''Hey ben daha uzağa fırlattım!''
''Mühim olan hedefi vurmak aptal! Daha uzağa fırlatmak değil!''
''Hayır asıl uzağa fırlatmak önemli. Gücünü gösterir!''
''Hayır! Aslında önemli olan hedefi vurmak! Bir avcı ile savaşırken isabetli atışla rakibini önce sen indirirsen yaşarsın! Avcıdan uzağa fırlattığın bir mızrağın sana faydası olmaz dedi Zahck amca.''
''Yalan söyleme Zahck amca asla öyle şey söylemez! ''
Gözlerimi aralamadan kulağıma dolan iki çocuğun sesini dinlemeye devam ettim. Uyuduğum yer yumuşacıktı ve aşırı derece rahattı. Hele ki en son yattığım soğuk nemli toprak hesaba katılırsa mükemmeldi. Hala yaşıyordum ve bir zindanda değildim. Bir kazanda yemek olmaya da hazırlanmıyordum. İçim sevinçle dolarken çocukları görebilmek için gözlerimi aralayıp ışığa alışmayı bekledim. Işığın gözlerimdeki kör edici etkisi geçtiğinde doğruldum.
''Phill amca burada olsaydı söylediklerimin doğru olduğunu anlatabilirdi sana.'' dedi bir diğeri.
''Saçmalama avcı onu yaraladı eğer iyi bilseydi yaralanır mıydı hiç? O savaşmak hakkında hiç bir şey bilmiyor!''
Çocuklar aralarında konuşmaya devam ederken netleşen görüşümün de yardımıyla taştan yüksek duvarları incelemeye başladım. Bulunduğum yer her neresiyse epeyi zengin birilerine aitti. Kaz tüyü yastığıma iç çekerek baktıktan sonra yerde serili olan büyük yumuşak yataktan doğrulup üzerimdeki yumuşak örtüyü bir kenara attım.
Ah bu yatak mükemmeldi. Şimdiye kadar uyuduklarımın en rahatı ve komforlusuydu. Küçükken bile böylesi güzel bir yatakta uyumamıştım. Doğrulduktan sonra kaslarımı esnetip odada göz gezdirmeye devam ettim.
Büyük bir yatak , büyük bir tablo , bir masa bir kenarda yığılı altın ve mücevher! Altın mı? Gözlerimi sonuna kadar açıp altınlara doğru yürüdüm. Gözlerim beni yanıltmıyordu odanın beşte birini kaplayan bir hazine vardı.
Hazineyi görünce yutkundum ve buraya nasıl geldiğimi daha doğrusu ne ile birlikte geldiğimi hatırladım. Elimi uzattığım parıldayan kolyeden hızla çektim ve bir kaç adım uzaklaştım. Bu hazinenin sahibi bir ejderhaydı hem de beni yiyecek olan ejderha! Buradan buradan bir an önce çıkmalıydım! Kalın perdelerle kaplı pencereden açık gökyüzü görünüyordu. Hızla kapıyı arandım. Tüm duvarları, dolapları hızla kontrol ettim. Lanet olası duvarlar ve pencere vardı ama kapı yoktu!
O büyük iğrenç ejderhanın beni uçarak büyük pencereden getirdiğini çözünce pencereye yaklaştım. Aşağı doğru baktığımda oynayan Otlarla çevrili alanda oynayan yarı çıplak iki küçük çocuktan başka kimseyi göremedim. Bulunduğum yer epeyce yüksekti ve başımı kaldırıp baktığımda göz alabildiğince uzanan ormandan ormanın bitiminde başlayan denizden ve diğer tarafta sıralanmış dağlardan başka bir kaç küçük bulut haricinde uçan bir kuş bile göremeyince yutkundum.
Başımı iyice sola çevirdiğimde bulunduğum yapının bir kule olduğunu anladım. Çünkü aynısından bir kaç tane daha vardı. Sağa çevirip pencereden iyice sarkıp hemen hemen vücudumu dışarı çıkartıp baktığımda solda büyük bir saray görünce yutkundum. O çirkin yaratığın sarayı mı vardı? Tabii ki vardı! Böyle hazinesi olan bir canavarın sarayı olması tuhaf olmamalıydı.
