Genç kız kumların arasında ilerliyordu. Çevrede görünen ne yeşillik vardı ne de insana dair bir kalıntı. Güneşin altında uzun bir süre yürüdü. Sıcak gücünü emmeye başlamıştı. Sığınabileceği bir gölgelik yoktu. Susuyordu ama su içebileceği bir yer yoktu.
Yürüdü, yürüdü ve yürüdü...
Kum tepeleri aştı ve gücü tam bitmek üzereyken bir vaha gördü. Gördüklerinin verdiği güçle koşmaya başladı. Her adımında kum etrafa savruluyordu. Vahaya vardığında ortasındaki küçük göle atladı. Serinliği içine çekti ve kana kana içti.
Sudan çıktığında yakıcı sıcak kıyafetlerini anında kuruttu. Etrafındaki ağaçlardan meyveler toplayıp yedi ve altındaki gölgede uyuyup dinlendi. Bu hayat ona yeterliydi ama kalbinde bir şeyler eksikti. Han'ı bir türlü unutamıyordu ve rüzgarın onlardan yana esmesini istiyordu.
Günlerce tek başına yaşadı. Sonra bir fırtına çıktı. Kumda göz gözü görmüyordu. Bir ağacın altına sığınıp saatlerce bekledi. Rüzgar dindiğinde öksürerek ağzına dolan kumları tükürdü. Vahanın girişinde yerdeki karaltıyı gördü. Ne olduğunu anlamak için yaklaştı. Bir insandı! Kızıl saçları güneşin altında parıldıyordu. ''Han!'' diyerek yere çöktü ve yüzüstü yatan genç adamı tutup çevirdi. Baygındı.
Ağacın büyük yapraklarından birini alıp göle batırdı ve taşıyabildiği kadar suyu taşıyıp Han'ın ağzından akıttı. Sonra yüzünü yıkayıp biraz olsun serinlemesini sağladı. Genç adam öksürmeye başladı ve sonra kendine geldi. Bakışlarının ilk gördüğü şey Kumsal'ın güzel yüzüydü.
Yattığı yerden doğrulup genç kıza sarıldı. ''Seni sonunda buldum.'' dedi.
''Rüzgar seni bana getirdi.'' diyen Kumsal sarılmaya karşılık verdi.
Han geri çekilip ayağa kalktı ve etrafına bakındı. ''Burası neresi?''
Genç kız eliyle küçük vahayı gösterdi. ''Benim sığınağım. Buraya geldiğimden beri gölge adamlar gelmedi. Sonunda mutlulukla yaşayabileceğim güvenli bir yer buldum. Tek eksiğim sendin ama şimdi sen de geldin.''
''Burası artık ikimizin sığınağı olsun.''
Kumsal bu fikri sevmişti. Sadece ikisine ait, kimselerin bilmediği bir yaşam alanı. Ellerini çırpıp elbisesinin eteklerini savurdu. Sonra ağaçtan bir meyve koparıp sevdiği adama uzattı. ''Acıkmışsındır.''
Genç adam meyveyi alıp ısırdı. ''Teşekkür ederim.''
Sonrasında onlar için güzel bir hayat başladı. Kimsenin rahatsız etmediği, hayatlarına karışmadığı bu yerde oldukça mutluydular.
''Hadi bir oyun oynayalım.'' dedi Kumsal.
''Ne oynayacağız?'' diye sordu Han.
''Kelime uydurmaca. Şimdi bir kelime uyduracağım son harfiyle de sen kelime uyduracaksın.'' Kumsal bir süre düşündü. ''Kimtopi''
Genç adam güldü. ''Kimtopi mi? Garip bir kelime oldu. Bakalım ben i harfiyle ne uydurabilirim.'' Alnını kaşıdı. ''Buldum. İntegine.''
Bu defa genç kız güldü. ''Seninkide komik bir kelime oldu. Devam edip cevap veriyorum. Emlisanta.''
Uzun bir süre bu oyunu oynadılar ve uydurdukları her kelimede daha çok güldüler. ''Buldum.'' dedi Kumsal, ''Kerem!''
Genç adam cıkladı. ''O uydurma bir kelime değil. Yandın ben kazandım. Ceza olarak göle atlayacaksın.''
Kumsal kahkahalarla koşarak göle atladı. Sıcakta serinlik iyi gelmişti. Çok geçmeden Han'da yanına geldi ve birlikte küçük gölde yüzmeye başladılar. Gölün ortasında durduklar ve suyun içinde sırt üstü uzandılar. Gökyüzündeki bulutlara bakmaya başladılar. Han eliyle bir bulutu gösterdi. ''Bak kalbe benziyor. Sana olan aşkım gibi kocaman.''
Genç kız kıkırdadı ve yanındakinin elini tuttu. İçinde oldukları su esen rüzgarla hafifçe dalgalandı. Barındırdığı aşkı hissetmiş gibiydi. Başları birbirine değiyordu. ''Bu mutluluğumuz ne kadar sürecek?''
