''Bu kir içindeki köylünün benim evimde ne işi var?''
Burada herkes Zeus'un şimşeği gibi yeri göğü inleterek konuşmayı marifet ya da güç gösterisi sayıyordu sanırım. Karşımda siyah gözlerinde alevler parlayan, koyu ten rengine sahip, iri yarı ve yaşını tahmin edemediğim ama gözlerindeki yaşanmışlıktan benden epeyce fazla olduğunu anladığım bir adam vardı.
Adamın üzerinde beyaz uzun bir gömlek vardı. Gömlek süslemeler içermiyordu, hiçbir abartısı yoktu ama adamın üzerinde duruşu bile kaliteli olduğunu ortaya koyuyordu. Gömleğin altında ne giydiğini bilemiyordum çünkü görünürde pek bir şey yoktu! Adamın üst tarafına bakarak gözlerimi açıktaki bacaklarından uzak tutmaya çalışırken ''Belki de altında hiçbir şey yoktur?'' diye düşünmeden edemedim. Yüzüm kızarırken derin bir nefesle ciğerimi doldurup duruşumu korumaya çalışarak gözlerimi yukarıda dolandırmaya başladım.
Kafasında, gördüğüm kraliçenin tacına benzeyen bir taç taşıyordu. Bu taç altından değildi. Kurumuş ama rengini kaybetmemiş bir ağaç dalıydı. Gözlerimi kısıp merakla bu nadide ağacın dalına baktım istemeden. Kitaplardan başka yerde görmemiştim daha önce.
Yapılması yasaklı bir kaç büyüden biri için temel malzeme bu alev ağacının dalıydı. Yıllardır alev ağacı görmeme sebebimin ejderha da görmemem olduğunu kavrayınca gülümsemeye çalışıp çatık kaşlarla beni inceleyen bu dev adama selam verdim.
Ne kadar onlardan üstün de olsam evlerinde şimdilik misafirdim. Misafirken nazik olmalıydım. O aptal kükreyicinin yanına gitme sebebim de tam olarak buydu. Şu an için misafir perverliklerine ödeme yapacak durumum yoktu. Ne sihirli bir eşyaya ne de nadide bir iksire sahiptim karşılığını ödemek için. Ben de hasta olan huysuz ejderhaya azıcık şifa dağıtmaya karar vermiştim. Ahh, evet aklımı peynir ekmekle yemiştim. Bir kaç gün öncesine kadar ejderha ile karşılaşmamıştım. Şimdi, tanışalı dakikalar olmuşken bir sürü ejderha arasında evimdeymişçesine rahat rahat dolaşıyorum.
''Sana dedim!''
Adam bana ikinci kez kükreyince gözlerimi ona dikmiş incelerken hala cevap vermediğimi fark ettim. Sesimi düzgün çıkartmak için bir iki acayip kısık "ıhım ıhım" gibi ses çıkartıp ağzımı açtım sonunda. Ben cümlemi tasarlamadan o ejderha bu kez çok daha yakından kükreyince konuşamadım.
''Nerede kaldı yeni kurban!'' diye bağırıyordu.
Bu canavarlar cidden insan yemiyorlardı değil mi? Açım demişti ve şimdi Kurban'ı soruyordu. Yani beni! Bir kaç saniye duraklayıp korkumun aklımın önüne geçmesine izin vermeden düşünmeye çalıştım. Beni çevirme yapmayacağını başka bir şey için kullanacağını düşünmek istedim. Ne için kullanabilirdi? Tabii ki yemeği benim getirmemi istiyordu, hımm. Demek ki kurbanlara hizmetçilik yaptırıyorlardı. Bu kurban hiç de beklentilerini karşılamayacaktı.
''Ben Shellmina, köylü falan değilim. Eşinize sorarsanız kim olduğumu açıklayacaktır.'' diyerek eteklerimi toplayıp selam vermek istedim.
Elime incecik kumaştan başka hiç bir şey gelmeyince hızla arkamı döndüm. Ellerimle kapatabildiğim kadar yarı şeffaf gömleğin açıkta bıraktığı tenimi kapatmaya çalışırken utançtan ölmek üzereydim. İki saattir adamın kıyafetlerinin açıklığını eleştiriyordum ama kendi halimin farkında değildim!
Bir kraliçenin düştüğü şu rezilliğe bakın! Koşturup ilk bulduğum kapıdan girerek sırtımı kapıya yasladım. Başımı eğmiş rezilliğimin boyutlarını anlamak ve utancımı yenmek için kendime bakarken duyduğum ses ve yüzüme vuran alevlerin sıcaklığını hissetmem bir oldu!
''Hapşuuuuu ''
Duyduğum hapşurma sesinden sonra odayı kaplayan alevlerin içinde kalmıştım! Üzerimdeki gömlek tutuşmuştu yanık kokusu, saçlarımın yanık kokusuna karışıyordu! Güzelce uzattığım, bakımını hiç aksatmadığım güzelim saçlarıma mı, annemden bana kalan ve şu an elimdeki en değerli şey olan gömleğe mi acısam yoksa gömlek üzerimden parçalanmış bir örümcek ağı gibi dökülürken çıplaklığıma çıplaklık eklenmesine mi çıldırsam bilemeyerek çığlığı kopardım.
''İyi misin sen?'' diyen gür ve kadifemsi sese doğru başımı kaldırdım.
''Seni pislik canavar!'' diyerek ona zarar verecek bir şeyler arandım etrafta. Bulamayınca elimi ona doğru çevirdim.
Gözlerim gözlerinde bir saniye kadar takılı kaldı. Kısa bir an gözlerinde dönüp duran alevlere bakakaldım. Gözlerinde dönüp duran alev girdapları beni ona görünmez iplerle çekiyordu. Düşünmeden bir adım attıktan sonra odanın neresinden geldiğini anlamadığım minik bir çıtırtı ile girdiğim transtan sıyrıldım.
''Geceler, gündüz olurken şafağın ışığı yüzüne vurduğunda...'' lanetimi gülüşü bozunca gözlerimi kıstım.
''Ah, bir saraya iki cadı fazla güzelim. Annem koruma büyüsü yaptığı için dönüşüm büyün bana işlemez. Bir dahakine iksir içirmeyi dene...'' dedikten sonra beni tekrar süzerek dudaklarını kıvırdı.
Aralanan dudaklarından kendime dair bir övgü duyacağımı hissederek duruşumu değiştirip beklentiyle siyah gözlerine baktım.
Gözlerinde oynaşan arsız alevleri izlerken ''Bu arada... Cidden güzel göğüsler!'' dediğinde göğüslerime baktığı gözlerini yerinden çıkartmak istedim.
Siyah ve gri karışımı acayip gözlerini yerinden sökmek ve bir sonraki öğünde ona yedirmek istiyordum.
Yeniden ''Hapşuuuuu'' dediğinde korkuyla gözlerimi araladım.
Köylü cadı düşmanlarının yapamadığını bu ateşli canavar yapacaktı!