Aşağı ile olan mesafeyi tekrar gözden geçirip atlayamayacağım kadar yüksek olduğunu fark ettiğimde geri çekilirken uzaktan uçarak gelen siyah büyük şeyi görünce başımı aşağı çevirdim. Hiç bir şeyden haberi olmayan zavallı çocukları korumak zorundaydım ama nasıl? Belki de bu kule ve saray bir başkasınındı? Birileri beni ondan kurtarmıştı ve şimdi o da benden intikam almaya çalışıyordu?
Çocukların bahsettikleri büyükler neredeydi?Neden bu en fazla 7 yaşındaki çocukları ulu orta yalnız bırakmışlardı? Deli gibi kendimi korumak ve çocukları savunmak için kullanacak bir şeyler aranırken son hızla yaklaşan büyük ejderhayı fark ettiğimde çaresizce çocuklara bağırdım pencereden sarkarak.
''Heyyy küçükler saklanın! Kaçınnnnn, canavar geliyor!''
Gücümün yettiği , sesimin çıkabildiği kadar bağırdım birden. Bağırırken kollarımı da sallıyordum deli gibi sesin geldiği yerin ben olduğumu anlsınlar istiyordum.
''Bize mi dedi bu?''
''Yok orman devlerine! Tabii ki bize diyor!''
''İyi de ne canavarı? Yoksa avcı mı?''
Çocuklar ellerindeki mızrağa yaslanmış bana başları çevirip gayet rahat bir biçimde alelade bir bakış atmış ve aralarında konuşmaya başlamışlardı.
''Sen patates suratlı canavar diyorum! Bir ejderha geliyor sizi yemeden saklanın!''
Bağırdım çocuklardan daha büyük ve mantıklı cümleler kurduğunu düşündüğümde. İkisi aynı anda kahkahalarla gülmeye başladıklarında düşüncelerimde yanıldığımı anladım. Bu çocukların ikisi de akıllı olmaktan çok uzaktı. Bir trol kadar bile beyinleri çalışmıyordu ahmakların! İkisi de bir birinden aptaldı. Bir kaç saniye durup onların çocuk olduğunu hatırlaatım kendime.
En fazla annemi kaybettiğimde benim olduğum yaştaydılar ve büyük ihtimal evleri yakılıp yıkılmadan önce benim ve Zyra'nın yaptığını yapacaklardı. Söylenenelere inamayacak ve onları korkutmak için uydurduğumuzu düşüneceklerdi. Çünkü huzurlu ve güvenli ortamlarında daha önce başlarına hiç bir kötülük gelmemişti.
Çocuklar gülmeye devam ederken büyük kanatların sesini duymaya başladığımda korkuyla çocuklara bakıp elimle işaret ederek bağırmaya başladım.
''Aptallar bakın! Saklanın diyorum size!'' diye bağırdığımda çocuklardan biri sevinçle elindeki mızrağı atıp yaklaşan ejderhaya el sallamaya başladı.
''Zahck amca, Zahck amca döndü! Görüyor musun?'' dedi.
Yanındaki küçüğe anlık dönüp geri ejderhaya bakarak sevinçle zıplamaya devam ederken; diğeri de ona katıldığında algılarımın bana oyun oynadığından emin olmuştum. O canavar çocukların nasıl amcası olabilirdi ki?
Ejderha çocukların önünde yere indiğinde nefesimi tuttum. Zavallı çocuklar derken ejderha uzun boylu simsiyah saçları olan iri yapılı geniş omuzlu bir erkeğe dönüştü. Saniyeler içinde gerçekleşen bu görüntünün aklımın bana bir oyunu olmadığından emindim. Hiç kimse bir cadının gözlerini yanıltamazdı. Özellikle ortada bir büyü söz konusuyken.
''Zahck amca, kuledeki adak kendine geldi. Deli galiba , bağırıp duruyor.'' dedi büyük olan benim bulunduğum pencereyi eliyle işaret ederken.