Genç adam yanındakinin sorusuyla derin bir nefes aldı. ''Sen ne kadar istersen?''
''Rüzgar yollarımızı ayıracakmış gibi hissediyorum.'' Kumsal uzandığı suda tekrar döndü ve yüzerek karaya çıktı. Sıcağın bedenini kurutması için bekledi. ''Mutsuz olacakmışım gibi.'' Gözleri doldu.
Han hemen yanına geldi ve yüzünü avuçları arasına aldı. ''Bu düşüncelerden kurtul ve sadece anı yaşa. Benim tanıdığım sadece kendini hayatın akışına bırakan o kız nerede?''
Kumsal omuz silkti. ''Çok uykum var.''
Genç adam yere oturup Kumsal'ı kendisine doğru çekti ve başını dizine yatırarak saçlarını okşamaya başladı. ''Uyuyup dinlenmelisin o zaman.''
Genç kız derin bir uykuya daldı ama çok geçmeden uyandı. Yüzünde yine her zamanki gülümsemesi vardı. ''Acıktım. Hadi bir şeyler yiyelim.''
''Bence bu defa meyve dışında yemek yapalım. Sana balık yapacağım.'' Han kalkıp tekrar göle girdi ve balık yakalamak için uğraştı ama hiç balık bulamadı.
Kumsal'ın gülmekten gözlerinden yaş gelmişti. ''Hey, o gölde balık yok ki.''
Genç adam bu sözlerle durdu. ''Gerçekten mi? İçinde balık olmayan bir göl neden var ki?'' Üzerinden akan sularla gölden çıktı.
''Suyundan faydalanmak için.'' diyen genç kız hala gülüyordu. ''Meyveler güzeldir hadi gel.'' Han'ı elinden tutup meyve ağaçlarının olduğu tarafa götürdü ve meyvelerden koparıp ona da uzattı. Birlikte yemeye başladılar. Havanın sıcaklığına rağmen meyveler serindi.
Güneş batmaya başladığında düz kayanın olduğu yere gittiler ve kayanın üzerine taşla bir çizik attılar. ''Kaç gün olmuş?'' Soruyu Han sormuştu. Kumsal parmaklarıyla tek tek çizilen çizgileri saydı.
''Otuz gün. Tam otuz gündür buradayız ve gölge adamlar yoklar. Bu çok güzel değil mi? İlk defa bu kadar rahat zaman geçiriyorum.''
''Hadi gel bunu gece sineması ile kutlayalım.''
Han'ın bu teklifiyle vahanın hemen dışına çıkıp kumların üzerine yattılar ve gökyüzündeki yıldızları izlemeye başladılar.
Çevrelerinde herhangi bir ışık yoktu ve her yer karanlık olunca gökyüzündeki sayısız yıldız parlak bir şekilde görünüyordu. ''Çok güzeller. Uzansam hepsini tutabilecekmişim gibi ama çok uzaklar.'' Genç kız elini gökyüzüne uzatmıştı.
''Hepsi de bize özel. Sadece sana ve bana ait.'' Han başını yan çevirip genç kızın yüzüne baktı. ''Yıldızları gözlerinde görmek sonsuzluğa ulaşmak gibi.''
Genç kız da bakışlarını yanındakine çevirdi. ''Yıldızları sen de görmek o sonsuzlukta nefes almak gibi.''
Bakışları kenetlenmişti. Elleri birleşmişti. Aldıkları nefeslerle göğüsleri aynı anda inip kalkıyordu. Anları kusursuz güzellikteydi.
Bu anı kimsenin bozacağını düşünmemişlerdi ama birden başlayan fırtına içine daldıkları büyüyü süpürüp götürdü. Yattıkları yerden kalkıp vahaya girdiler ama değişen bir şey yoktu. Rüzgar kumları her yere savuruyordu. Yüzlerine çarpan kumlar ağızlarına gözlerine doluyordu.
Elleri hala birlikteydi ama tutuşları zayıflıyordu. Han ''Kumsal!'' diye bağırdı. ''Elimi sakın bırakma!''
Güçlükle ilerlediler ve ağaca ulaştılar. Rüzgar gittikçe hızlanıyordu. Kumsal tek koluyla ağaca sıkıca sarılmıştı.
''Seni seviyorum sakın unutma.'' diyen sesin sahibinin elini tutmaya devam etti. Kumlar ağzına dolduğu için konuşamıyordu. Elindeki parmakların kaydığını hissetti.
Öksürmeye başladı ve ağzındaki kumların bir kısmını dışarı attı. ''Han!'' diye bağırdı. ''Lütfen elimi bırakma.'' Parmaklarından o el biraz daha kaydı.
Kumsal içinden rüzgara yalvarmaya başlamıştı. Bir kez daha yolları ayrılsın istemiyordu. Yalvarmasına karşılık rüzgar daha da hızlandı ve parmakları boşta kaldı. Elini havada salladı ama aradığını bulamadı.
''Hayır!'' diye bağırdığında bedenine çarpan bir dal parçasıyla geriye savruldu ve sertçe yere düştü.