yanlarından. Biri, ki bu uzun boylu olandı, Felicity'nin kollarını tutuyordu. Diğeri de üzerindeki kat kat elbiseyi paralıyordu. İlk defa bu kadar kat giyindiğimiz için şükredip etrafıma bakınmaya başladım.
Arkamı döndüğümde Bir askerle burun buruna gelince çığlığı bastım. Adam boğzımdan tutup beni ortaya savurduğunda az önce Felicity'nin durduğu pozisyonda buldum kendimi. Avuç içlerim kanayıp toprakla kaplanmıştı. Dizlerim de acıyordu. Başımı kaldırdığımda aç gözlerle bana bakan dört göz vardı üzerimde! Doğrulmaya çalışmadım. Çünkü anında kolumdan tutup Felicity'nin yerine beni yerleştirmişlerdi. Ben onların iğrenç kolları arasında çırpınırken Felicity kaçıp koşmaya başlamıştı bile!
Bir kenara atılmış kıyafetlerimi gördüğümde kıyafetlerimi yanına Felicity'nin almış olduğunu da anlamıştım. Adamlar üzerimi paralayıp pis ellerini vücudumun daha önce dokunulmadık ve görülmemiş yerlerinde gezdirirken ellerinden kurtulmak için yalvardım. Çığlıklar attım ve tepindim. Hiç kimse yardımıma gelmedi. En son birisi uslu durmamı söyleyerek yüzüme tokat attığında sinirle artık güçlerimi kullanmaya başladım.
İşim bittiğinde her biri zehirli sarmaşıklarla ağaçlara asılmıştı. Vücutları annelerinden doğdukları haldeydi. Sarmaşığın dikenin battığı yerler kanıyordu. Morluklarla kaplıydı ve kaşınmaya çalışıyorlardı. Onlar hareket ettikçe dikenlerdeki zehirler kanlarına karışıyor ve daha çok zehirleniyorlar ve kaşınıyorlardı. Yalvarıyorlardı. Yalvarışları karşısında şen bir kahkaha attım.
Birisi 'Cadı!' diye bağırdı. Umursamadım. Kanıtları yoktu çünkü. Yerden kıyafetlerimi toplatıp giyindikten sonra onları bir kaç gün o şekilde kalacaklarını bile bile o ağaçlara asılı olarak bırakıp öne göle sonrasında çiftliğe döndüm.
Çiftliğe dönebildiğimde aşkam vaktiydi. Hava karamıştı. Yüzümde askerin attığı tokatın izleri ve vücudumda morluklar vardı. Kapıyı açıp içeri girdiğimde Martha'dan ilk tokadımı yedim. Askerin attığı tokat ömrümde yediğim ilk tokattı. İkincisi ise yıllardır yanlarında yaşadığım bu aileden annem yerine koyduğum Martha'dan gelmişti.
''John evde olmadığı için şanslısın sürtük!'' demişti tokadın hemen ardından.
''Sana ormanda sevgilileriyle oynaştığını ve onların da bana saldırdıklarını söylemiştim.'' dedi Felicity.
Annesi bana döndüğünde yandan sinsi bir gülüş atmayı da ihmal etmedi. O an bu aileye de güvenmekle hata ettiğimi anladım. Sadece kıskanç Felicity değil yılllardır evladı yerine bana bakan Martha da beni tanımamıştı. Tanısa olayın iç yüzünü bana sorması gerektiğini bilirdi. O sorgulamadan bana ceva vermeyi reva görmüş , öz kızı olduğu için Felicty'nin yalanlarına inanmıştı.
''Ben hiç kimseyle oynaşmadım!'' dediğimde bir tokat daha attı Martha!
''Yalan söyleme! Üstünden , duruşundan belli.'' dediğinde ağlamadan geri çekildim.
''John gelmeden önce bu evi terk edip gideceksin.'' dediğinde sadece başımla onayladım. Hava karamıştı bu saatte gidemezdim. Pencereden dışarı başımı çevirdiğimde havanın geldiğimden daha da karanlık olduğunu görünce başımı dikleştirdim. İstenmediğim yerde kalamazdım.
''Sabahı ahırda bekleyebilirsin!'' dedi Felicty lafa karışarak. Yutkundum. Ben Cadıların kraliçesi Shellmi ahırda mı kalacaktım yani? Yaşamak için bu kadar hakarete katlanmalı mıydım? Sabaha John gelip benim tarafımı tutsa bile Jax ve Zyra'yı bulmak için yola çıkmayı kafaya koyarak kaşlarımı çattım.Sonra merakla sormadan edemedim.
''John nerede?'' dediğimde Martha üzerime yürüyüp kollarımdan tutup beni aşından beklenmeyecek bir güçle sarsmaya başladı.
''Şimdi de kocama mı göz diktin seni küçük sürtük!'' diyerek beni iteklediğinde yere düştüm. Dirseklerimden güç alıp yerden doğrulurken derin bir nefes alıp gözlerimi kapadım. Evin tepesinde bir şimşek çakmaya ve sağanak yağış yağmaya başladı. Yaz ortasında öyle güçlü bir fırtına çıktı ki esen güçlü rüzgarla ev sarsılıyor ve raflardaki bardaklar yerlere devriliyordu. Sesten rahatsız olan anne kız kulaklarını kapatarak bana döndüler. Bir birilerine sarılmışlardı ve bana korkuyla bakıyorlardı.
''Cadı!''
''O bir cadı!'' dediklerinde yerimden doğrulup tam karşılarına dikildim. Fırtına daha da şiddetlenirken gülümsedim. Dudağımın kenarından akan kanı silerek örtüden kurtulmuş saçımı serbest bıraktım.
''Ahh evet bir cadı! Hem de en güçlüsüne çattınız hanımlar!''