Uzun boylu adam bana dönmeden önce çocukların ona uzattığı bir kumaşı alıp usta hareketlerle üzerine doladığında yutkundum. Çünkü başını çevirdiğinde yanan gözleri saf bir nefretle ve aşağılamayla benim ile buluşmuştu.
''Uyuyarak öleceğini düşünmeye başlamıştım. Üç gündür uyuyor.'' dediğinde ağzımı açmak için sıktığım çenemi esnetmek zorunda kaldım. Derin bir nefes alıp bağırmak için ağzımı araladığımda bakışındaki bir şey susmamı söylese de umursamayarak konuşmaya başladım.
''Sen koca....'' cümlemi bile tamamlamama izin vermeden yavaş adımlarla bana yürümeye başladı.
''O koca çeneni Kraliçeye sakla! Sizin gibi sefillerle konuştuğu için şanslısın.'' dedi ve kulenin sabahtan beri göremediğim gizlenmiş kapısından içeri girdi. Şaşkınlığımdan sıyrılıp odaya attım kendimi. Dışarıdan çocukların oyuna dönmüş olduğunu anladığım şen kahkahalar yükseliyordu.
''Ben çok sıkıldım. Gel kim en uzağa tükürecek yarışı yapalım. En uzağa tüküren kazanır.''
''Hayır esas Margaret'in saçına buradan tükürebilen kazanır.''
Bir kaç saniye sonrasında adı geçen kadının çığlığı yükselince birinin hedefini tutturduğunu anlasam da o sırada duvarları gözlerimle taramakla meşkuldüm. Bu odanın bir kapısı vardı ve gizlenmişti sadece.
Duvarları elimle yoklayıp en sonunda bir taşı hareket ettirdiğimde kapı açılınca derin karanlık dönen dar merdivenleri görünce oraya atıldım. İlk basamağa adım atmamla bir kaç basamak aşağıdan bana doğru gelen canavara bakarken geriledim.
''Korkma biz sizlerin zannettiği gibi insan eti yemiyoruz. Özellikle o sefil köylülerin sandığı gibi.Nesillerdir sizin yaptığınız vahşilikler bizlerden çok daha fazla.''
Beni kolumdan tuttuğunda ufladım. İstesem çok rahat kurtulabilirdim ada bir bebek gibi kolunun altına sıkıştırmıştı beni bu iri yarı adam. Onun kolunun altında merdivenlerden inerken olacakları merak ettiğim için sessizce sitresimi bastırmaya ve kaç basamak indiğimizi sayamaya çalıştım. Bamaklar dar olsa da onun adımlarının sığacağı kadar büyüktü.
İki kişi yürüyemeyeceğimiz aşikar olduğu için inene kadar sesimi çıkartmadım. İnerken bir şeyi fark etmiştim. Bu koca canavar bir ejderha iken o pencereden asla geçemezdi. Sadece bir kanadı bile o pencerenin üç katıydı. Bunu nasıl daha önce düşünemediğime kafa yormak yerine dışarı çıkınca kolunun altında tepinmeye sallanmaya başladım.
Neden birden böyle davrandığımı anlamadığı için duraksamasından faydalanıp kendimi yere atıp çimenlere eğildim. Biz cadılar gücümüzü doğadan, bitkilerden sudan , topraktan kısaca yaşamın kendisinden , dünyadan alırız. Ellerimi çime gömüp içime dolan enerjiyle gülümsediğimde rom içmiş sarhoş görüntüsü çizmiş olmalıyım ki başını iki yana sallayıp beni küçük bir çocuğu tuttukları gibi ensemden tutup yürümeye başladı.
'' Bıraksana beni koca ahmak!'' diye bağırdım.
Duraksamdı bile. Cevap da vermedi. Sade beni kendinden uzaklaştırıp yürümeye devam etti. ondan bir kol boyu uzaktaydım ve havurduğum ne tekmeler ne de yumruklar ona yetişmiyordu. Bundan aldığım secaretle ağzıma gelen tüm küfürleri sayamaya başladım. Sarayın içine girip bir tahtın önüne geldiğimizi bile fark etmeden ona vurmaya çalışıp küfürler saydırmaya devam ediyordum ta ki derinden gelen şen ve aheste müzik gibi bir kahkaha duyana kadar.
''Bu da ne böyle oğlum?''
Kadının aheste sesiyle ona döndüm. İlgiyle bana bakıyordu. Gözleri üzerimde , yüzümde ilgiyle geziniyordu. Kadın çok çok güzeldi. Benim yaşlarımdaydı. Saçları neredeyse ayak bileklerine değecek uzunlukta ve mavi ile beyaz arası bir renkteydi. Gri beyaz gözlerinde çakan bir şimşek gördüğüme yemin edebilirdim.
Beyaz teni , ince fiziği beni getiren canavar gibi sade ama parlak ince bir kumaşla alelade bir şekilde kapatılmıştı. O canavar ondan daha büyük duruyordu ve ona oğlum mu demişti?
''Adak.'' dedi özürlü , aptal, koca ağızlı ahmak.
''Senin ne getirdiğin hakkında en ufak bir fikrin var mı acaba?'' dediğinde başımı dikleştirip doğruldum.
''Avcı köyünün bu seneki kurbanı.'' dedi yine geri zekalı koca kuruklu, midesi kurtlarla dolu pislik.
Kadın gülümsediğinde kaşımı kaldırdım. Kollarımı göğüsümde birleştirip çenemi dikleştirdim. Saçımı savurup atabildiğim en küstah bakışı ayarak etrafımızda bizi izleyen kalabalığı umursamadan elimi pisliğe uzattım. Elimi hafifçe havaya kaldırıp yerden beni kaldırırken avuçlarığım bir parça toprağa üfledim ona doğru.
Toprak yaban arılarına dönüşerek sürü halinde ona ilerlerken ilkinin iğnesinin onun poposuna batmasını izlemeyi bekleyerek keyifle sırıttım. Arılar ona yaklaşırken geri bir kaç adım attığını görmek bile yenileniş gibi hissetmeme yetmişti.
Arılar onunla buluşup teniyle ilgilenmeye başlamadan tekrar toprağa dönüşüp yere yığıldığında başımı kaldırıp büyüyü bozan kişiyi aradım. Gözlerim O mavi-gri gözlerle karşılaştığında kadın alkışlamaya başladığında gülümsedim. Ahhh bir cadı daha... Ama o canavarın annesiydi bu cadı!
''Bir cadıya bulaşmadan önce iyi düşün oğlum. Hele ki karşında kraliçe varsa!'' dediğinde yutkundum. Elbetteki biliyordu!
''Annen için çok üzüldük kraliçem. Keşke yardım edecek kadar yakın olabilseydik. Yaşanalar tam bir vahşetti. Sizin sarayımıza gelmeniz ise kader. Bir süre misafirimiz olursanız sevinirim.'' dediğinde bana şaşkınlıkla bakan koca ahmağa gülümsedim.
''O aptallar beni yakaladı. Bu aptal da buraya getirdi. Başka bir aptalla daha karşılaşmaktan korkuyorum açıkçası!'' dedim.
''Yemek nerede kaldı! Sargılarımın değişmesi gerekiyor. Herkes nerede?'' diye kükreyen aheste bir ses sarayın bizim bulunduğumuz odası dahil tüm odalarda çınlayıp camlarını sarstığında bir nefes salıverdim bıkkınlıkla.
''Bu aptalla baş etmemde yardımcı olacak kadar alçak gönüllü bir kraliçe olduğunuzu düşünmekte hata yapmam umarım Shellmi. Annen olsa yardımını hiç bir cadı kardeşinden esirgemezdi. '' dedi yine kraliçe. Ben cadıların kraliçesiydim ama o ejderhaların kraliçesi ve annesiydi.
''Yemeği iki kişilik getirin.Üç gündür bir şey yemedim.'' diyerek bir kez daha kükreyen canavarı aramaya koyuldum. Tam kapıdan çıkacakken geri döndüm.
''Ve kesinlikle yemekte et olmasın! '' dedim gülümseyerek.
Kapıdan çıkıp sesi takip ederek ilerlemeye başladım... Bakalım bu ejderha insanken neye benziyordu? Kardeşine benziyorsa kraliçenin yanında yapamadığımı ona yapmaya karar verdim.